• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: KARTEZYEN BEDENDEN SOMATİK OLANA: BEDEN FENOMENİNDE YAŞANAN KAYMA

1.2. Somatik Yaklaşımın Felsefi Zemini Olarak Fenomenoloji

1.2.2. Fenomenolojide Temel Kavramlar

En genel itibariyle fenomenoloji “deneyimimizi olduğu haliyle doğrudan betimleme girişimidir”52. Fenomen, “görünen şeydir; daha doğrusu görünüşün kendisidir.”53 Fenomenoloji şeyler hakkında değil, şeylerin kendilerini gösterme biçimleri hakkındadır ve görünüşün doğasını betimlemeye çalışır. Görünüşe çıkan şeyin genel özelliklerinin ne olduğu ve görünüşe çıkmanın ya da tezahürün bir özünün olup olmadığı sorusunu sorar. Kısaca fenomenoloji “neyin göründüğüne değil, onun nasıl göründüğüne”54 odaklanır. Fenomenolojide görünüşler, bilince görünürler yani “görünüşler bilince verilidir”55. Fenomenolojinin bilince duyduğu ilgi de burada başlar ve bir fenomen bilimi olarak görünüşün alınabilmesi için bilincin nasıl yapılandırıldığı ve ne tür bir varlığın bu tür bir alıcılık yeteneğine sahip oldu sorusunu araştırır.

Fenomenolojinin felsefe tarihinde edindiği yeri ve fenomenolojik akıl yürütmeyi daha iyi anlayabilmek için kendinden önce gelen iki düşünürün, Kant ve Nietzsche’nin, görüşlerine çok kısaca değinmek gerekir. Antik Yunan’dan özellikle 19.yüzyılın sonlarına kadar Batı felsefe geleneğini baskın bir biçimde karakterize eden metafiziksel yaklaşım madde ve ruh, düşünülür dünya ile duyulur dünya, öz ve biçim, varlık ve görünüm arasında ikili ayrımlar ve bu ayrımların uzlaşmaz zıtlıkları üzerine kuruludur.56 Kant bu ayrımlardan akılla erişilebilen (nous) ve duyulara verili olan arasındaki ayrımı (aisthesis) yaparken numen ve fenomen kelimelerini kullanır.

Lewis ve Staehler, Kant’ın kendinde şey olan numene erişimimiz yokken, varlığın görünüşe çıktığı haliyle fenomenlere erişimimiz olduğunu ifade ettiğini ve bunu yaparken de geleneksel metafiziğin göz ardı ettiği bir ayrımı vurguladığını dile

52 (Merleau-Ponty, 2016, s. 9)

53 (Lewis & Staehler, 2019, s. 16)

54 (Lewis & Staehler, 2019, s. 16)

55 (Lewis & Staehler, 2019, s. 16)

56 (Politzer, 2010, s. 110-120)

getirir: düşünce ve bilgi arasındaki ayrım57. Yani Kant’a göre kendinde şey diye bir şeyin olabileceğini düşünebiliriz ama onu bilemeyiz çünkü bizimle irtibatı yoktur, bilebileceğimiz tek şey fenomenlerdir58. Lewis ve Staehler Kant’ın bu vurgusunun kendisinden sonra gelen felsefe tarihinde bir sarsılmaya yol açtığını, görünüş ve kanı alanına yani fenomenal alana (metafiziksel yaklaşımda daha çok felsefe dışına itilmiş olan ) olan dikkati arttırdığını dile getirir. Kant ayrıca deneyimde belirmeyen numenal şey hakkında herhangi bir bilgiye sahip olabileceğimiz fikrini reddederek deneyimin önemine vurgu yapar. Burada Kant’ın ilgilendiği deneyim sadece öznel bir deneyim değildir. Kant’ın asıl meselesi bir nesneyi başkalarının da deneyimleyebilmesini sağlayan gerekli koşulların ne olduğu sorusudur. Ona göre bunun cevabı öznededir ki bu bilgiyi mümkün kılan, belli becerilere, bilişsel yapıya sahip olan öznedir. Bildiğimiz ve deneyimlediğimiz şey bu özne tarafından inşa edilir. Bu özne Husserl felsefesinin de ödünç aldığı (ancak farklılaştırdığı) transandantal öznedir.59

Lewis ve Staehler, Kant’tan yaklaşık bir yüzyıl kadar sonra Nietzsche’nin de metafizik yaklaşıma karşı çıktığını çünkü metafizik yaklaşımın görünüşleri (yani aslında fenomenleri), “kanı”nın (doxa) alanına alıp, kesin bilimsel bilgi (episteme) alanının dışında bıraktığı gerekçesiyle dile getirir. Metafizik yaklaşımda doxanın alanı yani görünüşler, bireysel bakış açısıyla sınırlı olduğundan nesneyi sadece kısmi olarak algılamaya izin verir; özün alanına girebilen ve kesin bilgiyi üretebilen düşüncedir. Nietzsche ise bu metafiziksel bakışa karşı çıkarak “perspektifin gerçekliğin kendisinin önemli bir parçası olduğunu” ve “görünüşlerin çokluğundan ayrı saf bir öz olmadığını” dile getirir60. Böylelikle oldukça uzunca bir süre metafiziğin arka plana ittiği kanıya (doxa’ya) yani bireysel bakış açısına

57 (Lewis & Staehler, 2019, s. 19)

58 (Lewis & Staehler, 2019, s. 19)

59 (Lewis & Staehler, 2019, s. 18-20)

60 (Lewis & Staehler, 2019, s. 18)

(perspektife) yeniden değer kazandırır. Lewis ve Staehler’e göre Husserl bu Kantçı devrim ve Nietzsche’den sonraki bilincin nesnel bir deneyim kurma biçimini anlamak üzere bir girişimde bulunur ve bugün fenomenoloji olarak bilinen, fenomen ve deneyimin kendisine odaklanan akıl yürütmeye sistematik bir biçim verir. 61

Her şeyden önce fenomenoloji bir bilgi eleştirisi yöntemidir. Fenomenoloji, bilginin ‘ne’liğine ilişkin bilimin içinde yer aldığı genel öz(nelik) öğretisidir.62 Husserl için “fenomenoloji görerek, aydınlatarak, anlam belirleyerek ve anlam ayrımı yaparak yol alır. Fenomenoloji karşılaştırır, ayrım yapar, bağlar, ilişkiye sokar, parçalara böler, öğelerine ayırır. Ama her şeyi saf görmeyle yapar, kuramlaştırmaz.”63 Husserl’in kuruculuğunu üstlendiği fenomenoloji, zaman içinde özellikle merkezi Kıta Avrupası’nda olan bir felsefi gelenek haline gelmiş, başta Heidegger, Sartre ,Merleau-Ponty, Levinas, Derrida olmak üzere pek çok düşünüre ilham kaynağı olmuştur. Bugün fenomenolojiden bahsettiğimizde elbette sadece kendi başına Husserl’in çalışmalarından söz edilemez. Bugün itibariyle fenomenoloji Husserl’in çalışmalarından yola çıkarak Heidegger’in öznenin tarihselliğine yaptığı vurgu ve gündeme getirdiği Varlık (Daisen) kavramı, Sartre’nin çağdaş deneysel psikoloji ve fenomenoloji arasındaki ilişkiyi sağlamlaştırma girişimleri, Ponty’nin üçüncü bir boyut arayışında yaşayan bedeni ve algı çalışmaları, Derrida’nın Husserl’in fenomenolojisinin sezgi anlayışına ve metafiziksel tarih anlayışına dair yaptığı yapı sökümcü eleştiri ve hatta Michel Henry ve Jean Lucmarion gibi çağdaş Fransız fenomenologlarının fenomenolojiyi kendisinin dışıyla ilişkiye sokma çabalarını64 içine alan ve hala farklı düşünürlerce farklı biçimlerde yorumlanan bir felsefi akımı daha doğrusu bir akıl yürütme

61 (Lewis & Staehler, 2019, s. 17-18)

62 (Husserl, 2015, s. 1)

63 (Husserl, 2015, s. 48)

64 (Çağdaş Fransız fenomenoloji hareketine ilişkin daha ayrıntılı bilgi için bkz. Luc Marion, Monod, Sommer, & Courtine, 2017 , Husserl sonrası fenomenoloji çalışmaları için bkz.

Lewis & Staehler, 2019)

yöntemini ifade eder. Özellikle günümüzde zihin felsefesi ve bilişsel bilimlere sirayet ettiği biçimiyle -bedenleşmiş bilinç (embodied cognition), enactivisim teorilerinde olduğu gibi- fenomenoloji tiyatro ve performans çalışmaları açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle fenomenolojinin (Husserl fenomenolojisindeki) temel kavramları üzerinde durmak yerinde olacaktır.

1. Doğal Tavrın Askıya Alınması (Epoché): Her şeyden önce fenomenolojinin görevi gerçekliğin varlığı ve doğası hakkındaki temel felsefi soruları temalaştırmak ve açıklığa kavuşturmaktır.65 En genel anlamıyla fenomenoloji fenomenin altındaki çalışmalara yani şeylerin kendisine odaklanır. Zihin felsefesindeki ve bilişsel bilimlerdeki meseleler son derece teknik ve soyut tartışmalara yol açar ve bu da gerçek mesele ile yani deneyimin kendisi ile olan bağı zayıflatır. Bu nedenle fenomenolojinin altında yatan temel fikirlerden biri de deneyimin kendisini araştırma konusu yapmaktır.66 Bu nedenle Husserl deneysel dünyadan referans almadan bir bilgi eleştirisi kurmanın özel bir yöntemini geliştirmeye çalışır.67 Bu yönteme de “askıya alma” (epoché) adını verir. Epoché kişinin dünya ve deneyim arasındaki “sıradan yargılarını” askıya almasını gerektirir. Bu sıradan yargılar Husserl tarafından “doğal tavır” olarak adlandırılır. Doğal tavır dünyanın zihinden ya da bilinçten bağımsız olduğuna, aynı zamanda şeylerin genellikle göründükleri biçimde oldukları kanaatine dayanan varsayımlarımızdır. Doğal tavrın askıya alınması yöntemiyle Husserl zihnin yönelimsel68 içeriklerinin dünyada görüldükleri haline geri dönüp işaret etmeksizin tamamen içsel bir biçimde

65 (Zahavi, 2018, s. 77)

66 (Gallagher & Zahavi, The Phenomenological Mind an Introduction to Philosophy of Mind and Cognitive Science, 2008, s. 131)

67 (Husserl, 2015, s. 23)

68 Yönelimsellik: Husserl felsefesinde bilinç asla boş bir bilinç değildir, her zaman bir şeyin bilincidir. Buradaki yönelim amaç ya da plan anlamı taşımaz, tecrübe ettiğimiz nesneye ilişkin tavrımızı belirler. (Lewis & Staehler, 2019, s. 41)

çalışılabileceğini iddia etmiştir. Böylelikle Husserl herhangi deneysel bir bilimden önce gelen yeni bir çalışma alanı keşfedildiğini dile getirir.

2. Yönelimsellik: Husserl’e göre yönelimsellik fenomenolojinin temel temasını oluşturur.69 Her bilinç ediminde bir nesneyle bağlantı kurulur yani her algılamada bir algılanan, her duyumsamada bir duyumsanan vardır. Bunu Husserl aynı zamanda hocası olan Franz Brentano’dan aldığı yönelimsellik kavramıyla açıklar.

Husserl’e göre bilinç boş bir kap değildir, bilinci oluşturan çeşitli türdeki edimlerdir. Bu durumda edimler de nesneler olmaksızın var olamayacaklarına göre Husserl’e göre yönelimsel bilinç nesneyle ilişkisini kendisinde taşır.

Böylelikle Husserl bilinci bedenle ve bedensel edimlerle (hareketle) ilişkilendirir.

Merleau-Ponty ise Husserl’in yönelimsellik fikrini bir adım öteye taşıyarak özgün yönelimselliği motor becerinin kendisi olarak almamız gerektiğini savunur. Ona göre kökeninde bilinç “düşünüyorum (I think)” değil, “yapabilirim (I can)”dir.

Merleau Ponty için “hareket nesnelerle ilişki kurmamızın özgül tarzlarıdır ve tüm bu deneyimlerde kendini ifade eden tek bir işlev varsa o da varoluşun hareketidir”. 70 Fenomenolojinin yönelimsellik kavramı yoluyla bilinç ile bedenin motor becerileri yani her tür hareket ile kurduğu bu kaçınılmaz bağ enaktivist teoristler, bedenleşmiş bilinç üzerine çalışan bilişsel bilimciler için de oldukça önemlidir. Çünkü bir sonraki bölümde anlamın nörobilimsel temelleri tartışılırken de ayrıntılandırılacağı gibi ayna nöronları üzerine yapılan araştırmalarda yönelimselliğin bilincin dış dünyayla kurduğu ilişkide, özellikle kişilerarasılıkta, önemli bir yeri olduğu ve yönelimselliğin ayrılmaz bir biçimde duyu-motor sistemle ilişkili olduğu ortaya konmuştur. Bu nedenle fenomenolojik bağlamda yönelimsellik bilinç ve hareket arasında kurduğu bu ilişki bakımından fenomenolojiyi somatik çalışmaların da felsefi zeminine yarleştirir.

69 (Grant, 2019, p. 27)

70 (Merleau-Ponty, 2016, s. 199)

3. Fenomenolojik indirgeme: Lewis ve Staehler’e göre fenomenolojik anlamda dünya, şeylerin toplamı değildir şeyler arasındaki ilişkileri ya da gönderimleri işaret eder. Başka bir ifadeyle dünya gönderimler bağlamıdır. Biz kendimizi bu bağlam içinde buluruz; o bağlamı biz bulup çıkarmayız, ama ona anlam veririz.71 Fenomenolojik tavırda artık doğrudan nesnelere değil onların bilinçteki görünüşlerine yöneliriz yani nasıl göründüklerine yöneliriz. Bu bağlamda epochenin amacı dünyaya yüz çevirmek değildir tersine ona doğru dönmektir.

Şeylerin bize tezahürleri üzerine böyle bir düşünümü tamamlayan şey epochenin devamı olan fenomenolojik indirgemedir. Lewis ve Staehler Husserl’in bu kavram çiftini sık sık birbirinin yerine kullansa da kendi terminolojisinde bu ikisini ayırdığını dile getirir. Epoche yukarıda da sözü edildiği gibi dünyanın varlığına dair tezi askıya alma anına işaret ederken, indirgeme ise fenomenlerin bilincimize görünme şekline dikkatimizi yönlendirmemizin ifadesidir.72

4. Özsel sezgi ve Eidetik* varyasyon: Husserl fenomen sözcüğünün görünen (Erscheinen) ile görünen şey (Erscheinendem) arasındaki özsel bağlılık dolayısıyla çift anlamlı olduğunu dile getirir.73 Bu bağlamda fenomenolojide görünüş her zaman bir şeyin görünmesidir, bir başka deyişle görünüş, özün görünmesidir. 74 Özellikle Sartre ve Merleau-Ponty’ nin sıklıkla altını çizdiği gibi bu şu anlama gelir: öz fenomene içkindir ve onunla birlikte verilidir.75 Yani görünüşün arkasında bir öz söz konusu değildir. Husserl özlerin sezgisi (wesensschau) dediği bir çeşit felsefi içebakışla deneyimi bu özlere indirgemeyi ve sonra da insan dünyasının nasıl bu özlerden yaratıldığını göstermeye çalışır.76

71 (Lewis & Staehler, 2019, s. 32)

72 (Lewis & Staehler, 2019, s. 33)

* Eidetik Platon’un öze karşılık kullandığı eidos (idea ya da bir şeyin formu) kelimesinden türetilmiş bir terim. (Lewis & Staehler, 2019, s. 187)

73 (Husserl, 2015, s. 12)

74 (Lewis & Staehler, 2019, s. 186)

75 (Dufrenn’den alıntılayan Grant, 2019, p. 22)

76 (Varela, Rosch, & Thompson, 1991, s. 16)

Bu basitçe Husserl’in eidetik varyasyon dediği şeylerin gereksiz özelliklerini sıyırmak için hayal gücümüzü kullanmayı önerir. Örneğin incelediğimiz nesne bir kitapsa, bir kitabı kitap yapan en temel özellikler nedir sorusuna cevap ararken onun ağırlığını, kitabın sayfa sayısını, kapağının rengini vs. değiştirdiğimizi hayal ederiz. Bunu yaparken de geçmiş deneyimlerimizi ve gelecekteki varyasyonları kullanırız. Sonuçta değişime direnen özellikler bir kitabı kitap yapan şeyin özünü kuran nitelikler olacaktır.77 Buradaki önemli noktalardan biri Husserl’in sezgiye yaptığı vurgudur. Husserl için bilginin nasıl olanaklı olduğunun cevabına anlama yetisiyle değil ancak sezgi ile ulaşabiliriz.78 Burada sezgi metafizik bir bağlama değil, dünya deneyimimize ve anlamlandırma süreçlerine katılan bilişsel bir sürece karşılık gelir ki, Husserl’in bu sezgi kavrayışı Ayna Nöronları bölümünde de tekrarlanacağı üzere sadece felsefi bir görüş olmaktan çıkıp, bilimsel verilerle de doğrulanır.

5. Öznelerarasılık: Bu kavram Husserl’in en çok üzerinde durduğu kavramlardan biridir. Husserl’e göre algılarımızın bize sunduğu varlık yalnızca bizim için var olan bir varlık değil, aynı zamanda herkes için var olan bir varlıktır. Başka bir deyişle algımız ancak öznelerarası olarak erişilebilir bir varlığı bize sunar.79 Husserl bu bağlamda başkaları tarafından deneyimlenemeyen şeye aşkınlık ve nesnellik atfedilemeyeceğini dile getirir.80 Hatta Husserl aşkınlık, nesnellik ve gerçek kategorilerinin ve de anlamlarının öznelerarası kurulduğunu belirtir.81 Husserl’in öznelarasılığın kurucu gücüne yaptığı bu vurgu fenomenolojinin egolojik olandan (yani benin biliminden) aşkın sosyolojik olana doğru bir çizgi

77 (Gallagher & Zahavi, The Phenomenological Mind an Introduction to Philosophy of Mind and Cognitive Science, 2008, s. 27)

78 (Husserl, 2015, s. 52-53)

79 (Zahavi, 2018, s. 175)

80 (Zahavi, 2018, s. 186)

81 (Zahavi, 2018, s. 187)

izlediğini de ima etmiş olur. 82 Ancak transandantal sosyolojiye doğru bu gidiş bakış açımızı üçüncü şahıs perspektifine doğru kaydırmaz, Husserl kurucu öznelerarasılığın fenomenolojik yaklaşımda birinci şahıs perspektifinden deneyimsel tezahürü bakımından analiz edilmesi gerektiğini özellikle vurgular. 83 6. Yaşam Dünyası: Husserl kendi döneminde pozitif bilimlerin fazlasıyla nesnelci

paradigmasını kriz durumu olarak tanımlar. Ona göre pozitif bilimler artık kendi temellerinden ve nihai hedeflerinden uzaklaşmış tamamen teknik meselelere yönelmiştir. Bilimsel krizi ve bilim dünyasıyla yaşam dünyası arasındaki kopukluğu gidermenin yolu da ona göre Rönesans’tan devralınan hakim nesnelciliğin eleştirisidir. 84 Yaşam dünyası “duruma bağlı, göreli hakikatlerin dünyasıdır”.85 Bu dünyada birinin soğuk olarak nitelendirdiği su, bir başkası için sıcak olabilir. Bilim ise kişisel perspektiflerden bağımsız kesin ve nesnel bir bilgi ideali üzerine çalışır.86 Ancak burada üzerinde durulması gereken önemli nokta Husserl’in yaşam dünyasını bilim öncesi ve bilim dışından daha fazlası olarak tarif etmesidir. Husserl’in burada tam olarak karşı çıktığı şey sadece bilimin gerçekliği kavrayabileceğine ve de gerçekliğin deneyimden ve kavramsal perspektiften bağımsız ele geçirilebileceği fikridir. 87 Yani yaşam dünyası Husserl tarafından yaşamımızın evrensel ufku olarak bilimleri, doğayla birlikte kültürü de içine alacak şekilde tarif edilir.88 Husserl fenomenolojinin ödevini de tüm yapısal bağlantıları içinde yapısal varlıkların genel öz öğretisi geliştirmek olarak tanımlar.89

82 (Zahavi, 2018, s. 176)

83 (Zahavi, 2018, s. 177)

84 (Zahavi, 2018, s. 199-200)

85 (Zahavi, 2018, s. 200)

86 (Zahavi, 2018, s. 200)

87 (Zahavi, 2018, s. 203)

88 (Lewis & Staehler, 2019, s. 66)

89 (Husserl, 2015, s. XXV)

Tam da bu noktada fenomenolojinin bu tez için önemli olan ve birbiriyle iç içe geçmiş iki temel özelliğini tekrar vurgulamak önemlidir. Bunlardan ilki fenomenolojinin bir bilgi eleştirisini olanaklı kılan bir akıl yürütme önermesi, ikincisi de bedenleşme teorilerine (bedenleşmiş bilinç, bedenleşmiş geçeklik, bedenleşmiş anlam gibi) dahil olan öznel olanın ve nesnel olanın birlikte deneyimlendiği bir beden anlayışı kurmasıdır. Fenomenolojik akıl yürütme somatik uygulamaların katılımcısına vaat ettiği öz-düşünümsellikle ilişkisi bakımından; fenomenolojik beden ise oyuncunun tanımlanabilir deneyiminin kurucu unsuru olması dolayısıyla daha ayrıntılı incelenecektir.