• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: KARTEZYEN BEDENDEN SOMATİK OLANA: BEDEN FENOMENİNDE YAŞANAN KAYMA

1.2. Somatik Yaklaşımın Felsefi Zemini Olarak Fenomenoloji

1.3.4. Duygu ve Hislerin Bedensel Temelleri

Duyguların bedenle olan ilişkisini ilk kez ortaya koyan araştırmacılar Charles Darwin (ölümü 1882) ve onun hemen ardından da William James (1842-1910) ’dir.

216 Darwin birincil duygular olarak tanımladığı korku, kızgınlık, iğrenme, acı, şaşırma, keyif gibi duyguların evrim boyunca korunmuş bir tepkiler koleksiyonu olduğunu ifade eder.217 Örneğin acı ve iğrenme gibi duyguların çevredeki zararlı şeylere karşı insan türünün devamını sağlayan koruyucu bir işlevi olduğunu ve bu

214 (Keysers, 2019, s. 90-91)

215 (Sinigaglia & Rizzolatti, 2016, s. 11)

216 (H.Rosenwein & Cristiani, 2019)

217 (Sinigaglia & Rizzolatti, 2016, s. 161)

duyguların günümüze kadar taşınarak eylemlerde kendini gösterdiğini belirtir.218 James ise “ağladığımız için üzgün, vurduğumuz için öfkeli, titrediğimiz için korkmuş hissederiz”219 diye söz eder duygulardan. Ona göre korku, öfke ve üzüntü gibi hislere verdiğimiz isimler bedensel tepkilerden bağımsız kendi başlarına “solgun, renksiz, duygusal heyecandan yoksundur”220, duygu tam anlamıyla sadece beden tarafından bilinir. Bugün Darwin ve James’ten bu yana duyguların nörofiziksel temellerine ilişkin yapılan pek çok bilimsel çalışma Darwin ve James’in öngörülerini doğrular.

En temelde duyguların sınıflandırılmasıyla ilgili farklı görüşler vardır. Paul Ekman Facial Coding System221 adlı çalışmasında yüzümüzde sahip olduğumuz ortak kaslardan yola çıkarak altı tane birincil duygu sıralar: mutluluk, üzüntü, korku, kızgınlık, şaşkınlık, ve iğrenme. Jaak Pankseep ise Afektif Nörobilim: İnsan ve Hayvan Duygularının Temelleri222 adlı kitabında insan türüne özgü yedi duygu sistemi tanımlar: arayış, korku, öfke, panik/keder, şehvet, özen (care) ve oyun.

Pankseep, tüm bu birincil duyguların daha düşük seviye duygu durumlarını barındırdığını dile getirir. Örneğin anksiyete korku sistemine, yalnızlık panik/keder sistemine bağlı olarak ortaya çıkar. Pankseep’e göre duygusal sistemin fonksiyonu bedendeki ve beyindeki pek çok davranışsal ve psikolojik süreci koordine etmektir.

Beyindeki bu sistemin uyarılmasına davranış örüntülerini yönlendiren ve sürdürülmesini ve hatta belli öğrenme tiplerinin gerçekleşmesini etkin bir biçimde sağlayan öznel hissetme durumları eşlik eder. Pankseep’sin çalışmalarında öne çıkan bir diğer şey de duygularla hisleri birbirinden ayırmasıdır. Ona göre duygular tamamen bilinçdışı iken, hisler duygusal sistemin kimyasal ve davranışsal etkileşimi

218 (Sinigaglia & Rizzolatti, 2016, s. 164)

219 (Wiliam James, Principle of Psychology’den aktaran H.Rosenwein & Cristiani, 2019, s.

33)

220 (Wiliam James, Principle of Psychology’den aktaran H.Rosenwein & Cristiani, 2019, s.

33)

221 Ekman’dan aktaran (McConachie, 2015 , s. 103)

222 (Panksepp, 2017)

sonucu bilinçte ortaya çıkarlar. Benzer bir biçim de Antonio Damasio’da çalışmalarında duyguları ve bunu bağlı hisleri birbirinden ayırır; duyguları birincil ve ikincil duygular olarak sınıflandırır. Birincil duygular doğuştan var olan verili duygulardır örneğin mutluluk, üzüntü, öfke, korku ve tiksinme gibi. Buna bağlı olarak da mutluluk hissi, kızgınlık hissi, üzüntü hissi gibi hisler ortaya çıkar. İkincil duygular ise sosyal duygulardır çünkü deneyimle şekillenirler ve birincil duyguların çeşitlemeleridir. Aşağılanma, suçluluk, antipati, gurur, utanç gibi duygular genetik ve kültürün ortak evrimiyle oluşan sosyal duygulardır.223 Bunun yanı sıra Damaiso üçüncü tür bir hissi daha tanımlar o da arka plan hissidir. Bu hissin öncül bir duygusu yoktur, çünkü duygular arasındaki vücut haline tekabül eden belli belirsiz fark edilen hislerdir. Damasio bunu “duygular tarafından vücudumuz sarsılmadığı zamanki bizdeki imgesi”224 olarak tanımlar. Bu anlamıyla Lecoq’un nötr maske ile yakalamaya çalıştığı oyuncunun herhangi bir his taşımadığı ancak sahnede var olduğu harekete geçmeye hazır “nötr halini” çağrıştırır. Eğitimler yoluyla aslında ulaşılmaya çalışılan arka plandaki bedenin bu halidir. Bu bir anlamda nötr bir duyguya ve bu nötr duyunun bizdeki imgesine (arka plan hissine) karşılık gelir. Arka plan hissi aynı zamanda sahnesel mevcudiyetimizle de ilişkilidir. Arka plan hissi örtük, gözlemsel olmayan beden bilinci (ön-reflektif bedensel bilinç) yoluyla geliştirilebilir. Bu konu Somatik Hareketten Somatik Bilince, Somatik Bilinçten Performans Farkındalığına bölümünde ayrıntılarıyla işlenecektir.

Görüldüğü gibi duyguların sınıflandırması konusunda farklı yaklaşımlar ve tanımlamalar mevcuttur ancak bu, her ne kadar örtüşmeyen tarafları olsa da sonuçların birbirini çürüttüğü anlamına gelmez. Bu farklılık en temelde araştırmacıların referans noktalarının yani araştırmadaki çıkış noktalarının farklı

223 (Damasio, 2006) (Damasio, 2018)

224 (Damasio, 2006, s. 163)

olmasından kaynaklanır. Örneğin Ekman duygu durumlarını yüz üzerinden okumaya çalışırken, Pankseep insan duygularının ayırıcı özelliklerini hayvanlarla yaptığı karşılaştırmalar sonunda elde eder. Damasio ise beyin hasarı olan hastalarla yaptığı çalışmaları baz alır. Bu nedenle duygu çalışmalarında farklı araştırmacıların fikirlerine yer vermek daha bütüncül ve kapsayıcı bir bakış açısı geliştirmemize yol açar. Son zamanlarda bilimsel verilerin gittikçe birbiriyle daha da örtüşmeye başladığı göz önüne alındığında duygular ve hislerle ilgili gizemin çözülmeye bağladığını söyleyebiliriz. Yapılan tüm bu çalışmalardan çıkan en önemli sonuç (örneğin Pankseep’in ve Damaiso’nun çalışmalarından) duyguların Kartezyan dualizminin yarattığı akla karşı ikincil konumunun sarsılması ve anlam yaratmada önemli bir rol oynadığıdır. Bu çalışma kapsamında ayna nöronların duygularla ilişkisine ve Damasio’nun çalışmalarına daha yakından bakmak yeterli olacaktır.

Bundan önceki bölümde tıpkı eylemler gibi duygularında ayna nöronlar yoluyla paylaşıldığını ve bunun da empati için ön koşul olduğu ayrıntılarıyla açıklanmıştı. Ayna nöronlarla ilgili yapılan duygu paylaşımı çalışmalarından çıkan en önemli sonuç “çevreyle ve duygusal davranışlarımızla etkileşimlerimizin çoğunun başkalarının duygularını algılama ve anlama kapasitemize bağlı”225 olduğunu ortaya koymasıdır. Bu birinin eylem ve davranışlarından yola çıkarak bir çıkarımda bulunmanın ötesinde, bilinç dışı düzeyde dahi bedensel olarak (elbette yine eylemler ve davranışlar yoluyla) bir duygu aktarımının varlığını ortaya koyar. Aynı zamanda bu tip bir paylaşım toplumsallığın da temeline yerleşir. Ayna nöronların duygu paylaşımındaki yerini anlayabilmek için yapılan yüz ifadelerinin okunması ve kopyalanması üzerine çalışmalar tiyatro sanatı açısından da ilgi çekici sonuçlar doğurur. Araştırmalar “sahte” ve “gerçek” gülüş arasındaki farkın temelini ortaya koyar. Araştırmalara göre duygu üretmeden gerçekleştirilen sahte bir yüz ifadesi

225 (Sinigaglia & Rizzolatti, 2016, s. 164)

sırasında (buna hapşırma, çiğneme, ıslık çalma gibi hedef odaklı davranışlar dahil) istemli motor sistemin parçaları olan premotor korteks ve birincil motor korteks devredeyken, istemsiz duygusal davranışlar sırasında (kötü kokuda burnu büzmek, içten bir kahkaha atmak gibi) ise bu sisteme paralel olarak iki yarım küre arasındaki beyin alanları da devreye girer.226 Keysers, William James’e atıfta bulunarak duygu barındırmayan yüz ifadelerinde devreye giren sisteme soğuk sistem, duygu içeren davranışlar sırasında aktive olan bölgeye de “duygusal etkinin sıcaklığını yüzün ve bedenin gözlemlenebilir davranışlarına dönüştürdüğü için”227 sıcak sistem olarak adlandırır. Kısaca sahte ve gerçek bir gülümseme sırasında beynin farklı bölgeleri aktive olur yani “soğuk ve sıcak denetim sistemleri birbirinden bağımsız çalışır”228. Buradan hareketle bir oyuncunun performansı sırasındaki gülüşü “sahte” olsa da oyuncunun çabası bu sahte gülüşü sadece fiziksel olarak kopyalamak değil, aynı zamanda duygu da katmak olduğu için sıcak sisteminin devreye sokmalıdır. Aynı çalışmada yüz ifadelerinin gözlemlenmesi sırasında da gözlemcilerin hem soğuk ve hem sıcak sistemlerinin aktive olduğu ortaya çıkar. Yani yüz ifadeleri hiç bir duygu barındırmasa dahi gözlemecinin motor sistemi tarafından (soğuk sistem tarafından) kopyalanır. Ancak buradaki en önemli nokta, kopyalama işleminde yüzün hiçbir duygusal içeriği olmayan hareketlerinin gözlemlenmesi sırasındaki etkilenmeye kıyasla, duygusal yüz ifadelerinde motor sistemin daha fazla kuvvetlendiğinin gözlemelenmesidir.229 Kısaca oyuncu sıcak sistemini devreye alabildiği ölçüde seyirci üzerindeki etkisi artacaktır. Bu aslında Hamlet’i oynayan iki farklı oyuncunun performansından ikisi de etkileyici olsa da birini daha “soğuk” diğerini daha “sıcak” bulup duygularımızı daha çok harekete geçiriyor olmasının bilişsel zemini gibi duruyor. Antonio Damasio’da Harvardlı nörolog Nonnan Geschwind’in

226 (Keysers, 2019, s. 161)

227 (Keysers, 2019, s. 162)

228 (Keysers, 2019, s. 162)

229 (Keysers, 2019, s. 163)

çalışmalarından benzer bir sonucu çıkarır. Çünkü aslında fotoğraf çekimi sırasında gülmemiz istendiğinde sıcak sistemin ürettiği mimiği taklit etmeye çalışırız ve rol yapmada usta değilsek “doğal” gülümsemeyi elde etmemiz güçleşir. Damasio için farklı oyunculuk tekniklerinin üstesinden gelmeye çalıştığı şey de aslında bu temel nörofizyolojik yönlendirme üzerinedir. Bu soğuk sistemden sıcak sisteme yapılmaya çalışılan nörofizyolojik yönlendirme, kimi zaman Lawrence Olivier örneğinde olduğu gibi bir duygu görüntüsü veren bir dizi hareketle bir duygu taklit edilmeye çalışılarak gerçekleştirilir. Kimi zaman da bir duyguyu taklit etmek yerine Lee Strasberg ve Elia Kazan gibi “Yöntem” oyunculuğunu benimseyenler tarafından, o duygu yeniden üretilerek gerçekleştirilir, böylelikle de oyunculukta “doğallık”

aranır.230

Damaiso’nun çalışmaları sözü edilen ayna nöron çalışmalarının sonuçlarıyla örtüşen sonuçlara ulaşır. Damasio duygu ve hisleri evrimsel süreçte insanın (çok hücreli bütün canlıların aslında) vücudunun iç dengesini (homeostazisini) sağlayabilmesi için gerekli, basitten karmaşığa immün yanıtlar, basit refleksler ve metabolik düzenleme; ağrı ve haz davranışları; dürtüler ve motivasyonlardan sonraki bir üst aşama olarak görür.231 Ancak yukarıda da değinildiği gibi Damasio için duygu ve his aynı şey değildir, duygular hislerden önce gelir. Damaiso için

“duygular ve ilişkili tepkimeler bedenle, hisler ise zihinle koşut işler”.232 Damasio’ya göre evrimsel süreçte duygular bir nesneye veya olaya tepki göstermeyi sağlayan bir mekanizmadır ve hayatta kalmak için iyi ya da kötü gibi yaratıcı olmayan basit tepkileri içerir.233 Hisler ise organizmanın bu tepkilerini ve bedensel durumunu veren beyin haritalarını zihinsel imgelerle birleştiren bir mekanizmadır. Hisler anılar, hayal gücü ve nedenselleştirmeyle birlikte iş görerek alışılagelmişin dışında tepkilerin

230 (Damasio, 2006, s. 154)

231 (Damasio, Spinoza'yı Ararken: Haz, Acı ve Hisseden Beyin, 2018)

232 (Damasio, 2018, s. 7)

233 (Damasio, 2006, s. 30)

oluşabilmesini sağlar; hatta Damaiso için hisler şiir, roman, sanat gibi üst düzey bilişsel yetilere yol açmıştır.234 Duygular daha çok başkaları tarafından gözlemlenebilen, yüzde, konuşmada ve belli başlı olaylarda kendini gösteren eylem ve hareketlerken, hisler ise başkalarına kapalıdır ve zihinsel imgeler gibi işlerler. 235

Ancak Damasio’nun hisleri kişiye özgü başkalarına kapalı algılar olarak tarif etmesi hisleri bedenden bağımsız olarak gördüğü anlamına gelmez. Tersine Damasio hisleri “belirli bir bedensel durum algısının, belirli bir düşünce şekli ve belirli konularla ilgili düşüncelerle birlikte algılanması”236 olarak tarif eder. Yani en basit şekilde ifade edilecek olursa “his, bedenin belirli bir biçimde olması fikri, algısı ya da düşüncesidir”.237 Bu sistem bedensel haritalama yöntemiyle çalışır. Belli bir anda bedenin o anki mevcut durumu bedenden uyarı alan özel duyusal alanlarda haritalandırılır ve böylelikle çeşitli beden haritaları oluşturulur. Damasio’ya göre hislerin temel içeriği işte bu beden bölgelerine ve bedensel duruma ait beden haritalardır. His diye tarif ettiğimiz şey de “belirli koşullarda bedenin belirli bir açısının haritalar yoluyla elde edilen zihinsel görüntüsünün fikridir”. 238 Burada bizim için önemli olan nokta hislerin her zaman gerçek bedensel durumdan değil, herhangi bir anda oluşturulan haritalardan ortaya çıkmasıdır. Bu önemlidir, çünkü bu durum beynin “yanlış” haritalama yoluyla hisleri çarpıtabilmesini sağlar. Damasio örneğin bedensel hastalık ya da zayıflık durumunda bir oyuncunun sahneye çıktığında performans sırasında hastalık belirtilerinin ortadan kalkmasının sanılanın aksine adrenalin duygusundan değil, beyinin acı deneyimine izin veren beden haritasını saf dışı bırakabilmesine dayandırır.239 Beynin “yanlış haritalandırması”

belki de bir oyuncunun bedensel olarak gerçekten acı çekmediği halde çekiyormuş

234 (Damasio, 2018, s. 83)

235 (Damasio, 2018, s. 30)

236 (Damasio, 2018, s. 90)

237 (Damasio, 2018, s. 89)

238 (Damasio, 2018, s. 92)

239 (Damasio, 2018, s. 120)

gibi “hissedebilmesinin” de temelini oluşturuyordur. Yani oyuncu her -mış gibi yaptığı anda, beynin bu yanlış haritalandırma ve bu haritayı devreye sokabilme becerisini kullanıyor olabilir.

Bunun yanında Damasio çalışmalarında hisler ve beden imgeleri arasındaki bağlantıya da haritalandırma yoluyla açıklık getirir. Damasio’ ya göre beyin iki tür beden imgesi üretir. İlki “et”ten (flesh) gelen imge ki bu imge bedenin iç organlarının kimyasal parametrelerini haritalandıran içsel nöral örüntülerinden kaynaklanır ve örneğin acı, bulantı, ateş olarak hissedilir. Diğeri de bedenin özel duyu algılayıcılarından kaynaklı imgeler ki bu imgeler de belli beden bölümlerinin çevreyle fiziksel olarak etkileşime girdiklerinde, aktive olma durumlarına bağlı olarak oluşur240. Damasio’ya göre çevremizdeki nesneleri ve olayları algılamak ve onlara tepki vermek için bu iki çeşit beden imgesine ihtiyaç duyarız. Bu imgeler nöral yollarla beynin özel bölgelerinde haritalandırılırlar. Özetle, bedensel imgeler beyin haritalarının yani nöral örüntülerin bir toplamıdır. İster bedenin iç yapısındaki değişikliklerden isterse de bedenin çevresindeki fiziksel dünyayla etkileşiminden kaynaklansın “beynin duyusal alanlarında haritalanan ve bir düşünce formunda insanın zihninde ortaya çıkan şey, belirli durumdaki ve belirli koşullardaki bir çeşit beden yapısına karşılık gelmektedir”.241 Domasio’nun ve diğer duygu araştırmacıları duygu ve hislerin bedene olan bir şeyin “içerideki” yansımaları olması fikrini çürütür ve duygu ve hisleri beden, anlam, düşünce ya da fikirle doğrudan ilişkilendirir. Bu da oyunculuk çalışmalarında baskın olan duygulara erişimin içerden dışarı ya da dışarıdan içeri olduğu fikrini çürür.

Damasio’nun tüm bu çalışmaları ve iddiaları daha önce sözü edilen Keysers, Sinigaglia ve Rizzolatti’nin ayna nöron çalışmaları ve sonraki bölümde

240 (Damasio, 2018, s. 198)

241 (Damasio, 2018, s. 200)

ayrıntılandırılacak olan Johnson ve Lakoff’un imge şemaları ve metaforlar ile uyumlu sonuçlar doğurur. Tüm bu çalışmalardan çıkan en önemli sonuç beden ve bedenin bir parçası olan beynin, organizmayı hayatta tutmak üzere karşılıklı etkileşim halinde işlev gördükleridir. Bu durumda zihin, bedenin karşısında yer almaz, bu var kalım “mücadelesinde” organizmanın kendi içinde ve çevresiyle etkileşiminde beynin işlevlerinin sonucunda ortaya çıkan bir süreçtir zihin. Ancak bu hayatta kalma mücadelesinin insan söz konusu olduğunda artık doğada yiyecek bulmadan öte olduğu açıktır. Çünkü artık “var olmak” aynı zamanda daha üst düzey bilişsel işlevlerin sonucu olan demokrasi, adalet, evlilik (kurum olarak), matematik, sanat gibi kavramları üretmek ya da bu kavramların içinde var olmak anlamına gelir.

Bu da bedensel haritalandırma (içerden ya da dış dünyayla etkileşimden kaynaklanan) yoluyla yani sinir örüntülerinden oluşan imgeler aracılığıyla gerçekleşir. Ama ister hayatta kalmak için gerekli refleksler ya da temel yönelimler gibi birincil seviye bilişsel işlevlerden söz ediyor olalım istersek de daha karmaşık kavramsal soyutlamalardan, yapılan tüm bilimsel çalışmaların ortaya koyduğu şey fail ya da birey dediğimiz şeyin tamamlanmış katı bir yapı olmadığı, doğuştan getirilen motor becerilerin çevreyle etkileşimi sonucu oluştuğu, değişip dönüştüğü ve bu dönüşümün hayat boyu devam ettiğidir. Bu sürekli oluşumu sağlayan “beden”

değil, Husserl’den bu yana Merleau-Ponty, Johnson- Lakoff, Maxime Sheets-Johnstone ve pek çok fenomenologun, enaksiyon teorisyenin de vurguladığı gibi

“hareket halindeki beden”dir. “Zihin sürekli var olmaya devam eder, çünkü onu sürekli içeriklerle besleyen bir beden vardır”.242

242 (Damasio, 2018, s. 210)