• Sonuç bulunamadı

Çıkan Kargaşada Ölüm

1.3.2. Hasan Mellâh yahut Sır İçinde Esrar

1.3.2.1.10. Çıkan Kargaşada Ölüm

Esma ile evlenecek kişinin seçimi için yapılan yarışmada havan toplarıyla atış yapan Hasan Mellâh’ı görmek için izdiham yaratan halk arasında birkaç kişi yaşamını kaybeder.

“Bu mucize sahibini görebilmek şerefiyle sair halk birbirini çiğnerdi. Mecruhlardan maada bir, iki, üç vefeyât dahi oldu.” (s. 253)

1.3.2.2. Ölümle İlgili Düşünceler

1.3.2.2.1. Anlatıcının Ölümle İlgili Düşünceleri

Anlatıcı İslam dininin öğretilerine uygun bir ölüm inancına sahiptir. Ancak anlatıcının roman kahramanlarından Esma’nın güzelliği ile ilgili bilgi verirken güzel insanların ölülerinin bile güzel olduğu ile ilgili görüşleri dikkate değerdir.

“Malûmdur ki güzel bir mahbube, mazallah rahat döşeğinde yatsa bile yine güzeldir. Mevtin en ziyade soğukluğu, en büyük çirkinliği ve keraheti yine çirkinler çehresinde görülüp, hâlbuki mevt hâli bile güzele yaraşır.

Ben gördüm, kendim gördüm. Ahbabımdan bir Hrıstiyan’ın genç ve güzel karısını gördüm ki, dünyaca son ziynetini lâbis olduğu hâlde, tabut içindeyken bile, vallahi güzeldi. Hem de bütün bütün bambaşka bir güzeldi. İşte bu bambaşka güzellik, o hâlde Esma’ya dahi gelmişti. Lâkin Esma’yı mevta zannetmemeli. Çehrede olan kireç gibi bir beyazlığı ona teşbih ederim.” (s. 311)

Anlatıcı ölümü soğuk, çirkin ve iğrenç bulmaktadır. Ancak anlatıcı aynı zamanda güzel insanlara ölümün bile çirkinliğini bulaştıramayacağını, güzellerin öldükten sonra dahi güzelliklerini koruduklarını düşünmektedir. Ona göre ölümün soğukluğu, çirkinliği ve iğrençliği güzel insanların güzelliklerinden bir şey götürememektedir. Anlatıcı aynı zamanda insanların kısas hükmü uyarınca yaşadıklarını ve öldüklerini düşünmektedir. Öbür dünya görüşü olan anlatıcı insanların katil olmalarının nedenleri olduğunu düşünmektedir. Ona göre insanların anlayamadığı manevi yasa uyarınca birileri katil olurken başkaları da onun cellâdı olabilir.

“Bir kâmil demiş ki ‘Vefat edenler kendilerinden sonra kendi ef’al ve harekâtını ehl-i âlemin nasıl muhakeme ettiklerini mezardan görecek olsalar, yüzlerinden etler dökülmüş olduğu hâlde, kemikleri olsun humret-i hicâpla kızarır.’ Biz bu sözü, efradını cami ağyarını mâni bir söz olmak üzere kabul etmekdeyiz. Elbette ki, kabirlerdeki kemikler meyanında, dünyaca olan ef’al ve harekâtı muhakemesini işitince ağaracak kemikler dahi vardır.

Hem de biz kemik olduktan sonra göreceğimiz nedametten ne anlarız? Tashîh-i ahlâka imkân var mı? Öyleyse daha ölüm bize gelmeden kendimizi meyyit farz edelim. Badehu harekâtımızı yine kendimiz muhakeme ederek o ölüye gösterelim ki, sonra onu tekrar dirilttiğimiz zaman galatâtını tashih etmekle müstefit olsun!

Herkes muhâkeme-i mahsûsasında hür olduğu cihetle, ihtimal ki, tashîh-i ahlâkın ol kadar lüzumunu göremeyenler ve insan denilen hayvanın iftirâs hususundaki istidadı önünü açık bırakmak sevdasında sebat edenler dahi bulunabilir. Fakat vukuâ-ı âlemin sûret-i cereyânını bunlara irâe edersek ‘Her edenler bulmuş’ olduklarını görerek, hâlâ dünyada bir dest-i manevînin icrâ-yı hükm ile edilecek kısasları ettirmekte olduğuna yakin hâsıl ederler.

Ama bu babdaki hikmeti bizden sormamalıdır. O dest-i manevî, işte öyle bir dest-i manevî ki, insanların birisini diğeri aleyhine katil ettiriyor, derken diğer birisini de o

katilin cellâdı ediyor. Hâsılı herkese bir iş ettirip, onun cezasını dahi verdiriyor.” (s. 433)

Anlatıcı insanın ölüm acısına alışması hakkındaki görüşleri dikkate değerdir. Anlatıcı burada insanın acıya karşı kullandığı savunma mekanizmalarından birine örnek göstermektedir. İnsan ölüm acısına zamanla alışmaktadır. Ölümle ilk karşılaştığından alt üst olan insan yaşamı, zaman geçtikçe normalleşir. Ölümün gerçekleştiği ilk günlerde, anlamsız ve imkânsız görünen işler, zaman geçtikçe geride kalan kişi tarafından yerine getirilir.

“Hasan’ın İstanbul’dan çıktığı zaman gördüğümüz hâl-i ye’s ve ıstırabı, Alonzo ve İlia’nın verdikleri nice teselliyat ve ümit ile azala azala, bîçare çocuk Beyrut İskelesi’ne çıktığı zaman, öteden beri malûmumuz olan hazım ve ihtiyatı üzerinde olduğu hâlde çıkmıştı. Zira, hakikat-ı maslahat dahi öyledir. Allah cümleyi masun buyursun, insanın bir kimsesi vefat ettiği zaman cihan nazarında zindan kesilerek, hatta kendisi bile ölüme razı olacak dereceye geldiği hâlde, yavaş yavaş bu hâl bilkülliye zail olduktan fazla, badehu miras davalarıyla birtakım harekâta teşebbüs eder ki, harekât-ı mezkûre ilk musibet günü kendisi bile ölüme razı olacak dereceye geldiği hâlde, yavaş yavaş bu hâl bilkülliye zail olduktan fazla, badehu miras davalarıyla birtakım harekâta teşebbüs eder ki, harekât-ı mezkûre ilk musibet günü kendisine arz olunsaydı kendi yüreği kadar yanık bir yürek için bu makule harekâta, mümkün değil ihtimal veremezdi. Haniya, demek istiyoruz ki âlemde insanoğlunun sınaşmayacağı hiçbir musibet yoktur. Hatta musibet ne kadar büyük olursa, biraz muhakemesi olan insan bunun acı teessürâtını bir ayak evvel defederek, arayacağı çareleri daha ziyade istirâhat-ı kalble aramak yolunu arar ve bulur.” (s. 375)

Anlatıcı, Madame İlia’nın intihar etmek için yollar araması ile ilgili düşüncelerini dile getirir. Anlatıcı için intihar etmek, bir kadın için daha zor bir iştir. Ona göre intihar gibi bir eylem kadınlara göre değildir. Anlatıcıya göre kadınlar acı çekmeye uygun değildirler, onlar kendi istekleriyle kendilerine zarar vererek acı çekmeyi göze alamazlar. Aynı zamanda anlatıcı, ölmek isteyen kişinin bunu gerçekleştirecek yolları bulmakta zorluk çekmeyaceğinin bilincindedir.

“Yukarıki babın nihayetinde, Madame İlia’nın canına kastetmeyi kararlaştırmış olduğunu tekrar ettikten sonra, ‘icrâ-yı icâbına teşebbüs eylemiş’ olduğunu dahi dermeyan eylemiştik. Hiç ölüme karar vermiş olan kimse için, icap micap kalır mı ki icrasına teşebbüs etsin? Onun icabı, ya ağzına bir kurşun sıkmak, ya yüreği üstüne bir bıçak vurmak veyahut bir zehir içip gitmektir.

Evet, öyledir ama, siz bu icabı küçük mü görüyorsunuz? Bir tahta kurusunun dendânı ıstırabına tahammül edemeyen vücuda, iğne ucu kadar kanı değil, bütün vücuttaki canı çıkacak kadar bir ıstırap vermek kolay bir iş midir? Alelhusus bir karı için…

İşte Madame İlia, kendisi için artık zarurî gördüğü ölüme hangi yoldan gitmeyi düşünüp dururdu ki, şu mülâhaza birkaç saat, belki icabına göre birkaç gün dahi devam edecek olan bir mülâhazadır.” (s. 220)

1.3.2.2.2. Roman Kişilerinin Ölümle İlgili Düşünceleri 1.3.2.2.2.1.Baş Kişinin Ölümle İlgili Düşünceleri

Hasan Mellâh

Hasan Mellâh, romanının baş kişisidir. Madame İlia ile kocasının kayıp olması ile ilgili konuşurken ölüm ve öbür dünya ile ilgili görüşlerini açıklar. Hasan Mellâh İslam dinine mensup birinin görüşlerine sahiptir ve ölümle ilgili düşüncelerini İslamiyet’in Allah inancı ve ölüm düşüncesi biçimlendirmektedir. Ona göre bu dünyadan sonra gidilecek gerçek bir dünya bulunmaktadır. Orada insanlar bu dünyada yaptıkları işlere göre cezalandırılacaklar ya da ödüllendirileceklerdir.

“Hayır efendim. Biz naümit olmamalıyız. Bu âlemde mükâfât ve mücâzât-ı mâddiyeden kat’iyen naümit olursak bile, öteki dünyada mükâfât-ı maneviyeden ümidimizi kesmemeli. Yoksa öteki dünyaya pek de ehemmiyet verdiğiniz yok mu? Bu itikatta iseniz teessüf ederim ki, bütün bütün hüsrandasınız. Bazı dimağı muhtel adamlar vardır ki, âlem, bu âlem olduğuna kanaat ederek, başka bir âleme ihtimal vermezler. Hâlbuki kendilerine soracak olsak, bu kâinatın teşkili meselesinde bize bir şüphe ve akıbet göstermeyip, hayretle izhâr-ı acz ederler. Siz zanneder misiniz ki, bunca kainatı yaratmış olan zat bunu abes olarak yaratmış olur? Mukaddime ve netice kanunlarını fikrimize vazeden kendisi olduğu ve her icraatı dahi o kanunlar dahilinde cereyan eylediği görülüp durduğu hâlde, bizim akıbetimizi kanûn-ı mezkûr ahkâmından hariç tutar mı? Yoksa bizi, bu dünyadan, başka bir dünyaya sevk etmek, bu dünyaya getirmek kadar veyahut daha ziyade güç müdür? Vardır madam vardır, bir akıbet ve ahiret mutlaka vardır. İnsan burada yaşadığı gibi, orada da yaşayacaktır. Kaide bunu iktiza ediyor. Binaen aleyh burada görmediği mükâfatı orada görmek pek tabiîdir. Ben bu itikattayım. Bu itikatla vicdanıma emniyet ve istirahat vermekteyim.” (s. 208)

Hasan Mellâh, Cuzella’nın başına attığı testi nedeniyle vefat ettiği düşüncesiyle gasil işlemleri yapılırken uyanır. Burada ölüm ve uyku benzetmesi dikkati çeker. Hasan uykudan uyanır gibi yeniden yaşamaya başlar. Ona göre ölüm korkulacak bir şeydir, ancak ölmeyip yaşamayı sürdürdüğü için korkulacak bir şeyin olmadığını düşünür. “Arası çok geçmedi. Hasan güya bir uykudan uyanırmış gibi gözlerini açtı. Etrafına bakmaya başladı.

O zaman dört herifin hâlleri bütün bütün diğer-gûn olmakla beraber, her biri ‘Korkma, korkma delikanlı, korkma! Olağandır, korkacak bir şey yok!’ demeye başladılar.

Hasan kalktı, oturdu. ‘Ben neredeyim? Ne oldum? Demeye başladı. Herifler hâlâ ‘Bir şey yok, bir şey yok, korkma!’ demekte devam ederler idiyse de, Hasan altındaki, etrafındaki malzemeyi görünce işi anlayıp, tebessüm ederek, ‘Korkacak bir şey var idiyse bile geçmiş demektir.’ dediyse de, ölümün inkâr kabul edemeyecek olan dehşeti hâlâ yüzünde nümâyân idi. Hasan’ın ölümden sairleri kadar korkmayacak bir cesur olduğuna emniyetimiz bulunmasaydı, bu sözü mutlaka şaşkınlık nev’inden olarak söylemiş olduğunu hükmederdik.

Her ne hâl ise, Hasan ölüm hâli hâlâ üzerinde olduğu ve belki ölüm bilvücûd kendisinden ibaret bulunduğu hâlde, teneşir üzerinden kalkıp aşağıya inerek, yıkanırken üzerine örtülmüş bulunan bir beyaz çarşafı sıkıp beline sarar idi ki, taşradan dahi bir kızılca kıyamettir koptu.” (s. 398)

1.3.2.2.2.2. Yardımcı Kişilerin Ölümle İlgili Düşünceleri

Cantürktü

Mısır Kölemen beylerinden biri olan Murad Bey’in hizmetinde çalışan Cantürktü, Murad Bey’in emriyle Kölemen beyi Yunus Bekre’yi öldürmeye giderken ölmek ve öldürmek ile ilgili düşüncelerini dile getirir. Cantürktü, Yunus Bekre Beyi öldürdükten sonra, ölme olasılığının farkında olmasıyla birlikte bir gün ölecek olduğunun bilinciyle bunu önemsemez.

“Tabanca ile olmaz. Huzuruna çıkar çıkmaz, yüreği üzerine bir kama sokup, badehu kılıç ile kendime yol açarak kaçmalıyım. Eğer kurtulursam Esma’yı sineye çekerim. Kurtulamaz da beni öldürürlerse zaten ölecek değil miyim? Bugün burada ölmezsem yarın başka yerde öleceğim.” (s. 233)

Giovanni

Pavlos’la birlikte yaşamını Sîdî Osman’a borçlu olan Giovanni, Hasan Mellâh’a babasının kendilerine nasıl yardım ettiğini anlatırken ölen kişileri seyrederken hissettiklerini ve kendi ölümüyle ilgili düşündüklerini anlatır. Giovanni, öldürülmek için sırasını beklerken kendisi için kolay ölüm dilediğini, çok can çekişmeden ölmeyi istediğini ifade eder. Onun için can çekişerek ölmek, ölecek olmaktan daha zor karşılanacak bir olaydır.

“Càdiz’deki Pavlos ile ben dahi bir ipte idik ki, aramızda yalnız bir adam vardı. Mevki-i muhârebede bir büyük ordu kurularak, cümlemiz orada idik. Fas devleti, İspanya devletiyle muhabere etmiş. İspanya devleti bizi, kendi havamıza harp eder eşkıya olmaktan başka bir nazarla tanımamış. Binaenaleyh bizi birer birer katletmeye başladılar. Aman yarabbi, o günkü hâli görenlerin aklı başından alınırdı. Cümlesi bir zincirde veya bir ipte bağlı olan yirmi neferin üzerine, ellerinde satır iki cellât hücum ederek, et kıyar gibi kıymaya başladılar idi. Hepimiz ölümü burnumuzun dibinde gördükçe, artık ölümden de pervamız kalmayıp, yalnız aradan hangisi daha kolay ölmekte ise onlara gıpta etmeye ve hangisi biraz güçlükle can verirse, bizi onlar gibi öldürmemesi için Cenabıhakka dua etmeye başladık.” (s. 138)

1.3.2.2.2.3.İstek Kişilerinin Ölümle İlgili Düşünceleri

Cuzella

birlikte, annesinin bu biçimde ölmeyi hak ettiğini düşünmektedir. Cuzella için annesi ihanetinin karşılığında ölmüştür ve bu durum kendisine teselli vermektedir.

“Kız validesine gerçekten yanmakta olduğu ve bahusus ömrünün saadetine ortak olacak olan kocası elinde teslîm-i rûh eylediğine pek teessüf etmekte bulunduğu hâlde, babasının ettiği hikâye üzerine nâr-ı teessüf bir kat daha iltihap eylemiş ise de bu musibetin ne kadar büyük bir kabahatin cezası idüğini mülâhaza ettikçe, bu hâl ile müteselli olacağını dahi kestirdi.” (s. 22)