• Sonuç bulunamadı

B. Eski Ahid’de Vahiy

1.2. İTİKATTA SIFATLAR VE KELÂM

1.2.1. Mu‘tezile’nin Allah’ı Tenzihi ve Sıfatlara İtiraz

Mezheplerin ihtilaf etme sebeplerinden biri olarak Kur’an-ı Kerim’in manası anlaşılmayan müteşâbih âyetleri gösterilir.142 Bu alanda en önemli ihtilafın; Kur’an’ın, tenzih âyetlerine muhalif olarak teşbih unsuru içeren âyetleri hakkında olduğu söylenebilir. Bu konuda kayda değer en önemli tartışmalar ise, Mu‘tezile ile, Mu‘tezile’nin zındıklara karşı iki asır mücadeleden sonra zayıfladığı bir sırada İslâm’ı savunmak için bayrağı ele alan ve selefin fikirlerini canlandırdıkları için Ehl-i Sünnet diye kabul edilen mezhepler arasında olmuştur. Ehl-i Sünnet sadece sapık fikirlerle değil; Abbasi halifeleri Memun, Mutasım ve Vâsık dönemlerinde siyasi otoriteyi kullanarak selefin yolunda olan karşıt fikirli hadîs ve fıkıh âlimlerine yaptıkları baskı ve zulüm nedeniyle Müslümanların antipatisini kazanmış olan Mu‘tezile ile de mücadele etmiştir.143

Ehl-i Sünnet’in Mu‘tezile’den ayrıldığı temel hususlardan olan “Allah’ın sıfatları” hakındaki görüşlerin, her iki grubun da Allah inancı hakkında Kur’an’dan çıkardığı “tevhîd” ve “tenzih” anlayışındaki farklılıktan kaynaklandığı söylenebilir. Sözlükte “bir şeyin tek olduğuna hükmetmek ve onun böyle olduğunu bilmek”144 anlamına gelen tevhîd ıstılahta, “Allah’ın zâtını bütün tasavvurlardan, zihinlerdeki hayal ve evhamdan tecrid etmek (soyutlamak)” demektir.145 Tevhîd üç şekilde olur: Yüce Allah’ın ulûhiyetini tanımak, birliğini tasdik etmek, O’na hiçbir eş ve ortak kabul etmemek.146 Tenzih ise, sözlükte “arındırma, takdis”147 anlamlarına gelir. Yani Allah, zât ve sıfat açısından bütün mahlûkata benzerlikten uzaktır.148 Dinî bir kavram olarak tenzih, Allah’ı insana özgü niteliklerden uzak tutmak demektir.149 Bu da Allah’ın zâtı, sıfatları, fiilleri ve isimleriyle birlenmesi ile olur.”150 Ehl-i Sünnet’in tenzih ile ilgili

142

Ebû Zehra, s. 18.

143 Ebû Zehra, s. 184, 209. 144 İbn Manzûr, III, 449.

145 İbn Manzûr, III, 449-451. “Tevhîd” kavramıyla ilgili geniş bilgi için bk. Muhammed Ali b. Ali

Tahanevî, Kitâbu Keşşâfi Istılahâti’l-Funûn I-II, Dâru Kahraman, İstanbul 1984, II, 1368-1370.

146 Tevhîdin maksadı için bk. Îcî, s. 228-229. 147 el-İsfehânî, s. 514.

148 İbn Manzûr, XIII, 548; bk. Teftâzânî, Sa‘duddîn Mes‘ûd b. Ömer, Şerhu’l-‘Akâidi’n-Nesefiyye, (thk.

Taha Abdurraûf), Mektebetü’l-Ezheriyye, Mısır 2000, s. 49.

149 Tenzihin maksatları için bk. Îcî, s. 270-271.

150 İbn Ebu’l-‘İzz, Ali b. Ali. b. Muhammed, Şerhu’t-Tahâviyye fi’l-‘Akîdeti’s-Selefiyye, Dâru’l-Fikir,

günümüzde kabul görmüş olan yaklaşımını yansıtan bu tarif, sözlük anlamı ile aynı olmakla birlikte kavram olarak Mu‘tezile için aynı anlamı ifade etmiyordu. Mu‘tezile’ye göre tenzih, Allah’ın zatından başka bir kadîm kabul etmemek ve Allah’ı yaratıklarda bulunan bütün nitelemelerden uzak tutmaktı. Bu da sıfatların reddedilmesini gerektiriyordu. Ezelî sıfatların varlığını kabul etmek, Allah’dan başka “kadîm”ler kabul etmek olduğundan, tevhîd inancına aykırı idi.151 İmam Mâturîdî, ezelî sıfatları kabul etmekle birlikte, sünnî imam Eş’arî’den farklı olarak -Mu‘tezile’nin bu konudaki eleştirilerine maruz kalmamak için ya da Mu‘tezile’nin bu fikirlerini tamamen reddedemediği için olabilir- sıfatların Allah’ın zatından başka bir şey olmadığı görüşüyle152 Mu‘tezilî görüşe yaklaşmıştır. Ancak Mu‘tezile, böyle bile olsa ezelî sıfatları kabul etmemiş ve bunların Allah’ın fiillerini anlatan isimleri olduğunu söylemiştir. Gazzâlî de Mu‘tezilîlerin, Allah’ın âlim ve kadir olduğunu kabul ettiklerini, ancak bunları Allah’ın zâtına ilave birer sıfat olarak kabul etmediklerini söyleyerek ihtilafın sadece lafzî bir ihtilaf olduğunu savunmuştur.153

İtikatta Allah’ın sıfatları ile ilgili tartışmalar, Müslümanların felsefe ile tanışmalarıyla başlamıştır. Daha önce ise sahabe-i kiram döneminde, kader konusunun içinde Allah’ın kudreti ve insanın kudreti konusu konuşulmuştu. Hatta Emevilerin ilk döneminden son dönemine kadar şekillenerek bir mezhep olan ve kader konusunda “İnsanın ne bir iradesi vardır ne de bir fiili.” düşüncesinden dolayı “Cebriyye” olarak isimlendirilen mezhebin bu görüşüne, daha Kur’an inerken müşriklerin inanışlarında rastlarız. Kur’an müşriklerin cebrî kader anlayışlarına cevaplar verir.154 Cebriyye’nin, Emeviler’den Mervanoğullarının son dönemlerindeki savunucusu Cehm b. Safvan; kader konusunun yanında sıfatlar konusunda da görüşler belirtmiştir ve bu konudaki görüşlerine başka mezhepler de katılmıştır. Cehm’in iddiasına göre Allah’ın kelâmı kadîm değil, hâdistir. Kur’an’ın mahlûk olduğu yönündeki Mu‘tezilî görüşün kaynağının da bu olduğu söylenir. Yine Cehm’e göre, Allah herhangi bir sıfatla tavsif

151 Teftâzânî, Şerhu’l-‘Akâidi’n-Nesefiyye, s. 53. 152

Nûreddin es-Sâbûnî, Mâtürîdiyye Akaidi, (çev. ve notlandıran: Bekir Topaloğlu), DİB. Yay., Ankara 2000, s. 71.

153 Gazzâlî, Feysa’l-el-Tefrikâ beyne’l-İslam ve el-Zenâdıka, s. 132. 154 bk. 6. En’âm: 148.

edilemez. Mesela o, Allah’a “dirilik” ve “ilim” sıfatını vermez ve der ki: “Ben Allah’ı

yaratılmışlarda bulunan bir sıfat ile sıfatlamam.”155

Sıfatlar ve kelâmullah konusunda Cebriye ile aynı görüşleri paylaşan Mu‘tezile mezhebi de bazılarına göre Hz. Ali taraftarlarından bir grubun siyaseti bırakarak kendilerini itikadî meselelere vermeleri sırasında ortaya çıkmıştır. Daha da ilginci; Selefîlerin, kendilerinin ilk Müslümanların takipçileri olduklarını söylemeleri gibi Mu‘tezilîler de Zeyd b. Ali gibi Ehl-i Beyt’ten pek çok kimsenin kendi mezheplerine mensup olduğunu ve çoğunluğun bu mezhebin başı olarak kabul ettiği Vasıl b. Ata’nın da, onun ayrıldığı hocası Hasan-ı Basrî’nin de Ehl-i Beyt’ten pek çoğunun mezhebi olan Mu‘tezile mezhebinin takipçileri olduğunu iddia ederler.156 Mu‘tezile’nin kendi yöntemlerini filozofların yöntemleri ile geliştirmesi, Vasıl b. Ata’dan yaklaşık bir asır sonra, Me’mun zamanında Yunan felsefesinden yapılan tercümeler ile olmuştur.157 Yoksa Mu‘tezile, ortaya çıkışı itibariyle yabancı tesirlerin bir sonucu değildir. Ne var ki Mu‘tezile mezhebi, müslümanların Yahudî, Hıristiyan ve felsefî düşünce ile tanıştıkları bir zamanda ve eski medeniyetlerin kaynaştığı bir mekânda; zındık ilan edilen Mücessime (Allah’a cisim isnat eden) ve Rafizîler (Allah’ın bazı imamlara hulul ettiğine inananlar) ile, İslâm’a hücum eden filozoflara karşı kendini İslam’ı savunmaya adamıştır. Bu şartlar Mu‘tezile’yi zındıklarla ve filozoflarla mücadelede, nassın olmadığı konularda aklî metodu kullanmaya sevk etmiştir. Bu arada akıl alanındaki boşlukları doldurmak ve filozoflara onların silahları ile karşılık verebilmek için Yunan felsefesini incelemiş ve bu felsefeden etkilenmişlerdir. İşte bu bağlamda mezhep prensipleri şekillenen Mu‘tezile’nin temel prensibi, Allah’ı yaratıklara benzemekten ve âcizlikten tenzih eden “tevhîd (Allah’ı birleme, tekleme)” esası olmuştur. Bu prensibe dayanarak Allah’ın sıfatlarının zâtından ibaret olup başka bir şey olmadığını, aksi takdirde sadece Allah’ın zâtı için söz konusu olan “kadîm”liğin çoğalacağını ve bunun

şirk olduğunu, bu bağlamda kelâmullah (Kur’an)ın da kadîm olmadığını savunmuşlardır. İşte Mu‘tezile’nin gerek Mecusi, dualist, heva ve hevesine uyan sapıklarla; gerekse fıkıh ve hadîs âlimleri ve İmam Eş’arî ile İmam Mâturîdî’yle yaptıkları tartışmalardan, Allah’ın sıfatları gibi itikadî konuları ele alan kelâm ilmi

155

Bilgiler için bk. Ebû Zehra, s. 124-130.

156 Ebû Zehra, s. 154-155.

157 Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîm, el-Milel ve’n-Nihâl, (thk. Muhammed Abdulkâdir),

doğmuştur.158 Burada Mu‘tezîli âlim Kâdî Abdulcebbar’ın, Allah’ın kelâmını tevhîd ile ilgili konularda değil de Allah’ın yapmasının câiz olup olmadığı hususları içeren “adalet” konusu içerisinde değerlendirdiğinin belirtildiğini de söylemek gerekir.159