• Sonuç bulunamadı

Ferdi ve Şürekâsı

Ferdi ve Şürekâsı35romanının baş kişisi İsmail Tayfur, babasının ölümü üzerine, babasının çalıştığı Ferdi ve Şürekâsı ticaretevinde muhasebede çalışmaya başlar. Romanda olay örgüsünü etkileyen altı ölüm gerçekleşir. Bu ölümlerden birincisi, baş kişinin babasının ölümüdür. Olay örgüsünü etkileyen ikinci ölüm, İsmail Tayfuru’un babasının eve getirdiği kimsesiz Saniha’nın annesinin ölümüdür. Üçüncü ölüm, İsmail Tayfur’un önce babasının çalıştığı, onun ölümüyle kendisinin çalışmaya başladığı Ferdi ve Şürekâsı işletmesinin sahibi Ferdi’nin karısının ölümüdür. Bu ölümler romandaki olay örgüsünün sonu olan Hacer’in ölümünü hazırlamak için gerçekleşmiştir. İsmail Tayfur’un âşık olduğu Saniha ile tanışması için Saniha’nın anne ve babasının ölmesi gerekir. Saniha’nın babası, kızı çok küçükken hayata veda eder ve annesi kızıyla bir harabede yaşarken hastalanarak vefat eder. Saniha çok küçük yaşta olmasına karşın ölen annesinin yanından ayrılması gerektiğini düşünerek oradan ayrılır ve sokakta kendisine rastlayan Abdülgafur’un evine sığınır. Beraber büyüyen İsmail Tayfur ve Saniha birbirlerine âşık olurlar. Romanın kurgusal dünyasında gerçekleşecek olaylar İsmail Tayfur’un babası Abdülgafur’un ölümü ile başlar. Babasının ölümüne kadar okula gidip gelen İsmail Tayfur evde Saniha ile vakit geçirmektedir. Babasının ölümüyle annesine ve eve bakmak zorunda kalan İsmail Tayfur, okulu bırakır ve babasının çalıştığı yerde işe başlar. İsmail Tayfur, şirketin patronu Ferdi’nin kızı Hacer’le çalışmaya başladıktan sonra tanışır. Karısının ölümünden sonra kızıyla baş başa kalan Ferdi, Hacer’in her istediğini yerine getirmektedir. Erkeklerden sakınacak yaşta olmadığı için babasının iş yerinde rahatlıkla dolaşan Hacer, İsmail Tayfur işe başladığından beri onunla ilgilenmektedir. Erkeklerin yanına çıkmaması gereken yaşa geldiğinde de İsmail Tayfur’a olan ilgisi süren Hacer, bütün sırlarını bir deftere yazmaktadır. Kızının defterinden İsmail Tayfur’a âşık olduğunu öğrenen Ferdi, İsmail Tayfur’a şirketinden pay verir ve onun kızıyla evlenmesi için gerekenleri karşılar. Saniha ile evlenmek isteyen İsmail Tayfur, Hacer’le evlenmek istemese de bu evliliğe engel olamaz. Evlendikleri gece kocası İsmail Tayfur’un kendisini sevmediğini anlayan Hacer, bunun nedenini araştırmaya başlar. Kocasının bir gece yatakta yanında olmadığını fark eden Hacer, kocasını Saniha ile konuşurken görür. Kocasının Saniha’ya âşık olduğunu öğrenen Hacer, kocasının kendisini bırakıp gitmesini engellemek için kocasıyla birlikte kendisini odaya kilitler. İsmail Tayfur anahtarı alıp oradan ayrılmak istediğini, kendisini

35Halit Ziya Uşaklıgil, (2011). Ferdi ve Şürekâsı, Özgür Yayınları, İstanbul. İncelemede bu baskı esas

sevmediğini söylediğinde odadaki mumla cibinliği tutuşturan Hacer, yangın başladıktan sonra dahi odanın anahtarını pencereden dışarıya atmak için uğraşır. İsmail Tayfur, yangın oldukça ilerledikten sonra karısının elinden anahtarı alır ve Hacer’i kucaklayarak yanan evden çıkarır. Hacer, İsmail Tayfur kendisini kurtarmasına karşın yanarak ölür. Yangın ve Hacer’in ölümü İsmail Tayfur’un delirmesine yol açar. Romanda bu ölümler kadar önemli bir yeri olmasa da Ferdi’nin babası Hüseyin İlhami’nin birdenbire ölmesi önemli bir yere sahiptir. İsmail Tayfur’un çalıştığı iş yerinin Ferdi’ye miras olarak kalması bu ölümle gerçekleşir. Ölüm, bu romanda kişilerin tanışmasına ve yaşamlarının değişmesine neden olur. Saniha’nın babası ve annesinin ölümü, kızın kimsesiz kalmasına ve İsmail Tayfur’un ailesine sığınmasına neden olur. Hacer’in annesinin ölümü, kızın istediklerinin daha kolay yerine getirilmesine neden olur. İsmail Tayfur’un babasının ölümü, onun çalışmak zorunda kalmasına ve Hacer’le tanışmasına neden olur. Ölüm, olayların gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak için kullanılmıştır. Hacer’in yanarak ölmesi için gerekli şartlar diğer kişilerin ölümleri ile sağlanır. Romanda İsmail Tayfur’un babasının ölümü bütün ayrıntılarıyla tasvir edilmesine karşın, İsmail Tayfur’un ölümle ilgili düşünceleri, bu ölümün, onun ölüm algısında yaptığı değişikler ve yaşam algısı aktarılmaz.

1.3.17.1. Ölme Biçimleri

1.3.17.1.1. Ölümüyle İlgili Bilgi Verilmeyenler

Abdülgafur: İsmail Tayfur’un babası Abdülgafur’un ciğerlerinin kanını defterine kusarak öldüğü belirtilir. Abdülgafur’un ölüm anında çektiği bütün acılar aktarılır. Bu ölüme Abdülgafur’un bir hastalığının neden olduğu düşünülse de bu hastalıkla ilgili bir bilgi verilmez. Tek çocuk olan İsmail Tayfur, babasının ölümüyle eve bakmak zorunda kalır.

Hüseyin İlhami: Ferdi ve Şürekâsı işletmesinin en büyük pay sahibi olan Ferdi’nin babasının ansızın öldüğü belirtilir ancak bu ölümle ilgili bilgi verilmez. Bu ölüm Ferdi’nin şirketin başına geçmesi ve şirketi yeniden yapılandırması için gerekli şartları hazırlar. Ferdi babası öldükten sonra amcasının da ortak olduğu şirketten ayrılır ve kendisinin büyük paya sahip olduğu yeni bir şirket kurar.

Ferdi’nin Karısı: Ferdi’nin karısının öldüğü belirtilir ancak ölümüyle ilgili başka bir bilgiye yer verilmez. Bu ölüm Hacer ve Ferdi arasındaki baba kız ilişkisini düzenler.

Hacer’in annesinin ölümü, babasının onunla daha çok ilgilenmesine, kızıyla aralarındaki baba kız ilişkisinin farklılaşmasına neden olur. Bu ölüm, baba kızın birbirlerine daha yakın olmasını sağlar, kızının defteri okuduğunda onun beklediği gibi kızmak yerine onun isteklerini yerine getirmeye çalışmasına neden olur. Ferdi, karısının ölümünün ardından kızının mutlu olması için ve ona güzel bir gelecek hazırlamak için çalışır.

Saniha’nın Babası: Saniha’nın babasının karısı çok gençken öldüğü ve karısına Saniha’dan başka bir şey bırakmadığı belirtilir. Bu ölümle ilgili başka bir bilgi verilmez. Saniha’nın babasının erken yaşta ölümü kızının İsmail Tayfur’un evinde yaşamasına neden olacak olayların başlangıcı olur.

1.3.17.1.2. Hastalık Nedeniyle Ölüm

Saniha’nın Annesi: İsmail Tayfur’un âşık olduğu Saniha’nın annesi, kızıyla birlikte harabe bir evde yaşarken hastalanarak ölür. Bu hastalıkla ilgili bilgiye yer verilmez ancak Saniha’nın annesinin ölümüne tanık oluşu aktarılır.

1.3.17.1.3. Kazayla Ölüm 1.3.17.1.3.1 Yangında Ölüm

Hacer: İsmail Tayfur’a âşık olan Hacer, İsmail Tayfur’la evlendikten bir hafta sonra kocasının Saniha’yı sevdiğini öğrenir ve onların birleşmesini engellemek için kendisini İsmail Tayfur’la beraber odaya kilitler. Kocasının kendisini sevmediğini söylemesi üzerine sinirlenerek cibinliği tutuşturan Hacer, çıkan yangında yanarak can verir. Onun ölümü İsmail Tayfur’un delirmesine neden olur. Romanda İsmail Tayfur’un babasının, Saniha’nın annesinin ve Hacer’in ölümlerinin betimlenmiş olması dikkat çekmektedir. “… Hacer, tutkuları ve hırsının etkisinin sebep olduğu bir cinnet psikolojisiyle sadece kendini değil, herkesi öldürmek ister; ama sadece kendisi ölür. Hacer’in tutkusunun karşısında, Saniha’nın saf duygularla beslenen aşkı vardır. Aşk ve tutkunun çatışmasında olaylara yön veren tutku olur. Hacer, sevdiği adamı, İsmail Tayfur’u, kaybetmeme hırsıyla her şeyden vazgeçmeyi göze alırken, acıdan kaçınmakta ve başkalarının acı çekmesini istemektedir.”36

36Beyhan Kanter, “Halit Zaya Uşaklıgil’in Romanlarında Varoluşun Sırrı: Ölüm”, Türk Edebiyatı,

1.3.17.2. Ölümle İlgili Düşünceler

1.3.17.2 1. Anlatıcının Ölümle İlgili Düşünceleri

Anlatıcı saatin hayatı ölçmesi ile ilgili düşüncelerini aktarır. Ona göre saat hayattan ne kadar kaçırıldığını gösteren bir alettir. Saatin her saat başında vurması yaşamdan bir saat daha kaybedildiğinin duyurulmasıdır. Anlatıcıya göre insanın ömrünün azaldığı, hayatından zaman kaybettiği saatlerin geçmesi ile anlaşılmaktadır. “Uzun bir hırıltı işitildi; saat; bu dört insanın hayat-ı muttaridesini ölçen, rakam karşısında geçen şu ömr-i yeknesakı tartan bu aletin tokmağı, senelerden beri her darbesinde bir saatin hayatın firarını ilan ederek dövdüğü tunç tasın üzerine yavaş yavaş iki kere kalktı düştü.” (s. 14)

Anlatıcı, burada ömrünü rakamlarla uğraşarak geçiren bu insanların ömründen giden saatleri rakamla ifade etmektedir. Ona göre saat ömürden kaçan zamanın bir göstergesidir. Anlatıcı zamanın ömürden kaçtığını ifade ederken ölümün kaçılacak bir şey olduğunu belirtmektedir. Saat, zamanın ömürden ölüme kaçışını simgelemektedir.

Ferdi ve Şürekâsı romanında üç ölünün tasviri ve ölüm anları anlatılır. Anlatıcı, İsmail Tayfur’un babası Abdülgafur’un ölümünü, ölürken yaşadığı fizyolojik olayları, Saniha’nın annesinin ölümü sırasında gerçekleşen doğa olayları ile birlikte kadının ölümünü ve yangın sırasında Hacer’in ölümünü aktarır.

Romanda İsmail Tayfur’un babasının öldüğü an ayrıntılarıyla betimlenmektedir. Burada Abdülgafur’un ölüm anı verilirken, onun oğluyla konuşmak istediği ancak konuşamadığı belirtilir. Anlatıcı, ölüm anında baba ve oğlunu konuşturmak yerine bakıştırmayı ve bu bakışta anlatmak istediklerini okuyucunun hayal gücüne bırakmayı seçmiştir.

“… Hele genç adamın odasına mukabil gelen oda, öyle acı bir hâtıraya mahfazadır ki İsmail Tayfur; bazı yeis zamanlarında burada yalnız düşünmek için kapalı duran kapısını açmak üzere elini topuzuna uzattığı vakitler kalbi titrer. Babasını o akşam eve kan kusarak; gözleri çevrilmiş, ciğerleri öksürükten yırtılmış, elleri büzülmüş getirdikleri vakit oraya çıkarıp yatağına yatırmışlardı. İhtiyar, yatağının içinde kıvranarak, nefes almak istedikçe ciğerlerinin söküldüğünü hissederek yastıkları, örtüleri parçalıyor; lâkırdı söylemek istedikçe boğazının yırtıldığını görerek, ağzından kanlar püskürerek, kendisini zorla almak isteyen ölüme müdafaa-yı nefs ediyordu. Bu, öyle bir levha-i müthişe idi ki İsmail Tayfur, pederinin, üç sene sonra el’ân henüz kaldırılmamış, hatırasına bir mezar gibi orada bililtizam bırakılmış olan yataklığının karşısına geçtiği vakit bütün tafsilat ve teferruatının bir vuzuh-ı tam ile pîş-i nigâhından

ayrı tahrik ediliyormuş gibi kıvranan bu vücut, birdenbire meftur-ı sükûn olmuş da, artık kendisini galibine teslim ediyormuş gibi yatağın bir tarafına serilmişti. O zaman İsmail Tayfur, kendisini zapt edememiş, babasının üzerine atılmış, gözlerini gözüne dikmiş, güya ona kendisinin orada bulunduğunu göstererek cesaret vermek istemişti; zavallı ihtiyarın gözlerinde lâkırdı söylemek istediğine delâlet eder bir şey vardı; oğluna bir nigâh-ı yeis ile bakıyor, ağzı, beyninde kalabilen son fikri telâffuz edebilmek için kıpırdanıyordu; muvaffak olamamış, bir katre, yalnız bir katre yaş, gözlerinin etrafından dolaşarak, o son nazar-ı yeis bir bulutla örterek soluk yanakları üzerinden akıp gitmişti.” (s. 72-73-74)

Anlatıcıya göre ölüm Abdülgafur’u zorla almak istemektedir. Anlatıcı kahramanın ölüm karşısında yastıkları, örtüleri parçalayarak kendini savunduğunu düşünmektedir. Kahramanın bilinmeyen hastalığının son aşamasında olduğunun göstergesi niteliği taşıyan kan püskürmek, nefes alamamak gibi özellikler, anlatıcının bakış açısıyla kahramanın ölüme karşı kendisini savunmasına dönüşmektedir. Ayrıca Abdülgafur’un kan kusarak, gözleri çevrilmiş, ciğerleri öksürükten yırtılmış, elleri büzülmüş halde eve getirilmiş olması ölümün onun bedeninde yaptığı değişiklere örnektir. Bu özellikler ölüm anında insanın karşılaşabileceği türden fizyolojik değişikliklerdir.

Saniha’nın annesinin ölümü bir doğa olayı olan rüzgârın harabede çıkardığı gürültülerle birlikte aktarılmaktadır. Anlatıcıya göre rüzgâr, gürültüleriyle harabeyi doldururken aynı anda ölüm, kurbanını almaya çalışmaktadır. Anlatıcı Saniha’nın annesini bir kurban olarak görmektedir. Saniha’nın annesi haksız yere, ölmemesi gerektiği anda öldüğü, kızını tek başına bırakıp gitmek durumunda olduğu için kurbandır.

“… Birdenbire iki günden beri hareket etmeyen validesinin, vücudunda bir hareket duydu. Bu vücut, uzun bir uykudan uyanıyormuş gibi titredi, Saniha, validesinin yatağın içinde biraz kalktığını hissetti, bir el kendi vücuduna dokundu, bir ses “Saniha!” dedi, çocuk, vücudundan garip bir seyyale-i tehâşiyenin akıp giderek kanını dondurduğunu hissetti, bu ses, bahçenin uzaktan gelen esvat-ı ifritanesinden gibiydi. Sâniha cevap veremedi…

Oh! ne kadar korkuyordu! Sâniha, bir hareket etmeye, hatta nefes almaya cesaret edemiyordu. O vücut, yatağın içinde yarı kalmış olduğu halde yanı başında duruyordu. Bu suretle ne kadar zaman geçtiğini bilmiyor; fakat bir aralık boşalmak üzere bulunan bir şişenin içinde suların gürültüsünü andırır bir nefes işitti, o vücudun tekrar yatağa düştüğünü anladı, bir hırıltı çıktı.

Sâniha, ne olduğunu, bu işittiği şeylerin, o hissettiği hallerin neye delalet ettiğini anlamıyordu.

Bu aralık, uzaktan, bahçenin içinden – zulmetler geniş bir nefesle soluyormuş gibi – bir hışıltı çıktı; biraz sonra bu hışıltı, bir şelâlenin sukutundan mütehassıl gürültüler gibi gürleyerek etrafı istila etti; şimdi bütün bu âlem-i tenhâi içinden bir galeyan-ı dehhaş-i

hâyuhûy, bir tarraka-i mahufe-i esvat çıkıyor; rüzgâr, her dakika tezyid-i şiddet ve savlet eden bir seylâbe-i bela gibi; harabenin içine sokularak, bahçenin korularını sarsarak hadşe-res-i kalp olan bir enin-i mahuf ile inliyor, gürlüyor, yuvarlanıyor; duvarlara, çatılara çarparak feryat ediyor; kafeslerden, kapılardan geçerek ıslık çalıyor; yine bu esnada şu odanın gûşe-i sefiline serilmiş şu firâş-ı ihtizarda ölüm; ağzı tehevvüründen köpürmüş ejder gibi kükreyerek kurbanını almaya çalışıyordu.

Sâniha, bir haşyet-i i gayr-i ihtiyariye ile fırladı, dehşet-i ecelin hüküm-fema bu yatakta durmaya cesaret edemeyerek artık kendisine bigâne kalmakta olduğunu anladığı validesinden firar etti, odanın bir köşesine sokuldu. Titreyerek, ne olacağını görmek istiyormuş gibi karanlıkta gözlerini açarak, ölümle validesinin, fırtına ile harabenin mücadelesini dinleyerek durdu.” (s. 86-87-88)

Burada dikkati çeken bir nokta rüzgârın şiddetli olmasına karşın ölümün Saniha’nın annesinin üzerinde çok şiddetli etkiler göstermemesidir. Bu durum Saniha’nın annesinin ölümünü kuvvetlendirmek için seçilmiştir. Kahramanın annesinin ölümü yeterince korkunçken yaratılan mekânla durum daha da korkutucu hale getirilmiştir. Saniha, o korkunç gecede annesine sarılıp uyuyacak yaşta bir çocuk olmasına karşın, ölümün ürkütücülüğü onun annesinin yatağından kaçmasına neden olur. Ölüm, o fırtınalı geceye galip gelmiştir. Saniha, annesinin kendisinin yanında olmadığını, olamayacağını anlayarak yataktan ayrılır. Bu durum insanın içindeki yaşama isteğine bir örnek olarak görülebilir.

Anlatıcı, İsmail Tayfur’la kendisi için bir gelecek düşünen Saniha’nın, oğlunu zengin görmek isteyen Besime Hanım’ı görünce vazgeçtiğini ve bu evlilik için çalışmaya başladığını ifade eder. Saniha’nın bunu yaparak bir nevi intihar ettiğini belirten anlatıcı, Saniha’nın böyle davranarak mest olduğunu ifade eder.

“… İnsan, bir musibete mani olamayınca hiç olmazsa ona sahip olmak ister. Kalb-i beşer bigâne olmayan bir hiss-i garip ile Sâniha, bu musibeti yine kendisi itmam etmekle müteselli olmak istemişti. İstihsal-i netice ettiği vakit onu hiç olmazsa kendisi tehyie etmiş olacaktı. Bu bir nevi intihar gibi bir şeydi. Genç kız bunda bir ulviyet, bir azamet görmüştü. Şimdi böyle kendi kendisinin saadetini yıkmaya çalıştıkça mustarip olmaktan, yüreği parçalanmaktan bir lezzet-i garibe alıyor; bu işkenceden mest oluyordu.” (s. 183)

Anlatıcı, insanın içindeki yıkıcı güç olan intihar etme, kendini öldürme isteğiyle Saniha’nın mutluluğunu yıkma isteği arasında benzerlik kurmaktadır. Saniha, kendi mutluluğunu engelleyerek bir anlamda, kendini öldürmektedir.

Anlatıcı İsmail Tayfur’un annesi Besime Hanım’ı okuyucuya tanıtırken onun hayatta tek emelinin oğlu İsmail Tayfur’la Saniha’yı evlendirmek olan bir kadın

müsterih olarak vereceğini ifade eder. İnsanın yaşama arzusu, onun çocuk yapmasına ve çocuğunun da evlenerek kendi soyunu sürdürecek duruma gelmesini istemesine neden olmaktadır. Torun sahibi olma isteği ve torun sevgisi yaşama arzusunun bir yansımasıdır. Besime Hanım’ın yaşama arzusu, oğlunu evlendirerek onun soyu sürdürmek için uygun koşulları elde etmesini sağlamasına neden olmaktadır.

Anlatıcı, Hacer’in ölümü ve evin yanışını birlikte anlatır. İsmail Tayfur’un gitmesine engel olmak isteyen Hacer, çıkardığı yangında ölür. Yangın evi ortadan kaldırırken ölüm de Hacer’deki yaşam izlerini yok eder.

“Bu vücut artık bir genç kız; bir hafta evvel ayna karşısında tebessüm-i itminan ile hilkatin nefsinde ibzal ettiği bedayii temaşa eden mavi gözlü, sarı saçlı, mini mini gelin değil, üzerinden bir nefes-i mevt uçmuş, reng-i sâfi solmuş; pejmürde bir çiçek idi. Gömleğine isabet eden bir ateş, genç kızın sînesinden başlayarak gerdanına çıkmış; gömleğini yaktıkça vücudunu yakarak sînesinde, cenahında yer yer yaralar bırakmış; bir arzu-yı vahşiyâne-i tahrip ile saçlarını tutuşturmuş, başını, ensesini, çehresini… Oh! Hacer! Kendini şu halde göreydin!

Bahçenin en derin bir noktasındaydılar; Hacer bî-hod bir hal içinde, kısmen memâtın pençe-i hükmüne geçmiş bir vücut hükmünde, iri bir taflanın yangının şuaıyla hareket eden zıll-ı kesifinde serilmiş yatıyordu. …” (s. 256)

Hacer yanarak öldüğü için ölümün oluşturduğu değişikliklerin yanıda, yanmanın vücudunda oluşturduğu değişiklikler dikkati çekmektedir. Hacer’in ölümü, İsmail Tayfur’un babası ve Saniha’nın annesinin ölümünden farklıdır. Hacer, kocası İsmail Tayfur’un evden ayrılmasını engellemek için yangını başlatmış fakat istemediği bir sonla karşılaşmıştır. Ölüm, kişinin vücut güzelliğinin yok olmasına neden olmaktadır. Hacer’in dış güzelliği, ölümden önce, yangın tarafından bozulmuştur. Yangın, genç kadının tenin kavrulmasına, saçlarının güzelliğinin bozulmasına neden olur. Hacer’in güzelliğini ortaya koyan bütün özellikleri, gözleri bile yangında özelliklerini yitiririler. Hacer’in vücudu ölmeden önce, ölümün kendisinde yapacağı değişikliklere maruz kalmış gibidir. Toprak altında çürüyerek güzelliğini yitirecek olan genç kadının bedeni, ölümden önce güzelliğini kaybeder. Burada anlatıcı, bir hafta önceki gelinle ölen kadının aynı kişi olmadığını ifade etmektedir. Bir hafta önce düğün telaşı ile koşuşturan kadın yalnızca vücuttan ibaret değildir. Hırsları, istekleri ve ruhu olan biridir ancak yangında tüm güzelliğini kaybedip yerde yatan genç kadın yalnızca bir beden özelliği taşımaktadır. Anlatıcı bu nedenle ölmekte olan bu bedenin kaybolan güzelliklerini anlatmaktadır.

“O zaman İsmail Tayfur Hacer’in ellerini tuttu, onları sıktı, bu eller ellerinin içinde bir takallüs-i asabi ile kıvrandı, bîruh duran bu vücuttan bir raşe-i hayat uçtu, İsmail Tayfur çehresini Hacer’in çehresine yaklaştırmıştı. Şimdi yangının bir inikası, bir deliyle bir ölüden tahassul eden bu manzara-i vahşeti tenvir ediyordu!

İsmail Tayfur, bu çehreden cezr-i nigâh edemiyordu, güya ki gözleri bir incizab-ı mıknatısi ile esir olmuştu.

Hacer’in sol cenahı yer yer yanmış; gerdanının bir kısmı, çenesinin bir tarafı, sol gözü, ateşin hava-yı müthişesiyle kavrulmuş; bu mahuf, bu vahşi cerihaların üzerine saçları dökülmüş; zannolunur ki bu çirkin manzarayı saklamak istemişti.” (s. 258)

Anlatıcı kendi çıkardığı yangında can veren Hacer’in yaralarının tasvirini yapar. İsmail Tayfur’la aynı odada bulunan Hacer’in yangında aldığı yaralardan söz edilirken İsmail Tayfur yaşadığı için onun yara alıp almadığı bilgisine yer verilmez. Hacer bu yangıda öldüğü için aldığı yaraların biçimi, nerelerde bulunduğu önem kazanmaktadır. Ayrıca anlatıcı bu yaralarla Hacer’in hayatta kalanlara nasıl gülümsüyormuş gibi baktığını anlatabilmektedir. Evin yok oluşu ve Hacer’in ölümü eş zamanlı olarak anlatılır. Hacer’in yaşadığı ev onun ölümüyle aynı anda yok olmuştur. Bu ölüm kahramanların gerçekleştirmek istediklerinin sonu olur. Hacer’in ölümü aynı zamanda kahramanların hayallerinin ölümüdür. Ferdi ve Besime’nin hayalleri bu ölümle birlikte ölmektedir. Anlatıcı, üç ölümde ölümün son anda vücutlarda yaptığı değişiklikleri anlatır. Ölen kahramanların vücutlarının kıvrılmaları, bükülmeleri ve kıvranmaları ayrıntılı bir biçimde anlatılır.

“O vakit gözleri tekrar Hacer’e initaf etti. Şimdi bu vücut hareket ediyor, kolları kıvranıyor, hâkime-i memat, bu zavallı cesed-i pejmürdeyi tamamıyla teshire çalışıyordu.

Bir müddet kıvranan, çırpınan, inleyen bu vücudu seyretti. Orada, boylu boyuna yatmış olduğu halde tebdil-i vaziyet etmeyerek; yalnız ara sıra başını çevirerek; gâh ateşler içinde kıvranan o binayı gâh pençe-i dehhaş-i mematın altında çırpınan bu vücudu; bu iki levha-yı vahşeti süzerek kaldı.

Uzun bir zaman geçti…

Şimdi ateş yavaş yavaş kesb-i sükûn ediyor, bu zavallı vücut da son kuvve-i hayatiyesini teslime müheyya görünüyordu.

Yangından hafif bir kızıllık kaldı, bu vücut, bir hareket-i nevmidâneden sonra süzüldü.