• Sonuç bulunamadı

Gönüllü romanında babasının ölümünden sonra, onun işlerini sürdüren Recep Köso’nun Filomene’ye âşık olduktan sonra yaşadıkları anlatılmaktadır.39 Recep, evlenmek istediği kızı kapatıldığı manastırdan kurtarmak isterken çıkan savaş nedeniyle yurdundan ayrılmak zorunda kalır. Yıllar sonra çıkan savaşa gönüllü olarak katılan Recep, sevdiği kadını ve oğlunu kurtarır.

Romanın olay örgüsünde önemli yeri olan iki ölüm söz konusudur. Biri Recep Köso’nun babasının ölümüdür. Diğeri ise Filomene’nin kocası Andrea Kostopolo’nun öldürülmesidir. Andrea Kostopolo, Filomene ve oğluna zarar vermek üzereyken bir Osmanlı zabiti tarafından öldürülür. Recep Köso’nun babasının ölümü, Recep’in küçük yaşta annesi ve iki kız kardeşinin sorumluluğunu yüklenmesine neden olur. Recep küçük yaşta aile babası gibi davranmak durumunda kalır. Babasının beraber iş yaptığı Sonkur Yankos’un kızı Filomene’ye âşık olan Recep, onunla evlenmek ister, ancak kızın ailesi buna izin vermez. Sonkur Yankos kızını gizlice bir manastıra kapatır. Filomene’ye kavuştuktan sonra Recep, çıkan savaş nedeniyle Yenişehir’den annesi ve kız kardeşleriyle birlikte göç eder. Bu zorunlu göçten on beş on altı yıl sonra çıkan savaşta gönüllü olarak asker olan Recep, Osmanlı askeri olarak Yenişehir’in yeniden alınışında bulunur. Eski sevgilisi Filomene’yi kocasının elinde ölmekten kurtaran Osmanlı askerlerinden biri de Recep Köso’dur.

Kızının bir Müslüman’dan hamile kaldığını öğrenen Filomene’nin annesi buna dayanamaz bir buçuk iki ay sonra ölür. Kadının ölümü kızını zorla Andrea Kostopolo ile evlendirmeye çalışan babasına bir yıl engel olur.

“Zavallı validesinin vefatı Filomene’i hiç olmazsa bir sene müddet için olsun Andrea’nin tezevvücü beliyyesinden kurtarmıştır. Zira validesi vefat eden bir genç kız hiç olmaz ise bir sene müddet olsun validesinin yasını tutmadıkça gelin olabilmek âdet-i Hıristiyaniyeye bikülliye muhaliftir.” (s. 217)

Müşir Paşa, askere alındıktan sonra casus olarak Yunanlıların ve Rumların içine gönderilen Recep Köso’dan bir ay boyunca tıraş olmamasını ister. Recep’in bu halini gören Rumlardan birisi Recep’in yas tuttuğunu zanneder. Burada Hıristiyan inancına göre yakınını kaybeden bir erkeğin kırk gün tıraş olmadığı bilgisi de verilmiştir.

“‒ Galiba yas tutuyorsunuz.

der demez Recep bu sözün Hıristiyanlık nokta-i nazarından hâvi olduğu ehemmiyeti anlayarak:

‒ Evet! Bir küçük kızımın vefatı haberini telgrafla aldım da onun yasını tutuyorum. Cevabını vermişti ki bu sual ve cevap üzerine kendisini bunlara Rum ve Hıristiyan göstermeye başka türlü lüzum dahi kalmamıştı. Bu bir aylık tıraşa “sakal” denilemeyeceğinden ve sakal sahibi olmayanların bir ay tıraşsız kalamayacakları derkâr bulunduğundan ve Rumlar miyanında bir kimsesi vefat edenlerin kırk gün tıraş olmamaları mer’î idüğinden şu hâllere nazaran suali soran Rum bizim Köso’nun bir Koso olduğuna şüphe etmeyerek sorduğu gibi Köso dahi âdât-ı Hıristiyaniyeye vukuf-ı tammı hasebiyle suali zımmındaki dakikayı derhâl anlayarak o cevabı vermişti.” (s. 169)

Anadolu’da da yas tutan erkeğin bir süre tıraş olmadığı görülür. “Erkeğin yaslı olduğunu gösteren belli bir giyimi yoktur. Ancak bir süre gösterişli giyinmekten kaçınır ve tıraş olmaz.” (Örnek, 1971: 84)

Gönüllü romanında anlatıcı yazarın kendisi yani Ahmet Midhat Efendi’dir. Okuyucusuna bilgi vermek için romanda araya giren yazar, bu bilgiler için diğer romanlarını da tavsiye etmektedir.

“Vakıa buralarda ve bahusus Avrupa’da ve Avrupa’nın da bir zaman Venedik şehrinde görülen karnavalları derecesinde karnaval yapmak Rumeli için hasbe’z-zaman mümkün olamaz idiyse de, büyük perhize girileceği zaman bir hafta kadar evvel vur patlasın, çal oynasın âlemlerine girmekten ibaret bulunan karnaval âdetleri her yerin kabiliyetlerine göre bilcümle ahali-i Nasrâniyye nezdinde az çok vardır. “Karnaval” sernamesiyle bir vakit yazmış olduğumuz bir büyük romanda, buna dair iktiza eden tafsilat-ı tarihiyyeyi i’ta eylemiştik.” (s. 25)

Bu romanda bazı insanların öldükten sonra cadı olacakları inancına da yer verilmiştir.

“Bahusus Rumeli’nde, ki bizim buralarda mevcut olan cin, peri, evliya rivâyâtı tamamıyla mevcut olduktan fazla, oralarda bir de “vampir” evhamı hüküm sürer. Güya vefat edenlerden birisi kabrinde cadı olurmuş. Bu cadılık hâli etsiz, kemiksiz yalnız içi kan dolu bir tulumdan ibaret kalmak gibi bir hâlmiş. Geceleri cadı kabrinden çıkarak haneleri dolaşır, türlü ziyanlar yaparmış. Bu cadıları tekrar öldürmek sanatına vâkıf adamlar dahi bulunarak hükûmât-ı mahalliyenin müsaadesi veyahut cemaatlerin muvafakatı ile bunlar o müteveffanın mezarlarına giderler ve kıpkırmızı kızarıncaya kadar kızdırılmış olan uzun bir demir çubuğu mezara saplayıp, içindeki cadıyı bu suretle bir daha öldürürler de halkı bunların eza ve cefasından kurtarırlar” (s. 32)

İlkel insanın en büyük korkusu ölen kişinin yaşayanlardan intikam almasıdır. Özellikle ölen kişiye yaşıyorken herhangi bir haksızlık yapıldığının düşünüldüğü ya da

Romanın yazıldığı tarihlerde bu inanışların izlerinin bulunduğunu göstermesi bakımından bu açıklamanın yapılması dikkate değerdir. Bugün bu inanç değişik bir biçimde sürdürülüyor denilebilir. Bugün sinemada ve edebiyatta ölenlerin bazılarının ruhlarının dünyayı terk etmediği ve hayalet olarak dünyada dolaştıkları inancı kendine yer bulmaktadır. Ölenin yaşayanlardan intikam alacağı düşüncesi ile değişik törenler yapılarak öç alma engellenmeye çalışılır. (Alvarez, 1999:59)

“Evrensel olarak ve sürekli uygulanan çıkış yolu, ölüyü dışlama – ölünün ‘varlığını sona erdirme’ – yoluyla yaşam ve ölümü birbirinden uzay bağlamında ayırmak olmuştur. Baudrillard’a göre mezarlıklar ilk gettolardır; gettoların ilk örnekleridir, daha sonra ortaya çıkacak bütün gettolar için bir modeldir. Birbirinden farklı biçimde düzenlense de, bütün ölüm törenlere birer dışlama hareketidir. Ölünün anormal ve tehlikeli olduğunu, kendisinden uzak durulması gerektiğini açığa vurur. Ölüyü normal, zararsız, aralarına girilebilecek kişilerin arasından kovar. Ama yaptıkları bunlarla kalmaz. Bulaşıcı hastalığı olan ya da yanlış tedaviye uğramış kişilere uyguladıkları yöntemin aynısını ölüye de uygulayarak, ölüyü, uzakta tutuldukları sürece güçlerini kaybeden tehditler arasına sokarlar.” (Bauman, 2000: 39)

1.3.20.1. Ölme Biçimleri

1.3.20.1.1. Ölümüyle İlgili Bilgi Verilmeyenler

Sonkur Yankos: Filomene’nin babasının Recep Köso, Filomene’yi bulmadan on yıl kadar önce öldüğü belirtilir. Sonkur Yankos’un ölümüyle ilgili bilgi verilmez.

Köse Osman Efendi: Recep Köso’nun babası Köse Osman Efendi’nin, oğlu Recep on iki yaşında iken öldüğü belirtilir. Ölümü ile ilgili başka bir bilgi verilmemiştir.

Yakup Efendi: Recep Köso’nun Serfiçe’de evlendiği kızın babası Yakup Efendi’nin “vefat eylemiş bulunduğu” ifade edilir.

1.3.20.1.2. Üzüntüden Ölüm

Filomene’nin Annesi: Filomene’nin annesi, Filomene’nin hamile olduğunu öğrenince çok yaşamaz ve bu haberin üzüntüsünden ölür.

1.3.20.1.3. Şehit olma

Abdülezel Paşa: Gönüllü romanında komutasındaki askerle şehitlikle ilgili düşüncelerini açıklayan bir taarruz konuşması yaptıktan sonra şehit olur.

1.3.20.1.4. Dövüşte, çatışmada ya da kavgada ölüm:

Andrea Kostopolo: Filomene’nin kocası Andrea Kostoplo, Filomen’yi öldürmek üzereyken bir Türk askerinin kurşunuyla ölür.

1.3.20.2. Ölümle İlgili Düşünceler

1.3.20.2.1. Roman Kişilerinin Ölümle İlgili Düşünceleri 1.3.20.2.1.1. Baş Kişinin Ölümle İlgili Düşünceleri:

Recep Köso

Gönüllü romanının baş kişisi Recep Köso’dur. Recep Köso, Filomene’ye ölüm tehlikesine rağmen manastırda kavuştuktan sonra kendisinin Filomene’den ayrı yaşamasının mümkün olmadığını ifade eder.

“Ama bizi öldüreceklermiş. Bizim için birbirimizden ayrı yaşamak, ölümden bin kat beterdir. Birlikte yaşadığımız günlerin her birisi bir ömre bedeldir. Anladın mı kuzum? Kaç gün birlikte yaşayabilir isek o kadar ömür yaşamış oluruz” (s. 108)

Recep Köso, Müslümanların Yenişehir’den ayrıldıklarını öğrendikten sonra da ölümü göze alarak Aghia Triadha manastırına gider ancak Filomene babasıyla birlikte manastırdan ayrıldığı için o gün manastırdan o da ayrılır. Recep Köso, Osmanlı Yunanistan savaşına gönüllü asker olarak katıldığında Müşir Paşa’ya askerlik ve şehit olmakla ilgili düşüncelerini açıklar.

“Ben buraya geldiğim zaman şöyle alelâde bir kurşun ile mertebe-i şehadete nailiyeti cana minnet addederek gelmiştim. Bu nazik hizmete fedâ-yı can edersem daha hususî, daha şanlı bir surette nail-i rütbe-i şehadet olmuş olurum. Meselâ bir büyük kumandanın beynine bir kurşun sıkarak o yolda feda olursam elbette adi bir neferi vurmuş, öldürmüş olmaktan büyük bir iş görmüş olurum.” (s. 157)

Recep Köso vatanı için savaşarak canını vermeyi istemektedir. Bu istekte vatan sevgisinin yanında İslam dininin de etkisi bulunmaktadır. Recep inandığı dinin vaat ettiği en yüksek mertebeye ulaşmak istemektedir.

1.3.20.2.1.2. Yardımcı Kişilerin Ölümle İlgili Düşünceleri:

Abdülezel Paşa

Gönüllü romanında Yunan askeriyle savaşan askerlerine şehitlik ve vatan uğrunda ölmek ile ilgili düşüncelerini açıklar:

“Arkamdan ayrılmayınız. Din ve devlet uğrunda en büyük en mukaddes vazife ile muvazzaf olduğunuz gün bu günkü gündür. Bu dağlarda asırlardan beri aba ve ecdadınız o kadar şanlı muharebeler etmişlerdir ki yâdları sahayif-i tevârihi doldurmuşlardır. Buralarda binlerce şüheda bırakmışlardır. Bugün şühedâ-yı müşarünileyhimin ervâh-ı mübarekesi kâmilen buralarda hazır ve harekatınıza nâzırdırlar. Onlar gibi fedakârlıkla onların öz evlâdı olduğunuzu ispat ediniz. Bu gün şevketlü padişahımız ve kadınlara ve çocuklara varıncaya kadar bütün hey’et-i milletimiz çeşm-i ümid ve intizarı size dikmişlerdir. Şu fani dünyadaki dört günlük bir ömür için bunların cümlesini mahzun ve meyus mu bırakacaksınız! Cümlemiz için gençlikte, kartlıkta ölmek muhakkak olduğu hâlde yatakta ölmeye cenk meydanında ölmeyi tercih etmeyecek bir erkek, bir yiğit tasavvur edemem. Yatakta ölenler ‘Allah iman selâmeti versin, Allah taksiratını affetsin’ duasına muhtaçtırlar. Cekte ölenlere cennet ve cemâl kat’iyen mevut olduğu için onlar bu dualara muhtaç olmayıp tebriklere, tehniyetlere müstehaktırlar. Ben bugün fedâ-yı can azm-i kat’isindeyim hizmet-i askeriyede ağarttığım şu ak sakalı bugün hûn-ı mübârek şehadetle kınalamak temennisindeyim. Hedef-i matlûb olan tepeye vusulden evvel bu nimete nail olur isem beni oraya, tepeye gömünüz.” (s. 162-163)

Abdülezel Paşa, şehitlikle ilgili bir inanışa işaret eder. Müslümanlar savaşırken kendilerinden önce şehit düşmüş olan atalarının ruhlarının da savaş meydanında kendilerine yardım için bulunduklarına ve onlarla birlikte savaştıklarına inanırlar. Anadolu’da Kurtuluş Savaşı için ve Kıbrıs Barış Harekâtı için aynı biçimde daha önce şehit düşenlerin yardıma geldikleri anlatılmaktadır. Yardıma gelen bu kişilerin yeşil kıyafetler içinde oldukları ve düşmana önce onların saldırdıkları söylenmektedir. Müslüman askerlere bire bir yardım etmedikçe kendilerini göstermeyen bu yeşil kıyafetli kişilerin topluca düşmana göründükleri ve düşman askerlerin bu kişilerden gerçek askerlerden daha çok korktuklarını söyledikleri anlatılmaktadır. Şehitlik mertebesine ulaşma isteğinin yanında kendinden önce şehit olanların da kendisiyle birlikte savaştığı düşüncesi Abdülezel Paşa tarafından askeri cesaretlendirmekte kullanılmaktadır.

1.3.20.3. Ölümle İlgili Yorumlar 1.3.20.3.1. Bilimsel Yorum

Ahmet Midhat Efendi Andrea Kostoplo’yu öldüren kurşunun nasıl bir yol izlediğini anlatarak ve boş kovan üzerinde yapılan bir incelemeden bahsederek ölümün gerçekleşme biçimine bilimsel bir yorum getirmiştir. Kurşunun ense kökünden girip beyincik ve beyni parçalayarak alnın ortasından çıktığının ifade edilmesi ve adli tıp uzmanı gibi çıkan kurşun ile ilgili bilgi verilmesi bilimsel yoruma örnek olarak gösterilebilir. Yazar kahramanın ölümüne cesedi inceleyen bir doktor tavrıyla yaklaşarak bu ölümü bilimsel olarak açıklamıştır.

“Genç mülâzımın o mahirâne kurşunun canlı hedefi de bizim mahut Andrea Kostopolo imiş. Evet o mahirâne kurşun! Zira herifin tamam ense kökünden girip küçük ve büyük beyinlerinin ortasından geçerek alnının üst tarafından kafa tasını paraladıktan sonra o hız ile gidip odanın tavanına üç dört milimetre kadar nüfuz ile saplanmış kalmış. Biraz sonra hatırlara gelip de kurşun muayene olunduğu zaman üzerinde bir kanlı madde-i dimağdan ibaret bir tılâ görülmüş ve koca mülâzım şu işgüzar kurşunu mendiliyle silerek bilâhare yadigâr olmak için pantolonunun cebine indirmiştir.” (s. 200)