• Sonuç bulunamadı

“Gelişmekte olan ülkeler” olarak nitelenen ülkelerle, “İleri” Batı arasındaki eşitsiz ilişkileri göz ardı eden yaklaşımlar, modernleşme sürecinde, kitle iletişim araçlarına önemli bir işlev yüklerler. Söz konusu olan Batı’nın evrensel olarak kabul edilen “ileri” değerlerinin aktarılmasıdır. Gelişmekte olan toplumların geleneksel değerleri ve yargılarının yerlerini, Rogers’ın, “göreli üstünlük, uyumluluk, denenebilirlik, gözlenebilirlik ve daha az karmaşıklığa sahip olmak”la tanımladığı değerlere bırakmasıdır. Yeniliklerin yayılması modeli, teknolojinin toplumsal ve ekonomik dinamikler üzerinde etkili olduğu anlayışına dayanır. Araç, iletişim sürecinde kendi başına, bağımsız bir etken olarak kabul edilmektedir. Aracın içinde faaliyet gösterdiği toplumsal, ekonomik ve siyasal yapılanmalar gözden

36 A.y.

37 AKARCALI, (1997), s.18-19

38 A.g.e., s.17-19

39 KEJANLIOĞLU, (2004), s.67

kaçırılmaktadır. McQuail ve Windhall, Rogers’ın kendisinin de bu paradigmanın güncelliğini yitirdiğini anladığını ve benzer eleştiriler getirdiğini yazarlar. Onlara göre, model, neyin yararlı olduğuna karar veren üstün bir değişim ögesinin bakış açısınca düzenlenmiştir. Oysa değişim, buna gereksinim duyanlarca aşağıdan talep edilmelidir. Öte yandan, model, dışarıdan belirlenen bir rasyonellik kriteriyle, daha önceden planlanmış düz çizgisel bir rasyonel olaylar dizisi olduğunu varsayar.

Modelde, ikna etme veya tutum değişimi, “bilgi” ve “karar” arasına yerleştirilmiştir.

Karar oluşturmanın karar verici tutumun meydana gelmesinden başka dayanakları olduğunu belirten McQuail ve Windhall, tutum değişikliğinin, davranıştan önce gelmesinin tartışılabileceğini belirtir. Ona göre, çoğu kez, davranış değişikliği, kendi başına tutum değişiminin başlıca nedenidir. Ayrıca, gerçek yaşamda, karar oluşturmada fazlasıyla rastgelelik ve birçok şans ögesi rol oynar. Modelde, geri besleme halkalarına yer verilmemiş olması eleştirilir ve farklı yenilik türlerinin farklı yayılma süreçleri içerebileceği belirtilir.40

Marksizmin, üst yapı kurumlarının ekonomik alt yapılarca belirlendiği saptaması, yeniliklerin yayılmasında ve modernleşme sürecinde kitle iletişim araçlarına büyük ağırlık veren görüşe karşıdır. Marks’a göre, kültür ve ideoloji üst yapı ürünleridir ve varolan üretim ilişkilerince belirlenirler çünkü görevleri, mevcut yapının korunmasına ve sürdürülmesine yardımcı olmaktır. Bu anlamda, iletişim araçlarının gelişme/ kalkınma/ modernleşme yönünde etkileri de doğaldır ki, burjuvazinin çıkarları ya da varolan üretim ilişkilerinin gerektirdiği biçimde ve gerektirdiği kadar olacaktır. Kitle iletişiminde eleştirel yaklaşımları oluşturan görüşler de Marksizm’den esinlenmekle birlikte, ekonomik alt yapılar kadar olmasa da, kültür ve ideolojinin önemli rolü olduğunu öngörürler. Eleştirel yaklaşımların ortak noktası, kapitalist toplumda kitle iletişim araçlarının işlevinin, status quo’nun yeniden üretilmesine yönelik olduğudur.

Öte yandan, kitle iletişim araçlarına, üçüncü dünya ülkelerinin kalkınmasında önemli bir güç ve işlev yükleyen yaklaşımlar, sömürgecilik ve bağımlılık ilişkilerinin yeniden üretilmesine yardımcı oldukları için de eleştirilir. Modernleşme/kalkınma kavramlarının yerine yeni sömürgecilik ve kültür emperyalizminin konulabileceği öne sürülür. Özellikle, eski sömürgelerin bağımsızlığına kavuşmalarıyla birlikte, bunların eski sömürgecilerle ilişkileri tartışılır. Marksist bakış açısı, bu toplumların, kitle

40 McQUAIL- WINDHALL: A.g.e, s.92

iletişim araçları yoluyla, eski sömürgecilerinin izlediği gelişme çizgisinden yürüyüp, gelişip kalkınacakları görüşüne karşı çıkar. Ülkeler arasındaki eşitsiz ekonomik ve politik ilişkiler, iletişimde de dengesizliği öne çıkarır ve dengesiz iletişim olgusu, ekonomik bağımlılıklar, kültürel bağımlılıkla desteklenir ve sürdürülür.

Oskay, azgelişmiş ülkelerde, toplumsal gelişmede radyo ve televizyonun rolünü incelediği araştırmasında, öncelikle bilinmesi gereken iki noktadan söz eder.

Bunlardan ilki, bütün teknolojik araçlar gibi, radyo ve televizyonun da, hiçbir toplumda, hiçbir konuda ve hiçbir zaman, sosyal yapıdan soyutlanmış bir etkide bulunmadığıdır. İkinci nokta ise, toplumsal ve siyasal yapı değişmediği sürece, bu araçların üretici güçlerin gelişmesini kolaylaştırmakta bağımsız bir etken olamayacağı gerçeğidir. Toplumsal ve siyasal yapı değişmediği sürece, bu araçlar, var olan egemenlik yapısının pekiştirilmesi, kitlelere de bunun kabul ettirilmesi yönünde etkili olacaklardır.41 Siyasal bağımsızlığa kavuşulmasını izleyen Cumhuriyet döneminin sonlarına doğru, Osmanlı “ıslahatçılığı”nın yeniden canlandığını, ekonomik ve toplumsal yapının “onarılması” ile Türkiye’nin “Batılılaşmış” bir ülke olacağının savunulduğu, hatta bunun tek yol olarak idealize edildiğini söyleyen Oskay, yüzeysel

“ıslahat” çabalarının istenilen sonucu vermediğini belirtir. “Yarı sömürge, yarı feodal” olarak nitelediği ülkelerde, toplumsal ve ekonomik yapıyı değiştirmeden girişilecek bu çabalar, “Batılılaşmayı” değil, dış ülkelere bağlılığı arttıracaktır.

Varolan toplumsal ve ekonomik yapıyı koruyarak girişilecek modernleşme / uygarlaşma/çağdaşlaşma çabaları, geniş halk yığınları ile aydınları birbirinden uzaklaştıracak, aydınları kırgın ve umutsuz, halkı da inançsız, kuşkucu kılacaktır.

Oskay’a göre, toplum yapısı değişmediği için, “ağa” ve “esnaf” ile tefeci ilişkilerini eskisi gibi sürdürmek zorunda olan halk kitlelerini, yeniliğe düşman ve eskisinden daha tutucu olmaya zorlayabileceği, kırk yılı aşkın bir süre sonunda anlaşılabilmiştir.42 27 Mayıs hareketinden sonraki dönem içinde, 1963 yılında başlayan planlı kalkınma anlayışı çerçevesinde, modernleşme / çağdaşlaşma / batılılaşma diye ifade edilen sürecin, yüzeysel birtakım düzeltmeler ya da, görünür önlemlerle gerçekleşmeyeceği inancı güç kazanmaya başlar. Hızlandırılmış bir kalkınma süreci içinde sanayileşme hedefi savunulmaktadır. Toplumun, batıya göre daha geride olmasına yol açan yapısal özelliklerinin değişmesi, yarı sömürge, yarı

41 OSKAY, Ünsal: Toplumsal Gelişmede Radyo ve Televizyon (Geri Kalmışlık Açısından Olanaklar ve Sınırlar), SBF Yayınları, Basın ve Yayın Yüksek Okulu Yayınları, Ankara, 1978, s.65

42 OSKAY, A.g.e., s.34

feodal dönem izlerinin silinmesi amaçlanmaktadır. Yeni dönemin kalkınma algılaması, ekonomik büyüme ile toplumsal ve kültürel gelişmenin bir arada yürümesi gerektiği yolundadır. 1963 tarihli, Devlet Planlama Teşkilatı Eğitim Özel Komitesi Radyo ile Eğitim Raporu’nda savunulan görüşler, bu algılamanın bir yansımasıdır. Raporda, insan ögesinin, ekonomik değişme yönünden önem taşıdığı vurgulanarak, kalkınmanın, belli bir eğitim düzeyine erişmiş, yapıcı ve yaratıcı insanla mümkün olabileceği belirtilir.Oskay’a göre, bu görüş, Türkiye gibi ülkelerin gerçekliğiyle uyuşmaz. Ekonomik gelişmelerini tamamlamış bulunan Batılı ülkelerin, “yaratıcı müteşebbisler” ve “işadamı zihniyeti” sayesinde geliştiğini ileri süren Weber ve Schumpeter gibi bilim adamlarının görüşlerini andıran bu görüşlerin,

“azgelişmiş” ülkelerde yanlış ve yanıltıcı olmalarının başlıca nedeni, batı toplumlarının “sınaileşme öncesi” durumları ile bugünkü azgelişmiş ülkelerin

“sınaileşme öncesi” durumları arasındaki niteliksel farkı görememeleridir. 43