• Sonuç bulunamadı

B. Eski Ahid’de Vahiy

2.2. KUR’AN’IN MAHİYETİNE DAİR MODERN YAKLAŞIMLAR VE

2.2.1. Kur’an Tefsiri, Akıl ve Bilim

İnanç hususlarını “akılcılık” ile izah eden modern dönem mütefekkiri Abduh; Kur’an’ın, diğer kutsal kitapların metodundan farklı olarak dini herkesin kabul edebileceği bir yol ile, aklın hükümlerine uygun olarak açıkladığı ve din ile aklın ilk kez Kur’an dili ile kardeş oldukları görüşündedir. Herkes anlasın diye Kur’an’ı pratik bir usûl ile açıklamaya çalışan Abduh’un, Emin el-Hûlî’nin yanında tefsire tek gerçek yenilik getiren kişi olduğu kabul edilir. Abduh’un, Kur’an’ın tefsirinde, Kur’an’ın dışındaki malzemeyi kullanmada tereddütlü olduğu ve Kur’an’ın açıklamadığı hususları anlamaya çalışmaya da gerek olmadığı ilkesini benimsediği belirtilir.336 Nitekim Abduh, müfessirlerin Kur’an’ı nasıl anladıklarından değil, Kur’an’ın ne anlattığından sorumlu olduğumuz görüşündedir.337

Abduh, dinler arasındaki farkı insanların tekâmülüne bağlayarak izah eder. Buna göre önceki dinler, insanlar aklen henüz olgunlaşmadıkları için akla hitap etmemişlerdir. Evvelki dinler, insanları, manalarını anlamasalar da kesin emir ve nehiylerle kendilerine

333 Jansen, s. 35.

334 Bu konuda Malik Binnebî’nin düşünceleri için bk. Binnebî, s. 21, 24.

335 es-Sabbağ, bu konu ile ilgili çalışmasında, bunu sadece önermekle kalmamış; güzel bir tefsir usûlü

araştırması da sunmuştur. Öneri için bk. es-Sabbağ, s. 13.

336

Jansen, s. 59, 62, 71. Abduh’tan önceki Kur’an yorumu, akademik bir çaba olarak değerlendirilir. Belirtildiğine göre bu devrede halk Kur’an’ı yüzünden okuyor, hutbe ve vaazlarla irşad ediliyor, sorularını fâkihlere soruyorlardı. bk. Cündioğlu, s. 135.

bağlarken Hıristiyanlık ile kalplere hitap edilmiş ve insanlar zühde davet edilmiş, nihayet din ve akıl ilk kez Kur’an ile kardeş olmuşlardır. Bu görüşü doğrultusunda inanç hususlarını “akılcılık” ile izah eden Abduh’un akılcı yaklaşımı, İslâm akaidine uymayan kimi yorumlarından dolayı aşırı bulunur ve eleştirilir. Bütün bunlarla birlikte Abduh; Allah’ın sıfatları gibi kelâmda mezhepler arasında tartışmalara yol açan, aklın nüfuz etmeye muktedir olmadığı konuların üzerinde durulmaması gerektiği, bu konulardaki fikirlerin ilâhî nasslarla ispatlanmaya çalışılmasının bile aklın zayıflığını gösterdiği görüşü ile akla sınır çizer ve selefe yaklaşır; aklın tek başına kişiyi saadete götürmeyeceğini belirtir.338

Abduh ve öğrencisi Reşîd Rızâ’nın akla dayalı metodunun, klasik tefsir usûlüne yeni bir anlayış getirme kaygısı taşıması yönüyle takdir edilir olmakla birlikte metot olarak fazla bir şey vadetmediği339 görüşünde olan Malik Binnebî de Müslüman gençlerin mekteplerde kartezyen görüşü ile eğitildiği, pozitivizmin istilâsındaki modern çağımızda, aklî metodlar üzerine kurulu bir tefsir anlayışının ve çalışmasının gerekliliğine vurgu yapar. Müsteşriklerin modern bilim teknikleri ile İslâm’a ve Kur’an’a hücum etmelerinden önce Kur’an mucizesinin en mühim delilini, Allah kelâmının insan sözü yanındaki ulviyetinde bulduğunu ve o ana kadar tefsir ilminin, Kur’an mucizesine aklî bir delil bulmak istediği zaman daima üslup kıyaslamalarına başvurduğunu, fakat mevcut durumun Kur’an mucizesinin aklî delillerini bulmamızı gerektirdiğini ve istikbalin tefsircisinin lisan bilgisinin yanında pek çok arkeolojik malûmata (Kitab-ı Mukaddes’e ait bütün vesikalar) sahip olması gerektiğini söyler. Böylece akrabalıkları olan kutsal kitapların benzer noktaları ve ayrıldıkları hususlar görülecek, bu durum hem Kur’an’ın diğer kitaplar gibi ilâhî olduğunun delili olacak, hem de Kur’an’ın kendine has simasını ortaya koyacaktır. Düşünür, bu hususta yaptığı

338 Görüşler için bk. Abduh, Tevhîd Risâlesi, s. 67-201. Burada Abduh’un, önceki dinlerin akla hitap

etmedikleri şeklindeki düşüncesinin haksız bir genelleme olduğu söylenmelidir. Ancak belki, önceki dinlerin aklın yanında daha çok duygulara hitap ettiği söylenebilir.

339 Abduh tefsirde aklı esas almış, ne var ki pozitivizmin etkisindeki aklı ile yaptığı yorumları nedeniyle

eleştirilmiştir. Nitekim akıl, her türlü etkiden uzak, bağımsız ve nesnel bir yorum üreticisi değildir. Abduh modern bilimsel verilere aykırı düşmeden yapığı tefsirinde örneğin, “cinler” için mikroplar (bk. Muhammed Abduh-Reşid Rıza, Tefsîru’l Menar, Mektebetü’l-Kahire, Mısır 1960, III, 94-96); nur için “elektirik” (bk. Abduh, Tefsîru’l Menar, I, 176) açıklamasını yapar. Sihir için ise aslının olmadığını, bir yanıltmaca olduğunu söyler. bk. Abduh, Tefsîru’l Cuz’ı ‘Ammâ, el- Matbaatu’l-Amiriyye, Kâhire 1322, s. 181-183. Amacı Kur’an’ın modern bilim yoluyla yalanlanmasının önüne geçmektir, yoksa Kur’an’ın bilim veya tarih kitabı olmadığını ve âyetlerden, bilimin keşfettiği şeylere delâlet aramanın gereksiz olduğunu düşünür. Ona göre Kur’an insanlara hidayet yollarını gösteren bir kitaptır. bk. Abduh, Tefsîru’l

“Kur’an’ı Kerim Mucizesi” adlı çalışmasında, Kur’an’ın ilâhî bir menşei olduğunu; aklî ve müspet delillerle ve Kur’an ile Tevrat’ı bir mukayese örneği ile ortaya koymaya ve Kur’an’ın maziyi, tüm zamanları kuşatan gayri şahsî bir kitap olduğunu ispatlamaya çalışır.340

Tefsirde, ilim erbabına değil halka yönelik tefsir yapmayı hedefleyen akılcılıktan daha farklı bir çizgide yol alan ve amacı daha çok Kur’an’ın mucizevî yönlerini, belâgatındaki mükemmelliği de vurgulamakla birlikte bunun haricinde de göstermeye çalışmak olan bilimsel tefsir anlayışının temellerine ilk dönemlerde rastlandığı belirtilir.341 Bu tefsiri, Kur’an’ın, dinî, dünyevî bütün ilimlerin kaynağı olan bir nehir olduğu ve bu nehre (Kur’an’ın anlamlarına), Kur’an’dan çıkarılmış ilimlere çalışanların ulaşacağı görüşleri ile Gazzâlî’de de görürüz. Gazzâlî’nin bu konu ile ilgili çalışmasında, tefsirin amacının ideal insan tipi yaratmak değil kelâmın mütekellimini tanımak, yani “mârifetullah”a ulaşmak olduğu; böylece Kur’an’ın rehber olmaktan çıkıp Zât-ı Mutlak’a ulaştıran şifreler, semboller halini aldığı belirtilerek eleştirilir.342 Yine Gazzâlî’nin söz konusu fikirlerine göre Kur’an’ın özüne herkes değil “Sırât-ı Müstakîm” (tasavvuftaki sulûk)’e girenler ulaşabilir. Bu ise, kabuk ilimleri olan dil ile ilgili ilimlerin yanında, öz ilimlerin en alt tabakasında bulunan ve en önde gaye olan “mârifetullah”a ulaştıran araç ilimleri; fıkıh, kelâm ve kıssalar ilmini bilmeyi gerektirir. Sulûk ehli, ahireti imar ile meşgulken zâhir ehli olan avam, sulûk ehli için dünyayı imar etmekle meşguldürler. Sonuçta sulûk ehlinin mükâfatı ahirette “rü‘yetullâh” iken, berikilerin mükâfatı sadece cennetin maddî nimetleridir.343 Böylece Kur’an’ın en üstün gayesi “mârifetullah”a ve ahiretteki esas mükâfata ulaştırmak olmuş olur ki modern yaklaşımlarda bu düşüncenin yerini de insanın kendini aşan bir alan olan “mârifetullah”a ulaşmak ile değil, emredildiği üzere dünya hayatını imarla sorumlu olduğu düşüncesi almıştır. Kur’an’ın, Allah hakkındaki anlayışları reforme etmek kadar, insan hayatını da reforme etmek için gönderildiğini vurgulayan Fazlur Rahman, Kur’an’ın temel öğretilerinin, tarihsel sürecin çevresine bağladığı süreçten dolayı unutulduğunu; yapılması gerekenin, metnin ne olduğu, ne hakkında olduğu ve ne

340 Görüşler ve Kur’an ile Tevrat’ta geçen Yusuf kıssasının mukayesesi için bk. Binnebî, s. 9-24, 132-

186.

341

Bilgiler ve bilimsel tefsirle ilgili İbn Abbas’a dayanan bir tefsir ile, eski tefsirlerden örnekler için bk. Jansen, s. 88, 107-109.

342 Ebû Zeyd, s. 300.

yapmak istediğinin belirlenip ona göre bir tefsir yapmak olduğunu belirtir. Ona göre insanın en temel görevi, ilâhî emre uyarak ahlâkî mücadele vermek ve ahlâken gelişmektir ki bu da Allah inancının sadece zihinsel olarak değil kalben de benimsenmesini gerektirdiği için Kur’an, Allah’ın birliği üzerinde çokça durur.344