• Sonuç bulunamadı

III. MEVLANA VE ESERLERİ

2. MEVLANA ÖNCESİ FELSEFE VE TASAVVUF

3.4. Mevlana’ya Göre Akıl ve Aşk

Mevlana’ya göre, duyu izlenimlerimiz yoluyla yöneldiğimiz duyusal dünyaya ait bilgileri elde etmemize olanak sağlayan yetimiz akıldır. Ancak o, bilgi araçları olarak kabul edilen duyusal ve akılsal unsurları zayıf olarak görür. Buna karşılık ona göre, çizginin ötesini ifade eden ve kendisine has özel bir bilgi alanı olan metafizik dünyaya ait ilkeleri elde etmenin yolu aşktır. Bu açıdan bakıldığında Mevlana’nın, ikici (düalist) bir yapı içerisinde ele aldığı insanları iki farklı şekilde değerlendirdiği söylenebilir. Bu ikici yapıya göre Mevlana’nın; insanların, duyu izlenimleri yoluyla doğrulanabilen veya başka bir ifadeyle doğal dünyaya ait gözlemlenebilen şeylerin bilgisini elde edebilme özelliğini ve diğer yönüyle de metafizik ilkelere ulaşabilme özelliğini birbirinden ayırdığı görülür. Varlığı bilme konusunda aklı sınırlı bir bilgi kaynağı olarak gören Mevlana, metafizik olanla ilgili bilgilere erişmek isteyen insanlara akılcı yöntemleri terk etmelerini ve Mutlak olana ulaşma aracı olarak gördüğü gönül/aşk yöntemini hayatlarına tatbik etmelerini salık vermektedir. Ona göre duyusal dünyayı terk ederek varlığın, olayların ve olguların özüne, manasına gönül gözüyle bakmak gerekir ki kişi böylece karşısında yeni bir alan açabilir.

713 Özcan H., Epistemolojik Açıdan İman, MÜİF Vakfı Yayınları, İstanbul, 2002, s. 34,35. 714 Özcan, age., 2002, s. 105,106.

Gönül yöntemiyle yaklaşabilen insan böylece farklı ve yeni bir dünya ile karşı karşıya kalır.

Annemarie Schimmel’e göre Mevlana’nın akıl ile ilgili görüşleri değişkenlik gösterir. Bir nur cevheri olan akıl, kişiye nur sferlerinin yolunu gösteren eril bir element ve şehvetin karşıtıdır.715 Mevlana’nın Mesnevi’sinde akıl baba olarak görülürken, nefis

ise bazen asi ve cahil bir kadın olarak tasvir edilir.716 Mevlana, Divan-ı Kebir adlı eserinde akıl ve aşk kavramlarının karşılaştırmasını yapar ve aşkı sultan, aklı ise sultanın veziri olarak tasvir eder.717 Ona göre akıl; bazen düzenin yolunda gitmesini sağlayan sultanının veziri, bazen de rapor veren hukukçu veya kalbin temiz kalmasını sağlayan bir devlet görevlisi (polis) veyahut bir şehrin düzen ve güvenlik içinde bulunmasını sağlayan gece bekçisi olarak kabul edilir. Ancak ona göre, sultanın bizzat kendisinin gelmesiyle onurlandırdığı yerde biçare devlet görevlisi ne yapabilir ki? Onun, geceleri aydınlatan ışığı varken gece bekçisine ihtiyaç mı kalır?718 Zira akıl, aşk güneşi karşısında hiçbir işe

yaramayan mum ışığı gibi kaybolup gitmeye mahkûmdur.719 Nitekim Mevlana’ya göre, Tanrı’nın kapısına getirilmek istenen akıl, o yolun toprağından bile daha değersizdir.720

“… Sen su tulumunu denizden doldurdun ve: "Deniz benim tulumuma sığdı" diyorsun. Bu olamaz. Evet, eğer "Benim tulumum denizde kayboldu" dersen, yerinde olur. Esas şu, aklın seni padişahın kapısına getirinceye kadar iyidir. Aranır ve istenir. Fakat kapıya geldiğin zaman sen onu boşa. Çünkü o artık senin için zararlıdır, yolunu keser, ona ulaşınca kendini bırak. Artık senin nedenle, niçinle bir işin kalmamıştır.”721 “… Varlık

şehrinin efendisi olan akıl bile, senin mahallene gelince deli, divane olur.”722

Mevlana’nın bilgi teorisinin temelinde iki farklı yaklaşım söz konusudur. Bunlardan birincisi deney ve gözleme dayalı bilgileri elde etme kabiliyetine sahip olan akılcı yöntemlerdir ve biraz cansız da olsa bu yöntemlerin faaliyet alanı ancak bu dünya ile sınırlı kalmak zorundadır. Diğeri ise, duyusal dünyanın sınırını aşabilmemizi sağlayan ve dış dünyanın gerçekliğini kavramayı mümkün kılan aşk yetkinliğidir.723 Mevlana’ya

715 Schimmel, age., s. 141.

716 Mesnevi, Cilt VI, b. 1433-1440. 717 Divan-ı Kebir, Cilt I, s.252, b.2371. 718 Schimmel, age., s. 141,142. 719 Rubailer, s. 81, b. 387. 720 Mesnevi, Cilt IV, b. 568. 721 Fîhi Mâfih, s. 175. 722 Rubailer, s. 116, b. 624.

göre birinci yaklaşım, ancak nesnel dünyayı ilgilendiren bilgilere uygulanabilmektedir. Bu nedenle o, yalnızca gözle görünebilen veya deneyle belirlenebilen, olgu ve olaylara ait bilgilerin çizgisi içinde tutup sınırlarını belirlediği bireysel aklın, metafizik evren hakkında bilgi üretmesini olanaksız görmektedir. Mevlana için, bir yargıya varmak ereğiyle düşünce üretmek veya akıl yürütme gibi eylemler nesnel dünya ile sınırlı iken, sonsuz nitelikleri kapsayan yeti ise sadece aşktır. Dolayısıyla duyusal alanın dışında kalan tüm gerçeklik ancak aşk ile tecrübe edilebilmektedir.724

Mevlana’nın epistemolojisinde, bu dünyaya ait bilgilerin elde edilmesi noktasında akli yöntemleri, metafizik dünyaya ait bilgilerin elde edilmesinde ise aşk yöntemini esas aldığına dair eserlerinin birçok yerinde rastlamak mümkündür. Mevlana anlayışında akıl, özellikle nefsin ayartmalarından kurtulmak için her ne kadar önemli bir özellik olarak görülse de onun için metafizik alana ait bilgiye ulaşmada vazgeçilmez şey aşktır.725 Söz

konusu metafiziksel bilgilerin elde edilmesi olacaksa, kişi için öncelikli tercih ve doğru araç aşktır. Çünkü duyusal alana ilişkin bilgi edinme yetisi olarak önemli bir yere sahip olan akılcı yöntemler, metafizik alan söz konusu olduğunda kişiye ancak ayak bağı olmaktadır.726 Dünya ehlinin sahip olduğu bilgi, vasıtasız olarak Tanrı’dan gelen bilgi

olmadığı için kalıcı değildir ve insan için yüktür. Gelin kızlara yapılan makyaj misali kalıcı olmayıp, uçup gidicidir. Gerçek ve kalıcı bilgileri elde eden kişiler aşkla yolculuk yapan gönül insanlarıdır. Çünkü bilgileri kendilerine Tanrı’dan vasıtasız olarak gelmiştir.727 Mevlana’ya göre aklın anlayışı çok yüksek seviyelere ulaşması kişiyi Tanrı’ya götürmez. Tanrı’nın lütfu ancak kırık ve yıkık gönülleri arar.728

Mevlânâ, Divan-ı Kebir’in bir beytinde akıl ile aşk yetilerinin erişebileceği yerlerin sınırını anlatan karşılaştırması ile ilgili şu ifadelere yer vermektedir.

Akıl, varlık âleminin altı yanı var, bunlar sınırdır, bunlardan dışarı hiçbir yol yok der; aşksa yol var der, hem de ben defalarca gittim. Akıl, bir pazardır gördü de alışverişe koyuldu; fakat aşk, akıl pazarının ötesinde nice pazarlar gördü.729

724 Arasteh, age., s. 114.

725 Fîhi Mâfih, s. 175, Mesnevi, Cilt IV, b.3353-3356, Divan-Kebir, Cilt III, s.512, b.4206-4208. 726 Mesnevi, Cilt I, b. 2338, Cilt IV, b.3353-3356, Divan-Kebir, Cilt III, s.512, b.4206-4208. 727 Mesnevi, Cilt I, b. 3459-3478.

728 Mesnevi, Cilt I, b. 536.

Mevlana’ya göre akıl, görünenin ötesini anlama kabiliyetine sahip olmadığı halde her zaman gereksiz bir şekilde Tanrı’yı anlama ve kavrama konusunda bir arayış içerisindedir.730 Mevlana, Hakk’ın karşısında yanıp yok olmayan aklın acizliğini, Fîhi

Mâfih’inde aklı pervaneye, sevgiliyi ise muma benzettiği cümlesinde şöyle ifade

etmektedir. “…Her ne kadar pervane kendini muma çarptıkça yanar ve yok olursa da,

asıl pervane zarar gördükçe, yandıkça ve eleme uğradıkça, mumun ışığından ayrılmayandır. Eğer pervane gibi bir hayvan olsa, mumun ışığından şikâyet etmese ve kendini o ışığa çarpsa, o da bizzat pervane olur. Pervane kendini mumun ışığına çarptığı halde yanmazsa, o mum da mum sayılmaz. İşte bunun için bir insan halk ile ilgilenmez, halktan şikâyet eder ve bir ceht göstermezse, o, insan değildir. Hakk'ı anlasa, kavrayabilse de onun anladığı idrak ettiği, Hakk, Hakk değildir. Şu halde insan, çalışıp çabalamadan geri durmayan, ceht dolu olan ve Tanrı'nın yüceliğinin nuru etrafında kararsız huzursuz bir halde dolaşan kimsedir. Hakk ise insanı yakar, yok eder ve hiçbir akla sığmaz, hiçbir akılla anlaşılmaz.”731

Mevlana’ya göre gizli şeyleri bilir gibi görünen ve yarım yamalak olan akıl, duyusal dünya ile ilgili olguların ve olayların bilgileri söz konusu olduğunda bilgilidir ve değer yaratmak bakımından bizim dostumuzdur. Ancak, söz ve işlemlerimizde bize yardımcı olan aklın, hal bahsine gelince hiçbir değeri olmadığı için aşk meydanında yeri yoktur.732 Dolayısıyla gerçek bilgilerin ışığı söz konusu olduğunda akıl, kendi varlığından

vazgeçmeli ve aşkın duygusunda yok olmalıdır. Hatta Mevlana’ya göre, melek dahi aşkın içinde yok olmadıkça şeytandır. Nitekim Mevlana’ya göre şeytan; hüner sahibi, bilgili ve akıllıydı, fakat aşk duygusunda yok olmadığı için asıl hikmeti görememiştir. Aşkın karşısında yetersiz kalan bilgisi ve aklıyla hakikati göremeyen şeytan, sonuç olarak Âdem’in yaratılışındaki hikmeti değil yalnızca topraktan yaratılmış şeklini görebilmiştir.733

Âşık, arı duru şarabı kendisinden, kendiliğinden elde ederse orada akıl yiter gider a yoldaş, yiter gider.

Parça buçuk akıl, aşkı inkâr eder; gizli şeyleri bilir görünür ama böyledir bu.

730 Fîhi Mâfih, s. 55,56.

731 Fîhi Mâfih, s. 56.

732 Rubailer, s. 81, b. 387, Mesnevi, Cilt II, b. 1990-1993, Cilt III, b. 4724. 733 Mesnevi, Cilt VI, b.259-261.

Anlayışlıdır, bilgindir ama yok olmamıştır; melek bile yok olmadıkça şeytandır.

O, söz bakımından, iş bakımından bizim dostumuzdur ama hal hükmüne gelince yok olur.

Varlıktan geçip yok olmadıkça yoktur o; zaten de dileyerek, isteyerek yok olmazsa zorla yok olacaktır; layığı budur onun.734 Bahtı yaver kişi bilir ki akıllı geçinmek, Şeytan’dandır, aşksa Âdem’dendir.735

Mevlana’ya göre dış dünyanın gerçek bilgilerine erişmek için akılcı yöntemleri araç olarak kullanılmaya çalışılmak, karanlıkta gözü görmeyen birinin elindeki asayı kendisine yol göstermesi için araç olarak kullanması gibidir. Oysaki Mevlana’ya göre, görmek isteyen insanın zifiri karanlıkta asaya değil ışığa ihtiyacı vardır. Bu ışık ise, aklın içinde bir pervane misali aşka gelerek yanıp kül olduğu âşıklığın kendisidir.736

Mevlana’nın bakış açısına göre gerçekliği görme hususunda aklın yetkin bir işlevinin olmaması nedeniyle bilginin aşka dayalı olarak elde edilmesi gerekir737

Mevlana’ya göre, nefsin kötü istek ve arzularına engel olmak adına mutlaka lazım gelen ve nefsin ayartmalarına karşı gerekli tepkiyi göstererek kötülüğün kapısını kapatan, ahlaki açıdan yüksek değerlere taşıdığı kişinin doğru yolu bulmasına önemli ölçüde imkân veren akıl, bu çerçeve içinde kalmak koşuluyla insan için önem arz etmektedir. Bununla birlikte Mevlana; akli yöntemlerin duyusal alanın dışına çıkamadığı için mutlak bilgiye ulaşamadığı ve yeri geldiğinde de artık bayrağı aşka devretmesi gerektiği iddiasını, bir döngü içerisinde muhtelif kurgusal hikâyelerle adeta sürekli hatırlatmaya çalışmaktadır.

Aklın, aşkın hüküm sürebileceği duyusal üstü alanda bilgi sahibi olmasının mümkün olmayacağını anlatmak isteyen Mevlana’nın, metaforik bir dil kullanarak anlattığı Miraç olayından yararlandığı görülmektedir. Aklı Cebrail meleğine benzeten Mevlana, benzetme yolunu kullanarak akıl ve aşk kavramlarının karşılaştırmasını yapmaktadır. Mevlana’ya göre, Peygamber efendimize rehberlik eden Cebrail, ilahi huzura yükselişin son durağına gelindiğinde, buradan itibaren artık ilerleyemeyeceğini

734 Mesnevi, Cilt I, b. 1990-1994. 735 Mesnevi Cilt IV, b. 1402.

736 Özkan, S., Aşk ve Akıl – Doğu ve Batı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2006, s. 49,50. 737 Mesnevi, Cilt V, b. 4146-4149.

bir adım daha atarsa yanıp kül olacağını söylemiştir. Nitekim Mevlana’ya göre Cebrail’in, Peygamber’e buradan itibaren yalnızca kendisinin gidebileceğini söylemesinin sebebi akıl yetisi ile anlaşılabilen şeylerin sınırına yani aklın gidebileceği son çizgiye gelinmesidir. Çünkü Mevlana’ya göre bu çizginin ötesi artık aşkın alanına girmektedir.738

Yalnızca metafizik dünyaya ait bilgilerin kapısına gelinceye kadar faydalı olan aklın görevi o kapıyı açmaktır. Fakat ona göre, o kapıdan içeri girme yetkinliği yalnızca aşka aittir ve kapıdan içeri girmek ise ancak aşk ile mümkündür. Bu çizgiden sonra artık aklın yapabileceği hiçbir şey yoktur ve dolayısıyla insan için bırakılması gereken zararlı bir yükten ibarettir.739

Mevlânâ, yukarıda bahsettiğimiz Cebrail meleği örneğinin bir benzerini Fîhi

Mâfih’te de dile getirmektedir. Bu hususu, terziye giden veya tedavi olmak üzere doktora

giden kişi üzerinden ifade etmektedir. “…Mesela kabâ yahut cübbe biçtirmek için

biçilmemiş bir kumaş istersin. Akıl seni terzinin önüne kadar götürür ve buraya götürünceye kadar, senin için faydalıdır. Fakat onu hemen bırakman ve terzinin karşısında da kendi tasarruf ve bilgini terk etmen lazımdır. Bunun gibi bir hastanın aklı da kendisini doktora götürünceye kadar iyidir, faydalıdır; götürdükten sonra o artık bir rol oynamaz. Hastanın kendisini doktora teslim etmesi lazım gelir.”740

Mevlana, Mesnevi’nin başka bir beytinde ise; içinde yaşadığımız duyulur dünyayı ırmağa, metafizik dünyayı ise uçsuz bucaksız bir denize, eksik ve kusurlu olan bireysel aklın bilgiyi elde etme çabasını ise yüzmeye benzetmektedir. Ona göre, sadece küçük sularda yüzebilme donanımına sahip olan akıl sonsuz büyüklükte olan denizlerde boğulup kaybolmaya mahkûmdur. Boğulmaktan kurtulacak olanlar, büyük denizlerde yüzebilme yetisi ile donanımlı olan aşk gemisindeki kişilerdir. Dolayısıyla işin sonunda batmayıp kurtulanlar, bu alanda yüzmenin yük olduğunu bilen ve kendisini sonsuz denizde yüzebilme yeterliliğine sahip bir gemi hükmünde olan aşka teslim etmiş kişilerdir ki, kurtuluşa erenler de yalnızca bu gemiye sığınan kişilerdir.

Akıllık, denizlerde yüzmeye benzer; yüzenlerin azı kurtulur; onların sonları boğulup gitmektir.

738 Divan-ı Kebir, Cilt V, s.341, b.3177-3182, Mesnevi, Cilt I, b. 1070-1073, Mesnevi, Cilt VI, b. 4150. 739 Fîhi Mâfih, s. 174, 175, Divan-ı Kebir, Cilt II, s. 350, b. 2757-2761, Mesnevi, Cilt I, b. 3460-3462, Mesnevi, Cilt II, b. 1532-1539, Mesnevi, Cilt IV, b. 1290-1318.

Yüzmeyi bırak, ululuktan vazgeç, kini at; yüzdüğün su ırmak değil, çay değil, denizdir, deniz.

Hem de öylesine bir deniz ki sınırsız, kıyısız, bucağı, dibi, durağı, sığınacak yeri yok; yedi denizi bile bir saman çöpü gibi kapıverir. Ama aşka gelince: O, seçilmiş erlere gemi gibidir; gemideki adam, afete az uğrar; çoğu kurtulur-gider.

Akıllığı sat da şaşkınlığı al; çünkü akıllık, bir zandır, şaşkınlıksa görüş.741

Mevlana’ya göre insanı, ahlaki değerler bağlamında yücelten, nefsin ayartmalarına karşı mücadele edebilen ve insanları insanlık mertebesini hak edecek seviyeye ulaştırarak bizleri imana eriştiren akıl; yeri ve zamanına göre artık işe yaramaz bir yeti haline gelir.742 Mevlana’ya göre ilahi gerçekliklerin akılla kavranması mümkün değildir.743 Ona göre, aşk ile kıyaslandığında bataklığa saplanmış eşek gibi beceriksiz ve

zaaf içinde olan akıl,744 bu noktadan sonra artık yerini ve yetkinliğini metafizik alanın

bilgilerini elde edebilecek güce sahip olan aşka bırakmak zorundadır.745 Mevlana’ya göre,

yalnızca metafizik dünyasının kapısına kadar insanı taşıyabilen akıl; nesnel dünyaya ait her türlü yöntem ve kuralları bilse de, sadece aşk ile ilerlenebilen gerçekliğin dünyasına ait bilgilerden yoksundur. Ona göre bu dünya aşkın dünyasıdır ve akıl aşkın yolunu bilemez.746

Mevlana’nın bilgi teorisinde aklın görevi, duyusal dünyadaki olguların ve olayların dışına çıkmamaktır. Bu dünyaya ait yöntem ve deney yollarını kullanarak kendi alanı içinde kalmak zorunda olan akıl, birtakım yargılara ulaşarak bilgi edinmenin yollarını ancak eğitim ve öğretimle edinebilir.747 Mevlana’ya göre, bilimle ilgili

konularda kendisiyle övünen akıl, evrendeki tüm gerçeklikler konusuna da izah getirebileceğini öne sürmesine karşın aşk karşısında yetersizliği kaçınılmazdır. Bilginin meydana gelebilmesi bağlamında yalnızca kendisine ait dairenin sınırlarına giren veriler üzerinde düşünerek; kavrama, karşılaştırma ve değerlendirmeler gibi yargılarda

741 Mesnevi, Cilt III, b. 4724, Cilt IV, b.1404-1408. 742 Can, age., 2013, s. 165.

743 Mesnevi, Cilt V, b. 4146-4149. 744 Mesnevi, Cilt I, b. 115.

745 Fîhi Mâfih, s. 175.

746 Divan-ı Kebir, Cilt III, s.78, b.551-556, Mesnevi Cilt I, b. 1072, 3460-3462, Mesnevi, Cilt II, b. 49-59. 747 Mecalis-i Seb’a, s. 140, Mesnevi, Cilt II, b. 2430-2432.

bulunabilen akıl, kendi çizgisini aşan ve öteyi ifade eden gerçekliği elde edememektedir. Nitekim Mevlana’ya göre öyle bir an gelir ki, buradan itibaren kişiye rehberlik eden ve bu alanda geçerli olan tek araç aşktır. Dolayısıyla görünenin ötesinde kalan evrenin gerçekliğiyle ilgili temas söz konusu olduğunda; usul ve yöntem bakımından farklı, zaman ve mekândan bağımsız olan aşk kavramı devreye girmek zorundadır. Mevlana’nın ifadesiyle; “Âşıklar cemaatinde başka bir usul geçerlidir, aşk şarabı başka bir sarhoşluk

getirir.”748,“Senin medresede öğrendiğin o bilgi, başka bir iştir. Aşk başka bir iş.”749

Mevlana’nın, metafizik gerçeklerin elde edilmesi bağlamında akılcı yöntemlerin geçersizliği ve doğal olarak terk edilmesi gerektiği görüşü ve yine gerçekliği elde etme kabiliyetine sahip olan aşk yönteminin hayatımıza tatbik edilmesi gerektiği iddiası, onun epistemolojisinin merkezinde görülmesi gereken önemli bir noktadır. Ancak Mevlana’nın iddiasının temelini oluşturan bu yöntemin, onun için de anlatılamaz bir gerçek olduğu açık bir şekilde karşımızda durmaktadır. Duyusal dünyaya ait yönelimlerimiz neticesinde elde ettiğimiz önermelerin doğruluğu mevzubahis olduğunda evrensel nitelikte birtakım ölçütler devreye girer. Ancak, rasyonel dünyanın sınırını aşan ve akılcı hükümlerin devre dışı kalmasıyla birlikte ne anlatılabilir ne kavramsallaştırılabilir olan aşk yöntemine ait bilgilerin doğruluk ölçütlerinin ne olduğu belli değildir. Dolayısıyla rasyonel dünyaya ait bir takım ölçütlere benzer kıstasları olmayan, bununla birlikte hiçbir akılcı yöntemin uygulanamadığı aşk yöntemi ile elde edildiği iddia edilen bilgilerin doğrulanması mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla saf duygusal olan bu tecrübe sayesinde; duyusallığı ve akılsallığı aşan, doğrulanması mümkün olmayan metafiziksel bilgilerin bilgi olarak nitelendirilmesi ya da epistemolojik açıdan değerinin olduğunun söylenmesi zordur.750

Tasavvufun, söz olmaktan çok yaşantı olması, bu öğretinin epistemolojiden ziyade ontololojiyi merkeze aldığını göstermektedir. Bu şu anlama gelir ki bu öğretide bilgiden ziyade bir varlık anlayışı vardır.751 Görüldüğü kadarıyla aşk halinin vermiş

olduğu coşkunluğu makbul gören Mevlana’nın felsefesine göre, varlığın en üst kademesinde yaşanılıyorsa bu mertebenin bilgisine zaten erişilmiş demektir. Diğer bir

748 Mesnevi, Cilt I, b. 110-119, 1070-1077, 1507,1508, Mesnevi, Cilt IV, b. 1960-1968, Aydın, M.S., age., 2012, s.84.

749 Rubailer, s. 59, b. 244. 750 Tüzer, age., s. 243,244.

751 Aslan, A., “ IV/X. Yüzyılda Kelam-Tasavvuf İlişkisi-İbn Fûrek Örneği-“, Dini Araştırmalar Dergisi, Eylül-Aralık 2002, Cilt 5, sayı 14, s. 65.

deyişle ontolojik bir yükseliş bilgiyi de beraberinde getirmektedir (tarif edilemez/tatmayan bilemez). Ancak elde edildiği ileri sürülen böyle bir epistemoloji, sonuç olarak öznellik barındıran bir bilgi türüdür. Böyle bir durum ise, nesnel bilgiyi karışlayamayacağı sonucunu beraberinde getirmektedir. Nitekim Mevlana’nın, Tanrı’ya ulaşmak bağlamında akıldan daha özel bir yeti olarak gördüğü aşkla elde ettiğini ileri sürdüğü sırların ya da bilgilerin ne tür bilgiler olduğu açık değildir. Kulun Tanrı kapısına erişmesi mümkün değildir, diye itiraz edenleri yalancı olmakla suçlayarak onların doğru yolda olmadıkları için böyle konuştuklarını ifade eder. Mevlana, bu kişilerin gönüllerinde aşk olmadığı ve bu yolu bilmedikleri için böyle konuştuklarını ifade etmekle birlikte Tanrı’nın sırları kendisine açtığını, gaip bilgilerine vasıtasız olarak vakıf olduğunu ileri sürer.752 Ancak her zamanki gibi bu sırların, hakikatlerin, gerçek bilgilerin ne olduğu/ne

tür bilgiler olduğunu söylemez. Yani Mevlana’da, aklın elde edemeyip de aşkın elde ettiği bilgiler nelerdir? şeklinde sorulacak bir sorunun cevabını vermek zor görünmektedir. Onun yöntem olarak seçtiği bu yol tamamen sübjektif bir tecrübedir. “Aşk da ocak gibi

yakar, yandırır. Fakat bu yanışı görmeyen, o tadı almayan da ocak değildir zati”753

Az önceki soruya belki şöyle bir yorum getirilebilir; Tanrı’nın varlığının kanıtlanması/bilinmesi ve O’nun kanıtlanması ile birlikte gelen bazı metafizik yorumlar -bazı görüşlere göre inançla ilgili olarak görülse de- akılcı yöntemlerle anlaşılabilen şeylerdir. Böyle bir durumda akla şu sorular gelmektedir; acaba aşk yolunun sonunda elde edilen bilgiler Tanrı’nın zatının ve sıfatlarının mahiyetinin ne olduğunu bilmek midir? İnsan doğasına tanrılığın sunulmasıyla sadece Tanrı’nın bilebileceği kendisine has tüm mutlak gerçeklere/sırlara, yaşamdan sonraki hayatın mahiyetine, zaman ve mekânın ötesine, geleceğin bilgilerine, ilk yaratılıştan sonsuza kadar varlığın temel amacına, vb. daha birçok şeylere ulaşmak mıdır? Mevlana’nın bahsettiği bilgiler neden sırlıdır?

Nitekim düşünce tarihi boyunca birçok felsefeci ve kelamcı araştırmaları sonucunda düşüncelerini, elde ettiği bilgilerin ne tür bilgiler olduğunu ve bu bilgilerin nasıl elde edildiğini açıklamaya çalışmışlardır. Buna göre hareket eden düşünürlerin elde ettiği veriler doğru ya da yanlış olarak kabul edilse bile gerekçelendirilmiş bilgiler olup tartışmaya açık olmuştur. Bu, insanlara bir şeyler katması ve insanları geliştirmesi bağlamında önemli bir yaklaşımdır. Elde edilen verilerin paylaşılması ve tartışmaya açılmasıyla insan daha çok bilgilenir ve bilgilendikçe ufku sürekli olarak genişlemeye

752 Divan-ı Kebir, Cilt II, 3120-3126, s. 394. 753 Mesnevi, Cilt II, b. 1380.

devam eder. Antik çağdan günümüze kadar geçen sürede düşünce üreten insanların sayısı sınırlıdır. Her insan, filozof, kelamcı, bilim adamı vs. olamadığı halde tüm bu çalışmalara ulaşabiliyorken mutasavvıflar çok önemli olarak gördüğü bilgileri sunmak yerine kendilerine saklamaktadırlar. Sırlı olarak nitelendirdikleri bilgileri paylaşmak yerine