• Sonuç bulunamadı

feodal dönem izlerinin silinmesi amaçlanmaktadır. Yeni dönemin kalkınma algılaması, ekonomik büyüme ile toplumsal ve kültürel gelişmenin bir arada yürümesi gerektiği yolundadır. 1963 tarihli, Devlet Planlama Teşkilatı Eğitim Özel Komitesi Radyo ile Eğitim Raporu’nda savunulan görüşler, bu algılamanın bir yansımasıdır. Raporda, insan ögesinin, ekonomik değişme yönünden önem taşıdığı vurgulanarak, kalkınmanın, belli bir eğitim düzeyine erişmiş, yapıcı ve yaratıcı insanla mümkün olabileceği belirtilir.Oskay’a göre, bu görüş, Türkiye gibi ülkelerin gerçekliğiyle uyuşmaz. Ekonomik gelişmelerini tamamlamış bulunan Batılı ülkelerin, “yaratıcı müteşebbisler” ve “işadamı zihniyeti” sayesinde geliştiğini ileri süren Weber ve Schumpeter gibi bilim adamlarının görüşlerini andıran bu görüşlerin,

“azgelişmiş” ülkelerde yanlış ve yanıltıcı olmalarının başlıca nedeni, batı toplumlarının “sınaileşme öncesi” durumları ile bugünkü azgelişmiş ülkelerin

“sınaileşme öncesi” durumları arasındaki niteliksel farkı görememeleridir. 43

tercihlerine göre yönlendirirler. Ancak, özel sektör elinde de olsa, bu araçların, yaptıkları iş gereği, piyasa koşullarında çalışamayacakları kabul edilmiş ve burada da birtakım düzenlemelere gidilmiştir. Örneğin, 1927 tarihli Radyo Yasası, Amerikan Federal Radyo Komisyonu’nu, bu alanda çalışacak kuruluşlara verici yerleştirme izni vermek, vericilerin gücünü denetlemek ve yapılacak yayınların ahlaka uygunluğunu kontrol ederek, çalışma izni vermekle görevlendirmiştir.46

Kitle iletişim sistemleri, bu araçların örgütlenme biçimleri ve çalışma düzenleri incelenerek birkaç şekilde sınıflandırılabilir. Akarcalı’nın aktardığı biçimde, örneğin, Fred Sibert, Theodore Peterson ve Wilbur Schramm, iletişim sistemlerini otoriter, Sovyet-Komünist, liberal ve sosyal sorumluluk adı altında dört ana başlıkta değerlendirirler. Otoriter sistem, devlete hizmet etme amacına yöneliktir ve hükümet politikalarını destekleyici yayınlar yapar. Partiyle ve devletle bütünleşen ve propaganda işlevi üstlenen Sovyet-Komünist sistemi de, otoriter sistemin bir uzantısıdır. Bunun gibi iletişim özgürlüğüne dayalı liberal sistem, üçüncü kişilerin zarar görmesini önleme kaygısı taşıyan sosyal sorumluluk sistemine dönüşebilir.

Raymond Williams, kitle iletişim araçlarının, toplumu yöneten bir azınlığın aracı olup, iktidarın sözcülüğünü yaptıkları otoriter sistemler ve iktidar sahiplerinin yönetme hakkına sahip olduğu ancak denetimli olarak karşıt görüşlere de hoşgörü ile bakabilen paternal sistemler yanında, ticari ve demokratik sistemlerden söz eder.

Paternal sistemde, kitle iletişim araçları, toplumu koruma ve doğruları gösterme amacı ile yönlendirilebilirler. Demokratik sistemlerde ise, haber alma ve verme hakkı, temel haklardandır ve azınlıklar aleyhine kısıtlanamaz. Sınırlandırmalar, özgür ve herkesin katılımına açık tartışmalarla yapılabilir. Kitle iletişim sistemlerini sınıflandıranlardan Mc Quail de, otoriter, özgür basın, sosyal sorumluluk, Sovyet, gelişmeci ve demokratik katılımcı sistemlerden söz eder. Gelişmeci sistemde araçlar, gelişme politikaları doğrultusunda yayınlarına yön verirken, ulusal dile ve kültüre ağırlık tanırlar. Bu sistemde, toplumun gelişme ihtiyaçlarına göre, basın özgürlüğü sınırlanabilir ve denetim uygulanabilir. Quail’in demokratik katılımcı sistem olarak tanımladığı sistemlerse, iletişim araçlarının ticari kuruluşların denetimine ve tekeline girmesine karşı olduğu gibi, devletin kontrol ettiği, merkezi, tek tip, profesyonel kitle iletişim araçlarını da reddeder. Bu sistem, çoğulcu, yerel, iletişimin gerçek anlamda

46 JEANNENEY, Jean Noel: Başlangıcından Günümüze Medya Tarihi, Çev. Esra Atuk, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1998, s.146

karşılıklı ve toplumun tüm düzeylerinde gerçekleşebildiği bir iletişimi savunur. Aysel Aziz, bu araçların siyasal iktidarlarla ilişkileri ve gelirlerinin sağlanma biçimlerinden hareketle, beşli bir ayrıma gider. Buna göre, gelirini devletin karşıladığı ulusal, özel girişimin kurup yönettiği özel-ticari, gelirlerini devletten, ruhsatlardan ve reklamlardan elde eden ulusal- ticari, geliri tamamen hükümetten sağlanan ve siyasal iktidarın kontrolündeki hükümet ve belirli bir hizmetin sağlanmasını amaçlayan kurumsal yayın sistemleri, bu sınıflamanın beş maddesini oluşturur. Aziz, ayrıca, kitle iletişim sistemlerini bu beşli sınıflama yanında, Avrupa ve Amerika sistemi olarak da iki gruba ayırır.47 Bu sınıflamalar ışığında, Türkiye’de radyonun ve televizyonun yönetimine baktığımızda, Kıta Avrupa’sı çizgisinde ve politik süreçlere bağlı biçimde, ağırlığı dönem dönem değişmekle birlikte, esas olarak otoriter, paternal, gelişmeci, ulusal- ticari sistemlerin geçerli olduğunu söylemek mümkündür.

Amerika’daki duruma karşılık, Kıta Avrupa’sında, radyo yayıncılığının başlangıçta devletin tekelinde olduğu görülür. Akarcalı, yayın alanında tekellerin, 1920 ve 1930’lu yıllarda, 1. Dünya savaşı sonundaki belirsizlik ve yorgunluk döneminde ortaya çıktığını yazar. Toplumsal sınıflar arasındaki gergin ideolojik ilişkiler, iktidarları, toplumu bir arada tutacak arayışlara itmiş, siyasal iktidarlar, mutlak bir gücü olduğu düşünülen radyonun denetimini ellerine alma yoluna gitmişlerdir.48 Ancak, burada da tam anlamıyla birörneklikten söz edilemez. Kitle iletişim kuruluşlarının siyasal iktidarla ilişkileri ve gelir kaynaklarının sağlanma yöntemleri, çeşitli ülkelerde farklı uygulamaların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Farklılıklar, hizmetin örgütlenmesi ve yürütülmesi düzleminde ortaya çıkmaktadır.

Bazı ülkelerde, devlet, radyo ve televizyonla iletişim tekelini elinde tutmasına karşılık, yayın yapma yetkisini özel şirketlere devretmiş, bazılarındaysa devlet yayın hizmetiyle görevli kamu kuruluşu aracılığıyla radyo ve daha sonra da televizyon yayınlarını gerçekleştirmiştir.

Kamu hizmeti yayıncılığının en belirgin biçimde hayata geçirildiği örneklerden biri İngiliz yayın kurumu BBC (British Broadcasting Corporation)’dir.

Radyo yayını yapan altı istasyonun Posta bakanlığından ruhsat almak için birleşerek oluşturdukları BBC, özel bir şirket olarak kurulur. Yayın tekeli, 1927’de, bir anonim

47 AKARCALI, Sezer: Türkiye’de Kamusal Radyodan Özel Radyo ve Televizyona Geçiş Süreci.

Punto Matbaacılık, Ankara, 1997, s. 39-43

48 A.g.e., s. 50

şirket olarak BBC’ ye 10 yıl süre ile verilir.49 Uzun yıllar bu tekel durumunu koruyan BBC ile siyasal iktidar arasındaki ilişkide bağımsızlık esastır. BBC’nin kuruluşunda, devletin, yayın alanının dışında kalması gerektiği, yayın kuruluşunun gelirlerinin alıcılardan toplanacak ruhsat ücretleriyle sağlanacağı, devletin de yalnızca bu ücretlerin miktarını belirleyip, toplanmasını sağlamakla görevli olduğu belirtilir. Bu yolla, yayın organlarının alıcıları olan dinleyici ve seyirciler, abonmanlık yoluyla, bu kuruluşların da sahibi olmaktadırlar.50 Bu noktada, kamu yayın kurumu, devletin ya da siyasal iktidarın değil, kamunun, halkın malı olmaktadır. Kamu yayıncılığı yapan kuruluş da, tüm halka bilgi ve haber vermek, eğitmek ve kaliteli eğlence sağlamakla yükümlüdür.

Kaya’ya göre, BBC’ ye, daha özel bir kuruluş iken yüklenilen görevleri, radyo ve televizyon alanında Kamu Hizmeti Yayıncılığı’nın kavramsal çerçevesini çizer:

- Kamu hizmeti yayıncılığı anlayışıyla yapılacak radyo-televizyon yayıncılığında yayıncı kuruluş, haber verme, dinleyicilerini/ izleyicilerini eğitme ve eğlendirme temel işlevlerini bir arada yerine getirmekle yükümlüdür. Bunun uygulamada anlamı, radyo ve televizyonlarda yer alacak program türlerinin bu işlevleri yerine getirecek biçimde dengeli oluşturulmasıdır.

- Siyasal nitelikli haber ve programlar yansız ve farklı düşünce akımları ile siyasal formasyonların dengeli bir biçimde temsili esasıyla oluşturulmalıdır.

- Yayıncılık bir kamusal kurum tarafından yapıldığında, kuruluşun gelir kaynakları siyasal iktidar ve özel ekonomik çıkarlardan bağımsızlaştırılmalıdır.

- Yayın hizmeti, herkese eşit ve tek bir kullanım harcı karşılığında sunulmalıdır.

- Yayın alanı ülke coğrafyasının mümkün olan en geniş kısmını kapsama alanına alacak biçimde belirlenmelidir.51

BBC’nin kurucusu Sir John Reith’ın geliştirdiği ilkelere göre de, yayın kurumunun topluma karşı sorumluluğu, o toplumu eğitmek, bilinçlendirmek, kültürlendirmek, aydınlatmak, modernleştirmek, ulusun ahlâki bir topluluk olarak

bütünlüğünü sağlamak, en yüksek beğeni standartlarını özendirmek ve bunları

49 A.g.e., s. 56-57

50 MUTLU, Erol: Televizyon ve Toplum, TRT, Eğitim Dairesi Başkanlığı Yayını, Ankara, 1999, s.24

51 KAYA.,(2009), s.95

topluma yaymak, enformasyon ve tartışmaları mikrofon ve ekrana getirmek suretiyle, ussal bir demokrasinin yaratılmasına yardımcı olmak işlevlerinden oluşur. Bütün bu ilkelerin hayata geçirilmesi, yayıncılığın tekel olarak düzenlenmesine bağlıdır.52 Mutlu, BBC’nin oluşturduğu bu modelin, Raymond Williams’ın “paternalist” olarak tanımladığı anlayışın örneği olduğunu söyler. Bu nitelemenin nedeni, yayın kurumunun, toplumun dışına, hatta üstünde bir yerlere yerleştirilmesidir. Reith’a göre, daha demokratik bir iletişim aracı, kaçınılmaz olarak daha düşük standartlara yol açacaktır.

Kamu hizmeti yayıncılığının aslen Avrupa kökenli bir kavram ve pratik olduğunu belirten Mutlu, kamu yayıncılığının, belli bir memleket tahayyülünün pratiğe dönüşmüş halinin, radyo ve televizyon yayıncılığı alanındaki-sanki-doğal bir uzantısı olduğunu yazar.53 Modernleşme ve ulus devlet arasındaki yakın ilişkiye işaret eden Mutlu, kamu hizmeti yayıncılığıyla ulusallık fikrinin sıkı sıkıya bağlı olduğunu söyler:

“Bir memlekete özgü (yani onu diğer memleketlerden ayıran) kültürel özelliklerin, bütün bir vatandaş topluluğunca paylaşılır hale gelmesi, (kederde, tasada, sevinçte birlik), kültürel ve siyasal bütünlüğe tehdit oluşturan (dâhili ve harici) unsurları dışlayabilmek, en azından bu unsurların sızmasına veya hâkim hale gelmesine karşı direnebilmek; eğitim, bilgi ve kültür şırınga ederek, memleketin halkını- modern ulus- devletin model bireyi olan-bilgili, eğitimli, kültürlü, bilinçli vatandaş haline getirmek veya vatandaş ”katına yükseltmek”, devletin diğer ideolojik aygıtlarının yanı sıra radyo ve biraz daha sonra televizyon yayıncılığının omuzlarına yüklenen görevlerdi; bu görevi, hakkıyla yerine getirecek en etkili örgütlenme tarzı ise, hem piyasadan hem de devletten bağımsız olarak iş gören (şüphesiz çoğu kez sağlanmakta zorluk çekilen bir denge olmakla birlikte) kamu hizmeti yayıncılığıydı.”54