• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: KARTEZYEN BEDENDEN SOMATİK OLANA: BEDEN FENOMENİNDE YAŞANAN KAYMA

1.2. Somatik Yaklaşımın Felsefi Zemini Olarak Fenomenoloji

1.2.3. Fenomenolojik Akıl Yürütme

Fenomenoloji bu tezin teorisinin yaslandığı pek çok kurama kaynaklık etmesinin yanı sıra somatik pratiklerin uygulamaları sırasında oyuncunun alması gereken tavrı da belirler. Aslında somatik pratikler uygulamacının kendi hareket deneyimine “içerden” (birincil bakış açısından) ulaşma niyetiyle yapıldığından somatik yaklaşımın kendi kuramsal zemini de fenomenolojiye yaslanır. Daha da önemlisi fenomenolojik tavır, somatik uygulamaların, kişinin kendi hareket deneyimi üzerine çalışması yoluyla bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirme iddiasını yerine getirebilmesi için, eğitimler sırasındaki düşünme biçimini de tanımlar. Hareketin somatik bir yaklaşımla araştırılması salt bilimsel verilerle kasların ve eklemlerin çalışma prensiplerinin incelenmesinden, hangi hareketlerin kaç kalori yakacağının ya da hangi hareketle kasların esnetileceğinin araştırılmasından farklıdır. Bu nedenle fenomenolojik akıl yürütmeyle neyin kastedildiğini açıklamak gerekir.

Önceki bölümde de ifade edildiği gibi fenomenoloji, en temelde bir bilgi eleştirisi yöntemi olma iddiasıyla ortaya çıkar. Bu da onu kaçınılmaz olarak bilimsel

bilgiyle karşı karşıya getirir. Öyle ki fenomenolojik yöntemi tarif ederken Husserl, fenomenolojinin nesneleştirici bilimin başladığı yerde bittiğini ifade eder.90 Merleau-Ponty ise bilimin dünya deneyimimizin ancak ikincil bir ifadesi olabileceğini, dünyaya dair tüm bildiklerimizi kendi bireysel görüşümüzden itibaren ya da bilim sembollerinin işe yaramayacağı bir dünya deneyiminden itibaren bilebileceğimizi vurgular.91 Ancak yine de bu fenomenolojik yöntemin bilimsel verileri göz ardı ettiği anlamına gelmez. Fenomenoloji deneyime odaklanırken bilince ilişkin ve beynin çalışma süreçlerine ilişkin bilimsel veriyi daha derin bir kavrayışa ulaşmak için askıya alır.92 Bunu da Shaun Gallagher and Dan Zahavi The Phenomenological Mind An Introduction to Philosophy of Mind and Cognitive Science adlı kitaplarında belirttiği ve bir önceki bölümde ayrıntılandırılan fenomenolojik yöntemin dört temel özelliğiyle yapar: “doğal tavrın askıya alınması (ya da epoché), deneyimlenen nesne ve deneyimin kendisi arasındaki ilişkiye katılan fenomenolojik indirgemenin, bu korelasyonun değişmez boyutlarına yani “özün” arayışına gönderme yapan eidetic sorgulama ve keşfedilen yapıların evrensellikleri ya da en azından paylaşılabilirlikleri ölçüsüyle ve tekrarlanabilirlikleriyle ilgili olan öznelerarası onay olarak özetler.93 Gallagher ve Zahavi, bu dört temel yöntem izlenerek fenomenolojik akıl yürütmenin bilimsel bakıştan farklı olarak nasıl işlediğini bir örnekle açıklamaya çalışır. Gallagher ve Zahavi’nin verdiği bu örnekte pencereden dışarı baktığımda ve sokakta park edilmiş arabamı gördüğümde, görsel algım devrededir. Deneysel psikoloji, arabayı kendi arabam olarak tanımamı sağlayan retinal süreçleri, sinirsel aktiviteleri ve beyinde bununla ilişkili bölgeleri bilimsel terimlerle açıklar. Bu açıklamalar bilimsel olarak önemli olsa da doğrudan algılayanının

90 (Husserl, 2015, s. 48)

91 (Merleau-Ponty, 2016, s. 11)

92 (Gallagher & Zahavi, The Phenomenological Mind an Introduction to Philosophy of Mind and Cognitive Science, 2008, s. 6)

93 (Gallagher & Zahavi, The Phenomenological Mind an Introduction to Philosophy of Mind and Cognitive Science, 2008, s. 23-27)

deneyimleyebildiği süreçler değildir. Bu noktada Gallagher ve Zahavi önemli bir noktayı vurgular: “Fenomenoloji tam da tanımlanabilir deneyimi araştırma konusu yaparak deneyimlerin dünyayı anlamlı bir biçimde deneyimleyebileceğimiz şekilde nasıl yapılandırğını kavramaya çalışır.94” Bunu da sıklıkla vurgulandığı gibi deneyim araştırmalarında bilimsel araştırmalardaki üçüncü kişi (araştırmacı) yaklaşımının yerine birinci kişinin (deneyimleyenin) yaklaşımını dikkate alarak yaparlar.

Gallagher ve Zahavi fenomenologun bu durumda şöyle dediğini ifade eder:

“Arabaya ilişkin benim görsel algımın belli bir yapısı vardır ve bu yapı bütün bilinçli davranışlarımı karakterize eder ve yönelimsel bir yapıdır. Bütün bilinçlilik halleri yani algılar, anlar, imgeler ya da yargılar hep bir şey hakkındadır. Bu nedenle deneyim asla izole edilmiş bir süreç değildir, dünyaya (sosyal ve kültürel dünyayı da kapsayacak şekilde) referansı içerirler. Araba örneğinde sokakta gördüğüm arabayı benim arabam olarak algılarım. Buradan da algımın basitçe bir bilginin alımlanması değil, bağlama göre değişen bir yorumlama olduğu sonucu ortaya çıkar. Yani gördüğümü kendi arabam olarak algılamam, algımın geçmiş deneyimlerim tarafından belirlendiğini gösterir; algım, deneyim tarafından eğitilir. Başka bir deyişle ifade edersek ben, gördüğüm nesneyi (arabayı) bağlamına göre beni bir yere götürecek bir araç, temizlemem ya da satmam gereken bir şey olarak görebilirim. Bunun dışında algımın yönelimsel yapısı uzamsal ve zamansal bir boyut da taşır. Yani bedenimin pozisyonu neyi görüp neyi göremeyeceğimi ve nasıl göreceğimi sınırlar, belirler.

Aynı şekilde nesneyi belli aralıklarla gördüğümde nesneyi farklı algılayabilirim. Bu bağlamda fiziksel nesnelere ilişkin algım hiçbir zaman tamamlanmamıştır. Ayrıca görsel algım her zaman bir şeye odaklanır, diğerleri arka planda, ufukta ya da sınırdadır. Odağımı istediğim gibi değiştirebilirim ki bu da algının geştalt özelliğine

94 (Gallagher & Zahavi, The Phenomenological Mind an Introduction to Philosophy of Mind and Cognitive Science, 2008, s. 6)

ilişkindir.”95 Gallagher ve Zahavi’nin verdiği araba örneğinde algımın nasıl oluştuğu sorusuna bilimsel bilgiye başvurmadan yukarıdaki gibi algısal deneyimimin kendisine odaklanarak yaklaştığımda, bilimsel bilginin bize açık edemeyeceği algıya ilişkin bir takım sonuçlara ulaşmış oluruz : yani algısal deneyimin yönelimselliği, gestalt (bütünleyici) karakteri, bakış açısına bağlı tamamlanmamışlığı, fenomenal oluşu, uzamsal ve zamansal karakteri gibi. 96

Buradan hareketle somatik uygulamalara geri dönecek olursak, çalışmalar boyunca katılımcının gündeliğe yakın, zorluk derecesi fazla olmayan hareketleri yaparken, kendilerine ve hareket etme biçimlerine ilişkin yargılarını, bedenle ilgili sahip oldukları bilimsel bilgiyi, beklentilerini bir tarafa bırakarak (fenomenolojik olarak askıya alarak) tüm bunların açık edemeyeceği keşiflerde bulunmaları hedeflenir. Tıpkı Gallagher ve Zahavi’nin örneğinde olduğu, somatik uygulamalarda bilimsel bilgi ve kuramsal varsayımlardan önce fenomenolojik yöntemlerle kişi kendi hareket deneyimine odaklanır. Bunu yaparken de bedenin bir bölgesindeki hareketin diğer tarafları nasıl etkilediğini, hareketi oluşturan bedensel bağlantıları, hareketi uygularken yapılan küçük değişikliklerin yarattığı farkları ve tüm bunların karşılığı olarak oluşan farklı hisleri imgelemini de kullanarak araştırır. Kişinin kendi “hareket deneyimine” bu şekilde reflektif yaklaşması yapılan keşifleri bir yandan da kişiye özgü kılar.

Burada dikkatle vurgulanması gereken bir diğer kavram da refleksiyon yani düşünümselliktir. Fenomenolojinin yukarıda açıklanan kendine has yöntemleriyle yapmaya çalıştığı kişinin kendi deneyimi üzerine düşünmesi ile kartezyan düşünceye yaslanan idealist refleksiyon/düşünümsellik kavramı arasında önemli farklar vardır.

İdealist refleksiyon, özneye kapanan ve deneyimi yeniden kuran bir

95 (Gallagher & Zahavi, The Phenomenological Mind an Introduction to Philosophy of Mind and Cognitive Science, 2008, s. 6-9)

96 (Gallagher & Zahavi, 2008, s. 9)

düşünümselliktir. Bu çeşit bir düşünümsellik bu tezin konu ettiği bir düşünce biçimi değildir. Merleau Ponty’nin Algının Fenomenolojisi’nin girişinde özellikle vurguladığı gibi Husserl’in öne sürdüğü anlamda refleksiyon gerçeği kuran ve inşa eden değil, ona açıklık getiren yani betimleyen bir refleksiyondur ki, Merleau Ponty buna noematik97 refleksiyon der.98 Örneğin bir elma ağacı gördüğümü hatırladığımda bilincimin yönelimi, “salt elma ağacı” ya da bilincimin nasıl işlediği” değildir, bilincimin yönelimi “hafızamın bana verdiği şekliyle elma ağacıdır”99. Yani fenomenolojik refleksiyonda düşünüm öncesi ya da nesne öncesi bir ana gitme çabası yoktur, hafızamın bana verdiği şekliyle elma ağacı betimlenmeye çalışılır.

Ayrıca Merleau Ponty’ye göre fenomenolojik refleksiyon sadece kendi mevcudiyetimi değil, bir başkasının (yabancı seyircinin) imkanını da keşfediyor olmayı barındırır, yani;

“tam da kendi varoluşumu deneyimlediğim anda, beni zamandan çıkaracak ve kendi kendimde mutlak olarak birey olmamı engelleyen başkalarının bakışına beni insanlar arasında bir insan ya da en azından bilinçler arasında bir bilinç olarak sunan bir tür zayıflık keşfediyor olmam gerekir.”100

Başka bir deyişle fenomenolojik refleksiyon varoluşumun tarihsel durumunu, başkalarının varlığını ve başkaları içinde bir başkası olma durumumu göz ardı etmez.

Yani Merleau Ponty’nin de ifade ettiği gibi Cogito (varlık bilincim üzerine düşünme) daha önce başkalarının varlığını azaltıyorken, Husserl’in öne sürdüğü fenomenolojik yaklaşımda Cogito, beni durum (zamansallığı, mekansallığı ve başkalarını öngörür durum halinde olmak) halinde keşfeder.101 Bu, fenomenolojiyi tiyatro ve performans sanatlarında hem kuramsal alanda hem de uygulamada (oyunculuk ve yaratım süreçlerinde) araştırma yöntemi olarak önemli bir yere oturtur. Özellikle bu çalışma

97 Neoma:Bilinç tarafından yönelinen nesne (Lewis & Staehler, 2019, s. 43)

98 (Merleau-Ponty, 2016, s. 13)

99 (Lewis & Staehler, 2019, s. 43)

100 (Merleau-Ponty, 2016, s. 16)

101 (Merleau-Ponty, 2016, s. 17)

özelinde en başta da belirtildiği gibi bu tezin ana meselelerinden biri oyuncunun kendi deneyimini bir araştırma konusu yapması ve kendisi için bir öğrenme alanı olarak açmasıdır. Böylesi bir amaçla yola çıkan bir çalışmada özellikle performans sanatları açısından bakışın başkalarına kapanması ve koşullardan bağımsız deneyim üzerine yapılan bir refleksiyon amacını yerine getirmeyecektir. Fenomenolojik akıl yürütme deneyime yaptığı vurgu ve dünyaya açılan bir refleksiyon önerisiyle eylem ve düşünmeyi bir araya getirir. Bu nitelikleriyle fenomenolojik akıl yürütme bir nevi, doğu öğretilerindeki bedenle zihni, pratikle aklı birbirinden ayırmayan bir düşünümselliği tarif eden mindfulness (bilinçli farkındalık ya da bilinçli bilinçlilik) kavramının batılı zihinlerce yeniden keşfi ve kavramsallaştırılması olarak düşünülebilir. Bu konu üçüncü bölümde yer alan Somatik Hareketten Somatik Bilince, Somatik Bilinçten Performans Farkındalığına başlığı altında ayrıntılarıyla işlenecektir.

Kısaca özetlemek gerekirse bilincin doğasıyla ilgili çalışmalarda (ki buna anlama, imgelem, hafıza, duygu vs. gibi kavramlar dahil) fenomenoloji ve bilimsel çalışmalar arasında temel bir bakış açısı farkı ortaya çıkar: bilim meseleyi üçüncü kişinin perspektifinden ele alırken, fenomenoloji ise birinci kişinin perspektifinden ele alarak doğrudan deneyime yönelir. Gallagher ve Zahavi aslında zihin ve beden arasındaki problemin de çoğunlukla bu ayrım yoluyla çerçevelendiğini dile getirir 102 ve bu çerçeve bizim dünyayı algılayışımızı belirler. Bilimsel bilgiyle fenomenoloji arasında bu tezin düşünsel alt yapısı da, ne saf bilimsel bilgiye sırtını yaslar ne de sadece öznel deneyim anlatılarından beslenir. Tiyatro ve özellikle oyunculuk çalışmalarında sinirbilim ve bilişsel bilimdeki anlam, imgelem duygu ve hafıza araştırmalarının sonuçlarını oyuncunun kendi çalışma sürecine ve kendi deneyimlerine dahil edebilmesinin yollarını ararken fenomenolojik akıl yürütmeden

102 (Gallagher & Zahavi, 2008, s. 14)

faydalanır. Ancak Husserl fenomenolojisindeki gibi kurama ve kavramsal olana sonuna kadar direnmez. Zaten odağına aldığı somatik uygulamaların kendi söylemi bu tür bir seçimi imkansız kılar. Çünkü Isabelle Ginot’nun From Shusterman's Somaesthetics to a Radical Epistemology of Soma103 adlı makalesinde belirttiği gibi somatik alanın kendi meşruluğunu desteklemek için kullandığı iki temel argümandan biri bilimsel söylem, ikincisi de deneyim anlatılarıdır. Bu iki zıt modeli bir araya getirmek somatik söylemin en belirgin paradokslarından biridir. Bu aslında öznel tanımlamayla nesnel tanımlama arasındaki çatışma ya da bilimsel ya da nesnel yaklaşımın somatiğin öznel bilgisine uygulanıp uygulanamayacağı sorunsalı olarak da tarif edilebilir. Bu nedenle bu tez de bedene ilişkin bilimsel verilerin sağlayacağı bakış açısının oyuncunun deneyimi yoluyla uygulamada nasıl işleyeceğini araştırır.

Başka bir deyişle üçüncü kişi perspektifiyle birinci kişi perspektifini bir araya getirerek daha bütüncül bir bakış açısı yakalamaya çalışır.