• Sonuç bulunamadı

Mihr-i Dil romanının baş kişisi Mihr-i Dil, babasını, anne karnındayken kaybeder.37 Mihr-i Dil on iki yaşındayken annesi öldüğü için besleme olarak bir eve verilir. Ali Bey tarafından yetiştirilmesine dikkat edilen Mihr-i Dil’i evlerinin önünde görüp beğenen Adnî, annesi istememesine karşın Mihr-i Dil’le evlenir. Hevesi geçince kendine layık başka bir kadınla evleneceğine dair annesine söz veren Adnî, Seher’le evlenir. Adnî, ikinci evliliğini yaptıktan sonra annesi ve ikinci karısının isteğiyle bir kızı olmasına karşın Mihr-i Dil’i yalıdan çıkarıp yüz elli kuruş aylıkla iki odalı bir eve yerleştirir. Kendisini besleme olarak büyüten Ali Bey öldüğü ve karısı da başka biriyle evlenip taşındığı için sığınacak kimsesi olmayan Mihr-i Dil, bir süre iki odalı bu evde evlat hasretiyle yaşar. Yaptıklarından pişman olan Adnî, annesi ve ikinci karısı Seher’den gizli olarak Mihr-i Dil’i bir köşke yerleştirir. Adnî’nin annesi öldükten sonra Mihr-i Dil’in kızı Bedia’ya dadısı, annesiyle ilgili gerçekleri anlatır. Bedia on sekiz yaşına geldiğinde babası zatürreeden hayatını kaybeder. Adnî öldükten sonra kızının isteğiyle yalıya gelen Mihr-i Dil, Seher’in yalıda kalmasını ister. Seher, Adnî öldükten üç dört sene sonra vefat eder.

“Mihr-i Dil ömrünün henüz mevsim-i rebîine erişmiş bir nadire-i tabiat idi ki herkes için pek kıymetli olan avân-ı sabaveti hakikaten pek mesudâne güzeran etmiş, fakat her türlü âmâl-ı makasid-i hayatiyesinin mebde-i tahayyülatı olan ahd-i şebabında ebeveyninden ayrılarak talinin pek acı sitemlerine, feleğin pek müessir infialatına uğramıştı. Kendisi henüz rahm-ı maderde iken pederi, on iki yaşında iken validesi irtihal eyleyerek bikes kalıp beslemelik suretiyle bir aileye dâhil oldu.” (s. 4)

Romanda olay örgüsünün gelişimini etkileyen yedi ölüm bulunmaktadır. Baş kahraman babasını doğmadan önce, annesini de on iki yaşındayken kaybetmiştir. Baş kahramanın kocası, istek kişisi Adnî’nin babası da o küçük yaştayken ölmüştür. Mihr-i Dil’in annesiz ve babasız kalması onun besleme olarak bir eve verilmesine neden olur. Adnî ile evlendikten sonra anne ve babasının ölümü dolayısıyla besleme olarak bir eve verilmesi, Mihr-i Dil’in kayınvalidesinin onun oğluna layık olmadığını düşünmesine neden olur. Ölüm, Adnî’yi küçük yaşta babasız bıraktığı gibi, annesinin evin idaresiyle ilgilenmesini sağlar. Adnî’nin annesi, kocası öldükten sonra evin idaresini ele alır ve bu

ölüm sayesinde oğlu evlendikten sonra da evi yönetmeyi sürdürür. Ölüm Adnî’nin annesine yönetme gücünü verir. Evin bütün idaresinin Adnî’nin annesinin elinde olması onun oğlunun yeniden evlendirme gücünü kendinde bulmasına neden olur. Mihr-i Dil’i besleme olarak evinde büyüten Ali Efendi’nin ölümü Mihr-i Dil’in sığınacak kimsesinin kalmamasına yol açar. Bu ölümden sonra Mihr-i Dil’in besleme olarak büyüdüğü eve bile dönme olanağı ortadan kalkmış olur. Adnî’nin annesinin ölümüyle o zamana kadar onun hiddetini üzerine çekmekten korkan kahramanlar, Mihr-i Dil’e yapılan haksızlığı gidermeye çalışırlar. Adnî’nin annesinin ölümüne kadar gerçekleşen bütün ölümler Mihr-i Dil’in kimsesiz kalmasına neden olur. Bütün bu ölümler onun çaresizliğini arttırmak için gerçekleşir. Adnî’nin annesinin ölümüyle birlikte Mihr-i Dil, hasret çektiği kızını görmeye başlar ve Adnî’nin ölümüyle kaybettiği şeyleri yeniden elde etme olanağını bulur. Seher’in babasının ölümünden sonra kayınvalidesinin ve kocasının ölümü güvenecek kimsenin kalmamasına neden olur. Romanın çatışma dünyasının başında gerçekleşen ölümler Mihr-i Dil’i kimsesiz bırakırken, sonunda gerçekleşen ölümler Seher’i kimsesiz bırakır. Ancak baş kahraman ve karşıt kişiler arasında bu benzerlikle birlikte bir farklılık bulunmaktadır. Mihr-i Dil ve Seher ölümlerden sonra kimsesiz kalırlar, ancak Mihr-i Dil’in soyunu sürdürecek ve kendisine bakacak bir kızı bulunmaktadır.

1.3.18.1.Ölme Biçimleri

1.3.18.1.1.Ölümüyle İlgili Bilgi Verilmeyenler

Mihr-i Dil’in Babası: Mihr-i Dil doğmadan önce öldüğü belirtilir, ölümüyle ilgili başka bir bilgiye yer verilmez.

Mihr-i Dil’in Annesi: Mihr-i Dil on iki yaşındayken öldüğü belirtilir.

Ali Efendi: Mihr-i Dil’in besleme olarak büyüdüğü evin sahibi Ali Efendi’nin Mihr-i Dil evlendikten dört ay sonra “irtihal ettiği” aktarılır.

Adnî’nin Babası: Adnî’nin babasının öldüğü dışında bilgi verilmez.

Adnî’nin Annesi: Mihr-i Dil’in hayatının değişmesine neden olan kadının ölümü Mihr-i Dili’in hayatını yeniden değiştirmesine karşın yalnızca öldüğü belirtilir.

1.3.18.1.2. Hastalık Nedeniyle Ölüm

Adnî: Mihr-i Dil’in kocası Adnî’nin zatürreeye yakalandıktan sonra kurtulamayarak öldüğü belirtilir.

1.3.18.2. Ölümle İlgili Düşünceler

1.3.18.2.1. Anlatıcının Ölümle İlgili Düşünceleri

Anlatıcı için anne ve baba çocukları için yaşamaktadır. Çocuğunu seven bir anne ölmeden önce çocuğunun mutlu olduğunu görmek ister. Onun bu dünyada yaşama nedenlerinden biri, çocuğunun kendisini devam ettirdiğini görmektir. Anne ya da baba evladının evlendiğini ve çocuk sahibi olduğunu gördüğünde kendisinin ölümsüzlüğü elde ettiğini düşünür. Torun sevgisinin kaynağında da bu ölümsüz olma isteği bulunmaktadır. Adnî’nin annesi için de aynı durum söz konusudur. Hanımefendi oğlunun mutlu olmasını, kendisine layık biri ile evlenmesini ve soyunu sürdürmesini istemektedir.

“Muhabbetli bir valide için en büyük arzu evladının mesudiyetini görmektir. Dünyada mahsul-i ömrü, medar-ı iftiharı Adnî’sinden ibaret bulunan Hanımefendiye de oğlunun refah ve rahatı en büyük sermaye-yi mesarr ve mesudiyet olmuştu.” (s. 13)

Anlatıcıya göre insanın çocuğunun çocuğunu görmek istemesi doğaldır. İnsan soyunun devam ettiğini, kendisinden bir parçanın yaşamaya devam ettiğini görmek için çocuk sahibi olmak, çocuklarının da çocukları olduğunu görmek ister. Anlatıcıya göre Hanımefendi torununun doğmasına sevinmesi gerekirken emellerini gerçekleştiremeyeceği için üzülmektedir.

“Evladının evladını görmek herkes için tabiî bir meserret, tabiî bir arzu iken elân fikr-i kadiminde sabitkadem olan Hanımefendi ‘Bedia’ tesmiye ettikleri nevzat-ı emelin tevlidinden memnun olmamıştı.” (s. 35)

Anlatıcıya göre ölüm bile talihle ilgilidir. Mihr-i Dil gibi bir talihsiz için yaşadıklarından kurtulmak için ölmek mümkün değildir. Burada anlatıcı için yaşadıklarından kurtulmak isteği, ölme isteğinden daha ön plandadır. Ona göre çektiği acılardan kurtulmak için ölmek isteyenler bu isteklerine kavuşurlarsa şanslı kişilerdir. Anlatıcının ölme isteği, kendini öldürme isteğiyle aynı değildir. Burada ölme isteği yıkıcı yönü kişinin kendisine dönük bir istek değildir. Ölüm, burada beklenen ama aslında istenmeyen bir kurtarıcıdır ve talihsiz insanlara bu kurtarıcı bile yardım etmemektedir.

“… fikrinde çaresizler için deva-yı âciz olan ecelden başka bir ümid kalmamıştı. Hayfa ki istimdad edecek kadar tali’siz yaratılanlar için ölüm bile feleğin nazar-ı diriginden kurtulmaz.” (s. 49-50)

Anlatıcıya göre insan kendi ömrünün değerini, yaşamanın değerini çektiği acılarla birlikte değerlendirebilir. Bu acılar insan yaşamının ne kadar değerli olduğunu göstermektedir. Acı çekmeyen insan yaşamanın kıymetini bilemez. Gözyaşı insanın acı çektiğinin en önemli göstergelerinden biridir. Onun için anlatıcıya göre gözyaşı kişinin yaşamının kıymetini anlamasını sağlamaktadır.

“Ağlamak en acı fakat en müessir bir tecrübedir ki insana ömrün, âlemin derece-i ehemmiyetini anlatır.” (s. 74)

Anlatıcı, Seher Hanım’ın kayınvalidesi ve kocasını kaybettikten sonra kendisine yardım edecek kimsesinin kalmadığını ifade eder. Anlatıcı, Adnî ve annesinin ahirete gittiğini ve oradan gelmelerinin mümkün olmadığını söyler. Anlatıcıya göre ölümden sonra bir ahiret hayatı bulunmaktadır. İnsanlar öldükten sonra, ruhları ahirete giderler. Ölen hiç kimse geri gelmediği için ahiretin nasıl bir yer olduğunu kimse bilmemektedir ve ölen kişilerin dünyada kalanlara oradan herhangi bir yardımları da söz konusu değildir. Ölen insanlar geride bıraktıklarını dünyada yalnız bırakmaktadırlar.

“Ne kayın validesi, ne de zevci artık ahretten gelip de kendisine muavenet etmek mümkün değildi.” (s. 112)

Anlatıcıya göre insan yaşamının uzunluğu yaşama biçimine göre biçimlenir. İnsanın diğer insanları kıskanması, fark etmeden kendi kendine yaptığı kötülüklerden biridir. İnsanın içinde barındırdığı kötü düşünceler kendisine de zarar vererek ömrünün kısalmasına neden olmaktadır. Buradan anlatıcının insanın kendine zarar veren bu duygulardan uzak durarak daha uzun yaşabileceğini düşündüğünü çıkarabiliriz.

“Zaten hased denilen zehr-i müessir de vicdanını ezmiş olduğundan ömrü de üç dört seneden ziyade sürmedi.” (s. 116)

1.3.18.2.2. Roman Kişilerinin Ölümle İlgili Düşünceleri 1.3.18.2.2.1. Baş Kişinin Ölümle İlgili Düşünceleri

Mihr-i Dil:

Romanın baş kişisi Mihr-i Dil, anne ve babasının ölümüyle kimsesiz kalır. Ölümler, onun kendisini koruyacak kimse olmadan yaşamasına, yaşamın bütün

mektupta kendisiyle evleninceye kadar tek başına olduğunu ifade eder. Mihr-i Dil’in mutluluğunu görmek isteyen kimsesi yoktur.

“Öksüzdüm, bikes idim, benden bir ana gibi mürüvvet, bir baba gibi istikbal bekleyen yoktu.” (s. 69)

Mihr-i Dil’e göre ölen babasının nazarı onun için dünyada kalmıştır ve bu bakışla beraber annesinin son nefesindeki duası onun Adnî ile karşılaşmasını sağlamıştır. Kahraman, kızını görmeden ölen babasının gözünün açık gittiğini düşünmektedir. Ona göre doğacak çocuğunu göremeden ölen babanın kızını koruma isteği nedeniyle gözü dünyada kalmıştır. Kahramana göre babası görevini tamamlayamadan ölmenin rahatsızlığını yaşamıştır. Evladının geleceğini sağlayamayan baba bu dünyayı gözü açık terk etmiştir. Mihr-i Dil’e göre annesi, son nefesinde dünyada tek başına bıraktığı kızını düşünmüş ve onun için dua etmiştir. Ölen anne ve babası ölümlerinden sonra bile kızlarını korumayı sürdürmektedir. Mihr-i Dil bu düşünceyle dünyada yalnız olmadığına inanmak istemektedir. Kendisini yaşayanlar arasında düşünen ve koruyanlar olmasa da ölenler arasında kendisini korumaya çalışanların varlığına inanmak istemektedir.

“Beni sermaye-yi cihaz olarak yalnız saf ve sadık bir kalp ile kabul eden vicdanınızın bana karşı olan muamelatı, benim için çektiğiniz meşakkati, muhabbetinizi, iltifatınızı gördükçe kaybettiğim ümitler kamilen bana avdet eylemişti ki o da sizdiniz, babamın (benim) için dünyada kalan nazar-ı tahassürü, validemin istikbalim için son nefesindeki dua-yı mehcûrânesi güya tecessüm etmiş de beni deraguş eylemişti.” (s. 69-70)

Mihr-i Dil yalıdan çıkarılırken kızı Bedia’yı orada bıraktığı ve görmesine izin verilmediği için hasret çekmektedir. Kızını görememek onun terk edemeyeceği bir emel halini almıştır. Kızını görme isteği Mihr-i Dil’e yaşama isteği vermektedir. Bu hasret onun yaşama tutunmasını sağlamıştır. Adnî’ye yazdığı mektupta yaşarken kabir azabı çektiğini dile getiren Mihr-i Dil, kızının varlığıyla yaşamaya devam etmektedir. Mihr-i Dil çektiği acıları kabir azabına benzetirken döşeğini tabuta, yorganını da kefene benzetmektedir.

“Hayfa ki ömrün terk olunamayacak, çiğnenmeyecek âmâli de varmış. Hasret!” (s. 71) “Altımda döşek tahta-yı tabut gibi vücudumu incidir. Üstümde yorgan kefen gibi her tarafımı sıkar.” (s. 75)

Mihr-i Dil, Seher ve Adnî’yi hayalinde birbirlerine sarılmış olarak canlandırmakta birinin kendi yaşamın düşmanı olduğu halde diğerinin yaşamının sebebi

olduğunu söylemektedir. Adnî, Mihr-i Dil’i hayata bağlar; Seher, Mihr-i Dil’in hayattan ayrılmak istemesine neden olmaktadır. Mihr-i Dil, Adnî’ye duyduğu aşk ve onunla bir geleceklerinin olma olasılığı yüzünden hayata tutunmakta ancak Seher’in varlığı onu bu hayattan beklentilerinin gerçekleşmeyeceği düşüncesine itmektedir.

“İki zülüf birbirine karışmış, iki vücud birbirine sarılmış, feyz-i nesime arz olunarak tatlı bir uykuya dalmışlardı ki biri mâ-bih-il-hayatım, biri de düşmen-i hayatım idi.” (s. 76)

Mihr-i Dil ahiret inancına sahip bir kahramandır. Ahiret inancıyla birlikte Allah inancı da olan Mihr-i Dil, Seher’in kendisine yaptıklarını karşısında bu durumu Allah’ın takdirine bırakmaktadır. Bu takdirin er ya da geç gerçekleşeceğine inanan Mihr-i Dil için bunun nerede gerçekleştiği önemli değildir. Ona göre yaşarken olmasa da öldükten sonra Seher yaptıklarının cezasını çekecektir. Bu düşünce, bu dünyada olmasa da öbür dünyada kötülük yapanların cezasını çekeceği düşüncesi, Mihr-i Dil’i rahatlatır.

“Sevda-yı intikamım olsa bile Seher Hanım’ı yalnız tenâhî kabul etmeyen dergah-ı azimete havale etmek kafidir ki bir gün olur da elbette hükmü zuhur eder.” (s. 81)

Mihr-i Dil ölmeden önce helalleşmek gerektiğini düşünmektedir. Bu Müslüman davranışıdır. Müslüman kişi ölmeden önce bu dünyada kalanlarla helalleşip gitmek ister. Onun inancına göre insanlara karşı işlenen suçların karşılığında onlardan haklarının helal edilmesi istenir. Ahiret inancına sahip olan Mihr-i Dil, orada bu dünyada yapılanlar için hesap sorulacağına inanır. Mihr-i Dil’in Adnî’ye yazdığı mektupta onun sonsuz olmasını istemesi dikkate değerdir. Burada Mihr-i Dil, insanın içindeki ölümsüzlük arzusunun varlığına işaret etmiştir. Mihr-i Dil kendisinin yaşama nedeni olarak gördüğü Adnî’nin ölümsüz olmasını isteyerek kendi ölümsüzlüğünü de istemektedir.

“O zaman helâlleşmek isteyeceğiniz vücud hitab ve cevabınızın vasıl olamayacağı, dest- i müracaatınızın erişemeyeceği bir âlem-i diğerde bulunacaktır. Baki fikrimdeki yâdınız gibi, baki gönlümdeki muhabbetiniz gibi müebbed olun.”(s. 82)

1.3.18.2.2.2.Yardımcı Kişilerin Ölümle İlgili Düşünceleri

Şayan Kalfa

Mihr-i Dil’in kızı Bedia’nın dadısı Şayan Kalfa, Hanımefendinin ölümünden sonra annesi ile ilgili gerçekleri anlatmak için Bedia’nın yanına gittiğinde anlatacaklarının vahametini düşünerek ağlar. Şayan Kalfa, ağlama nedenini soran

Bedia’ya babaannesinin ölümüne ağlamadığını söyler. Şayan Kalfa, gerçekleri anlatmak için Hanımefendinin ölümünün üzerinden birkaç gün geçmesini beklemesi dikkate değerdir. Şayan Kalfa için babaannenin ölümünden sonra birkaç gün üzülmek, yas tutmak için yeterlidir. Şayan Kalfa ölümü bir kurtuluş olarak değerlendirmektedir. Ona göre Mihr-i Dil, çektiği acılardan ölerek kurtulabilecektir.

“‒Hayır hanımcığım ona ağlamıyorum. Haline ağlanacak bir biçare vardır ki ölüp kurtulması lazım gelirken daha sağdır…” (s. 104)

Bedia

Mihr-i Dil ve Adnî’nin kızı Bedia, babaannesinin ölümünden birkaç gün sonra ağladığını gördüğü dadısına ağlamamasını söyler. Bedia’ya göre herkesin sonu ölüm olduğu için babaannesinin ölümüne daha fazla üzülmemek gerekmektedir. Bedia, bir başkasının ölümüne tanıklık eden her insan gibi kendi ölümünü düşünmekte ve kendisine yaşamak için ömür dilemektedir. Bedia herkesin bir gün mutlaka öleceğinin bilinciyle daha uzun yaşamak için ömrünün olmasını istemektedir. Ölümlü olduğunu bilen her insan, ölümün istisnasının olmadığını bildiği halde kendisi için istisna olmasını ister. İnsanın içindeki yaşama arzusu ölümün kendisi için bir istisna yapmasını son ana kadar beklemektedir. Bedia ölümlü olduğu bilgisiyle ölümsüz olmak istediği için kendisine ömür dilemektedir.

“Dadıcığım. Artık ağlama. Allah bize ömür versin. Ne yapalım. Cümlemizin akıbeti ölüm değil mi?” (s. 103)