• Sonuç bulunamadı

Doğum Sırasında Ölüm

1.3.5. Felâtun Bey ve Râkım Efendi

1.3.5.1.3. Doğum Sırasında Ölüm

Felâtun’un Annesi: Felâtun’un annesi, kız kardeşi Mihriban’ı doğurduktan sonra loğusa yatağında vefat eder. Anlatıcıya göre Felâtun’un annesi doğum yaparken öldüğü için şehit sayılmaktadır.

1.3.5.2. Ölümle İlgili Düşünceler

1.3.5.2.1. Anlatıcının Ölümle İlgili Düşünceleri

Anlatıcı için ölüm insanın doğal olarak karşısına çıkacak bir olaydır. Anlatıcıya

aynı doğallıkla aktarılır. Anlatıcı ölümün olağan olduğundan başka ölümle ilgili söylenecek söz olmadığını belirtir. Anlatıcı kızını doğururken ölen anneye Allah’ın acımasını diler. Ona göre çocuğunu doğururken ölen kadın şehit olmuştur. Mihriban’ın annesi, kızını dünyaya getirirken, ona bir hayat verirken öldüğü için şehit sayılmaktadır. “İş ebelere kaldı. Onlar sargılar ile filanlar ile Mihriban Hanım’ı düşürtmeyip muhafaza edebildiler ise de biçare validesi bu kızı doğurduktan sonra loğusa yatağında şehiden vefat eyledi.

Mevlâ rahmet eylesin! Böyle şeyler olağandır!.. Başka ne diyelim ya?” (s. 3-4)

Anlatıcıya göre doğum sırasında bir kadının ölümünün olağan olduğunun ifade edilmesi yeterlidir. O, böyle bir ölümün herkesin başına gelebilecek bir ölüm olduğunu düşünmektedir. Romanın yazıldığı dönemde doğum sırasında anne bebek ölümlerinin sıklığı göz önünde bulundurulduğunda bu ölüm olağan karşılanabilir. Ancak anlatıcı ölümü, doğum kadar doğal karşılamakta ve onun bir son olduğunu düşünmemektedir.

Anlatıcıya göre ölen kişi geride kalanlara onların hayatını devam ettirecekleri kadar bir miras bırakmalıdır. Râkım Efendi’nin babası, oğluna barınabileceği bir evden başka bir şey bırakmamıştır. Anlatıcıya göre Râkım, babası öldüğü için değil daha çok kendisine onu rahat ettirecek kadar bir miras bırakmadığı için şanssızdır. Anlatıcı hayatın devam etmesini önemsediği için onun gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile daha çok ilgilenmektedir. Râkım’ın annesi, Râkım on altı yaşında iken ölmüştür. Annelerin ölümü kahramanların arasında şartların eşit olmasını sağlamak için yapılmıştır. Râkım’ın babası o küçükken ölmüş, bu onun kıt kanaat bir hayat sürmesine, çok çalışmasına neden olmuştur. Felâtun küçük yaşta annesini kaybetmiş olsa da babası, o yirmili yaşlarındayken vefat eder. Ancak iki kahraman da yirmili yaşlarda hem babasız hem de annesiz kalırlar.

“Rakım Efendi dediğimiz çocuk eski Tophane kavaslarından birisinin oğlu olup bundan yirmi dört sene evvel vefat eyledikte validesi elinde bir yaşında yetim olarak kalmıştı. Bir kavas evlâdına ne bırakabilir? Bizim Râkım Efendi’nin babası ise Salıpazarı tarafında üç odalı bir çürük kümes ve bir de Arap cariyeden başka mal ıtlakına seza hemen hiçbir şey bırakmamıştı.” (s. 11)

Anlatıcıya göre, Râkım’ın annesi, oğlunun çalışmaya başladığını, iş güç sahibi olduğunu gördükten sonra öldüğü için şanslıdır. Râkım’ın annesi için oğlunun çalıştığını görmek, insan içine girdiğini görmek bir nimettir. Kadın, çocuğunun kimseye muhtaç olmayacağını gördükten sonra öldüğü için gözü arkada kalmayacaktır.

Anlatıcıya göre Râkım’ın annesi görevini yerine getirmiş ve oğlunu kendi başının çaresine bakacak yaşa getirmiştir.

“Aman bu çocuk ne kadar çalışıyordu. Hani ya ‘Gece gündüz çalışıyor’ derler ya! İşte gece gündüz gerçekten çalışan buydu. Tamam evlâdını bu boya getirdikten sonra validesi vefat etmesin mi!

Amma bu dahi hakkında bir nimetti. ‘Ah! Rakım’cığım bir kere insan içine karıştığını görsem hiç gözüm arkada kalmazdı’ derdi ve işte arzu eylediği bu nimete nail oldu.” (s. 11)

Anlatıcıya göre ölüm acısı, ölümden sonra geride kalanların yaşadıkları, ölen kişinin ekonomik durumuyla ilgilidir. Mustafa Merakî Efendi, on beş gün çektiği hastalıktan sonra ölmüş, geride bir erkek ve bir kız çocuk bırakmıştır. Felâtun Bey, erkek olduğu için başının çaresine bakabilecek durumdadır ancak Mihriban Hanım kadın olduğu için başının çaresine bakamaz. Anlatıcı bu düşüncelerine karşın aylık geliri yirmi bin kuruş olan bu ailenin çocuklarının öksüz sayılamayacaklarını düşünmektedir. Ona göre kişinin öksüzlük çekmesi için gelir seviyesinin daha düşük olması gerekmektedir. Gelir seviyesi yüksek kişiler için ölen kişinin kaybı, gelir seviyesi daha düşük kişilerinki kadar büyük değildir. Ölüm acısı, ölen kişinin ekonomik durumu ile ters orantılıdır. Ekonomik durumu kötü olan bir ailede baba öldüğünde yaşanan acı artmakta, ekonomik durumu daha iyi olan bir ailede baba öldüğünde ise acı diğer aileye göre daha az olmaktadır.

“Felâtun Bey’in pederi Mustafa Merakî Efendi oğlunun haber vermiş olduğu hastalığı onbeş gün çektikten sonra hulûl-ı eceliyle irtihal eyledi. Mevlâ rahmet eylesin. Oğlu Felâtun Bey ne kadar olsa erkek olduğundan başının çaresini görebilirse de, kerimesi Mihriban Hanım kısa ayaklı olduğu için işte o biçareye acınır.

Adam sen de! Şehrî yirmi bin kuruş iradı olan bir familyanın öksüzleri, öksüz mü sayılır?” (s. 51)

Anlatıcı ölümden sonra yaşam olduğunu düşünmektedir. Babasının Can’ı mutlu etmek için cenneti getirse kızını eğlendiremeyeceğini gördüğünü belirtir. Anlatıcı ölümü doğal bir olay, insan kaderinin bir parçası olarak gördüğü gibi ölümden sonra da insanın gideceği bir ceza ve ödül mekânı olduğunu düşünmektedir.

“Babası ‘Haydi kızım işte arabamız hazır. Biraz gezmeğe gidelim’ dediği zaman kızı âdeta füturla muvafakat gösterip pederi ‘Ey! Bu gün de nereye gidelim?’ dedikçe kız ‘Siz neresini isterseniz oraya gidelim. Benim için her yer birdir’ der ve babası kızı kıra değil a, cennete götürse eğlendiremediğini görürdü.” (s. 115)

Anlatıcı Can’ın ölüm halinde hasta olduğu için her isteğinin yerine getirildiğini belirtir. Ölmek üzere olan hastayı üzmemek, son günlerinde mutlu olmasını sağlamak

için çevresindekiler, ölecek kişinin isteklerini yerine getirirler. Anlatıcı, Can’ın doktorun söylediğinden daha fazla yaşadığını ve ölmek istemediğinin görülmeye başlandığını dile getirir. Anlatıcıya göre hastalığa tutulmuş kişinin iyileşmesi için kişinin kendisinin iyileşmeyi istemesi gerekmektedir.

“Can’ın midesine bayağı bir kuvvet geldi. Hem gayet kuvvetli et suları göğsünü dahi yumuşattığından öksürüğü bütün bütün kesilmiş ve binaenaleyh kan ve balgamları dahi unutulmuştu. Garibi şunda ki, tabibin vazifesinden sonra iki değil, beş gün geçti, kız hâlâ vefat etmedi! Vefat etmedikten başka etmek istemediği dahi görülmeğe başladı.” (s. 147)

Anlatıcı doktorların bilimi hastaların ölüp ölmediklerini anlamakta kullandıklarını, hastalıkları iyileştiremediklerini düşünmektedir. Ona göre hastalıkların pek çok çeşidi olduklarından doktorlar hastalıklara tam tanı koyamamaktadırlar. Bu durum doktorların yalnızca kişinin ölüp ölmediğini bilebilen bilim adamları olmalarına neden olmaktadır. Anlatıcıya göre Doktor Z.’nin Can’ın iyileşmesine, ölümden kurtulmasına bir etkisi yoktur. Can hastalık kitaplarında yazdığı üzere kendi kendine iyileşmiştir. Anlatıcıya göre Can, Râkım’a kavuşma olasılığının olmamasını kabullendiği ve ölmek istemediği için iyileşmiştir.

“Ey şimdi Moliere’nin tabipler hakkında söylediği söz yalan mıdır? Tabipliğin en fennî ciheti bir hastanın vefat etmiş olduğunu anlamak olup, yoksa bir hastalığın birçok envaı olduğundan hangi nevinden olmasını hükmedememektedirler. Teverrüm hakkında teşbih-i maraz kitaplarına derc edilmiş olan sahifelerde yazar ki, bu illete müptelâ olanlar için ilâç olmayıp, verilen ilâçlarsa henüz derdest-i tecrübe olan şeylerdir. Lâkin en altında ihtiyat olarak iki satır daha yazılmış. Denilmiş ki ‘Bu hastalıktan bazı kere kendi kendisine iyi olanlar dahi vardır’. Şimdi bizim Doktor Z dahi bîçare Can’ın yeniden can kazandığını görünce ‘Patoloji kitabının şu son ihtarı doğruymuş be!’ diye kendi kendisine taaccüp ederek artık kızın iyi olacağını yakînen gördükten sonra herif bütün bütün lokman kesildi, gitti ki bundan sonra kayınvalidemi dahi getirsem, o da hiç olmazsa Hipokrat kesilebilirdi.” (s. 147-148)

1.3.5.2.2. Roman Kişilerinin Ölümle İlgili Düşünceleri 1.3.5.2.2.1. Baş Kişinin Ölümle İlgili Düşünceleri

Râkım

Râkım, ölümden sonra yaşam olduğunu düşünmektedir. Ona göre insan öldükten sonra başka bir dünyaya gidecek ve orada dünyada yaptıklarının karşılığında ödüllendirilecek veya cezalandırılacaktır. Râkım, cennet ve cehenneme inanmaktadır. Ona göre insanlar cennette bu dünyada yapıp ettiklerinin, işledikleri sevapların karşılığı

olarak sonsuza kadar ödüllendirilecektir. Râkım’a göre huriler de cennetteki ödüllerden biridir.

“Râkım – (koşup dadısının kucağına atılarak ve boynuna sarılıp şapır şapır öperek) Yok dadıcığım yok! Senin yüzün bana valide çehresi kadar tatlıdır. Cennetten huri çıksa da gelse bana senden güzel olamaz. Ben her akşam senin mübarek yüzünü görmeliyim.” (s. 21)

Râkım, Jozefino ile konuşurken onunla yaşadığı zamanın kıymetini anlatmak için ölünceye kadar, hatta öldükten sonra bile aldığı lezzeti unutmayacağını söyler. Ona göre yaşarken duyulan keyif, yaşamanın lezzeti çıkarılmalıdır. Râkım, insanların öldükten sonra yeniden dirileceklerine inanmaktadır. Ona göre bu dünyadan sonra insanların sonsuza kadar yaşayacakları başka bir dünya bulunmaktadır.

“Râkım – (karının dizlerine kapanarak) Seninle sürdüğüm ömrün lezzetini mezara kadar değil, mezarda dahi unutmayacağıma yemin ederim. Hele dostluğum ilâ-kıyâmü’s-sâa devam edecektir. Rica ederim, beni şu, bu gece almağa başladığım lezzetten de mahrum etme.” (s. 68)

Râkım, Felâtun’un babasının öldüğünü öğrendikten sonra Allah’ın onu bağışlamasını diler. Râkım’a göre yas tutmak Türklere özgü bir şey değildir ve ölüsünü anmak isteyen kişinin Cuma geceleri Yasin-i Şerif okuması yeterlidir. Râkım metresi istediği için babasının yasını alafranga usullere göre tutan Felâtun Bey’e şaşırır. Ona göre insan ölen sevdiklerinin arkasından inandığı dinin ve yaşadığı toplumun kurallarına göre yas tutmalıdır. Râkım için Türk olan birinin kendini herhangi birinin isteği ile yas tutmak zorunda görmesi şaşılacak bir şeydir.

“Felâtun – Hiç sorma birader. Hele şu ‘devil’, yani yastan kurtulduğuma bir teşekkür ediyorum ki, malûm a, pederin vefatı üzerine yas tutmak alafrangada vardır. Her tarafım gece karanlığı gibi simsiyah kesilmişti.

Râkım – Evet alafrangada vardır, ama biz yani Türkler bu kaideye riayete mecbur değiliz. Cuma geceleri bir Yâsin-i Şerif ile mevtalarımızı anmak…

Felâtun – Öyle ama, beni kendi hâlime bırakıyorlar mı ya? Râkım – Size kim karışır?

Felâtun – Kim mi karışır? Pes birader hey, hiç sorma, başım bir belâya çattı ki! Râkım – Aman!

Felâtun – Belâ ama tatlı belâ! Gönlüm mini mini bir aktristin (tiyatro oyuncusu) muhabbetiyle meşguldür.

Râkım – Yası dahi bu mini mini aktris mi cebreyledi?

Felâtun – Evet, zavallı kızcağız! Pederin vefatına benden ziyade yandı, tutuştu. Râkım – Acaip!

Felâtun – Evet, pek acaip kızdır. Ama ne yas. Yemek tabaklarına varıncaya kadar siyahlanmış tabak aldırdı. Kendisi tiyatroda bile siyahtan başka bir şey giymez. Elinden gelse güneşin ve gökteki yıldızların dahi üzerine siyah tül çekecekti.” (s. 69)

Râkım, Felatun Bey’in babasının ölümünden sonra metresinin yas için simsiyah giyinmesini, üzüntüsünü göstermek için siyah tabaklarda yemek istemesini onun ustalığıyla ilgili olduğunu düşünür. Rakım’a göre Felatun’un metresinin Mustafa Meraki Bey’in ölümünün ardından yas tutmak istemesi anlamsızdır. İnsanlar için tanıdıkları insanların ölümlerinin bir anlamı bulunmaktadır, insanlar tanımadıkları insanların ölümleri için yas tutma ihtiyacı hissetmezler. Râkım, bu nedenlerle Felatun’un metresinin Mustafa Meraki Efendi’nin ölümünün ardından yas tutmak istemesini acayip olarak değerlendirir.

“Bunlar şu lâkırdı üzerine aktrisi görmek için aşağıya dört yol ağzına doğru bükülürler. Fakat Râkım böyle sevdiğinin babasının vefatına bu kadar teessüf eden ve ta yemek tabaklarına varıncaya kadar mahsus ye’s tabakları tedarik ettiren kadının pek usta ve maharetli bir aktris olacağını düşündü.” (s. 70)

Râkım, ölümün beden üzerinde yaptığı değişikliklerin bilincindedir. Ölümü bedende yaptığı bütün değişikliklerle kabullenmiş durumdadır. Annesinin çürümüş yanaklarını düşünürken kendisine bakan dadısının hayatta olmasının değerinin farkındadır. Râkım ölenler için üzülmek kadar yaşayanlar için şükretmek gerektiğini düşünmektedir.

“Fedayi – Ah hanımcığım iki gözümün nuru hanımcığım! Mezarında bizim şu hâlimizi görüyor musun?

Râkım – (gözleri dolarak) İşte dadıcığım seni anamız yerine koyduk. Anacığımın yanakları çürümüş ise senin yanakların hamdolsun sağ sağlam.” (s. 79)

Râkım, düzenli olarak ders verdiği iki kız kardeşten biri olan Can’ın hastalığına ve hastalığının ölümcül olmasına üzülmüştür. Ona göre dağ gibi bir genç kızın ölüm döşeğinde bulunması acınacak bir durumdur. Râkım’a göre genç yaşta ölüm ile ilerlemiş yaşlarda ölüm arasında fark bulunmaktadır. Genç yaşta ölüm ilerlemiş yaşlarda ölüme göre insanlara daha fazla acı vermektedir. Râkım da Can’ın ölecek olmasına bunun için daha fazla üzülmektedir. Râkım’a göre her ölüm aynı değildir. Bazı ölümler diğerlerinden daha fazla acı vermektedirler.

“Hatta muayene günü akşamüzeri kendi hanesine avdet eyledikte yüzü gözü sarkık bir meyusuyiyet-i azîme içinde gelmiş ve bunun sebebini gerek dadı kalfa ve gerek Canan sual eylediği zaman Can’ın ölüm halinde hasta olmasına şefkat-i cibilliyesi hasebiyle izhâr-ı teessüf eylediği hâlde kendisinin Can hakkında bu kadar irtibatını dahi sormağa cesaret eylemişti.

Râkım – Allah, Allah de bakayım şimdi şüpheye bir kat daha kuvvet ver!

Râkım – Nasıl teessüf etmem ya? Dağ gibi bir genç kız ölüm yatağında bulunsun da acımamak mümkün müdür?” (s. 120)

Râkım, Can’ın hastalık haliyle ilgili olarak ölümün kıza yaklaştığını belirtmek için ahiret insanına benzetir. Burada Râkım’ın ahiret ile ilgili olumsuz düşüncelere sahip olduğu görülür. Ona göre ahiret insanı hastalıklı insanlar gibi görünmektedir. Hasta olan Can canlılığını kaybettiği için ölen insanlara benzemektedir.

“O bîçare kızcağız ne hâllere girmiş, ahiret insanı suretini almış.” (s. 129)

Râkım, Can’ın hastalığı ile ilgili olarak Felâtun ile konuşurken kızın verem olma olasılığının olduğunu, doktorların hastalık için aşk hali dediklerini söyler. Verem hastalığına bir virüsün neden olduğu henüz bilinmemektedir. Râkım, Can’ın kendisine olan aşkı yüzünden hastalandığını, ölüm döşeğinde yattığını düşünmektedir. Ona göre canı ile uğraşan Can için Felâtun Bey’in söyledikleri yersizdir. Râkım aynı zamanda Can’ın yolcu olduğunu söyler. Ölecek insanlar için “yolcu” tabiri kullanılan bir tabirdir. “Râkım – Bırak Allah’ı seversen! Kızcağız can üzerinde

Felâtun – Ne için?

Râkım – Bilir miyim ben, ne için? Galiba verem olmuş, Hekimler aşk hâlidir diyorlar. Felâtun – İşte gördün mü? Senin gibi feylosofların yapacağı iş bu kadar olur. İffeti muhafaza edelim, edebi muhafaza edelim diye böyle körpecik kızları verem ederler, bırakırlar. Bana alâka etmiş olsaydı da, bak hiç böyle verem olur muydu? Turp gibi yaşardı, turp!

Râkım – (füturla) Adam, bırakalım şu acıklı meseleyi. Kızcağız bugün, yarın yolcudur. Sen ne haldesin bakalım sen?” (s. 130)

Râkım Jozefino ile konuşurken Can’ın ölüm halinde olduğunu ve onun ölecek olmasının kendisini çok üzdüğünü söyler. Râkım burada ölmek yerine “gürleyip gitmek” ifadesini kullanır. Râkım’a göre genç kızın ölümü insanı üzecek bir ölümdür. Çünkü Can, beklenmedik bir yaşta, kendisinden yaşaması beklenen bir zamanda ölüm halinde yatmaktadır. Bu ölüm Râkım için yaşlı bir insanın ölümünden daha acıklıdır. “Râkım – Yok değil, var! Hani ya Mister Ziklas yok mu, işte onun büyük kızı ölüm hâlinde hasta da, ona pek acıyorum. Bir genç kızın gürleyip gitmesi insanı yakmaz mı a madam?” (s. 132)

Râkım, güvertede Felâtun ile konuşurken iki kız kardeşin yolculukları ile ilgili bilgi verir. Râkım’a göre kardeşlerin büyüğü mezara götürülecektir, küçüğü de İskenderiye’ye gitmesi için vapura getirilmiştir. O güne kadar birlikte görülen iki kardeş

birinin kaçınılmaz görülen ölümü nedeniyle birbirinden ayrılmaktadır. Ölüm insanları en sevdiği insanlardan, kardeşlerinden anne ve babasından ayıran bir olaydır.

“Râkım – (şiddetle göğüs geçirerek) Birisini bu gün, yarın mezara götüreceğiz. İşte birisini sizin bindiğiniz şu vapur İskenderiye’ye götürüyor. İstanbul’un zevkini süren varsa o da sizsiniz.” (s. 145)

Râkım, Can’ın babası Ziklas’a Allah’ın kızını ve servetini kendisine bağışladığını söyler. Râkım’a göre Can ölümden Allah’ın isteğiyle kurtulmuştur. Ona göre Can’ın iyileşmek ve Râkım’ın aşkının umutsuzluğundan kurtulmak istemesinden daha çok Allah’ın Can’ı sevdiklerine bağışlaması önemlidir. Râkım’a göre insanın yaşamı ve ölümü Allah’ın elindedir. İnsanın dünyada var olması Allah’ın isteğine bağlıdır.

“Gördünüz mü Mösyö Ziklas!... Cenâb-ı Hak işte hem üç yüz bin lira servetinizi hem de nur gibi kerimenizi size tekrar ihsan eyledi.” (s. 149)

Canan’ın hamileliğinin can evinde bir ciğerparenin canlanıp oynamakta olduğu ibaresi ile anlatılması dikkate değerdir. Canan’ın bedeninde yeni bir hayatın başladığı düşüncesi, Rakım’ın baba olacağını öğrenmesi sevinmesine neden olur. Rakım, soyunun devam edeceğini öğrendiği ve bu biçimde ölümsüzlüğü yakaladığı için mutlu olur.

“Hele ertesi gün kendi hanesine geldikte dadı kalfa, Canan’ın can evinde bir ciğerparesinin canlanıp oynamakta bulunduğunu haber verdi ki, bu haber Râkım’ı her şeyden ziyade memnun eyledi.” (s. 149)

1.3.5.2.2.2. Yardımcı Kişilerin Ölümle İlgili Düşünceleri

Felâtun

Felâtun, insanın yaşadığı zamanın kıymetini bilmesi gerektiğini düşünmektedir. Babası öldükten sonra, babasının rahat rahat yaşamaya ömrünün yetmediğini düşünen Felâtun, babası gibi olmamak için her anın kıymetini bilme taraftarıdır. Ölüm insanı yaşamak istediklerini yaşayamadan bulabilir. İnsan bunu düşünerek gençliğinde yaşamanın keyfini çıkarmalıdır. Felâtun, babasının ölümünden sonra metresinin zoruyla yas tutarken babası öldüğü için değil istediği gibi yaşayamadığı için üzülmektedir. Babasını kaybeden biri olarak metresinin, babasının ölümüne kendisinden daha fazla üzüldüğünü düşünmektedir çünkü kendisi yaşamanın tadını çıkarmak ister. O, ölen babasının ardından üzülmek yerine babasının bıraktığı mirasla dilediği gibi yaşamak

ister. Felâtun, kendini dilediği gibi yaşama arzusuna o kadar kaptırmıştır ki mensubu olduğu dinin kurallarını ve yaşadığı toplumun geleneklerini düşünmez. Alışık olmadığı, bilmediği hatta içinden gelmediği halde alafrangada öyle yas tutulduğu için siyahlar giyinip yas tutuyormuş gibi yapar. Alafrangada yasın nasıl tutulduğunu tam olarak bilmediği için metresi Polini’nin abartılı isteklerinin farkına varmaz.

“Felâtun – Bu gençlik ele girmez yahu! Yarın sakalına kır düştükten sonra paran olsa bile karılar yüzüne bakmaz. Biraz da gençlikte yaşamaya bakmalı. Sen de bizim peder gibi olacaksın galiba. Bîçare adamcağız kazandı, biriktirdi, rahat rahat yemeği ömrü kifayet etmedi. Bunlardan ibret almalı değil mi?

Râkım – Allah rahmet eylesin.” (s. 70)

Felâtun, insanın ölümlü olduğunun farkında olmakla birlikte özellikle gençlik dönemini daha iyi değerlendirmek ister. Onun göre hayatın kıymeti kendisiyle ilgilenen kadınların varlığıyla ölçülmektedir. Felatun’a göre gençlik, kadınlar kendisiyle ilgilenirken değerlendirilmesi gereken bir zamandır.

Margrit

Margrit, İskenderiye’ye giderken güvertede Râkım’a ablasının onun aşkından ölüm döşeğinde olduğunu ve ablasının aşkını öğreninceye kadar kendisinin de Râkım’a âşık olduğunu söyler. Margrit, “Râkım’ın aşkı” adı verilen ölümün elinden kendisini güçlükle kurtardığını düşünmektedir. Ablasının âşık olup geleceklerinin olmadığını görerek yatağa düştüğünü anlayan Margrit, Canan’ın dolaylı olarak ablasının ölümüne neden olacağını düşünmektedir. Margrit’e göre Canan’ın ve Râkım’ın birbirlerine duyduğu aşkın varlığı Can’ın ölümüne neden olmaktadır. Margrit, ablasının ölümüne Canan’ın varlığının neden olduğunu düşünse de bundan dolayı Canan’ı suçlamaz. Ona göre Canan, bu ölüme neden olmaktan dolayı mazurdur.

“Ey Râkım! Seni üç parça edebilmek mümkün olsaydı, ben de bir parçana sahabet gayretinden bir türlü vaz geçmezdim. Bir de hemşiremin sana alâkasını haber aldığım için artık benim kasr-ı yed eylemekliğim lâzım gelir. Eğer haber almamış olsaydım şimdi bir yatakta beni görürdünüz! Ne ettim ettim, yüreğim üzerine taş bağladım, kendimi senin aşkın namı verilen ölümün pençesinden kurtarabildim. Canan’a mahsus selâm söyle. Hemşiremin katili kendisi olduğunu bilsin! Fakat bu katlde kemaliyle mazur olduğuna dahi emin olsun.” (s. 145)

Rakım’ın dadısı Fedayi, Rakım dört kese akçe kazandığında Râkım’ın annesinin sağ olup oğlunun ne kadar başarılı olduğunu görmesini ister. Fedayi’ye göre Râkım,