• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: KARTEZYEN BEDENDEN SOMATİK OLANA: BEDEN FENOMENİNDE YAŞANAN KAYMA

1.2. Somatik Yaklaşımın Felsefi Zemini Olarak Fenomenoloji

1.3.3. Nörobilimsel Temeller

Aslında bu tezin konusu olan hatta bu teze kaynaklık eden tüm bu çıkarımları yapmamızı sağlayan en temel nörobilimsel gelişmeler beynin esnekliğini ve yaşam boyu kendini geliştirebilme kapasitesini ortaya koyan birbiriyle bağlantılı çoklu modüler yapısının ortaya çıkması ve 1990’lardan beri hızla gelişen beyin görüntüleme teknikleriyle varlığı kanıtlanan ayna nöronlardır. Bu nedenle fazla teknik terimlere dalmadan bu iki keşiften söz edilerek dünyayı eylemlerimiz yoluyla nasıl algıladığımız ve anlamlandırdığımız ortaya konulmaya çalışılacaktır.

1.3.3.i. Çoklu Taslaklar ve Esnek Beyinler

Yirminci yüzyıldan yani modern sinirbilimin doğuşundan hemen önce beyinde dil, dokunma, görme gibi alanlar için özelleşmiş alanlar olduğu kesinlik kazanmıştı ancak daha sonra insan beyninin mikroskobik yapısını inceleyen uzmanlar, beynin anatomik yapısının bundan çok daha karmaşık olduğunu keşfettiler.169Alman nörotomi uzmanı Korbinian Broadmann hücrelerin nasıl organize olduklarına bakarak beyin korteksini 52 alana ayırdığında bugün hala kullanılan beyin haritalamasını da gündeme getirmiş oldu.170 İlerleyen yıllarda görme ve engelli hastalar üzerinde yapılan çalışmalar normalde beyinde belli bir işlevi gerçekleştirmek için özelleşmiş alanların aralarında rol değişimi yaparak diğer enformasyon türlerini işleyebildiklerini kanıtlamıştır.171 Örneğin görme korteksi her zaman aldığı duyusal girdileri alamadığında dil yetisi gibi işlevleri gerçekleştirmeye uyum sağlayabilir. Bugün modaliteler arası çapraz işleme adı verilen bu işlev beyinin önemli işlevlerindendir.172 Ayna nöronların keşfi ve işleyiş biçimleri beynin bu çoklu model (multi-modalite) hipotezini destekler ve “algısal motor ve bilişsel

169 (Costandi, 2019, s. 34)

170 (Costandi, 2019, s. 52)

171 (Costandi, 2019, s. 43)

172 (Costandi, 2019, s. 45)

işlemler arasındaki ayrımın büyük ölçüde yapay olduğunu”173 kanıtlar. Beynin bu çoklu modüler yapısı ve bu modaliteler arasındaki zengin bağlantılar onun yaşam boyu yapısal ve işlevsel olarak değişebilmesini sağlar ki buna beynin nöroplastisitesi adı verilir. Günümüzde insan beyni kendini örgütleyen bir sistem olarak ifade edilir yani parçaları toplamından daha büyük olan kontrolü merkezi olmayıp bütün bir sisteme yayılan bir örgütlenmedir.174 Bu sinir sisteminin topolojik ve topografik organizasyonu yoluyla gerçekleşir.175 Burada sinir sisteminin sinirsel haritalar yoluyla işlemesi topografik yapısına, bu haritaların değişip dönüşme kapasitesi de topolojik niteliğine karşılık gelir.

Tüm bunların bu tez açısından en önemli sonucu bu alanda yapılan çalışmaların “fiziksel aktivitelerin, ortamın zenginleştirilmesinin ve öğrenme görevlerinin nöral kök hücrelerinin çoğalmasını ve yeni oluşan nöronların sağ kalımını desteklediğini göstermesidir”176 ki bu da temelde harekete dayalı bir fiziksel aktiviteler bütünü olan somatik uygulamalar yoluyla bilişsel düzeyde bir değişimin mümkün olabileceği fikrini destekler.

1.3.3.ii. Ayna Nöronlar

Ayna nöronlar en basit haliyle başkası esnediğinde istemsizce esnememizden, biri keyifle dans ettiğinde dans etme isteğinin içimizde uyanmasından ya da çabucak yanımızdaki kişinin ruh haline bürünmemizden sorumlu olan beynimizdeki sinir hücreleridir. Ancak böylesi temel bir yapının keşfi otuz yıl öncesine dayanır. 1990 yılında nörobilimci Vittorio Gallese, Giacomo Rizzolatti ve Leonardo Fogassi maymunlar üzerine yaptıkları deneylerde ilk kez bu sinir hücrelerinin varlığını fark ettiler. Rizolatti, Fogassi ve Gallese’nin keşfettikleri şey maymunun kendi

173 (Sinigaglia & Rizzolatti, 2016, s. 13)

174 (Andreasen, 2019)

175 (Johnson, 2007, p. 127)

176 (Costandi, 2019, s. 98)

eylemleriyle ilgili olan beynin ön lobunda bulunan bir sinir hücresinin, yalnızca maymun eylemi gerçekleştirirken değil, aynı zamanda başkasının bu eylemi gerçekleştirdiğini gördüğünde de etkinleşmesidir. Eylemlerden sorumlu motor kortekste, görmeyle etkin hale gelen bu sinir hücreleri ayna nöronlar olarak tanımlandı ve beynin çalışma bölümleriyle ilgili görüşlerin değişmesine sebep oldu.

Böylelikle bu alandaki öncü araştırmacılardan olan Christian Keysers’in sözünü ettiği gibi “beyin, dünyayı görme ve dünya üzerinde eylem yapma olgusunda ortak hareket eden tek bir sistemde birleşmiş”177 oldu. Yani başkasının eylemlerini sadece gözlemlediğimizde bile beynimizin eylemlerimizden sorumlu bölgesinin uyarılıyor olması, başkalarının eylemlerini tanımlama sürecini sadece görsel yolla değil aynı zamanda kendi bedensel eylemliliğimiz yoluyla kavradığımızı kanıtlamış oldu.

Başka bir deyişle ayna nöronların keşfi, başkalarının eylemlerini “kendi beden imgemizi kullanarak onların eylemlerinin bir simülasyonunu gerçekleştirme”178 yoluyla okuduğumuzu göstermiş oldu.

İlerleyen yıllarda yapılan çalışmalar ayna nöronların görme ve eylem arasındaki ortaklık dışında işitme ve eylem arasında da benzer ilişkiyi ortaya koyduklarını gösterdi ve işitsel ayna nöronların da varlığı kanıtlandı. 179 Bu nedenle ayna nöronları, “beynimizin görsel, işitsel ve motor bölümlerinin özel bir yöntemle bağlanmalarının sonucu”180 olarak tanımlayabiliriz. Bir eylemi görmek ya da onun sesini duymak bilişsel olarak başka bir operasyona gerek kalmadan kendi motor sistemimizi harekete geçirir. Daha da önemlisi; “hem isteğe bağlı hareketleri koordine eden premotor kortekste bulunan hem de duyu organlarından gelen duyuların toplandığı yer olan parietal alanda bulunan ayna nöronlar gözlem sırasında

177 (Keysers, 2019, s. 25)

178 (Ramachandran, 2016, s. 54)

179 (Keysers, 2019), (Sinigaglia & Rizzolatti, 2016)

180 (Keysers, 2019, s. 75)

elde edilen duyusal bilgiyi motor bakımdan kodlarken gözlemlenen kişinin yaptıklarını da anında anlamamızı sağlarlar”.181

Bu durumda başkalarının eylemlerini, hareketlerini gözlemlemek bizim için anında bir anlam ifade eder, benzer bir biçimde bizim de eylemlerimiz başkaları için anında bir değere sahiptir.182 Sinigaglia ve Rizzolatti için,“ayna nöron sistemi ve bu sistemi oluşturan nöronların tepkilerinin seçimi ortak bir eylem alanı ortaya çıkarır.

Bu alanda eylem ya da eylem zincirlerinin her biri,..,açık ya da kasıtlı bir bilişsel operasyona gerek duymadan anında kaydolur ve anlaşılır.” 183

Sinigaglia ve Rizzolatti’nin tanımladığı “ortak eylem alanı”

toplumsallaşmanın ve sosyalleşmenin kaynağı olarak görülen taklit ve empati gibi kavramların temelini oluşturur. Ancak burada söz konusu olan sadece basitçe bir eylemin motor düzeyde taklidi değildir. Ayna nöronların en temel ve önemli işlevi başkalarının eylemlerinin amacına ilişkin bir öngörü sunmasıdır. Motor ayna nöronları hareketlerimizden sorumlu motor korteksin herhangi bir yerinde bulunmazlar, isteğe bağlı hareketleri koordine eden özel bir bölümde, premotor kortekste bulunurlar. Yani bir eylemi görmek ya da duymakla aktive olduklarında aynı zamanda o eylemin niyeti de bizim zihnimizde aktive olur. Bu şu demektir, birini bir kahve fincanını kavrarken gördüğümüzde, ayna nöronlar bu kahve fincanın hangi yolla tutulduğuna değil kavranacak olan şeyin kahve fincanı olmasına odaklanırlar. Özetle ayna nöronlar “gözlemlenen birey tarafından gerçekleştirilen hedefe bizi de eriştirecek şekilde aktive olurlar”184. Keysers burada sözü edilen hedefin eylemin tamamlamayı amaçladığı konum olduğundan söz ederler.185 Sinigaglia ve Rizzolatti de ayna nöronların bu niyet okuma işlevlerinin bilişsel,

181 (Keysers, 2019, s. 72) , (Sinigaglia & Rizzolatti, 2016, s. 124)

182 (Sinigaglia & Rizzolatti, 2016, s. 124)

183 (Sinigaglia & Rizzolatti, 2016, s. 124)

184 (Keysers, 2019, s. 85)

185 (Keysers, 2019, s. 84)

kavramsal ve dilbilimsel müdahaleden bağımsız eylemsel sözlüğe ve motor bilgiye dayalı bir deşifre işlemi olduğunun altını çizerler.186 Yani başka birinin eylemlerinin niyetini doğrudan sezgisel olarak okuruz. Dikkat edilecek olursa bilimsel olarak ayna nöronların keşfinden çok önce Husserl’in fenomenolojik yönteminde ısrarla altını çizdiği yönelimsellik kavramı yani bilincin her zaman bir nesneye doğru olduğu ve bu yönelimselliğin bilinci kurduğu görüşü doğrulanmış olur. Bu önemlidir çünkü eğer ayna nöronları karşıdakinin amaçlarını bilinçdışı düzeyde de olsa anlamayı kolaylaştırıyorsa bu bizi sahne üzerindeki eylemlerin seyirciye nasıl ulaştığının bilimsel temellerini sunar. Herhangi bir eylemin sözle yüklü anlamının dışında ya da bilinç düzeyinde seyirciyle kurduğu bağ dışında, eylemin konumunun yani başlangıç ve bitişinin dahi bize niyete ilişkin sezgisel (yani önermesel olmayan) bir veri ilettiğini gösterir.

“Sahne üstündeki hayat, sahne dışında olduğu gibi, bir dizi kesintisiz yönelimlerden ve onların elde edilmesinden oluşur…. Yönelim yaratıcılığın bileyicisi, itici gücüdür. Yönelim, coşkularımızı cezbedendir…”187

Stanislavski’nin eylemlerin yönelimlerine ilişkin bu söyledikleri eylemlerin yönelimlerinin sezgisel olarak bağ kurabildiği düşünüldüğünde daha da anlamlı hale geliyor. Ayna nöronların bu şekilde “gözlemlenen eylemi kodlarken eylemin gerçekleştirildiği istemi de kodlayabilmesi” sadece niyetlerin anlaşılmasını değil aynı zamanda gözlemcinin gözlediği kişinin motor eylemlerinin muhtemel sonraki adımlarını tahmin edebiliyor olmasını da sağlar. Örneğin birini kupayı kavrarken gördüğümüzde kupayı “içmek için mi” yoksa “koymak için mi” kavradığımızı öngörmemizi sağlar.188 Bu aslında tiyatro ve performans sanatlarında seyir halinde olan izleyicilerin “niyet” dışında başka bir boyutta da iletişim kurduğunu gösterir.

186 (Sinigaglia & Rizzolatti, 2016, s. 120)

187 (Stanislavski, 1999, s. 52)

188 (Sinigaglia & Rizzolatti, 2016, s. 122)

Yani izleyici sadece bilinçli akılla niyet okuma ya da sezme üzerinden değil aynı zamanda motor sistemde gerçekleşen refleks düzeyindeki bir eylem “öngörüsü” ile de bağ kuruyor olabilir. Aslında ayna nöronlar yoluyla bilinçli akla başvurmaksızın gerçekleşen hem eylemin niyetini sezme ve hem de bir sonraki adımı öngörme performans sırasında (özellikle hikaye odaklı olmayan daha soyut performanslarda) bedensel olarak kurduğumuz bağı da açıklar. Ve bu ayna nöronların keşfinden çok önce Stanislavski’nin (tıpkı başka pek çok tiyatro uygulamacısının da) de sözünü ettiği “duygusal bulaşmanın”189 biyolojik temelidir.

Yukarıda da ifade edildiği gibi ayna nöronlar ilk keşfedildikleri andan itibaren başkalarını nasıl anladığımız ve nasıl ortaklaştığımız konusunda yapılan çalışmalar için önemli bir sıçrama sağladı. Bugün dünyanın farklı yerlerinde onlarca laboratuarda ayna nöronlarıyla ilgili yapılan çalışmalarda başkalarının eylemlerini gözlemlediğimizde, iğrenme ya da acı gibi duygularına tanık olduğumuzda kendi beyin bölgemizin aktifleştiğine ilişkin birbiriyle örtüşen sonuçlara ulaşılır.190 Gene en son yapılan çalışmalar benzer bir durumun dokunma duyusu için de geçerli olduğunu ortaya koyar. Çiftler üzerine yapılan bir deneyde birbirini görmeyecek şekilde konumlandırılan partnerlerden birine elektrotlar yardımıyla hafif acı verilir ve diğer partner akımın verilip verilmediğini ekranda beliren renklere göre takip eder.191 Gözlemci partner, ekranda partnerine her acı verildiği bilgisini aldığında yine kendi beyin bölgesinin aktifleştiği gözlemlenir. Bu çalışmayla birlikte ayna nöronların eylem ve duygu alanının yanı sıra duyusal alanda da (bu örnekte dokunma) işlediği ve gözlem olmaksızın sadece “bilme” yoluyla bile başkalarının “durumlarını”

(eylemsel, duyusal ve duygusal) paylaşabileceğimiz ortaya çıkar. Bu kulağa geldiği kadar açık ya da basit bir durum değildir. Çünkü bu sonuçlar ayna nöronlarını

189 (Whyman, 2012, s. 77-78)

190 (Keysers, 2019, s. 184)

191 (Keysers, 2019, s. 183)

toplumsallaşmamızda anahtar kavramlardan olan empatinin temeline yerleştirir ve bu ilişki empati kavramının bilişsel olanın dışında içkin bedensel temellerini kanıtlar.

Keysers, başkalarını anlama çabamıza yani empatiye katılan iki beyin bölgesinin (niyete ilişkin eylemlerle ilgili alan olan premotor alan ve bedenimizin içsel konumunu algılayan insula) empati becerimizin farklı boyutlarını ortaya koyduğunu dile getirir.

Premotor alanlar, diğer kişilerin eylemlerini yansıtır ve o kişilerin hedef ve güdülenmelerini, kendi bakış açılarından algılamamıza olanak sağlar. Diğer yandan insula, o kişilerin içorgansal konumlarını yansıtarak onların duygularını paylaşmamızı mümkün kılar.192

Keysers empatinin bu iki bileşeninin çoğunlukla birlikte etkinleştiklerini vurgular. Ona göre bu iki bileşen etrafımızdaki insanların “içsel yaşamlarını, hedeflerini ve duygularını da içeren biçimde sezgisel olarak algılamamıza katkı sağlar.”193 Burada somatik uygulamaların tiyatro ve performans sanatları eğitiminde kullanımına ilişkin önemli bir nokta açığa çıkar. O da Keysers’in eylemleri yansıtma ya da duyguları yansıtma durumunun (bizimde günlük hayatta pek çok zaman deneyimlediğimiz gibi) kişiden kişiye değiştiğini vurgulaması ve kişisel yaşamımızdaki değişimlerin, empati becerimizi arttırdığını vurgulamasıdır. Bu daha önce sinüziti olan birinin şu an sinüzit ağrısı çeken birinin acısını sezgisel olarak daha derinden paylaşması da olabilir194, piyano çalmayı bilen birinin bir piyanistin performansını izlerken piyano çalmayı bilmeyen birine göre konser deneyimini daha farklı algılaması şeklinde de cereyan edebilir.195 Yani Keysers’in de belirttiği gibi ayna nöron sistemi aslında “başkalarını tanımak kendimizi tanımaktan geçer”

önermesini doğrular. Tüm bunlar somatik çalışmalar açısından da şu sonucu

192 (Keysers, 2019, s. 159)

193 (Keysers, 2019, s. 160)

194 (Keysers, 2019, s. 160)

195 (Keysers, 2019, s. 80)

doğurur: hareket yoluyla kendimiz üzerine yapacağımız refleksif (düşünümsel) çalışmalar yani kendi hareketimize odaklanarak hareket becerimizi geliştirmek ve bu yolla kendimizi tanımak başkalarıyla kurduğumuz empati becerisini geliştirebilir, ki bu beceri sezgisel yolla başkalarının eylemlerini ve duygularını daha iyi yansıtma becerisini içerir. Bu tip bir becerinin oyuncu açısından değerli olduğu da açıktır. Bu, sadece tezin sonraki bölümlerinde işlenecek olan Feldenkrais ve Laban/Bartenieff hareket araştırmalarının “meşruluğunu” dolaylı yoldan gösteren bir iddia olarak değil aynı zamanda daha genel anlamıyla neden tiyatro, özellikle de oyunculuk eğitiminin multi-disipliner olması gerektiğini de ortaya koyması açısından değerlidir.

Elbette burada ayna nöronların eğitim yoluyla işlevlerinin geliştirilip geliştirilemeyeceği ya da bizim müdehalemize açık olup olmadığı sorusu gündeme gelir. Ramachandran ayna nöronların doğuştan mı olduğu yoksa sonradan mı edinildiği sorularının pek çoğunun hala cevapsız olduğunu dile getirse de 196 elimizde en azından ayna nöronlarının işlevlerinin eylem düzeyinde eğitim ve tekrar yoluyla arttırılabileceğine ilişkin çalışma sonuçları vardır. İspanyol nörobilimci Beatriz Calvo-Merino tarafından Londra’da bale dansçıları üzerinde yapılan bir çalışma dansçıların kendi hareket dağarcıklarında olan hareketleri izlediklerinde daha kuvvetli bir yansıtma (beyindeki ayna nöronların ateşlenmesi) gösterdiklerini ortaya koyar. Keysers’e göre bu çalışma, ayna sistemi ayrıntıları bizim sözlüğümüzde olmayan hareketlere cevap verebilme kapasitesine sahip olsa da eğitimli olduğumuz hareketlerde eylemin daha zengin yansıtıldığını ortaya koyar. Ona göre antrenmansız olduğumuz hareketlerde eylemleri puslu algılarız çünkü sadece görsel olarak ve eylem dağarcığımızdaki benzer eylemler yoluyla hareketleri kavrarız ama eğitimli olduğumuz hareketlerde ince ayrıntıları yakalayarak kendi hareketlerimizle etkin

196 (Ramachandran, 2016, s. 177-178)

hale getiririz ve kusursuzca eşleşen hareketler yapabiliriz.197 Keysers, ayna nöronların egzersizler yoluyla geliştirilebileceğine ilişkin diğer bir örnek olarak da Amir Lahav ve meslektaşlarının piyano çalma ile ilgili çalışmalarını gösterir. Beatriz Calvo-Merino’nun çalışmalarıyla benzer sonuçlara ulaşılan bu çalışmada hayatı boyunca piyano çalmamış deneklere 5 gün boyunca bir piyano parçasını nasıl çalacakları öğretilir. Çalışmalar sonunda deneklere öğrendikleri parça, aynı notaların farklı dizilimlerinden oluşan ikinci bir parça ve tamamen farklı notalardan oluşan başka bir parça olmak üzere üç farklı parça dinletilir. Beynin işitsel bölgeleri her bir parça sırasında aktive olurken sadece öğrendikleri parça esnasında beynin premotor bölgesindeki ayna nöronların aktif hale geçtiği gözlenir. Yani beş günlük bir egzersiz sonunda piyano çalarken parmak hareketlerinden sorumlu olan premotor bölge ve piyano sesleriyle ilgilenen işitsel bölge birleşmiş olur. Öğrenilen parça sırasında hem işitsel bölge hem de denekler parçayı çalıyormuşçasına motor bölge devrede olduğundan, egzersiz yapılan parçayla daha çok ilişki kurulmuş olur.198 Buradan çıkarılacak en genel sonuç Keysers’in de ifade ettiği ayna sistemimizin doğuştan tam olarak tanımlanmadığı ama aynı eylemleri başkalarında algılama biçimimizi değiştirecek deneyimlerle geliştirilebileceğidir.199Bu iki örnekte de görüldüğü gibi motor beceriler edinme bir oyuncunun empati yeteneğini geliştirmede katkı sağlar. Öyle ki Keyser, ayna sistemi kısa süreli de olsa yeni beceri edinme süreçlerinden etkilendiği için bu tarz eğitimlerin, empati düzensizlikleri yaşayan bireylerin tedavisinde dahi kullanılabileceğini dile getirir. Böylelikle Keysers aslında tiyatroda ve sinemada oyuncuların sıklıkla kullandığı hatta oyunculuktaki temel bir prensibe bilimsel yoldan ulaşmış olur: “Diğer bireylerin özel eylemlerini

197 (Keysers, 2019, s. 80)

198 (Keysers, 2019, s. 221-222)

199 (Keysers, 2019, s. 79)

anlamak isterseniz yalnızca araştırmayın, becerilerini edinin; böylelikle onları daha iyi anlayacaksınız.”200

Ayna nöronların bir diğer önemli işlevi de soyutlama ve imgeleme katkısıdır.

Ramachandran soyutlamanın ayna nöronların daha az belirgin işlevlerinden biri olduğunu vurgulamakla birlikte yapılan bir deneyle ayna nöronların soyutlamaya nasıl katıldıklarını açıklar. Yapılan çalışmada katılımcılardan “buba” ve “kiki”

kelimelerini gösterilen sivri ve kavisli şekillerle ilişkilendirmeleri istenir ve katılımcıların %95i “kiki” kelimesini sivri, “buba”yı da kavisli şekille ilişkilendirir.201 Ramachandran bunun “birimler arası soyutlama” dediği bir yöntemle gerçekleştiğini dile getirir:

“Ayna nöronları tarafından yapılan temel ölçüm, bir haritayı örneğin başka birinin hareketlerin görsel görünümünü içeren bir boyuttan, (dil ve dudak hareketlerini de kapsayan) kas hareketleri için programlar içeren, gözleyen kişinin beynindeki haritalar gibi bir başka boyuta dönüştürmektedir.”202

Daha önce de sözü edildiği gibi beynin çoklu model özelliğinin sonucu olan ve ayna nöronların katkısıyla gerçekleşen bu çapraz işleme modeli aynı zamanda imgelem sürecinde de devreye girer. Ayna nöronların imgelemle ilişkisi Marc Jeannerod 1994’ de yaptığı çalışmalarda ortaya çıkar. Jeannerod, tıpkı görme, duyma ve dokunmada olduğu gibi belli bir motor aksiyonu hayal etmenin beyinde eylem gerçekten yapılırken aktive olan bölgeyi aktive ettiğini gösterir.203 Kosslyn’de bunu daha da genelleştirerek görsel bir sahneyi hayal etmenin o sahneyi gerçekten algıladığımızda aktive olan beyin bölgesini aktive ettiğini dile getirir.204 Bu nedenle günümüzde sporcular bir antreman biçimi olarak ya da dansçılar koreografiyi öğrenmek için imgelemden yararlanırlar. Bu bağlamda oyunculuk çalışmalarında

200 (Keysers, 2019, s. 81)

201 (Ramachandran, 2016, s. 181)

202 (Ramachandran, 2016, s. 181)

203 (Johnson, 2007, p. 162)

204 (Johnson, 2007, p. 162)

hem sahne trafiğini oturtmak için sahne mizansenini hayal etmenin hem de oyunculuğu zenginleştirmek için (özellikle Çehov tekniğinde olduğu gibi) imgelemin kullanımının önemi ortaya çıkar. Çünkü yukarıda da ifade edildiği gibi imgelem ayna nöronlar yardımıyla duyusal, duyuşsal ve motor alanları birbiriyle ilişkilendirir.

Kısacası ayna nöronların keşfi kendi eylemlerimiz (premotor alanlar), duygularımız (duygusal alanlar) ve duyularımız için (somatosensorik alanlar) beynin farklı özelleşmiş bölgelerini kullansak da başkalarının deneyimlerini anlama konusunda tek bir özel düzeneğe bağlı kalmadığımızı kanıtlar. Yapılan tüm ayna nöronu çalışmaları başkalarını anlama konusunda kendi özel deneyimimizle başkalarının deneyimlerini harmanlayan özel bir düzeneğe sahip olduğumuz konusunda uzlaşıldığını gösterir, ki Keysers bu düzeneği “paylaşılan devreler”

olarak tanımlar.205 Keysers’e göre toplumsal biliş “paylaşılan devreler” sistemine temellenmiştir ve bu sistemler sayesinde başkalarının içsel durumlarını algılamak nispeten sezgisel bir hal almıştır.206 Keysers için bu keşif bedeni tam anlamıyla hem duygusal yaşamın merkezi hem de akıllar arasındaki değiş tokuşun merkezi haline getirmiştir. Tüm bu değiş tokuş sırasında başkalarının eylemlerini anlamak için o eylemleri kendi motor programlarımıza haritalamaya, duygularını anlamak için de o duyguları kendi iç organlarımızın algılarına haritalamaya ihtiyaç duyarız. Ancak Keysers tüm bunların “mantık içeren aklımız dışında” geliştiğini tekrar vurgular.207 Ama elbette gerektiğinde bilinçli aklın haritalama işleminden haberdar olması için beyinde özel bir bölge (insula) vardır. Buradan hareketle aslında sezgisel olanın ya da içgüdüsel olanın bilinçli aklın karşısında olduğu ya da değersiz olduğu fikri ortadan kalkar. Çünkü “beden, beyin ve bilinçli akıl, sürekli değiş tokuş içinde olan

205 (Keysers, 2019, s. 177)

206 (Keysers, 2019, s. 196)

207 (Keysers, 2019, s. 154-155)

ortaklardır”. Keysers’in de vurguladığı gibi “toplumsal bilişin birçok önemli işlemi beynin içinde; ama bilinçli aklın dışında meydana gelir. Beyin ve beden tarafından gerçekleştirilen mükemmel işlemelere kıyaslandığında, bilinçli aklın daha üstün bir yanı yoktur.”208

Özetlemek gerekirse ayna nöronlar üzerine yapılan çalışmalar yukarıda da sözü edilen ve birbiriyle iç içe geçmiş aşağıdaki sonuçları doğurur:

1. Ayna nöronların birincil işlevi başkalarının eylemlerinin amacını anlamamıza olanak sağlamaktır.

2. Ayna nöronlar bir diğer işlevi başkalarının eylemlerinin bir sonraki adımını öngörmektir.

3. Ayna sistemi vasıtasıyla “bir eylemi nasıl yapacağımızı öğrenmek algımızı değiştirir”209 ve bu özellik yaşam boyu sürer.210

4. Ayna nöronlar kendilik farkındalığının en önemli unsuru211 olduğu gibi

4. Ayna nöronlar kendilik farkındalığının en önemli unsuru211 olduğu gibi