• Sonuç bulunamadı

Bir Ölünün Defteri

Halid Ziya’nın romanlarından biri olan Bir Ölünün Defteri’nde üçlü bir aşk söz konusudur.27Vecdi, okuldan arkadaşı Hüsam ve halasının kızına, ölmeden önce Nigar’ı nasıl sevdiğini anlattığı bir defter bırakır.

Vecdi’nin annesini bir hastalık sonucu kaybetmesi romana konu olan olayların başlamasına neden olur. Bu olaylar Vecdi’nin yağmurlu ve soğuk bir günde ıslandıktan sonra hastalanarak ölmesiyle son bulur. Romanda ölümle ilgili olarak Vecdi’nin savaşa gitmeden önce savaşarak ölmeyi yüceltmesi dikkate değerdir.

1.3.12.1. Ölme Biçimleri

1.3.12.1.1. Ölümüyle İlgili Bilgi Verilmeyenler:

Nigar’ın Babası: Bir Ölünün Defteri’nde Vecdi’nin halasının kocası ve Nigar’ın babasının öldüğü söylenir fakat ölüm nedeni ve biçimi hakkında bilgi verilmez.

1.3.12.1.2. Hastalık Nedeniyle Ölüm

Vecdi’nin annesi: Vecdi’nin annesinin Hastalık sonucu öldüğü belirtilir, hastalığı ile ilgili bilgi verilmez. Hastalanarak öldüğü yedi yaşında olan oğlu Vecdi tarafından aktarılır.

Vecdi: Vecdi, bilerek yağmur altında ıslanır, odasının pencerelerini açarak ıslak haliyle uykuya dalar ve hastalanarak ölümün kendisini bulmasını sağlar.

1.3.12.2. Ölümle İlgili Düşünceler

1.3.12.2.1. Roman Kişilerinin Ölümle İlgili Düşünceleri 1.3.12.2.1.2. Baş Kişinin Ölümle İlgili Düşünceleri

Vecdi

Vecdi’nin savaşa gitmeden önce ölümle ilgili söyledikleri dikkate değerdir. Burada Vecdi, yumuşak bir döşekte hasta olarak ölmektense savaş meydanında ölmeyi

27 Halit Ziya Uşaklıgil, (2005). Bir Ölünün Defteri, Yayına Hazırlayan: Orhan Oğuz, Özgür Yayınları,

tercih ettiğini anlatır. Ancak Vecdi, romanın sonunda yumuşak yatağında, yaşama gözlerini yumar. Vecdi devlete ve millete hizmet etmek için ölmenin kutsallığını dile getirip bu ölümü yüceltirken ölmek istemektedir. Düşmana karşı savaşırken ölse bile ondan önce düşman askerlerinden bazılarını öldürmüş olmanın önemini vurgulayan Vecdi için savaşta ölmek galip gelmekten daha önemlidir denilebilir. O kendisini öldüremediği için cephede ölme olasılığının fazla olmasına güvenerek orduya katılır. Durkheim’e göre kişinin kendi ölümüyle sonuçlanacağını bilerek yaptığı her eylem intihardır. Bu eylemin olumlu ya da olumsuz olması intihar olmasını değiştirmez. (Durkheim, 2002: 25) Vecdi, ölmek isteğini yerine getirmek için savaşa katılırken aslında intihar etmektedir. Savaştan döndükten sonra hastalığının ilerlemesine neden olacak biçimde davrandığı için intihar etmiştir. Omuz omuza cepheye gittiği diğer askerlerle birlikte can vermekten söz ederken onların savaşa katılma nedenlerini göz ardı eder. Savaşa giden asker, ölmek için savaşa katılmaz. Ölme olasılığının bilinciyle cephede bulunan her asker zaferi yaşamak için savaşır. Amaç ölmek değil zafer kazanmak ve o zafer anında orda bulunmaktır. Cephede savaşanların asıl amacı zafer kazanmak ve bu zaferin kazanıldığını görmektir. Vecdi, cephede savaşarak ölmeyi yüceltmektedir, ancak âşık olduğu kadın başka birini sevdiği için yaşama isteği yok olan kahraman, kendi ölümüne neden olacak bir savaşa katılmayı seçer. Vecdi için sevdiği ile birlikte olamamak yaşamının boş geçmesi demektir. En yakın arkadaşıyla evlenen Nigar’ı kaybeden Vecdi, yaşama isteğini de kaybetmiştir. Vecdi, yumuşak bir yatakta ölmemek için çabalar. Öksürerek aksırarak yaşlı biri olarak ölmenin tercih edilmemesi gerektiğini düşünmektedir. Bu düşünce Eski Yunan’dan bugüne tartışılmaktadır. Eski Yunan’da da savaşta ölmek yüceltilirken, insanın yaşlı ölmemesi gerektiği düşüncesi egemendir.

“- Muharebede ne yaparlar? Devlete millete hizmet ederler değil mi? Şu damarlarımda o iki velinimetin ekmeğiyle cevelan eden kanı burada, meskenet ve atalet içinde kurutmak, onun her katresinde inşial eden şebabı bir hiçlik içinde söndürmekten ise sahibine iade etmek hayırlı değil mi? Burada sıkılıyorum, Hüsam bu boş geçen hayat, faydalı bir ölüme feda olsun. Düşün, vicdanın beni tebcil etmiyor mu?

- Lakin sen hayatını başka hizmetlerde istismal ile mükellefsin. Senin kanına değil, fikrine lüzum var.

- Oh!.. O fikri istimal etmiyorum. Fakat öyle zannediyorum ki bunu seve seve dökeceğim. Damarlarımdan her katresi süzülüp aktıkça bana insanlık vazifesini ifa ettiğimi ayrı ayrı takrir edecek. Onun hafif hafif, mesut bir sükûn ile cereyanını gördüğüm vakit kalbim mutmain olacak. Kendi kendime: ‘Senin için yapacak bir şey vardı, onu yaptın. Şimdi rahat ölebilirsin diyeceğim. Düşün… Kaba, yumuşak bir yatak

arasında kıvranarak ölmemek için hayata olanca kuvvetleriyle sarılan birtakım yaşlı adamlar arasında can çekişerek ölmekle; orada, etraftan kalkan bulutların serptiği ölüm yağmuru içinde ölmek arasında ne büyük fark var! Orada önümde hareket eden; gözleri ateşli, çehreleri barut dumanlarıyla siyahlaşmış, ağızları kan kokusuyla kurumuş bu adamlar için bir son var, ölüm! Bir gaye var, galebe! Bunu istihsal etmek yahut ona vasıl olmak için ateşler püskürerek ateşlere koşuyorlar. Sen yalnız bir nefs feda etmek duygusuyla hareket eden bu binlerce adamların dalgaları arasına düşmüşsün, ihtiyarsız sen de ona atılıyorsun. Kulaklarının yanından, saçlarının üstünden ateşten birer yılan gibi ıslık çalarak sana ölümün başının üzerinde döndüğünü ihtar eder. Sen onlardan, ölmekten korkmazsın. Sen orada, yatağında ölüme haşyetle muntazır bir adam değilsin, ölmek için gelmiş binlerce genç, dinç, hayatını en tatlı bir hengâmında feda eden bahadırlardan birisin. Sen orada bir insan değil, bir ordusun. Yanıbaşında birisinin düştüğünü görürsün, onun intikamını almak için koşarsın; diğer bir refikin kendini kaybetmiş bir aslan gibi öne atılıyor, onu görürsün, sen de koşarsın; seni her hatve ya zafere ya ölüme takrip ediyor, fakat o ölüm, o da bir zafer değil midir? Çalının dibine düşüvermiş bir yaralıyı tasavvur et. Ölmek üzeredir; fakat biliyor ki yine o anda kendisi gibi can çekişen birçok adamlar var, biliyor ki onların hiçbiri bu kadar cesaretle masruf olan hayatına müteessif değil, biliyor ki gözleri kapanıp da bu âlemi bu nazardan seyrettiği vakit ruhu ulvi bir âlemin neşatiyle mest olacak. Gözlerinin önünden bir sel gibi taburlar akıp gidiyor, biliyor ki, onların ellerinde parlayan tüfeklerin ağzında birer düşman canı var, hayatının pahasını alacak bu binlerce müntakimler onun için ne büyük bir tesliyettir! O biliyor ki ölüm haberi memlekete vardığı zaman anası ‘onu bunun için büyütmüştüm’ diyerek gözyaşlarını silecek. Bu ölüm bir zafer değil midir?” (s. 127- 128)

Vecdi, hasta yatağındayken ölmek istediğini itiraf eder. Savaştan sağ olarak döndükten sonra hastalığının ilerlemesini sağlayarak bu isteğini gerçekleştiren Vecdi, yaptığının bir biçimde intihar etmek olduğunun bilincindedir. Ona göre terk etmeyi düşündüğü hayat için umutlu olmak anlamsızdır. Ona göre bu dünya geçici bir rüyadır ve ölümle ciddi bir sonuca ulaşılacaktır. Vecdi insanın bu dünyada geçici olarak var olduğunu, kalıcı olarak var olunacak dünyaya ölümden sonra ulaşılacağını düşünmektedir. Vecdi, insan doğasındaki korkaklığın son nefeste ortaya çıktığını ve kendisinin cesur bir biçimde ölümü karşılayacağını ifade eder. Ona göre ölüm cesurca karşılanmalıdır. Savaş sırasında dövüşerek ölme isteğini yerine getiremeyen Vecdi, yumuşak yatağında ölmekten korkmadan ölmek istemektedir. Vecdi, cesurca öldüğünü belirtirken ölümden korkulduğunu de ifade eder ve o bu korkuyu doğal karşılamaz. İnsanın ölüm karşısında korku duyması karşısında olumsuz bir tavır takınan Vecdi, kendisinin son nefesini verirken cesur olacağını düşünmektedir. Vecdi hasta yatağında ölmek üzereyken ölümle ilgili düşüncelerini dile getirir.

“- Sizin ikinizi de affediyorum, Hüsam… Siz tamamıyla masumsunuz… Bu ölümü ben arzu ettim…

-Hayır ölmeyeceksin, Vecdi… Ne için meyus olmalı?.. dedi.

- Beni teselliye, her ikimizin istihkar ettiğimiz sahteliklere lüzum görmeyeceğini zannederdim… Ölümden korkmayacak kadar ruh ulviyetine mâlik olan bir adamı sefil bir hayata ümit ettirmek mi istiyorsun?.. İnsanların tab’ındaki cebanet asıl son nefeslerinde anlaşılır. Bugün ben cesurane ölüyorum… Her gün terkine müheyya olduğumuz muvakkat bir rüyayı mutlaka vasıl olacağımız ciddi bir netice için neden güç feda etmelidir?” (s. 25)

Vecdi, insanın kendi hayatının denetiminin elinde olmadığını ve insanların bu durumu yok saymak için mazeretler bulduğunu düşünür. Ona göre insan başına gelen olaylara hâkim olamaz, dolayısıyla bu dünya bir rüyadan ve bir kandırmacadan ibarettir. Vecdi, cüzi ve külli iradeye gönderme yapmaktadır. Ancak o başına gelen olaylara yön verememekten şikâyetçidir. Âşık olduğu kadının en yakın arkadaşını sevip onunla evlenmesine engel olamayan Vecdi, ölmek için gittiği savaştan ölmek isteyen biri olarak döner. Vecdi, yaşama isteğini kaybettiği için insanların yaşama isteklerinin gereğince yaptıklarını kendilerini teselli etme çabası olarak görmektedir. İnsanın hayatının iradesinin bütünüyle kendi elinde olmamasını trajedi olarak değerlendiren Vecdi, insanların bu trajedi karşısında geçici şeylerle kendilerini avutmaya çalıştıklarını düşünür. Ona göre dünyayı müthiş bir kudret eli yönetmektedir ve onun isteklerinin dışında bir şey yaşamak mümkün değildir.

“- Oh! Hayat! Hayat!.. Zavallı insanlar! Müthiş bir kudret elinin içine attığı bir çirkapta, hâkimi olamadıkları vakayi zincirinin esiri olarak yuvarlandıkları bir kâbusta; sefaletlerini, mezelletlerini tezyin için tesliyet bulmuşlar, sebepler icat etmişler. Lacivert semalardan, pembe güllerden, mütemevvic denizlerden, mai gözlerden bahsederler… Gamlarını bir şarap kadehinin içinde boğmak isteyen biçareler gibi kalplerinin, fikirlerinin zehirlerini hayaller içine dökerler… Heyhat!.. Bu hayal bütün zehirlerini atar!.. Hayat… O daima odur, hükümsüz, neticesiz bir rüyadır!

- Beni bu rüyaya meclub mu kıyas edersin? (s. 26)

Bu cümleler Nigar ve Hüsam’ın aşkına dayanamayıp ölmek için katıldığı savaşta bir kolunu kaybeden Vecdi’nin hayata değer vermediğini göstermektedir. Vecdi bu dünyanın bir aldatmaca olduğunu, bir rüyaya benzediğini düşünmektedir. Burada Vecdi’nin yetişmiş olduğu coğrafya ve içine doğduğu dini yaşamın izlerini görebiliriz. İslamiyet bu dünyayı diğer dünyaya hazırlık olarak görür ve bu dünyaya fazla bağlı olmamak gerektiği öğretisine sahiptir. Ancak bu dünyanın değersiz olduğu düşüncesi Vecdi’de İslami kaynaklardan beslense de o bu dünyada istediklerini yerine getirememekten, bunları yapmaya gücünün yetmemesinden dolayı dünyanın değersiz olduğunu düşünmektedir. Küçük yaşta annesini kaybetmesi, babasının kendisinden bir

onun bu dünyaya değer vermemesine neden olmuştur. Yaşadıkları hayata umutsuz bakmasına neden olduğu için yaşamayı kirli su içinde debelenmeye benzetir. Savaşa katılma nedeni de Nigar ve Hüsam arasındaki aşkı görmeye dayanamayacak olmasıdır. Kendisinin sahip olamadığı bu değerli şeye sahip olan insanları görmeye dayanamadığı için millet ve devlet uğruna savaşmaya gider. Yaşamak istememesinden dolayı şehit olarak ölmeyi ister ancak savaştan döndükten sonra iki çocuklu mutlu arkadaşlarını görünce kendisini hastalığın kollarına bırakır. Vecdi, ölmek için hasta olur. “Neticede, ölümünün gerçekleşmesi için son bir hamle yapar ve bunda da başarılı olur. Hatıra defterine yazdığı ‘sizi affediyorum’ sözü, aslında kırılmaya uğramış bir benliğin affetmeyişinin ve öfkesinin yansımasıdır. Kendi mutsuzluğunun oluşturduğu ruhsal cehenneminde, herkesten habersiz bir yazgıyı yaşlarken o, ‘affettiğini söylediği insanlardan’ ölümüyle bir öç alma, onları vicdanî bir hesaplaşmayla baş başa bırakma ve onların ruhlarında bir ‘duyarlık bilinci’ oluşturma çabası içindedir. Karşılıksız aşkla meydana gelen düşüşü; ölümle bir yükselişe çevirmek ister. Maddî anlamda, yeryüzündeki bedensel varlığıyla aşkını yaşamasına engel olan ‘öteki’lerden uzaklaşırken, onların iç dünyalarına yaklaşarak, kendine sağlam bir yer edinir.” 28