• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: KARTEZYEN BEDENDEN SOMATİK OLANA: BEDEN FENOMENİNDE YAŞANAN KAYMA

1.2. Somatik Yaklaşımın Felsefi Zemini Olarak Fenomenoloji

1.2.1. Bir Araştırma Konusu Olarak “Deneyim”

Martin Jay Deneyim Şarkıları kitabında deneyim terimini bir kültürel inşa olarak incelemeye başladığında bir paradoksla karşı karşıya kaldığını dile getirir.

Jay’e göre deneyim bir taraftan onu yaşamayanlara iletişim kanallarıyla aktarılamayacak kadar öznel, dili aşan bir yaşantı olarak tarif edilirken, bir yandan da, özellikle yirminci yüzyıl felsefesinin dile yönelmesiyle birlikte, hiçbir anlamın dilsel dolayımın sınırları dışında var olamayacağı belirtilerek temellendirici ve taşıyıcı olma niteliğini kaybeder. Jay, bu paradoksun iki ucunun da tatmin edici olmaktan uzak olduğunu dile getirir ve bu paradoksu çözmeye çalışmaktansa içinde kalmanın daha verimli olduğunu ifade eder. Dolayısıyla deneyimin “kamusal dil ile mahrem öznellik, ifade edilebilir ortaklıklar ile bireysel iç dünyanın tarifsizliği arasındaki kesişimin düğüm noktasında durduğunu” 40 dile getirir ve araştırmasını bu düğüm noktası üzerine kurar.

Bu tez de Jay’in izinden giderek deneyimi “ifade edilebilir ortaklıklar ile bireysel iç dünyanın tarifsizliği” başka bir deyişle öznel olanla kamusal olan arasındaki kesişim olarak görür ve bu kesişim bölgesinin oyuncu için bir araştırma alanı açtığı iddiasını taşır. Bu alan oldukça verimlidir çünkü insanlığın düşünce tarihi boyunca tartışıla gelmiş olan kültüre karşı doğa, deneyime karşı us, öznel olanla nesnel olan, tikel olanla tümel olan hatta zihinsel olanla bedensel olan arasındaki tartışmaları içinde barındırır. Tiyatro sanatı bağlamında düşünüldüğünde bireyin tarifsiz iç dünyasının (oyuncu), ifade edilebilir ve diğerleri tarafından okunabilir ortaklıklara dönüştürülmesi (seyirci) sorunsalını da içerir. Elbette bu geniş bir alana

40 (Jay, 2012,s.24)

yayılan derin bir araştırma ve tartışma alanı yaratır. Ancak ileride de görüleceği gibi bugün bilişsel bilimler alanındaki tüm gelişmelerin sonucunda kavramlaşan bedenleşmiş zihin, bedenleşmiş gerçeklik, bedenleşmiş anlam, bedenleşmiş bilinç gibi tüm kavramlar meşruluklarını otonom fail ve çevresi arasındaki kesişim bölgesinde kurarlar. Bu nedenle tam da bu düğüm noktasında bir yol haritası çizmeye çalışmanın bu tezin esas odağını oluşturan somatik uygulamaların günümüzde nereye konumlandığını anlamak açısından önemlidir.

Bu tezde deneyim terimi kullanılırken sadece pratik olana gönderme yapılmaz. Bu anlamda Dewey’in kavramsal düşünmeyle pratik eylemleri birbirinden ayırmayan deneyim fikrinin izinden gidilir. Dewey, felsefenin deneyimin önemine ya da başka bir deyişle pratik olanla ussal olanın barışmasına doğru yeniden yapılanmasında bilimsel etkenlerin rol oynadığını dile getirir. Ona göre geçmişte filozofların öne sürdüğü dünya, içsel olarak sınırlı sayıda sabit formlardan oluşmuş ve dışsal olarak belirlenmiş sınırlara sahip kapalı bir dünyadır. Modern bilim ise bu kapalı dünyayı açmış ve içsel yapısı bakımından değişken, dışsal olarak da herhangi belirlenmiş bir sınırın ötesine genişleyebilen bir dünya kurmuştur. Yeryüzünün evrenin merkezi olduğu fikrinin bilimsel olarak çürütülmesi, merkezsizliği getirmiş ve bu da kapalı bir evren ve tanrısal sınır algısını yıkmıştır.41 Dewey’e göre bu sonsuzluk fikri ve herhangi bir dışsal limit olmadan ilerleme duygusu ilgimizi estetik olandan pratik olana kaydırmıştır.42 Bu tespit aslında tam da özellikle Amerikan entelektüellerinin felsefi eğilimlerinde pragmatizme doğru yaşanan kaymayı da belirler. John Dewey de Pragmatizmin öncülerinden biri olarak pratik felsefesinde deneyim kavramını kurucu bir öğe olarak görür.

41 (Dewey, Felsefenin Yeniden Yapılandırılmasında Bilimsel Etken, 2018, s. 136)

42 (Dewey, Felsefenin Yeniden Yapılandırılmasında Bilimsel Etken, 2018, s. 143)

Geleneksel felsefe, Dewey’in deyimiyle, “deneyimin tikel, olumsal ve olası olanın düzeyinin üstüne asla yükselemeyeceği konusunda anlaşırken”43, o bu görüşleri reddeder ve deneyimin aslında eylem ve alışkanlıklar yoluyla nasıl tekil olandan tümel olana doğru toplumsal örgütlenmede kurucu bir öğe olduğunu vurgular.

“İnsanlar çeşitli edimleri denediler, çeşitli acılardan ve etkilenimlerden geçtiler. Bunların her biri ortaya çıktıkları zaman, ötekilerden ayrıdır ve tekildir; bunların insandaki karşılığı geçici arzu ve heyecandır. Ama bellek bu ayrı ayrı olayları saklar ve biriktirir. Onlar üst üste yığıldıkça, düzensiz çeşitlemeler iptal edilir, ortak özellikler seçilir, pekiştirilir ve birleştirilir. Derece derece bir eylem alışkanlığı yapılaştırılır ve bu alışkanlığa bir karşılık olarak, bir nesnenin veya bir durumun genelleştirilmiş belirli bir imgesi oluşturulur….Bu sağduyu bilgisinin gelişimi boyunca, eylemde belirli bir düzenlilik oluşur. Tekil olaylar birbirine kaynaşır ve genel bir davranış yolu olabildiğince yapılanır.”44

İşte John Dewey deneyim diye ifade ettiğimiz şeyin tıpkı bir doktorun tek tek hastalarında edindiği deneyimleri sınıflandırıp, bu vakaları tedavi etmek için bir yöntem önerebilecek duruma gelmesi gibi, düzenlenmiş eylemler sonucunda kazanılan bir iç görüyü ifade ettiğini dile getirir. Dewey’e göre alışkanlıklar “etkin işlevle, yapma ve maruz kalma bağlantıları, duyusal-motor koordinasyonlar, eylemin adapte edici yöntemleri olarak deneyimin gerçek hammaddesi kabul edilirler”45. Alışkanlıkların deneyimdeki rolü dolayısıyla “deneyim kendi içinde bağlantı kurma ve düzenleme ilkelerini” 46 taşır.Bu nedenle de Dewey için bu ilkeler epistemolojik olmaktan çok pratiktirler. Dewey’in deneyimi alışkanlıklar ve eylemlerle ilişkilendirmesi tezin temel hedeflerinden birini de ortaya koyması açısından önemlidir. Çünkü bu tezin temel hedeflerinden biri (daha sonraki bölümlerde de ayrıntılarıyla tartışılacağı gibi) somatik uygulamalar dahilinde

43 (Dewey, Deneyim ve Usun Değişen Kavramları, 2018, s. 154)

44 (Dewey, Deneyim ve Usun Değişen Kavramları, 2018, s. 155)

45 (Dewey, 2018, s. 162)

46 (Dewey, 2018, s. 162)

oyuncu/performansçının düzenli ve tekrarlı eylemler yoluyla belli alışkanlıklar edinmesini sağlamak ve de düzenlenmiş bu eylemlerin sonucunda oyuncuya bir iç-görü kazandırmaktır.

John Dewey’in deneyim fikrindeki temel kavramlardan biri de ilişkiselliktir (bağlantısallıktır). Aslında organizmanın çevreyle olan etkileşimini tanımlamak için Dewey ilişkisellikten söz eder. Dewey, 18. ve 19. yüzyıl boyunca hakim olan psikoloji anlayışında zihinin edilgen kabul edilirken ve zihinsel ve bilişsel olanın duygusal ve iradi olandan sonra geldiğini ancak biyoloji bilimindeki gelişmelerle birlikte bu edilgen anlayışın tersine döndüğünü ifade eder. Yani yaşamın devam edebilmesi için davranış ve etkinliğin olması, bu etkinliklerin de devamlılık içinde çevreye uyum sağlaması gerekmektedir. 47 Dewey her tür organizmanın yapısal özelliklerine uygun olarak çevresi üzerinde edimde bulunduğunu ve bunun sonucunda çevredeki değişimlerin organizmanın eylemlerinde karşılık bulduğunu dile getirir. Başka bir ifadeyle organizmanın sadece çevre tarafından biçimlendirilmesi söz konusu değildir, bu etkileşim karşılıklıdır. Organizma davranışlarının karşılığına, Dewey’in deyişle, katlanır ve bu ikisi arasındaki bağ deneyim denen şeyin özünü oluşturur. Başka bir deyişle bir edimin deneyime dönüşmesi için bu yapma ve katlanma arasında bir bağlantısallığın olması gerekir.

Dewey örnek olarak da kasların spazm sırasında seğirmesini örnek olarak gösterir.

Ona göre bu devinimler deneyime karşılık gelmezler çünkü öğrenme, birbiriyle ilişkili sonuç üretme ya da birbirine eklenerek ilerleyen bir süreç söz konusu değildir.

Ancak bir çocuk elini yanlışlıkla ateşe değdirdiğinde, sıcaklığa maruz kalır ve acı çeker. Yani buradaki eylem “elini uzatma” ile eylemin sonucunda gerçekleşen

“yanma” bağlantılıdır. Bu nedenle bu bir deneyimdir. 48 Bu bağlantısallık

47 (Dewey, 2018, s. 158)

48 (Dewey, Deneyim ve Usun Değişen Kavramları, 2018, s. 159)

(ilişkisellik) deneyimin dönüştürme gücünü de ifade eder. Dewey’in ilişkisellik olarak tanımladığı bireyin edimlerinin çevreyi etkilemesi ve bunun sonuçlarının da bireyin edimlerinde kendini göstermesi sürecinde önemli bir nokta daha vardır. Bu da deneyimi bir öğrenme sürecine dönüştüren bu düşünümselliğin, kendi üzerine düşünmenin bilinçli olarak nasıl yapılabileceğidir. Bu da aslında bu tezin cevaplamaya giriştiği temel sorulardan bazılarını oluşturur. Bu sorular pratik uygulamalar yoluyla düşünümselliğin mümkün olup olmadığı, bu yolla oyuncunun kendi deneyimini bir öğrenme yolu olarak kullanıp kullanamayacağı ve de eğer bu mümkünse hangi çeşit uygulamaların bunu sağlayabileceği etrafında toplanır.

Bu tez deneyime dönerken ve onun üzerinde düşünürken, geçmiş deneyimlerle değil, daha çok deneyimin şimdisiyle ilgilenir. Elbette eski tecrübeler şimdiki deneyimi şekillendiren temel öğelerdendir. Bu çalışma, deneyime dönüşü, tıpkı Dewey’in belirttiği gibi ilerleme için geleceğe yönelik bir çabayı ürettiği için odağına alır.49

“Eski insan geçmiş deneyimlerinin sonuçlarını gelenek oluşturmak için kullanıyordu; oluşturulan bu gelenekler ise bilinçsizce izlenmek ya da bilinçsizce kırılmak durumundaydılar. Şimdi ise eski deneyim, yeni ve daha gelişmiş bir deneyimi gerçekleştirmek için amaçlar ve yöntemler önermek için kullanılmaktadır. Sonuç olarak deneyim yapısal yönden kendisini düzenleyici bir hale gelmiştir. Böylece deneyim olgusu kendisini daha iyi olmaya yönelten süreci kendi içinde barındırır.”50

Bu tezde de deneyim oyuncunun herhangi bir tekniği “kendine mal edebilmesi” için kendi deneyimi üzerine refleksif düşünebilmesinin ve kendi deneyimini bir öğrenme sürecinde yöntemler önermek için kullanabilmesinin yollarını arar. Burada özetle söz konusu edilen deneyim kavramsal olarak Dewey’ci bir deneyimdir. Yani (1)eylemler yoluyla edinilen alışkanlıkları deneyimin kaynağı

49 (Dewey, 2018, s. 163)

50 (Dewey, 2018, s. 165)

olarak gören,(2) tekil olarak yaşantılansa bile tümel imge ve alışkanlıklara dönüşebilecek, (3) öznenin edimleriyle çevresini etkilemesinden ve bundan da öznenin edimlerinin etkilendiği ilişkiselliği gerektiren, (4)yapısal bağlamda geleceğe ilişkin amaç ve yöntemleri içinde barındıran bir deneyimdir.

Bu bağlamda oyuncunun kendi deneyimini öğrenme sürecine nasıl dönüştüreceği sorusu bu tezdeki iki temel kanal açar. Birincisi bir akıl yürütme aracı olarak fenomenoloji ki bu deneyimleyen kişinin birincil bakış açısını vurgular, diğeri de bilimsel verilerin (özellikle bilişsel bilimler ve sinirbilimdeki) anlamlandırma, imgelem, hafıza vb. kısaca bilincin doğası ile ilgili veriler ki bu da deneyime ilişkin üçüncül kişinin perspektifini gerekli kılar. Önce bu fenomonolojik yöntemle başlamak yararlı olacaktır.

Bilişsel bilimciler Varela, Thompson ve Rosch’un 1991’de yayınladıkları ve büyük yankı uyandıran çalışmaları The Embodied Mind: Cognitive Science and Human Experience’ın hemen başında dile getirdikleri gibi “kendimizle ilgili bilimsel çalışmalarda kendi deneyimimizin gerçekliğini reddetmek sadece tatmin edici olmaktan uzak değil aynı zamanda bir ana mevzu olmaksızın kendimiz hakkındaki bilimsel bir çalışma yapmak demektir.51 Benzer bir biçimde tiyatro eğitiminde özellikle de oyunculuk eğitiminde kendi deneyimimizin gerçekliğine odaklanmamak pek çok olanağı göz ardı etmek demektir. Buradan deneyimin bir oyuncu için nasıl bir araştırma konusu yapılabileceği, başka bir deyişle bir oyunculunun kendi deneyimine ilişkin fenomenolojik bir tavır takınmasının mümkün olup olmadığını önce fenomenolojiye yakından bakarak anlamaya çalışalım.

51 (Varela, Rosch, & Thompson, 1991, s. 13-14)