• Sonuç bulunamadı

B. Eski Ahid’de Vahiy

1.3. KELÂMULLAH TARTIŞMALARI VE KUR’AN

1.3.2. Kelâm Tartışmaları Bağlamında Kur’an’ın Mahiyeti

Tarihte Kur’an’ın mahiyeti hakkında söz konusu olan ve Kur’an’ın ezelîliği ile hâdisliği mevzularına varıp burada odaklaşan tartışmalar, ilâhî sıfatlar bağlamında “kelâm”ın konuşulmaya başlanmasıyla zuhur etmiştir. İlk etapta “ezelî sıfatlar” anlayışında yerini alan “kelâm” sıfatı ile birlikte Kur’an’ın ezelî bir tarafı olarak nefsî kelâm konusu gündeme gelmiş, Kur’an’ın mahiyeti hakkındaki konuşmalar ise daha sonra başlamıştır. Bu konuların gündeme gelmesinden önce ise Kur’an hakkında Kur’an’dan kaynaklanan “âlemden önce Levh-i Mahfuz’da yaratılmış Kur’an” inancının hâkim olduğu iddia edilir.216 Buna mukabil, ilk dönem selef âlimlerinin; Kur’an’ın yaratılmış olmasının, onun bir kelâm olarak Allah’a nispetine engel olacağı düşüncesinden dolayı, Kur’an’ın mahlûk yani muhdes olduğunu söyleyen kimsenin kâfir olacağı düşüncesinde oldukları nakledilir. Belirtildiğine göre bu dönemde “yaratılma” kavramının çağrıştırdığı ilk husus, hâdislik ya da ezelîlik değildir.217 Burada, daha önce de değinildiği gibi her mezhebin kendini ilk dönem Müslümanlarının izinden gidenler olarak tavsif ettiği ve bu tavsif ile meşhur olan Selef’in görüşlerinin gerçekten ilk dönemdeki inanışları yansıtmayabileceği söylenmelidir. Nitekim bahsedildiği üzere özellikle inanç alanına giren tartışmalar, sonraki yıllarda ortaya çıkmış; tartışılan konularda Hz. Peygamber’den ve diğer sahabeden yapılan nakiller

214 Ehli Sünnet; düşünme Allah için muhal olduğundan Allah’ın yaratması ile ilgili takdirini, düşünerek

değil, ilmi ile yaptığı görüşündedir. bk. Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyin, Mefâtihu’l-

Ğayb I-XXXII, Dâru’l Fikir, Beyrut 1990, VIII, 59. Eğer ilâhî kelâmın lafzî takdiri de ilim sıfatıyla ise;

Mu‘tezile’nin savunduğu gibi, sıfatları çoğaltmak gereksizdir. Allah âlim ve kadirdir derken iradesini de, yaratmasını da, kelâmını da, işitmesini ve görmesini de kastetmiş oluruz.

215 Teftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd I-V, (thk. Abdurrahmân Umeyrâ), Âlemu’l-Kütüb, Beyrut 1998, IV, 161. 216 bk. Wolfson, s. 182.

varsa218 bunlar her mezhepçe kendi görüşleri doğrultusunda yorumlanmış; hatta mezhebî kaygılarla hadisler uydurulmuştur. Örneğin; Kur’an’ın mahlûk olmadığını ifadeyle Hz. Peygamber’e nispet edilen “Allah’ın kelâmı olan Kur’an mahlûk değildir. Mahlûk olduğunu söyleyen kâfirdir.”; “Kur’an Allah’ın kelâmıdır, hâlık ve mahlûk değildir. Kim aksini iddia ederse Allah’ın Muhammed’e indirdiğini inkâr etmiş olur.”; “Bana Allah’ın kelâmı, gayr-ı mahlûk olan Kur’an nazil oldu.” gibi hadis metinlerinin sened açısından zayıf olduğu, içerdikleri haberlerin de Hz. Peygamber hayattayken bu konular konuşulmadığından Peygamber’e nispetinin mümkün olmadığı belirtilir.219 Metinlerdeki söylemlerin koyu bir mezhepçiliğin eseri olduğu aşikârdır. Belirtildiğine göre Hz. Peygamber’den Kur’an’ın mahlûk olup olmadığına dair kesin ifade içeren sahih bir hadis de yoktur.220

Yaratılmamış Kur’an inancının ilk dönemden beri mi olduğu yoksa sonradan mı ortaya çıktığı bilinmez; ama yaratılmamış Kur’an inancına karşı tepkilerin, sekizinci asrın başlarında Ca’d b. Dirhem ve Cehm b. Safvân’a kadar görünmediği belirtilir. Kur’an’ın yaratılmışlığı konusunda ise en eski tarih olarak İbn Esîr’den yapılan bir nakle göre Hz. Muhammed’in çağdaşı, Yahudilikten dönme bir müslüman (Lebîd el- A’sam)ın yeğeni olan Talûb, Tevrat ile ilgili Lebîd’den öğrendiklerinden hareketle Kur’an’ın yaratılmışlığı ile ilgili bir kitap yazar ve yazdıkları yaygınlaşır.221

Mu‘tezile’ye göre kelâm, Allah’ın irade gibi bir fiili olduğundan Kur’an’ın yaratılmış olmasından anlaşılan şey, Kur’an’ın Allah’ın bir maksat ve illete göre takdir ettiği fiili olduğudur. “Halk (yaratmak)” fiilinin sözlük anlamı da eksiksiz, tam ve güzel yapmaktır. Ancak Ehl-i Sünnet âlimlerinin “halk” kelimesinde mevcut olan “uydurma, yalancılık” anlamlarından dolayı Kur’an’ın lafzı için mahlûk değil muhdes demeyi uygun buldukları, hatta bazı Mu‘tezîli âlimlerin de bu kavramı kullandıkları belirtilir.222

Ehl-i Sünnet’e göre Kur’an Allah’ın kadîm kelâmıdır: “Kur’an ve dolayısı ile ilâhî kelâm, Allah’ın kadîm bir sıfatı olan kelâm-ı nefsî ile, sûre ve âyetlerden terekküp

218 Hz. Ali’nin hakem olayında, “Allah’a yemin olsun ki ben bir mahlûku hakem yapmadım. Sadece

Kur’an’ı hakem yaptım.” demesi ve sahabenin bu sözlere itiraz etmemeleri, Kur’an’ın yaratılmamışlığına

delil getirilir. Kaynak için bk. Öge, s. 146. Hz. Ali bu sözü, herhangi bir şeye değil, Allah’ın kitabına göre hareket ettiğini ifade için başka bir şekilde söylemiş olabilir.

219

Hadisler, kaynakları ve değerlendirme için bk. Öge, s. 146-147.

220 Talat Koçyiğit, Hadisçilerle Kelâmcılar Arasında Münakaşalar, Ankara 1989, s. 184. 221 Wolfson, s. 184, 203.

etmiş olup yaratılmışların telif ettiği cinsten olmaksızın, Allah’ın yaratmış olduğu ve böylelikle sonradan oluşan kelâm-ı lafzî arasında müştereken gerçekleşen şeyin

ismidir”223 tarifinde, Ehli Sünnet’in ilâhî kelâm ile sadece ezelî manaları değil manaya

delâlet eden lafızları da kastettikleri görülür. Kadîm sözlükte “eski, evveli olmayan, her

şeyin önü ve evveli, varlığı için başlangıcı ve bekası için sonu olmayan şey”224 demektir. Istılahta ise “Allah’ın evvelinin, başlangıcının olmadığını, yaratılmadığını ve ezelî olduğunu ifade eden zâtî sıfatı”225 iken ayriyeten Allah’ın diğer sıfatları için de “ezelî” anlamında bir sıfat olarak kullanılagelmiş; bu bağlamda, kadîm olan kelâm sıfatına bağlı olarak Kur’an için de, Kur’an’ın kendisi için böyle bir tavsifi olmamasına rağmen, kadîm denmiştir. “İlâhî kelâm” ve “kadîm” lafızlarının tariflerine bakacak olursak hâdis olan Kur’an lafızların nasıl aynı zamanda kadîm olduğu sorusu akla gelmektedir. Gazzâlî, selefin bizzat kendileri de dâhil olmak üzere gerek seslerinin, gerek okumalarının ve gerekse fiillerinin bütünüyle mahlûk olduğunu bildikleri halde, Yüce Allah’ın kelâmı olan Kur’an’ın mahlûk olmadığına dair söylemlerinin, Kur’an’ın kadîm olan kelâma delâlet etmesi anlamında olduğunu söyleyerek bu soruya cevap verir ve sünnî “ilâhî kelâm” tarifini izah eder. Belirtildiğine göre “kadîm” lafzı müşterek bir lafız olup bu lafızla kastedilen mana, okunan şey (makrû)dir. Bu lafız ile, kadîmlikle bağdaşmayan vasıfları haiz Kur’an ibareleri için kullanıldığında “kıraat (okuma)” fiili kastedilir ki bu durumda kıraat makrûya delâlet eder bu nedenle kadîm olmasa da onun için de kadîm denir. Zira isim müşterek olduğu zaman tenakuz mümteni olur (çelişme olmaz). Bu durumda “Kur’an mahlûk değildir,” sözü ile “Kur’an kadîm olan için söz konusu olamayacak olan mucize olması yönüyle Allah’ın bir fiilidir” sözü arasında çelişki yoktur.226 Ebû Hanîfe’nin şu sözleri bu konuya iyice açıklama getirir: “Kur’an Yüce Allah’ın kelâmıdır, mahlûk değildir; Peygamber’e (a.s) vahyi ve indirdiğidir. O Allah’ın hakikî bir sıfatıdır, mushaflarda yazılmış, dillerle okunmuş, zihinlerde ezberlenmiş fakat bunların hiçbirine hulûl etmiş değildir. Mürekkep, kâğıt, yazı ve okuma mahlûktur. Çünkü bunlar kulların fiileridir.” İmam sözlerinin devamında Kur’an’ın mahlûk olduğunu söyleyen kişinin Allah’ı inkâr etmiş olacağını, Kur’an’ı

223

Teftâzânî, Şerhu’l-‘Akâid, Bahar Matbaası, İstanbul 1973, s. 95.

224 Gazzâlî, Düşünme Konuşma ve Söz Üzerine, s. 86; Dini Kavramlar Sözlüğü, s. 353. 225 Dini Kavramlar Sözlüğü, s. 353.

teşekkül eden harf, kelime, âyet ve manaların insanların ihtiyacı için bahis konusu olduğunu söyler.227

Mu‘tezile, Ehli Sünnet’in Kur’an’ın nefsî kelâm yönüyle ezelî olduğu iddiasına, Kur’an’daki mahlûk kelâma has olan haber ve hitap sigaları başta olmak üzere pek çok delil ile karşı çıkmış,228 karşılık olarak Ehli Sünnet Kur’an’ın ezelîliğini ispat için varlık mertebelerini delil getirmiştir. Buna göre Kur’an’da haber ve hitapların olması ve Kur’an’ın işitme, ezberleme, yazılma gibi vasıflarla sıfatlanmış olması onun mahlûk olmasını gerektirmez. Zira herhangi bir şeyin vücut bulması dört farklı mertebede gerçekleşebilir: Reeller âlemi, zihinler âlemi, ifade ve yazı. Yazı ifadeye, ifade kavramsala, kavramsal da reel olana delâlet eder. Buna göre Kur’an’ın aynî yani asıl vücudu, ezelde reeller âleminde; zihnî vücudu, hafızalarda; lafzî vücudu, ibarede; resmî vücudu ise yazıdadır.229 Bu görüşlere göre, mahlûk olan her şey için bu varlık düzeylerinin olabileceği söylenebilir. Bu konuda, manalar olarak ezelde mevcut oldukları için bütün mevcudâtın ezelî olduğunu düşünen filozoflar ya da benzer düşüncelerle her şeyi Allah’la bir kabul eden panteist yaklaşımlar yok değildir. Yine bu yaklaşımla Hıristiyanlar da bir türlü izah edemedikleri İsa’nın hem tanrısal hem de bedensel tabiatını açıklamaya girişebilirler ki buna benzer savunmalarına değinilmişti.230 Ayrıca Kur’an’ın mahiyetini varlık kategorilerine göre açıklayan bu izahta, Kur’an dilsel bir metin olmanın ötesinde farklı boyutlarda varlığı olan bir şey olarak değerlendirilmektedir. Hâlbuki Kur’an; dilsel olan bütün varlıklar gibi hafızada, dilde ve yazıda mevcut olan bir sözdür ki bu sözün ilk kaydedildiği yer, her şeyin kaydedilmiş olduğu Ana Kitap (Levh-i Mahfuz)’tır (43: 4).231 Kur’an’ın ifade ettiği manaların delâletinin ise hariçte bir mevcudiyeti olabilir ki bunlar da Allah’ın ilminde mevcuttur. Kur’an’ın “Fakat Allah, sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna

şahitlik eder...” (4-166) âyeti de buna delâlet eder. “Böylece biz onu (Kur’an’ı) Arapça

bir hüküm olarak indirdik. Sana gelen bu ilimden sonra eğer sen onların heva ve

227 Beyazîzâde, s. 98.

228 Ayrıntılı bilgi için bk. Çağıl, s. 36-39. 229 Teftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, I, 342-344.

230 Wolfson, Müslümanların inancındaki ezelî kelâmın Levh-i Mahfuz’da kitaplaşması ile İsa’nın

bedenleşmesi arasında benzerliğin olduğunu iddia ederken, müslümanların ezelî kelâmın Levh-i Mahfuz’daki varlığının ne şekilde olduğunu açıklayamadıklarını; Hıristiyanlıkta ise ezelî Baba’nın Oğul’u Apolojistlere göre doğurduğu, Arius’a göre ise yarattığı inancının olduğunu belirtir. bk. Wolfson, s. 188-189.

231 Kur’an’ın Levh-i Mahfûz’daki kaydı dilsel olmayabilir ama bu durum Levh’te kayıtlı olduğunu

heveslerine uyarsan, Allah tarafından senin için ne bir dost vardır, ne de bir koruyucu.” (13: 37) âyetinde de Kur’an’dan bahsedildikten sonra, Peygamber ona gelen bu ilim (Kur’an)den sonra yanlış yolda olanlara uymaması konusunda ikaz edilmektedir. Burada Kur’an için; ilim, bilgi ismi kullanılmaktadır. Yine Kur’an’da çok kere geçtiği üzere Allah’ın Kur’an ve diğer kitapları peygamberlerine öğretmesi232 de ilâhî kitapların öğrenmeye konu olan bir alan ile alakalı olduğunu gösterir. Yani “öğretme” fiili kelâmın ilme taalluk ettiğinin göstergesidir.

İlâhî kelâmı ezelî bir sıfat olarak kabul eden Ehl-i Sünnet’in, okunmakta ve yazılmakta olan Kur’an’ın mahiyetini izah etmesi gerekmiş; yapılan izahta kelâmın lafzî varlığı muhdes âlemde bırakılırken manası ezelî boyuta yani bilinmezlere taşınmıştır. Buna göre lafız mananın ibaresidir.233 Böylece Kur’an, ibaresi ile muhdes, mana yönü ile ezelî; yani âdeta çift tabiatlı bir kelâm olarak kabul edilmiştir. Allah’ın ezelî bir kelâm sıfatının olması durumunda neden tekvin sıfatında olduğu gibi sıfatın eserinin tamamen mahlûk sayılmadığı ve kelâma kadîm olma özelliği verildiği açıklanmalıdır. Kur’an’ın ve diğer kutsal kitapların manaları, tek ezelî olan Allah’ın zâtından bahsettiği zaman delâleten ezelî olabilir; ancak dilsel birer metin olarak ikinci bölümde değerlendirileceği üzere zaman ve mekânla mukayyet olan Kutsal Kitapların bütün manalarının ezelî olduğunu iddia etmek ne derece doğrudur, düşünülmelidir. Ezelî olanın isminin yazıdaki varlığının ezelî olmadığı ise açıktır.234 “Ezelî manalar” anlayışına göre Allah’ın kelâmı, indirildiği topluma göre İbranîce, Süryanice ve Kur’an ile Arapça bir elbise giyerek aynı şeyin farklı formatı ile tarihe müdahale etmektedir. Hâlbuki, bütün Kutsal Kitaplar Allah’a nispetle ve hakikatleri ilan etmeleri ile benzer iken; kelâm olarak birbirlerinden farklıdırlar. Bu fark sadece ilâhî kelâmın farklı dillerde indirilmesi değildir. Örneğin; Kur’an, diğer kutsal kitaplardan farklı olarak benzerinin getirilemeyeceği iddiası ile meydan okuyan (2: 23-24), bu nedenle de tebliğcisi Hz. Muhammed tarafından ona verilen mucize olarak tanıtılan, Allah’ın sözlerin en güzeli

232 “Rahmân, Kur’an’ı öğretti” 55. Rahmân: 1-2; “Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de

öğretmiştim” 5. Mâide: 110.

233 Buna karşılık Abdulcebbâr, ibare ile ibare olanın aynı cinsten olması gerektiğini söyler. Yani biri

kadîm iken diğeri hudûs olamaz. bk. Kâdî Abdulcebbâr, Şerh, s. 227, 228.

234 Bu konuda Abdulcebbâr, isim ile müsemmanın aynı olmadığını, örneğin Kur’an’da geçen Allah

lafzının Allah’ın zâtı olmadığını belirtir. Ehl-i Sünnet’e göre ise isim ile müsemma aynı şeydir. bk. Kâdî Abdulcebbâr, el-Muğnî, VII, s. 164, 165; Eş’arî, el-İbâne, s. 44.

olarak nitelediği (39: 23) bir kelâmdır.235 Kur’an’ın i’câzı konusu, onu Allah’ın diğer kelâmlarından da ayıran bir husus olarak236 Müslümanların ilâhî kelâm (Kur’an)a yaklaşımlarında etkili olmuştur.

Sonuç olarak Kuran’ın ezelîliğine inanmak, sıfatlara inanmanın bir parçasıdır diyebiliriz.