• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: KARTEZYEN BEDENDEN SOMATİK OLANA: BEDEN FENOMENİNDE YAŞANAN KAYMA

1.2. Somatik Yaklaşımın Felsefi Zemini Olarak Fenomenoloji

1.3.2. Anlamın Bedenleşmiş (Embodied) Temelleri

Bugün artık pek çok araştırmacı anlam, duygu, his, hafıza, imgelem gibi süreçlerde bedenin başat rolünü ortaya koyar. Örneğin sonraki bölümlerde çalışmaları sıkça konu edilecek olan farklı alanlardan George Lakoff, Mark Johnson, Antonio Damasio, Mark Turner, Alva Nöe, Christian Keyser, Maxime Sheets-Johnstone vb. isimlerin çalışmaları bir yandan bedenleşme teorilerini bilimsel anlamda güçlendirirken bir yandan da tüm dikkatleri insanın eylemliliğine doğru yöneltir. Bu bölüm de anlamlandırma süreçlerinde eyleme ve harekete ilişkin beliren bu yönelime bir giriş olma amacını da taşır.

Mark Johnson bedenselleşme teorisi açısından anlamın, çevremizdeki şeyleri algılama, nesneleri manipüle etme, boşlukta bedenimizi hareket ettirme ve kendi durumumuzu değerlendirme becerilerimiz yoluyla ortaya çıktığını dile getirir. Aynı zamanda bu şekilde deneyim yoluyla üretilen anlamın, geçmiş, şimdi ve gelecek deneyimlerin parçalarıyla ilişkili olduğunu ve süreklilik arz ettiğini vurgular. 153 Anlamın bu tanımı hem zamansal hem de çevre-organizma arasında süregelen bir ilişkiselliğin altını çizer ve anlamlandırma süreçlerinde hareketi odağa alır.

Fenomenolog Maxine Sheets-Johnstone de The Primacy of Movement adlı kitabında hareketin önceliğinden ayrıntılarıyla söz eder. Sheets-Johnstone’a göre her tür canlı dünyaya geldiği andan itibaren hareket etmeyi kendi başına öğrenir ve bu hareket o an kendi başına herhangi bir yaygın biçimden bağımsız bir yolla yapılan bir harekettir. M.Sheets-Johnstone bu hareketi ilksel hareket (primal animation) olarak ifade eder. İlksel hareket, başlangıç yönelimleri (incipient intentionalities) olarak

153 (Johnson, The Meaning of the Body: Aesthetics of Human Understanding, 2007, p. 11)

tanımlanan kafa çevirme, gerinme, ayakları sallama gibi temel hareketler yoluyla kendimizi hareket ettirmeyi ve bedenlerimizi anlamlı kılmayı sağlar.

“İlksel hareket başlangıçtaki ilgi alanlarımızın, eğilimlerimizin, alışkanlıklarımızın, isteklerimizin oluştuğu bir oyun alanıdır, bizim dünyaya doğru ilk dönüşlerimiz saf hareketin zemininde yükselir.

Başlangıç motivasyonları ve ilk yönelmişlikler ne olursa olsun dokunsal-kinestetik bir beden yoluyla gelişirler.” 154

Ancak Maxine Sheets-Johnstone için bu dokunsal kinestetik beden kurulmuştur, verili değildir. Ona göre kinetik bilinçliliğimiz yoluyla kendimizi epistemolojik nesneler olarak kurarız; kendimizi bir araya getiririz ve süreç içerisinde kinetik olarak kendimizi dünyaya açarız. Dokunsal-kinestetik bedenlerimiz epistemolojik kapılardır, hareket yoluyla kendimizi dünyaya açma ve kendimizi anlamlı kılma yolumuzdur.155 Yani Sheets-Johnstone fenomenolojik açıdan sıfır noktası/ başlangıç noktası olarak (Husserl’in fikirlerini öteye taşıyarak) bedeni değil ama hareketi odağa alır.

Aslında bu çalışma boyunca insanın anlam üretiminin temel odağı olarak hareket, fenomenoloji dışındaki çalışmalarda da bir odak olarak sıklıkla belirecektir.

Bu konuda en ikna edici çalışmalardan biri gelişim psikiyatristi Daniel N. Stern’in duyu uyumlanması kavramıdır. Stern Bebeğin Kişilerarası Dünyası adlı kitabında bebeğin dış dünyayla ilk uyumlanışının taklit yoluyla değil davranış ve harekete ilişkin yoğunluk, yoğunluğun düzeyi, zamansal ritim, süre ve form nitelikleri bakımından bir eşleşmeyle gerçekleştiğini dile getirir. Örneğin annenin sesinin ya da davranışının yoğunluğu, bu yoğunluk düzeyindeki değişim; sesin ya da davranışın ritmi ve bu ritimin vuruşlarındaki değişim; davranışın ya da sesin süresi ya da biçimi bebeğin sesi ya da davranışlarının bu nitelikleriyle eşleşir.156 Bu eşleşme aynı zamanda bebeğin ilk kendilik kurulumu ve kişilerarası kurulumunun da temelini

154 (Sheets-Johnstone M. , 2011, s. 218)

155 (Sheets-Johnstone M. , 2011)

156 (Stern, 2017, s. 187)

oluşturur. Stern’in bu tespitinin en önemli yanı yukarıda da sözü edildiği gibi dünyayı anlamlandırmaya ilişkin ilk adımın taklitten ziyade, anne ve çocuk arasında paylaşılan harekete ilişkin bu dinamikler yoluyla oluştuğunu gösteriyor olmasıdır.

Stern’in bu çalışması bize aslında hareketin hem dışarıdan gözlemlenebilen kinetik nitelikleri hem de hissedilen kinestetik niteliklerine yani hareketin çift yönlülüğüne ilişkin de fikir verir. Bu nedenle de hareket, fenomenojik açıdan verimli bir çalışma alanıdır çünkü Husserl’in terimleriyle ifade edilecek olursa içsel ve dışsal olan hareketimin kendisinde doğrudan deneyimlenir. Sheets-Johnstone’un da ifade ettiği gibi aslında yaptığımız herhangi bir hareket kendi uzamsal nitelikleri yoluyla belli bir uzamsal dinamik yaratır ve üç-boyutlu gerçekleşir: Hem kinestetiktir (hissedilir) hem de kinetik (algılanır).”157 Her hareket belli bir mekanda, zamanda ve belli bir enerjiyle gerçekleştirildiği gibi her hareket kendi uzamını, mekanını ve enerjisini yaratır. Sheets-Johnstone’ın hareketin temel boyutları olarak adlandırdığı bu üçlü –uzam-zaman-güç hareketin esasıdır, hareketin kendisinin özüdür. Ancak elbette Sheets-Johnstone’nin de belirttiği gibi bu dinamikler düşen bir yaprakta, kıyıya vuran bir dalgada ya da parkta koşan bir kişide birbirinden farklıdır ve dolayısıyla ortaya çıkan anlam da farklılaşır. Bu bağlamda Sheets-Johnstone’na göre hareketin fenomenolojik analizi yapıldığında dört temel nitelik ortaya çıkar:

gerilimsel nitelik, doğrusal nitelik, alansal nitelik, izdüşümsel nitelik. Bu nitelikler ayrı ayrı analiz edilebilseler de bir bütün olarak hareketi oluştururlar. Başka bir deyişle bir hareketi deneyimlediğimizde o hareketin sözel olarak tanımlamamızı ya da betimlememizi sağlayan şey onun gerilimsel, doğrusal, alansal, izdüşümsel niteliklerinden kaynaklanır ve bu nitelikler harekete içkindir:158

157 (Sheets-Johnstone M. , 2016, s. 52)

158 (Sheets-Johnstone M. , Phenomenological Methodology and Aesthetic Experience: Essential Clarifcations and Their Implications, 2019, p. 43)

1. Gerilimsel Nitelik: Genel itibariyle hareketin hissedilen gerilimsel niteliği eforla ilişkilidir.159 Bir hareketi yaparken belli bir güç/efor sarf ederiz. Bu güç kaslarımızda belli seviyelerde bir gerilim gerektirir. Farklı hareketler farklı miktarda güç ve enerji gerektirir. Örneğin bir tüyü kaldırırken gereken eforla, dolu bir bavulu taşırken gereken efor aynı değildir ve biz bunu düşünmeye bile gerek kalmadan sezeriz. Ancak Johnson’ın verdiği örnekteki gibi bavulun boş olduğunu düşündüğümüzde ilk kullandığınız efor bavul tamamıyla ağır kitaplarla dolu ise yeterli gelmez ve bavul yerinden kalkmaz. Ancak bu ilk başarısızlığın ardından otomatik olarak gerekli olan gücü yeniden ayarlayıp ayaklarımızın duruşunu, ağırlık merkezimizi bilinçdışı olarak uyumlu hale getirip bavulu kaldırırırız.

2. Doğrusal Nitelik: Yaptığımız her hareket bir devinim yolu oluşturur. Doğrusal nitelik de hem hareket halindeyken oluşan doğrusal hattın hissedilmesiyle hem de hareket sürecinde oluşan tanımlayabileceğimiz doğrusal çizgiyle ilgilidir.160 Gerçek ya da öngörülen bu yol doğrusal ya da kıvrımlı, düzensiz ya da düzgün, yukarı ya da aşağı olabilir. Johnson bebeklerin bir nesnenin deviniminin olası gidiş yörüngesinin hızına, devinimin yönüne, önceki konuma göre hayal ettiklerini ve duyguyu da bu farklı çeşit yörüngeler yoluyla öğrendiklerini dile getirir.161

3. Alansal Niteliği: Alansal nitelik hem hareket eden bedenin açılmasının ya da kapanmasının hissedilmesiyle hem de hareketin uzamsal olarak genişliği ya da darlığıyla ilgilidir. 162 Kısaca bu nitelik herhangi bir hareketi yaparken bedeninin içinde bulunduğu mekanı nasıl doldurduğu ile ilgilidir. Johnson genişlik niteliğini daha iyi açıklamak için Iris Marion Young’ın 1980’de

159 (Sheets-Johnstone M. , 2011, s. 123)

160 (Sheets-Johnstone M. , 2011, s. 123)

161 (Johnson, 2007, p. 22)

162 (Sheets-Johnstone M. , 2011, s. 123)

yayınladığı “Kız gibi Fırlatmak” adlı makalesini örnek olarak verir. Bu çalışma özetle kızların ve genç kadınların nasıl hareket ettikleri ve bedenilerinin mekanı nasıl doldurduğuna ilişkin fenemonolojik ve sosyolojik çalışmadır.

Young çalışmasına başlarken Erwin Strauss’un önceki benzer çalışmalarından yola çıkar. 1960’lı yılların ikinci yarısında yayınlanan bu çalışmada Strauss, 5 yaşındaki kız ve erkek çocuklarının topu fırlatma biçimlerini karşılaştırır. 5 yaşındaki kızların yanal uzamı hiç kullanmadıklarını tespit eder. Kızların kollarını yana doğru uzatmadıklarını, gövdelerini çevirmediklerini, bacaklarını hareket ettirmeyip yan yana tuttuklarını gözlemler. Kızların çocuğunun tek yaptıklarının topu fırlatacağı kolu öne doğru yatay olarak kaldırıp dirsekten kolu geriye doğru büküp atmak olur. Yani top güçsüz, hızı ya da doğru eğimi olmadan serbest bırakılır sadece. Tersine çalışmada erkekler çocukların mümkün olan tüm uzamı kullanarak topu tüm vücutlarıyla güçlü bir hareketle fırlattıkları tespit edilir. Uzamı hem dikeyde hem de yatayda kullanarak, tüm bedenlerini ve bedenlerinin potansiyel gücünü dahil ederek gövdelerini, bacaklarını ve kollarını tümüyle devreye sokarak topu atarlar. Young ise Strauss’un bu çalışmasını bir aşama daha ileri götürerek 1980’li yıllarda yaptığı çalışmasında benzer bir durumun sadece top atma için değil aynı zamanda koşma, tırmanma, yüzme, vurma gibi başka bedensel etkinliklerde de gözlemlendiğini dile getirir. Young bu çalışmasının sonunda kadınların hareketleriyle niyetleri arasında bir kopukluk olduğunu dile getirir. Yani Young “bir kadının hareketinin niyeti doğrultusunda uzanmama, eğilmeme, genişlememe ve sonunu getirmeme eğilimi” ortaya çıkar. Young’ın bu çalışması bedenin mekanda konumlanışının ve hareketin oluşum biçiminin kültürel bağlarla sıkı sıkıya ilişkili olduğunu ve dahası bu ilişkilenme biçiminin

davranışların sadece dışarıdan gözlemlenen özelliklerine değil, kişinin yönelimlerinde de etkili olduğunu göstermesi açısından önemlidir.163

4. İzdüşümsel Nitelik: Hareketin bizdeki yansıması gücü ya da enerjiyi bırakma biçimimizde ortaya çıkan niteliktir.164 Yani hareketin niteliğini değiştirmek bedensel deneyimi de değiştirir, örneğin sandalyeye şiddetli bir biçimde oturma hareketinin hissettirdiği, yavaş bir şekilde gücün sürekli olarak uygulanmasından yani sandalyeye yavaş oturma hissinden farklıdır.165

Sheets-Johnstone sözünü ettiği doğrusal ve alansal niteliklerin hareketin uzamsal boyutunu, gerilimsel ve izdüşümsel niteliklerin de hareketin zamansal boyutunu tanımladığını ifade eder. Tüm bu nitelikler analiz için birbirinden ayrılsa da hareketi hep birlikte dinamik bir biçimde oluştururlar ve davranışlarımızda, alışkanlıklarımızda, tavrımızda ortaya çıkarlar.

Bir dansçı ve fenomenolog olan Maxime-Sheets Johnstone’un bu görüşleri hareketi odağa alan bu tezde önemli bir bakış açısı sunar ve ileride de sözü edileceği üzere (Laban/Bartenieff Hareket Sisteminde) Rudolf Laban’ın hareket analiz sistemini oluştururken öne sürdüğü kategorilerle oldukça uyumludur. Ancak Mark Johnson, Sheets-Johnstone’nin öne sürdüğü bu nitel hareket parametrelerinin bizim gibi bir bedene sahip olan ve bizimki gibi bir dünyada yaşayan canlılar için

“şeylerin” nasıl anlamlı olabileceğini göstermede önemli rol oynasa da, temelde sadece deneyimlenen ya da hissedilebilen niteliklere ilişkin olduğundan, eksik kaldığını dile getirir. Yani Johnson, aslında temelde anlamlandırma süreçlerinde hareketin sadece fenomenolojik olarak araştırılmasının tek başına yeterli olmadığını vurgular. Çünkü Johnson, anlamın sadece duygu ve düşünce yasalarında bilinçli olarak yer alan bir süreç olmadığını, bilinç dışı bir seviyede bile bedenimizin

163 (Johnson, The Meaning of the Body: Aesthetics of Human Understanding, 2007, p. 22)

164 (Sheets-Johnstone M. , 2011, s. 123)

165 (Johnson, The Meaning of the Body: Aesthetics of Human Understanding, 2007, p. 22)

çevresiyle anlamlı bir etkileşim halinde olduğunu dile getirir. Johnson’ın bu iddiası ayna nöronların keşfine dayanır ki ayna nöronlar başkalarının hareketlerini anlama ve niyetlerini kavrayabilmemizin motor sistemimize dayandığını gösterir. Ayna nöronların ilk kaşiflerinden olan Corrado Sinigaglia ve Giacomo Rizzolatti de

“anlama”nın bedensellikle olan ilişkisinin bilinçli deneyimin ötesinde olduğunu vurgular:

“Algı, hareketin dinamiklerinde saklıdır. Ancak hepsinin yanı sıra eylemdeki beyin ayrıca anlayan beyindir…buradaki “anlamak”, anlamanın pragmatik, kavrayış öncesi ve dil öncesi biçimi olmakla birlikte kesinlikle daha az önemli değildir, çünkü bilinen birçok bilişsel kabiliyetimizin temelinde yatmaktadır.”166

Johnson bedenin çevreyle bilinç dışı karşılaşmasının sonucunda oluşan bu çeşit anlama ön-anlam (proto-meaning) ya da içkin-anlam adını verir. Yani anlam, üst ve alt seviye bilişsel süreçler arasındaki sürekli etkileşim yoluyla çevremizle olan bedensel karşılaşmamızın bir sonucu olarak ortaya çıkar.167 Tüm bunlardan ötürü Johnson’a göre fenomenoloji bizi hareketin önceliğine götürür ama tek başına bunu kanıtlamak için yeterli değildir, o anlam teriminin sınırlarını bilinç-dışı süreçleri içine alacak kadar genişletir. Ona göre gerekli olan şey bu bilinç dışı süreçleri de aydınlatabilmek için bilişsel bilimler alanındaki deneysel çalışmalardır. 168Anlamın bedensel temellerini daha iyi kavrayabilmek ve tiyatro ve performans sanatlarında yaşanan bilişsel kırılmayı daha iyi çözümleyebilmek için bilişsel bilimlerdeki deneysel çalışmalardan ve bunların sonuçlarından da kısaca söz etmek gerekir.

166 (Sinigaglia & Rizzolatti, 2016, s. 13)

167 (Johnson, 2007, p. 25)

168 (Johnson, 2007, p. 27)