• Sonuç bulunamadı

Mevlana'da epistemolojik açıdan akıl / Reason in Rumi in terms of epistemology

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mevlana'da epistemolojik açıdan akıl / Reason in Rumi in terms of epistemology"

Copied!
175
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

FIRAT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

MEVLANA’DA EPİSTEMOLOJİK AÇIDAN AKIL

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN HAZIRLAYAN

Dr. Öğr. Üyesi Necmettin TAN Nihat KAYA

(2)

FIRAT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI (FELSEFE TARİHİ)

MEVLANA’DA EPİSTEMOLOJİK AÇIDAN AKIL

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN HAZIRLAYAN

Dr. Öğr. Üyesi Necmettin TAN Nihat KAYA

Jürimiz 11/06/2018 tarihinde yapılan tez savunma sınavı sonunda bu Yüksek Lisans tezini oy birliği / oy çokluğu ile başarılı saymıştır.

Jüri Üyeleri:

1. Doç. Dr. Hamdi ONAY

2. Dr. Öğr. Üyesi Hüsamettin YILDIRIM 3. Dr. Öğr. Üyesi Necmettin TAN

F. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulunun …... ……. tarih ve ………….. sayılı kararıyla bu tezin kabulü onaylanmıştır.

Prof. Dr. Ömer Osman UMAR Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü

(3)

ÖZET

Yüksek Lisans Tezi

Mevlana’da Epistemolojik Açıdan Akıl

Nihat KAYA

Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı

Felsefe Tarihi Bilim Dalı Elazığ – 2018, Sayfa: VIII+166

Bilginin nasıl ve nereden elde edildiği ve bilgiyi elde edebilmenin ölçütlerinin neler olduğu gibi epistemolojik problemler, tarih boyunca değişik yönlerden ele alınıp tartışılmıştır. Tasavvuf felsefesinin önemli şahsiyetlerinden biri olan Mevlana’nın bilgi teorisi bu açıdan incelenmeye değer bir konudur. Onun akla, filozoflara ve felsefeye dair getirdiği eleştiriler, birçok açıdan araştırmalara konu olmuştur. Biz de bu çalışmamızda, Mevlana’nın akıl, aşk ve bilgi hakkındaki düşüncelerini ve bu düşüncelerinin arka planını ele almaya çalışacağız.

Bu perspektiften hareketle, çalışmamızın giriş bölümünde akıl ve bilginin yerinin ne olduğu ile ilgili bazı ilkçağ düşünürlerin yaklaşımlarına, Mevlana’nın yaşadığı dönemin sosyal ve siyasi durumu, hayatı ve eserlerine çok kısa bir şekilde yer verilmiştir. Birinci bölümde akıl ve ilişkili olduğu bazı kavramların ne olduğunu ve aşkın kavramsal çerçevesi ile bu bağlamdaki bazı görüşler ele alınmıştır. İkinci bölümde, Mevlana öncesi bazı İslam düşünürlerinin bilgi teorisi ile ilgili düşünceleri; üçüncü ve son bölümde ise Mevlana’nın akıl ve aşk kavramları hakkındaki görüşleri, epistemolojik açıdan akla ve felsefeye olan eleştirisi, aşkın yerinin ve değerinin ne olduğu gibi konular ele alınmıştır. Genel olarak bakıldığında, Mevlana, epistemolojik bir yeti olarak akla olumsuz bir rol biçmektedir. Onun, bunun yerine önerdiği ve değerli gördüğü yöntem aşk yöntemi olup, bu husus çalışmamız boyunca çeşitli açılardan tartışılmıştır.

(4)

ABSTRACT

Master Thesis

Reason in Rumi in Terms of Epistemology

Nihat KAYA

Firat University

Graduate School of Social Sciences

Department of Philosophy and Religion Sciences Field of History of Philosophy

Elazig – 2018, Page: VIII+166

The epistemological problems such as how and where to acquire knowledge and criterions of acquiring knowledge have been tackled from various perspectives throughout history. The epistemology of Rumi, an important figure of Islamic mysticism, is worth exploring in this sense. Different studies have been conducted regarding Rumi’s criticism regarding reason, philosophers and philosophy. In this study, the ideas of Rumi on reason, love and knowledge will be elaborated with their backgrounds.

With this perspective in mind, in the introduction chapter, several approaches of first age thinkers about the role of reason and knowledge, the social and political situation of the period Rumi lived in, and life and works of Rumi are mentioned briefly. In the first chapter, reason and other related concepts are elaborated under the theoretical framework and several additional remarks within this context are made. In the second chapter, epistemological opinions of several pre-Rumi, Islamic thinkers are asserted. The third chapter regard the ideas of Rumi concerning love and reason, his epistemological criticism of reason and philosophy and the place and the value of love. Rumi’s perception of reason as an epistemological ability is negative. His suggestion in this sense is to replace it with love and this claim is discussed throughout the study from different aspects.

Key Words: Rumi, Human, Philosophy, Metaphysics, Love, Reason, Knowledge.

(5)

İÇİNDEKİLER ÖZET ... II ABSTRACT ... III İÇİNDEKİLER ... IV ÖN SÖZ ... VI KISALTMALAR ... VIII GİRİŞ ... 1

I. TEZİN KONUSU, AMACI, ÖNEMİ, KAPSAM VE SINIRLARI ... 1

I.I. Tezin Konusu ve Amacı ... 1

I.II. Tezin Önemi ... 1

I.III. Tezin Kapsam ve Sınırları ... 1

I.IV. Tezin Kaynakları ve Kullanımı ... 2

II. MEVLANA ÖNCESİ ANTİKÇAĞDA BİLGİ KURAMI ... 3

III. MEVLANA VE ESERLERİ ... 12

BİRİNCİ BÖLÜM 1. AKIL, AŞK VE BİLGİ KAVRAMLARI ... 15

1.1. Akıl ve İlişkili Olduğu Bazı Kavramlar ... 15

1.1.1. Aklın Kavramsal Çerçevesi ... 15

1.1.2. Aklın Değeri ve Sınırı ... 18 1.1.3. Akıl-Bilgi İlişkisi ... 21 1.1.4. Akıl-Kalp İlişkisi ... 25 1.1.5. Akıl-İman İlişkisi ... 29 1.1.6. Akıl-Sezgi İlişkisi ... 30 1.2. Aşk Kavramı ... 34

1.2.1. Aşkın Kavramsal Çerçevesi ... 34

1.2.2. İlkçağ Yunan Felsefesinde Aşk ... 34

1.2.2.1. Empedokles ... 34

1.2.2.2. Platon ... 35

1.2.2.3. Plotinos ... 36

(6)

İKİNCİ BÖLÜM

2. MEVLANA ÖNCESİ FELSEFE VE TASAVVUF ... 49

2.1. İslam Düşüncesinde Akıl ve Bilgi ... 49

2.1.1. İslam Felsefesinde Akıl ve Bilgi ... 50

2.1.1.1. Farabi ... 50

2.1.1.2. İbn Sina ... 53

2.1.1.3. Gazali ... 56

2.1.2. Kelam Düşüncesinde Akıl ve Bilgi ... 58

2.1.3. Sufi Düşüncede Akıl ve Bilgi ... 64

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. MEVLANA’DA EPİSTEMOLOJİK AÇIDAN AKIL VE AŞK METAFİZİĞİ 72 3.1. Aklın Ontolojik Yapısı ... 72

3.2. Epistemolojik Olarak Akıl ... 76

3.2.1. Akli Bilginin Alanı ve Değeri ... 76

3.2.2. Aklın Çeşitleri ... 79

3.2.2.1. Külli Akıl ... 83

3.2.2.2. Cüz-i Akıl ... 87

3.2.3. Felsefe ve Filozofların Eleştirisi ... 91

3.3. Aşk Metafiziği ... 104

3.3.1. Varlık Anlayışı ve Aşk ... 104

3.3.2. Aşk ve Güzellik ... 110

3.3.3. Âşık-Maşuk İlişkisi ... 113

3.3.4. İnsan ve İnsan-ı Kâmil ... 115

3.3.5. Aşkın Alanı ve Değeri ... 123

3.3.6. Visal ve Birlik Tecrübesi ... 128

3.4. Mevlana’ya Göre Akıl ve Aşk ... 136

SONUÇ ... 152

KAYNAKLAR ... 156

EKLER ... 165

Ek 1. Orjinallik Raporu ... 165

(7)

ÖN SÖZ

İslam düşünce tarihinin, fikirleriyle çağları aşarak günümüze kadar etkisini sürdüren en önemli simalarından birisi hiç kuşkusuz Mevlana Celaleddin Rumi’dir. Mevlana denince, genellikle aklımıza sevgi ve hoşgörü gibi kelimeler gelmektedir. Mevlana’nın eserlerine baktığımızda, onun düşünce anlayışı insan merkezli bir konuma sahiptir. Bu diğer mutasavvıflar için de böyledir. Tasavvuf felsefesine göre insan, farklı unsurların bir arada toplandığı ve zıtlıkların birleştiği bir varlıktır. Bu yönüyle insan, iyi ile kötünün, aşağılık ve yüceliğin, güzellik ve çirkinliğin aynı anda yer aldığı bir varlıktır. Bu anlayışa göre insan, hem yaratılmış dünyanın hem de yaratıcı dünyanın özelliklerini kendisinde barındırmaktadır.

Bilgi sahibi olmak insan için çok önemlidir. Bu nedenle insan, kendini ve içinde yer aldığı gerçekliği bilmek, anlamak isteyen ve sürekli araştırma eğiliminde olan bir varlıktır. Sıradan, günlük bağlamlar söz konusu olduğunda bilgi, büyük ve derin bir soruna neden olmamıştır. Fakat söz konusu hakikatin bilgisi olunca; gerçek bilgi var mıdır? Varsa insan hakikatin bilgisine ulaşabilir mi? İnsan neyi ne kadar bilebilir? İnsan, kesin bir biçimde mutlak doğruya, hakikatin bilgisine nasıl erişir? Bu yolda akıl sınırlı bir yeti midir? Varsa sınırı nereye kadardır? gibi sıralanabilecek birçok sorunun cevabı yüzyıllardır hep tartışılagelmiştir. Çünkü insan, yaratılışı gereği hakikatin bilgisine açtır. Öğrenmek ve bilmek isteyen insan yüzyıllar boyunca gerçek bilgiye ulaşmak için her zaman cevap aramış ve aramaya da devam etmektedir.

Her ne kadar bazı çevrelerce filozof olarak nitelendirilmese de Mevlana’nın felsefesi; hissetme, inanma ve yaşayış şekliyle gönüllere hitap eden aşk yönteminde ve yol göstermeyi amaçlayan ahlaki anlayışında kendini göstermektedir. Bu öğretiye göre aldatıcı arzularıyla kişiyi içten vuran nefsin, mücahede yoluyla daha iyi bir duruma getirilerek eğitilmesi ve iyileştirilmesi gerekmektedir. Mevlana’nın öğretisinde, bilgiyi elde etme ve ilahi gerçekliği anlama noktasında akla dayalı yöntemlere önem verilmez. Bu öğretide daha çok; aşk, vecd, sekr, cezbe, olgunlaşma ve marifete dayanan hikmete ehemmiyet verilmektedir.

Bilgi felsefesine dair görüşler ilkçağ filozoflarına kadar uzanan ve düşünce tarihine geçmiş birçok fikir adamının meselesi olmuş, bu zamana kadar tartışma konusu olmaya devam etmiştir. Anlaşılan o ki tartışılmaya da devam edilecektir. Felsefe tarihinde, insanın mutlak bilgiye erişebileceğine karşı çıkmak her zaman için şüpheci

(8)

filozofların tutumu olmuştur. Hakikatin bilgisine ulaşma çabası ve bu bilgiye sahip olma yöntemi açısından Mevlana bir şüpheci değildir. Çünkü Mevlana hem duyulur alanın bilgisinin hem de duyu ötesi alanın bilgisinin elde edilebileceğini düşünür.

Bu çalışmamızda, Mevlana’nın kendi eserleriyle birlikte farklı kaynaklardan da yararlanılmıştır. Düşünce tarihi boyunca, bilginin elde edilebilirliğinin nasıl olacağı hususunda yüzlerce düşünürün ortaya koyduğu yaklaşımlara rağmen, bu konuda herhangi bir fikir birliğine varılamamış ve birçok düşünüre göre bu, hala çözülememiş bir problemdir. Böyle geniş ve zor bir konuda yapmış olduğumuz çalışmanın birtakım eksiklikleri olabilir. Bu bağlamda eksiklerimizin hoş görüleceğini ummaktayız.

Bu çalışmamda fikirleri ve tecrübesi ile bana yol gösteren, yardımlarını esirgemeyen, danışmanlığımı yapan değerli öğretim üyesi hocam Dr. Öğr. Üyesi Necmettin TAN’a özellikle teşekkürlerimi ve minnettarlığımı ifade etmek istiyorum. Ayrıca çalışmam esnasında görüşlerinden faydalandığım, özellikle dil ve yazım konularında bana destek sağlayan Prof. Dr. Ercan ALKAYA ve Dr. Öğr. Üyesi S. Kaan YALÇIN’a teşekkür ediyorum.

(9)

KISALTMALAR

Age : Adı geçen eser Agm : Adı geçen makale : Ankara Üniversitesi

AÜİF : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları

B. : Beyit

Bk. : Bakınız

C. : Cilt

Çev. : Çeviren

DEÜİF : Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı

: Erciyes Üniversitesi

EÜİF : Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi FÜİF : Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi H. : Hicri takvimi göre

HÜİF : Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi M. : Miladi takvime göre

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

MÜİF : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

S. : Sayfa

SDÜİF : Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi : Selçuk Üniversitesi

TDK : Türk Dil Kurumu TDV : Türkiye Diyanet Vakfı

TDVİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

(10)

I. TEZİN KONUSU, AMACI, ÖNEMİ, KAPSAM VE SINIRLARI

I.I. Tezin Konusu ve Amacı

Felsefenin en temel alanlarından biri bilgi kuramı yani epistemolojidir. Bu bağlamda çalışmamızın konusu, tasavvuf felsefesinin en önemli temsilcilerinden biri olan Mevlana’nın bilgi problemine yaklaşımını ele almak, bilginin nasıl elde edildiğini, bilginin kaynağının ve değerinin ne olduğunu açıklamaya çalışmaktır.

Bu çalışmamızın amacı ise düşünürlerin tarih boyunca üzerinde uğraş verdiği bilgi felsefesinde Mevlana’nın durduğu yeri, bu bağlamda onun özellikle akla ve felsefeye bakışı açısından nasıl bir görüşe sahip olduğunu göstermeye çalışmaktır. Bunun yanında aklın karşısına yerleştirdiği aşk anlayışını ve akılla olan ilişkini vurgulayarak aklın ve aşkın konumunu tespit etmeye çalışmaktır.

I.II. Tezin Önemi

Düşünce tarihinde, fikirleriyle birçok kişiyi etkilemiş olan Mevlana’nın akılcı yöntemlere, filozoflara ve felsefeye getirdiği eleştiriler birçok açıdan araştırmalara konu olmuştur. Mevlana’nın düşünceleri yalnızca İslam dünyasının dikkatini çekmemiştir. O, düşünceleriyle İslam dünyasının sınırlarını aşmış önemli bir mutasavvıftır. Bu sebeple Mevlana’nın epistemolojik açıdan akıl hakkındaki düşünceleri ve aklın karşısına yerleştirdiği aşk yöntemi hakkındaki düşünceleri büyük önem taşımaktadır.

Bilgi, bireysel anlamda insan için önemli olup, insan özelinde sınırlı kalmayarak bütün toplumlar üzerinde büyük etkiler gösterir. Bu çalışmamız, Mevlana’nın bilgi teorisinin insana ilişkin yönüyle değerini ve önemini tespit etmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede Mevlana’nın öğretisindeki akıl ve bilgi ilişkisinin incelenmesinin yerinde olacağı düşünülmüş ve onun görüşlerini yeniden yorumlamaya gayret göstererek bu çalışmanın yapılması uygun görülmüştür.

I.III. Tezin Kapsam ve Sınırları

Bu çalışmamız, Mevlana’nın epistemolojik açıdan akla bakışını incelenmeyi amaçlamaktadır. Konuyu iyi bir şekilde değerlendirebilmek adına dar bir çerçevede kalmak kaydıyla bilgi kuramı ile ilgili birtakım düşüncelerin hatırlanması için

(11)

çalışmamızda bazı yaklaşımlara yer verilmiştir. Nitekim Mevlana’nın dünya görüşü tasavvufi anlayış ile sınırlı olmayıp felsefe alanında da ön plana çıkmış bir görüştür. Bu sebeple bazı Doğu ve Batı felsefesi düşünürlerinin akıl ve bilgiye dair söyledikleri ve Mevlana’nın buna yönelik eleştirileri ele alınıp değerlendirilmiştir.

Konu ile ilgili çalışmamızda Mevlana’nın, bilginin elde edilmesi bağlamında aklı nasıl konumlandırdığına, bu konuda aşkın yeri, önemi ve değerine değinilmiştir. Konu, felsefi bir bakış açısıyla incelenmenin yanında İslam düşüncesi açısıyla ve Kur’an metinleri bağlamında da değerlendirilmeye çalışılmıştır. Müslüman olması nedeniyle Mevlana’nın İslam düşünce sistemine büyük etkileri olduğunu düşündüğümüzde böyle bir yaklaşım/değerlendirme doğal olarak kaçınılmaz olmaktadır.

Çalışmamızda akıl, aklın ontolojik yapısı, değeri ve aşkın bilgiye ulaşma anlamında konumu ve değerinin ne olduğunun gösterilmesiyle sınırlı olmayıp, Mevlana’nın varlık anlayışına da değinilmiştir. Çünkü onun felsefesinde aşk, insanları bilgiye ulaştırmakla kalmayıp, ontolojik olarak farklı bir varlık alanına taşımaktadır. Nitekim onun anlayışında asıl bu ontolojik yükseliş gerçek bilgiyi beraberinde getirmektedir. Bu nedenle Mevlana’nın bilgi anlayışını eksik bırakmamak için onun varlık anlayışını da ele almanın gerekli olduğunu düşünüyoruz.

I.IV. Tezin Kaynakları ve Kullanımı

Bugüne kadar Mevlana üzerine makale, bildiri, kitap vb. birçok çalışma yapılmış ve yapılmaya devam edilmektedir. Yapılan bu çalışmalar da göz önüne alınmış ve bu çalışmalarla birlikte Mevlana’nın kendi eserlerinden yararlanılmıştır. Tez konumuz belirlendikten sonra öncelikli olarak Mevlana ile ilgili yapılan çalışmalar taranarak geniş bir bibliyografya hazırlanmaya çalışılmış ve konumuz ile ilgili bir takım bilgiler elde edilmeye gayret edilmiştir.

Düşünürümüzün görüşleri tasavvufi anlayış ile sınırlı olmayıp felsefe alanında da ön plana çıktığından, birtakım filozof ve kelamcıların bilgi kuramlarıyla ilgili eserler de taramaya tabi tutulmuş ve çalışmamızda kullanılmaya çalışılmıştır. Eserlerin temini için internet, kütüphane gibi kaynaklara başvurulmuştur. Böylece kitap, dergi, makale, bildiri, e-yayınların temini sağlanmıştır.

Mevlana’nın eserleri incelenirken, başta Abdulbaki Gölpınarlı’nın tercüme ve şerhleri olmak üzere, Meliha Ülker Anbarcıoğlu, Veled İzbudak, Şefik Can, M. Nuri

(12)

Gençosman, A. Remzi Akyürek’in çalışmalarından yararlanılmıştır. Ayrıca Ahmed Eflaki’nin Ariflerin Menkıbeleri adlı eserine de kısaca yer verilmiştir.

II. MEVLANA ÖNCESİ ANTİKÇAĞDA BİLGİ KURAMI

Bilgiye erişebilmek insanın sahip olabileceği en önemli özelliklerinden biridir. Aristoteles’in o meşhur sözünde ifade ettiği üzere, “Bütün insanlar doğal olarak bilmek

isterler”.1 Gerçekten de insan kendini ve varlığın içinde yer aldığı tüm gerçekliği bilmek ve anlamak isteğiyle sürekli sorgulayan, arayan ve araştıran bir varlıktır. Bu sebeple insanın, merak ettiği hususlarda düşünüp karar vermesi, doğru sonuçlar elde edebilmesi, güvenilir ve doğru bilgilere ulaşabilmesi için sahip olduğu yetilerini işlevsel hale getirmesi gerekir. Bilginin nasıl ve nereden elde edildiği ve bilgiyi elde edebilmenin ölçütlerinin neler olduğu gibi epistemolojik problemler, tarih boyunca insanoğlu için önemli olmuştur. İnsanoğlu, kendisine mahsus özelliklerden olan merak duygusunun sonucu ile sürekli bir düşünme faaliyeti içinde gözlem ve araştırmalar yapmaktadır.

İnsan bilgisinin kaynağı, değeri, kapsamı, sınırları, doğruluğu, geçerliliği ve doğru bilginin imkânı gibi konuları ele alan bilgi felsefesinin yanıt aradığı temel soruları iki grupta toplayabiliriz. Bunlardan birincisi bilginin kaynağına yönelik sorular, diğeri ise bilginin değerine ilişkin sorulardır.2

Bilginin Kaynağı İle İlgili Sorular: Bu sorular bilginin nasıl ortaya çıktığı, bilginin nereden kaynaklandığı ile ilgili sorulardır. Filozofların, bilginin nasıl oluştuğu ve bilgiyi meydana getiren faktörlerin neler olduğu ile ilgili sorulara vermiş olduğu cevaplar sonucunda birbirinden farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bunlardan;

 Rasyonalizm; bilginin akılla elde edildiğini,

 Ampirizm; bilginin deney ve tecrübe yoluyla elde edildiğini,  Sansualizm; bilginin duyumlar yoluyla elde edildiğini, Entüisyonizm; bilginin sezgi yoluyla elde edildiğini, Pozitivizm; doğru bilginin olgulara dayalı olduğunu, Pragmatizm; Fayda sağlayan bilginin doğru olduğunu,

Mistisizm; İnsanın iç tecrübesinden elde ettiği bilgilerin doğru bilgi olduğunu,

1 Aristoteles, Metafizik (Çev. Ahmet Arslan), Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1996, s. 75. 2 Erdem, H., Bazı Felsefe Meseleleri, Sebat Matbaacılık, Konya, 2009, s. 28.

(13)

 Fideizm; Vahye ve imana dayalı olan bilginin doğru bilgi olduğunu, savunmuştur.

Bilginin Değeri İle İlgili Sorular: Doğru bilgiye ulaşmak mümkün müdür? Elde edilen bilgilere ne kadar güvenebiliriz? Elde edilen bilgiler doğru bilgiler ise bunun ölçütü nedir? Bilginin sınırı nedir ve nereye kadar bilebiliriz? gibi bilginin değeri ile ilgili sorulara verilen cevaplar sonucunda karşımıza çıkan bazı farklı görüşler şunlardır;

 Doğru bilginin elde edilmesini mümkün gören dogmatikler,

 Doğru bilginin mümkün olmadığını ya da elde edilen bilginin doğru veya yanlış olup olmadığından şüphe edilmesi gerektiğini savunan septiklerdir. Görüldüğü gibi yukarıda sıralanan görüşlerden her biri bilginin kaynağı ve değeri ile ilgili farklı yaklaşımlar getirmektedir. Dolayısıyla, tarih boyunca bilginin ne olduğu ile ilgili farklı görüşler ortaya koyan dinamik bir disiplin söz konusudur. Bilginin konusu olan varlığın ilk meydana gelişi, doğanın yapısı, işleyişi ve ana maddesi (arkhe) gibi sorulara yanıt aradıkları için ilk filozoflara "doğa filozofları" denmiştir.3 MÖ 6. yüzyılda,

Thales ve Anaksimenes gibi Miletli doğa filozofları evrenin ana maddesini; bir maddenin üzerinde belli bir değişiklik yapan, belirleyici, değişmeyen ve aynı zamanda doğada bulunan cisimsel varlık ile açıklamıştır. Daha sonra Pythagoras, Ksenophanes, Herakleitos vb. ikinci dönem doğa filozofları ise “arkhe”yi duyularla kavranamayan, doğada bulunmayan soyut, akılsal veyahut kavramsal olan şeyler ile açıklamaya çalışmışlardır.4

Mitolojiyi dışarıda bırakıp düşünsel olarak yeni bir evren imgesi geliştiren Thales, varlıkların meydana geldiği ilk temel ilkenin su olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre, evrendeki tüm varlıklar suyun değişik şekiller almasıyla meydana gelmiştir. Thales’in öğrencisi olan Anaximandros’a göre ilk ilke, ezeli ve ebedi olan sonsuzluk yani Apeiron, Milet okulunun son filozofu olan Anaximenes için ise hayatın devam etmesinde önemli bir yere sahip olan hava’dır.5 Bundan sonra akılcılığa doğru evrilen bir Yunan

kozmolojisi görülmektedir.6 Duyular ve deneyim yoluyla elde edilen bilgilerin

3 Çelik, S., Bilgi Felsefesi İlkçağdan Yeniçağa, Doruk Yayınları, İstanbul, 2010, s. 21. 4 Çüçen, A.K., Bilgi Felsefesi, Asa Kitapevi, Bursa, 2005, s. 91.

5 Russ, J., Avrupa Düşüncesinin Serüveni-Antik Çağlardan Günümüze Batı Düşüncesi, Doğubatı Yayınları, (Çev, Özcan Doğan), Ankara, 2012, s. 36.

(14)

doğruluğuna tam olarak güvenmeyen Herakleitos ve Parmenides duyular yerine akla güvenmek gerektiğini öne süren ilk akılcı filozoflardır.7

Herakleitos felsefesinde, doğadaki değişim olgusunu (panta rhei: Her şey değişir) ortaya koyma önemli bir yere sahiptir. Herakleitos’un da önceki doğa filozoflarında olduğu gibi varlığın temeline, bir ana madde yerine başka bir ana madde olan ateşi koyduğu görülmektedir. Görünüşte bir farklılık olmasa da Miletli doğa filozoflarını Herakleitos’dan ayıran husus, varlığın temeline koydukları ilk maddeyi (arkhe), değişenlerin altında yatan değişmeyen bir töz, kendisiyle özdeş ana madde saymalarıdır. Fakat Herakleitos’a göre evren, ilk madde olan ateşin de içinde olduğu sürekli bir oluş ve değişim içindedir. Ona göre değişmeyen tek şey değişimin yasasıdır. Evrendeki bu değişim olgusunun temelinde logos-akıl her şeyi yönetir. Herakleitos’un felsefesinde evren ile Tanrı özdeşleşmiştir. Herakleitos buna doğanın merkezinde evreni düzenleyip yöneten ve devinim halinde olan akıl ya da logos adını vermiştir.8

Her şeyin niceliklerden oluştuğunu ileri süren Pythagoras ise arkhe’yi sayı olarak kabul etmiş ve her şeyin sayılardan meydana geldiğini iddia etmiştir. Değişim ve çokluğun duyuların bir aldatmacası olduğunu düşünen Parmenides’in düşünceleri, Herakleitos’un öğretilerinin karşıtı olarak kendini göstermektedir. Parmenides’in anlayışında Bir Varlık vardır (esti gar einai), yani sonradan meydana gelmeyen, yok olmayan, değişmez ve bölünmez olan sadece Bir vardır ve her şey Bir’dir. Ona göre yokluktan varlık, varlıktan yokluk meydana gelmez. Parmenides, görünüşler evreni ve gerçek evren arasında bir ayrıma gitmiştir. Ona göre duyusal olan dış dünyada sürekli değişim, dönüşüm, çokluk ve hareket gözlemlenmektedir. Bu nedenle bu evreni anlayabilmek için ona duyular aracılığıyla yönelmek gerekir. Ancak değişimin ve dönüşümün meydana gelmediği, çokluğun ve hareketin rastlanmadığı, kendisiyle aynı kalan gerçek evrenin ancak akılla kavranabileceğini ileri sürmüştür. Ona göre değişmez hakikat ve gerçekliği elde etmek isteyen insanın duyularını terk ederek aklı ile evrene yönelmek zorundadır ki, ona göre gerçek bilgi akıl yoluyla elde edilen bilgidir.9

Empedokles, evrenin ana unsurlarının sayısını arttırarak dört element (toprak, su, hava, ateş) görüşüyle değişim konusuna farklı bir yorum getirmiştir. Ona göre değişim

7 Çüçen, age., s. 92.

8 Gökberk, M., Felsefe Tarihi, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2002, s. 24, Elmalı, O., Özden, H.Ö., İlkçağ

Felsefesi Tarihi, Arı Yayınları, İstanbul, 2011, s. 52, Russ, age., s. 36.

(15)

bu dört elementin bir araya gelip ayrılması ya da yer değişmesidir. Meydana gelme bu unsurların etkili olarak karışması, yok olma ise bu karışımların tekrar ayrışmasından ibarettir. Birleşme ve ayrışmayı sağlayan iki temel güç ise Aşk ve Nefret’tir.10 Empedokles ilk temel unsurların sayısını dörde çıkartırken Anaxagoras ve Demokritos arkhe sayısını sonsuz sayıda arttırmışlardır. Anaxagoras’a göre evrendeki her şey sonsuz sayıdaki tohumlardan (Spermata) oluşmaktadır. Sayıca sonsuz ve ölümsüz olan bu tohumların birleşmesiyle evrendeki görünür şeyler meydana gelmektedir. Fakat ona göre kendiliğinden bir oluş olmayacağından, sonsuz sayıdaki tohumu bir araya getirerek evreni, oluşu meydana getiren bir güce ihtiyaç vardır. Bu güç ise ezeli ve ebedi olan

Nous’tur. Ancak bu güç yaratıcı olmayıp kozmosun oluşması için ilk hareketi veren

düzenleyici ve biçimlendirici bilinçli bir güçtür. Demokritos ise bu unsurları bölünemeyen atomlar olarak adlandırarak materyalist bir doğa biliminin temellerini atmış oluyordu.11

Mitolojinin dışına çıkılarak doğanın ve varlığın anlaşılmasına yönelik araştırmalar yapan filozofların aksine, doğa felsefesi terk edilmiş ve bundan sonra insan ve toplumu merkeze alan problemlere yönelik felsefenin yapıldığı bir döneme girilmiştir. Antik Yunan felsefesinin sonraki dönemi olarak nitelenen bu ikinci dönem sofistler ve Sokrates ile başlar.12

Sofistlerin bilgi anlayışının ayırıcı niteliği, Protagoras’ın “İnsan her şeyin

ölçüsüdür” sözünde kendini göstermektedir. Miletli doğa filozoflarının öğretilerinden

başlayarak kendi zamanlarına kadar ki dönemi kapsayan düşünce tarihi boyunca üzerinde uzlaşılan hiçbir konunun bulunmayışı sofistleri, hakikatin varlığı konusunda şüpheye düşürmüştür. Sofistler, evrendeki ilk temel ilkenin ne olduğunun belirlenememesi nedeniyle önceki dönemin düşünce merkezinde yer alan doğa’nın yerine insan ve insanla ilgili problemleri merkeze almıştır.13

Sofistlere göre insanın içinde bulunduğu her konu zamana ya da ortama göre değişime ve gelişime açık olduğu için tek bir hakikat yoktur. Her şeyin insan merkezli olmasının temelinde de bu değişim ve gelişme yatmaktadır. Çünkü her insanın düşüncesi doğrudur ve insan sayısı kadar gerçeklik vardır. Sofistler insanlara, içinde oldukları

10 Elmalı, age., 67, Gökberk, age., s.32,33. 11 Gökberk, age., s.34,37, Çelik, age.,2010, s. 21. 12 Çüçen, age., s. 91.

(16)

bireysel duruma bağlı olarak yarar sağlayan bilgileri öğretmeye çalıştıkları için bilgi anlayışlarında rölativist (göreli) olarak nitelendirilmişlerdir.14 Bu ise kendini sofistlerin

ilki olan Protagoras’ta göstermektedir.

Protagoras’a göre insan bilgileri, kişinin o andaki durumuna göre ve nesnelerin değişiklik göstermesine bağlı olarak duyulara dayanmaktadır. Protagoras için, nesnel olarak geçerli bir bilgi yoktur, o halde algılayan kişiye bir nesne nasıl görünüyorsa öyledir. Ona göre bilgi, duyu algılarımız yoluyla elde ettiğimiz sanı’lardan (doksa) ibarettir.15 Dolayısıyla merkeze insan öğesinin konulduğu bu anlayışa göre, bilgi her insanın kendisi için geçerli olan kanaatleridir. Nitekim Protagoras'ın; “İnsan her şeyin

ölçüsüdür; var olanın da, var olmayanın da; var olmayanın var olmadıklarının da”

şeklinde ifade etmiş olduğu ünlü sözü bu görüşün özeti gibidir.16 Fakat bu görüşte herkes

için genel geçer bir yargıya varmak olanaksızdır.

Doğa felsefesini reddeden diğer bir sofist Gorgias’tır. Onun varmak istediği nokta ise, genel olarak varlık konusunda bilgiye ulaşmanın mümkün olmayacağı tezini ortaya koymaktır. Gorgias, varlık hakkındaki düşüncelerini ifade ederken; hiçbir şeyin (varlık) olmayacağını, varlık gerçekten var olmuş olsaydı dahi bunun bilinemeyeceğini, varlığın bilgisi elde edilebilir olsaydı bile bu bilginin başkalarına aktarılamayacağı şeklinde üç tez ileri sürerek görüşlerini ispatlamaya çalışır.17 Protagoras ve Gorgias’a göre var olan her

şey fenomenlerden ibarettir. Bu yüzden onlara göre görülürlerin ardında değişmeden aynı kalan bir varlığın olduğuna inanmak anlamsız kalmaktadır.18 İnsan bilgisinin sınırı ve

imkânı ile ilgili problemlere dayalı aranan yanıtlar, sofistleri şüpheci bir tavır takınmaya itmiştir. Sofistlerin bilgi problemi ile ilgili başlatmış olduğu bu şüpheci yaklaşım (septisizm) daha sonra Pyrrhon tarafından sistemli hale getirilmiştir.

Sokrates, sofistlerin rölativist bilgi anlayışının karşısına, herkes tarafından genel geçer olan bilginin varlığını koymuştur. Sokrates’in anlayışına göre artık, sofistlerin duyular yoluyla varılan doksa’ların (sanılarının) karşısında episteme (bilgi) vardır. Sokrates’i sofistlerden ayıran özelliği akıl ve düşüncenin nesnelliğine vermiş olduğu değerdir.19 Sokrates’e göre aklın olgunluğa erişmesini sağlayan şey erdemdir. Ona göre,

14 Çelik, age., 2010, s.37.

15 Erdem H., İlkçağ Felsefesi Tarihi, Hü-er Yayınları, Konya, 2010, s. 154.

16 Platon, Theaitetos, (Çev. Macit Gökberk), MEB Yayınları, İstanbul, 1997, s. 30,53, Gökberk, age., s.40. 17 Çelik, age., 2010, s.41,42.

18 Çelik age., 2010, s.42. 19 Gökberk, age., s. 44.

(17)

kişinin erdemli olabilmesi ise doğru bilgiye bağlıdır. İnsanın kendini gerçekleştirmesini, kötülük işlememesini sağlayan ve mutluluğa götüren şey, işte bu doğru bilgide sağlam bir şekilde temelini bulan erdemdir.20

Sokrates’in en çok bilinen özelliklerinden biri, soru-cevap şeklinde ilerleyen

sokratik yöntem, diyalog yöntemi, sokratik sorgulama veya sokratik diyalektik olarak

adlandırılan tartışma yöntemidir. Sokrates’in yöntemi, insanların zaten doğuştan hazır olarak getirmiş olduğu bilgilerin, karşısındaki kişilere sorular sorularak açığa çıkarılmasıdır. Sokrates’in, diyalog halinde olduğu kişilerin verdikleri cevaplarla adım adım ilerleyerek insanlarda doğuştan var olduğuna inandığı bilgiyi açığa çıkartması yöntemine maiotik (doğurtucu) yöntem, denilmektedir. Sokrates, her şeyi bildiğini zanneden kişilere gerçekte bir şey bilmediklerini göstermek için kullandığı bir diğer yöntem ise ironi (alay) yöntemidir. Sokrates’in, doğuştan var olduğuna inandığı bu bilgi düşüncesi daha sonra ilk çağın geniş ve kapsamlı ilk felsefe sistemini kuran Platon (Eflatun) tarafından “bilgi hatırlamaktır” şeklinde formüle edilecektir.21

Platon’un bilgi teorisi, ruhun daha dünyaya gelmeden önce zaten edinmiş olduğu ve ruhta gizli olarak duran bilgilerin açığa çıkarılması, yani anımsama esasına dayanmaktadır.22 Platon, açık bir şekilde Menon diyaloğunda işlemiş olduğu bu kuramı,

kendi düşünce sisteminde yer alan ruhun ölümsüzlüğü ve idealar gibi öğretilerinden yola çıkarak oluşturmuştur.23 Erdemin öğretilip öğretilemeyeceğinin belirlenmesi amacıyla

başlatılan bu diyalog kişiyi, erdemin tanımının ne olduğu sorusundan en nihayetinde “bilgi nedir?” sorusuna kadar götürmektedir.

Platon’un bilgi öğretisine ilişkin düşünceleri çeşitli diyaloglarında kendini göstermektedir. Bu çerçevede Theaitetos adlı diyaloğu bilgi probleminin ağır bastığı bir diyalogdur. Ayrıca Platon, bilginin ne olduğu ve bilgiye nasıl ulaşılabileceği konusunu 10 kitaptan oluşan Devlet adlı eserinin VI. ve VII. kitaplarında ortaya koymuştur. Platon’un bilgi problemi ile ilgili görüşlerini anlayabilmek için, varlık hakkındaki düşüncelerini bilmemiz gerekir.

Platon iki ayrı evrenin olduğunu ileri sürerek var olanları ikiye ayırmıştır. Birincisi, zamana, mekâna ve değişmeye tabi olan ve beş duyu organımızla algıladığımız

20 Elmalı, age., s.101.

21 Çelik, age., 2010, s.48,49 Elmalı, age., s.100.

22 Platon, Menon, (Çev. Furkan Akderin), Say Yayınları, İstanbul, 2012, s. 50,51. 23 Platon, age., 2012, s. 50.

(18)

duyulur şeyleri ifade eden nesneler evrendir. Duyulur dünyasının nesnelerinin zamana ve mekâna tabi olması, sürekli değişim ve bozulmalara maruz kalması bu evrendeki varlıklar hakkında mutlak bilgiyi elde edebilmeyi imkânsız kılmakladır. Diğeri ise, nesnel dünyadaki varlıkların gerçek şeklinin ya da ilk örneklerinin yer aldığı idea’lar evrenidir. İdealar, zaman ve mekâna tabi olmayan, değişimin ve bozulmanın meydan gelmediği, öncesiz ve sonrasız olan ve varlığı için kendisinden başka bir şeye ihtiyaç duymayan şeylerdir.24 Platon’a göre asıl gerçeklik idealar evreni olduğu için doğru bilgi, ideaların

bilgisidir; asıl gerçeklik niteliğinde olan bu soyut kavramlar ise ancak akılla bilinebilen şeylerdir. Olgusal olarak var olan tüm nesnel varlıklar, gerçek varlığın yani ideaların sönük birer yansımaları ve eksik birer kopyalarıdır.25 Platon’un iki farklı evren anlayışı,

Parmenides’in görünüşler evreni ve gerçek evren arasında yapmış olduğu ayrımı hatırlatmaktadır.

Platon’un; ideaların, görünüş ya da fenomenlerden ayrı bir varlığa sahip olduğu anlayışı, onun metafizik öğretisi bakımından ikili (düalist) bir filozof olduğunu göstermektedir. Düalist bir evren anlayışıyla karşımıza çıkan bu anlayışın, aynı zamanda ikili bir bilgi yapısını da beraberinde getirdiği görülmektedir. Bunlardan idealar evrenine ait olan bilgi gerçek bilgi (episteme) olup, görünür evrene ait bilgiler ise inanç ve sanı (doksa) gibi duyu temeline dayalı düşük düzeyli bilgidir.26 Sadece düşünce yoluyla

kavranabilen ve soyut olan şeyleri ifade eden bu idealar, Platon’a göre duyu verileriyle algılanabilen nesnel dünyanın nedenleridir. Platon’un felsefesinde soyut bir yapı olan idealar ile somut bir yapı olan görünür evrendeki tüm şeyler arasındaki ilişkiyi sağlayan güç yani idealardan pay alıp onların birer taklidi niteliğinde olan tüm somut yapılara şekil veren ise onun Demiourgos adını verdiği Tanrısal güçtür.27

Her şeyin değiştiği ve dönüştüğü bu duyulur evrenin gözlenmesiyle doğru bilgi elde edilemiyorsa bu durumda insanlar, gerçek evrene ait kavramların bilgisini nasıl edinmektedirler? Platon’a göre, değişken yapıdaki evrenin mükemmel olmayan varlıkları, sönük, kusurlu ve özgün olmayan yetersiz modellerinden başka bir şey değildirler. Dolayısıyla bu evrenin taklitlerinden yola çıkılarak yani duyular yoluyla elde edilen sanılardan ideaların bilgisine ulaşamayız. O halde epistemenin farklı bir yerde

24 Elmalı, age., s.123,124, Cevizci, age., 2012, s. 90. 25 Çelik, age., 2010, s. 58,59.

26 Çelik, age., 2010, s. 60. 27 Elmalı, age., s. 125.

(19)

aranması gerekmektedir ki bu ise Platon’a göre insan aklından başkası değildir.28 Platon,

ölümsüz bir yapıda olduğunu düşündüğü ruh29 ile görülür şeylerden tamamen ayırdığı

idealar arasında bir yakınlık ilişkisi kurar. Buna göre insan bedeniyle bağlantılı olan ruh, var olanlar arasında idealara en fazla benzeyen ve idealar evrenini temsil eden bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla Platon’a göre, idealar evreni ile ilişki içerisinde olan ruhun veya insan aklının bu özelliği, kişiyi ideaların bilgisine götürebilmektedir.30

Platon’a göre insan bedeniyle bağlantılı olan ve aynı zamanda bedenin aksine ölümsüz bir yapıya sahip olan ruhun, idealar evreninin bir üyesi olduğu da düşünülürse, duyulur evrene gelmeden önce tüm idealar evrenine ait tüm gerçek bilgilere zaten sahip olması onun açısından gayet doğal görünmektedir. Fakat idealar evreninin bir üyesi olan ölümsüz ruh, duyulur dünyanın ölümlü bir parçası olan beden ile birleşince ideaların gerçek bilgisini tümüyle unutmuştur. Platon’a göre işte ruhun kendi hafızasının derinliklerinde zaten var olan bu tüm gerçek bilgilerin yeniden öğrenilmesi söz konusu değildir. Dolayısıyla gerçek bilgi/episteme, önceden görülenlerin diyalektik yardımıyla açığa çıkarılmasıdır yani bilinen bir şeyin hatırlanmasından (anamnesis) başka bir şey değildir. 31

Platon’un, içinde bulunduğumuz duyulur dünyanın dışında ayrıca birde ideaların bulunduğu iki farklı dünya görüşünün aksine Aristoteles’e göre tek bir gerçeklik vardır, o da içinde bulunduğumuz evrendir. Aristoteles, hocası Platon’un anlayışında olduğu gibi ideaların varlığını kabul etmiş ve tek tek var olanları tek bir kavram altında birleştirmek gerektiğini savunmuştur. Fakat hocasının aksine onun anlayışında gerçeklik, nesnel dünyanın dışında veya görülür şeylerden ayrı değil, bizzat varlıkların kendisindedir yani idealar varlıkların içinde bulunan form ya da öz’lerdir (ousia).32 Örneğin biz; çam ağacı,

çınar ağacı, meyve ağacı vb. gibi tek tek farklı özelliklere sahip olan bütün bu ağaçları genel bir ‘ağaç’ terimi altında ifade ederiz. Aristoteles’e göre tüm bu ağaçların kendilerine ait özellikleri ve bir de tüm ağaçları içine alan ortak ya da genel bir özelliği vardır. İşte tüm bu tek tek tikel nesnelerin ortak noktası “ağaç olma” özelliğini taşımalarıdır.

28 Çelik, age., 2010, s. 71.

29 Platon, age., 2012, s. 51.

30 Platon, Phaidon, (Çev. Ord. Prof. Suut K. Yetkin), MEB Yayınları, İstanbul, 1989, s, 47-52, Cevizci,

age., 2012, s. 91, Çelik, age., 2010, s. 71.

31 Platon, age., 2012, s. 51, Platon, age., 1989, s. 41,42, Çelik, age., 2010, s. 71,72, Cevizci, 2012, age., s. 92.

(20)

Dolayısıyla tümel bir kavram olan “ağaç” kavramı, özelde farklı olan bu tikel nesnelerin formunu oluşturmaktadır.33

Görüldüğü üzere Aristoteles’e göre kavramlar, Platon’da olduğu gibi idealar evreninden değil, bizzat içinde bulunduğumuz evrendeki görünür şeylerin kendisinden edinilmektedir veya şöyle ifade etmek gerekirse, Platon’a göre gerçek bilgi ideaların/tümellerin bilgisidir ki, tek tek tikel nesnelerden farklı bir dünyada yer alan ideaların bilgisi insanların zihinlerinde önceden var olmak zorundadır. Dolayısıyla insanlarda potansiyel olarak var olan bilgiler, ortaya çıkarılmak üzere doğuştan hazır olmalıdır. Oysa Aristoteles’e göre içinde bulunduğumuz evrenden ayrı bir idealar/tümeller evreni aramanın gereği yoktur; çünkü tümeller, tek tek tikel nesnelerde zaten bir şekilde vardır ve algılanan tek tek bütün nesneler tümellere dayanarak; yani tümdengelim yöntemi kullanılarak kavranmalıdır. Nitekim Aristoteles’e göre bilgilerimiz doğuştan gelmediği için, gerçek bilgiler ancak akıl yoluyla bir süreç içinde öğrenilebilen araştırmalarımızın birer ürünüdür. İnsanların doğru düşünmesini sağlayarak bilgiyi elde etmesine yardımcı olan araç ise, akıl yürütme ilkelerini belirlemeye yönelik sistemli bir disiplin olan mantık bilimi ve kurallarıdır.34

Aristoteles’e göre insan zihninde doğuştan gelen bilgi yoktur. Ancak ona göre insan zihni, doğuştan sahip olduğu bazı temel ilkeler sayesinde bilgi üretebilme kabiliyetine sahiptir. Kanıt gerektirmeyen ve kendiliğinden açık olan bu ilkeler; özdeşlik ilkesi, çelişmezlik ilkesi ve üçüncü şıkkın imkânsızlığı ilkesidir.35 Aristoteles’in, tümel

kavramların Platon’un anlayışında olduğu gibi aklımızda zaten hazır bulunduğunu kabul etmediğini yukarıda ifade etmiştik. Ona göre idealar içinde bulunduğumuz dünyadaki tikel nesnelerde bulunduğu için tümel kavramlar, ancak bir süreç içerisinde tek tek tikel nesnelere bakılarak soyutlamalar yoluyla elde edilir. Dolayısıyla ona göre kavramlarımızın keşfini sağlayan şey akıldır; ancak sahip olduğumuz akli bilgilerin temelini algılarımız oluşturmaktadır.36 İnsan aklının doğuştan sahip olduğu özdeşlik,

çelişmezlik ve üçüncü şıkkın imkânsızlığı gibi temel prensipler sayesinde insanlar

33 Çelik, age., 2010, s. 91, Elmalı, age., s. 152.

34 Elmalı, age., s. 152, Gökberk, age., s. 70, Çelik, age., 2012, s. 91,92. 35 Elmalı, age., s. 151.

36 Heimsoeth, H., Felsefenin Temel Disiplinleri, (Çev. Takiyettin Mengüşoğlu), Doğu Batı Yayınları, Eylül 2013, s. 70, Çelik, age., 2010, s. 94.

(21)

nesnelerden çıkarsadığı bilgileri biçimlendirerek genel kavramlar şeklinde ortaya koyabilmektedirler.37

III. MEVLANA VE ESERLERİ

Gerek Batı dünyasında gerekse İslam dünyasında olsun düşünce tarihi boyunca, bilgi kuramı ile ilgili fikirleri günümüze kadar gelen birçok önemli fikir adamı vardır. Bilgi teorisi konusunda ileri sürülen hemen hemen her düşüncenin bir şekilde etkisinde kalan düşünürler olmakla birlikte savunulan görüşler daha da ileri götürülmeye çalışılmıştır. Haliyle günümüze kadar süregelen bu kadar zamanda bilgi teorisiyle ilgili birçok tartışmalar yapılmıştır. Bu tartışmaların devam edilmesi ve düşünceler üzerine yapılacak çalışmaların ülkemizdeki felsefi düşüncenin gelişimine büyük katkıları olacağı açıktır.

Felsefenin ana meselesi ve önemli problemlerinden biri olan bilgi teorisi bağlamında, gerek Batı gerekse Doğu düşünürleri tarih boyunca birbirlerini etkilediğini biliyoruz. Farklı coğrafyalarda gelişen İslam, diğer kültürlerle temas etmiş, Antik Yunan felsefesi başta olmak üzere Hint, İran gibi bir takım fikir hareketleri İslam dünyasıyla etkileşime geçmiştir. Müslüman düşünürler özellikle Antik Yunan filozoflarının görüşlerinden etkilenmiştir.38 İslam filozoflarında olduğu gibi, kelamcılar ve

mutasavvıflar da birtakım felsefi, dinî ve mistik kaynaklı teorilerin tesiri altında kalmışlardır. Mutasavvıfların teorilerine bakıldığında, bu tür düşüncelerin İslamiyet’ten önce de tartışıldığı görülür. Özelikle IX. yüzyıldan itibaren Hallac-ı Mansur ve Cüneyd Bağdadi ile başlayan, İbn’ül Arabi ve Mevlana ile zirveye ulaşan, temel konusu varlık ve bilgi teorisi olan tasavvufun ileride göreceğimiz üzere özellikle Yeni-Platonculuk’tan etkilenmiş olması açık bir gerçektir.39

Tasavvuf düşüncesinin önde gelen temsilcilerinden biri olan Mevlana’nın yaşadığı döneminin özellikleri onun düşünce dünyasının oluşması ve şekillenmesinin arka planını ve zeminini oluşturmaktadır. Bu dönemin düşünce dünyası geniş anlamda incelendiğinde bu etkilerin görülmesi mümkündür. Bununla ilgili bazı hususlara kısaca olsa da değinmekte gerekirse; Mevlânâ Celâleddin Rûmi, H. 6 Rebiülevvel 609/ M. 30 Eylül 1207 yılında Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Mevlana, Anadolu Selçukluların iç

37 Elmalı, age., s. 151, Çelik, age., 2010, s. 94.

38 Nicholson, R.A., İslam Sufileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1978, s. 10.

(22)

siyasi çekişmeler ve Moğol istilaları nedeniyle huzursuz ve karışık bir dönem olan XIII. yüzyılda yaşamıştır. O, bu dönemden günümüze kadar özellikle tasavvuf hayatında etkileri devam eden büyük şahsiyetlerden birisidir. Geniş bir bilgi birikimine sahip olan Mevlana, şiirleriyle, kullandığı basit hikâyelerdeki metaforlarla önemli hususlara değinmiş ve anlatmak istediklerini başarılı bir şekilde iletmeyi başarmıştır. Mevlana hakkında birçok konuda yazılar yazılmakta, televizyon ve radyolarda Mevlana, tasavvuf, ney, musiki gibi konular çerçevesinde programlar yapılmaktadır.40

Düşünce sisteminin temelleri hakkında fikir edinmek ve Mevlana’yı anlamak için, yetiştiği dönemin sosyal ve siyasi durumunun bilinmesi faydalı olacaktır. Mevlana’nın babası Hüseyin Hatibi oğlu Muhammed’dir. Bahaüddin Veled olarak ta tanınmaktadır.41

Mevlana’nın, düşünce dünyasının oluşması ve şekillenmesinin arka planında tasavvuf anlayışının etkin olduğu bir ortam yatmaktadır. Babası Bahaüddin Veled’in, Mutasavvıf olması Mevlana’yı da etkilemiştir. Mevlana’nın babası Bahaüddin Veled hakikatin bilgisine akıldan ziyade sadece dini riyazet yoluyla, ilahi cezbe yoluyla ulaşılabileceğini42

ve felsefi düşüncelere kendilerini kaptırarak akla değer veren kişilerin doğru yolda olmadıklarını, yollarının Muhammedi bir yol olmadığını konuşmalarında ifade etmekteydi.43 Mevlana’nın babası bazı kaynaklara göre bu gibi fikir ve inanç ayrılıkları

nedeniyle devrin akılcı görüşlerini savunan kişilerle ters düşmüştür. Bahaüddin Veled, dönemin fikir adamlarından olan Fahreddin Razi ile fikri münakaşalar yaşaması ve Harzemşahlı Muhammed Şah’ın Razi’yi desteklemesi gibi nedenlerde Belh’den ayrılmıştır.44 Bazı kaynaklara göre ise, Moğol hükümdarı Cengiz Han’ın İslam

topraklarının istilası tehlikesi nedeniyle ailesi ile birlikte 1219 yılında Belh şehrinden ayrılmıştır.45

Hiç şüphesiz Mevlana’nın ilk hocası, babası olmuştur. Mevlana’nın tasavvufi yönde yetişmesinde ve onda sûfiliğin tohumlarının ekilmesinde ilk olarak babası etkili olduğu söylenebilir. Belh’ten Konya’ya kadar olan süreç Mevlana’nın ruhundaki

40 Can, Ş., Mevlana Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 9,14. 41 Can, age,, 2013, s. 32.

42 Aydın, M., Mevlana ve Sufizm, Nüve Kültür Merkezi Yayınları, Konya, 2010, s. 31,32. 43 Can, age,, 2013, s. 33.

44 Can, age,, 2013, s. 33, Duru, R., Mevleviname Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerinde

Mevlevilik, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya 2012, s. 3, Bayram, M., Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren ve Mevlana Mücadelesi, Damla Ofset, Konya, 2006, s. 199.

(23)

büyümenin de gelişmesini sağlayan süreç olmuştur.46 Babasından sonra Mevlana’nın

tasavvufi şahsiyetine etki eden şahsiyetlerden biriside dostu Şems-i Tebriz’idir.47

Mevlana’nın Şems-i Tebrizi ile ilk görüşmeleri tarihçiler tarafından farklı şekillerde rivayet edilmektedir. Bu karşılaşmadan sonra Mevlana’nın tasavvuf hayatına önemli etkileri olan Şems-i Tebrizi’nin bazı dedikodular ve çekememezlik soncunda H. 644/M. 1246 yılında öldürülmüş, bazı kaynaklara göre ise, Şems, işin çığırından çıktığını ve herkesin kendisine düşman olduğunu görünce Konya’yı terk etmiştir.48

Fikirleriyle yüzyıllar boyunca etki bırakan Mevlana 17 Aralık 127349 yılında vefat

etmiş ve birçok insanı etkileyen eserler bırakmıştır. Bu eserler şunlardır:

Mesnevi: 6 cilt ve 25.618 beyit ihtiva eden en önemli eserlerinden birisidir. Bu eseri, onun müritlerinden Hüsamettin Çelebi’nin isteği üzerine yazılmıştır. Mesnevi’nin ilk on sekiz beytini bizzat Mevlana yazmış, diğer beyitlerini ise kendisi söylemiş müridi Hüsamettin Çelebi ise yazmıştır. M. 1264 tarihinde yazılmaya başlanan bu eser on yılda tamamlanmıştır.50

Divan-ı Kebir: Mevlana Celaleddin Rumi’nin şiirlerini ihtiva eden büyük divanın adıdır. Bu eserde, Mevlana’nın kasideleri, gazelleri, tercileri, mülemmaları, rubaileri bulunur.51

Fîhi Mâfih: Mevlana’nın nesir halindeki eserlerinden birisidir. Mevlana’nın muhtelif konular üzerinde yaptığı konuşmaların bir araya getirilmesinden meydana gelmiş bir kitaptır. Bu sohbetleri Mevlana kendisi hazırlayıp yazmamıştır.52

Mecâlis-i Seb’â: Mevlana’nın nesir halindeki diğer eseridir. Yedi Meclis yani yedi vaazının yazılmasından meydana gelen bir eserdir.53

Mektûbât: Mevlana’nın nesir halindeki bir diğer eseri de Mektubat’tır. Mevlana’nın bazı kişilere yazdığı mektupların bir araya gelmesinden oluşan bir eserdir. Mevlana, 147 mektuptan meydana gelmiş olan bu eseri başkalarına yazdırmıştır.54

46 Aydın, age,, 2010, s.32,33.

47 Altıntaş, H., Tasavvuf Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1986, s.110. 48 Can, age,, 2013, s. 50,51, Altıntaş, age., 1986, s. 110.

49 Can, age,, 2013, s. 86. 50 Can, age,, 2013, s. 373-375. 51 Can, age,, 2013, s. 383. 52 Can, age,, 2013, s. 385. 53 Can, age,, 2013, s. 385,386. 54 Can, age,, 2013, s. 386.

(24)

1. AKIL, AŞK VE BİLGİ KAVRAMLARI

1.1. Akıl ve İlişkili Olduğu Bazı Kavramlar 1.1.1. Aklın Kavramsal Çerçevesi

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, akıl ve akıl sayesinde üretilen bilgilerdir. İnsana özgü olan akıl, eşyanın sebeplerini yakalama yetisi olarak tanımlanmaktadır.55 Arapça a-k-l kökünden gelen akıl, “akale”, “ya’kilü” fiilinin

mastarıdır. Sözlükte çoğul anlamı; ukûl olan akıl, Arap dilinde engellemek, bağlamak, tedbirli davranmak, üstün gelmek, menetmek, yüksek yere çıkıp sığınmak, sığınak, kale, ilim elde etmeye yarayan güç, maddeden soyutlanmış cevher, hakkı batıldan ayıran kabiliyet, her şeyin en iyisi, insanın kendisiyle diğer varlıklardan ayrıldığı nitelik, zekâ, nefs-i natıka, hakkı ve batılı bilen kalpteki nur, kendisiyle eşyanın hakikatleri bilinen şey, ruh, idrak yeteneği, fikir gibi manalara gelmektedir.56

İnsanların, tabiatı gereği kendilerine çekici gelen ve kendilerine yarar sağlayacağını düşündüğü şeylere karşı bir eğilimi vardır. İnsan psikolojisinde bulunan bu eğilimleri kontrol altına alacak, kişilerin gerçeğe aykırı olan ve keyfi bir şekilde hareket etmesini engelleyecek olan şey akıldır. Zaten genel kullanımlarına bakıldığında aklın, bağlamak, engellemek, menetmek vb. gibi daha birçok anlamda kullanıldığı da görülmektedir.57 Rağıb el-İsfahâni (ö. 502/1108) aklın temel anlam olarak tutmak

anlamına geldiğini ifade etmekte ve devenin iple bağlanması/tutulması cümlesini örnek olarak vermektedir.58 Ayrıca, Cürcânî (ö. 816/1413) de Ta’rifat’ında akla, devenin

ayağını bağlamaya yarayan bağ,59 Cevherî (ö. 393/1003) ise sığınak60 manasını

vermektedir. Tüm bu kelimeler farklı gibi görünse de bağlamak, tutmak, hapsetmek, sığınak gibi temel anlamlara dayanan akıl, doğru ile yanlışı ayırarak kişinin yanlış ve tehlikeli şeyler yapmasını engelleyerek onu dışardan gelen tehlikelere karşı korumaktadır.

55 Bolay, S.H., Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Akçağ Yayınları Ankara, 1997, s. 7.

56 Cürcani, S.Ş., Ta’rifat, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2014, s.52, Altıntaş, R., İslam Düşüncesinde İşlevsel

Akıl, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003, s. 33, Güneş, A., Akli Tefsir Hareketi-Mutezile ve Menar Ekolü-,

Ahenk Yayınları, Van, 2003a, s.23.

57 Uludağ, S., İslam’da İnanç Konuları ve İtikadi Mezhepler, Dergah Yayınları, İstanbul, 2014a, s.65. 58 Güneş, age., 2003a, s.24.

59 Cürcani, age., s.45. 60 Güneş, age., 2003a, s.24.

(25)

Dolayısıyla algılama, düşünme, yorumlama ve karar verme mekanizması olan akıl ile kişi, duyuları aracılığıyla tam olarak kavrayamadığı şeyleri de anlamlandırabilmektedir.

Türkçede; düşünme kabiliyeti, akıl ve us kelimeleri aynı anlamda kullanılmaktadır.61 Kaşgarlı Mahmud’un XI. yüzyılda kaleme aldığı Dîvânu

Lugâti’t-Türk adlı eserinde “us” kelimesi “akıl” kelimesinin karşılığı olarak gösterilmiştir. İyi ile

kötü olanı birbirinden ayıran bir özellik anlamında “O hayrı şerden ayırmasını bildi (ol

us boldı)” kullanılmıştır.62 Eski Türk dilinde Şeyyat Hamza, “aklı başına gelmek”

anlamında “ussu geldi başına”, “akılsız” anlamında “usdan alu”, Fuzuli, “çıldırmak” anlamında “usu azmak” gibi aklın işlevlerini ifade eden deyimler kullanmışlardır.63 Genel

olarak baktığımızda Türkçede akıl kelimesinin olumlu anlamda kullanıldığı görülmektedir. Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Kıpçak Türkleri tarafından XIII. yüzyıl sonlarında yazılmış olan Codex Cumanicus adlı eserde de “us” ve “hakıl” kelimesi akıl, “ustlu” kelimesi ise “akıllı” kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu eserde us ve hakıl (akıl) kelimesinin kullanıldığı bazı cümleler şunlardır;

“Barça Tenrilik us erür, barça hakıl bilik turur.

(Bütün Tanrılık akıl ile bütün akıl hikmet/bilgi ile bilinir)”64

“Ave, kimge yaş yaşından us öğretmiş Tenri. (Selam, Tanrı kime genç yaşında akıl öğretmiş)”65

“Ave Maria, usınnı Tenri tamam tügel kıldı.

(Selam Meryem, Tanrı aklını tamamıyla mükemmel kıldı)”66

Akıl, Yunanca nous, Latince ratio ve intellectus,67 Batı dünyasında ise, Latince

intellectus kelimesinden alınan intelligence, intelligent kelimelerinin karşılığıdır.

İntellectus, Grekçede kavram olarak seçme, ayıklama anlamlarına gelen “selectus” kelimesinden türetilmiştir. Dolayısıyla Batı dillerinde akıl; iyi ile kötüyü, doğru ile

61 Tietze A., Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı, Simurg Kitapçılık, İstanbul, 2002, s. 127. 62 Kaşgarlı Mahmud, Dîvânu Lugâti’t-Türk (Haz. Ahmet B. Ercilasun-Ziya Akkoyunlu), TDK Yayınları, Ankara, 2014, s. 16.

63 Hançerlioğlu O., “Us” Felsefe Ansiklopedisi Kavramlar ve Akımlar, Remzi Yayınları, İstanbul, 1976, c.7, s. 35.

64 Argunşah M., Güner G., Codex Cumanicus, Kesit Yayınları, İstanbul, 2015, s. 863. 65 Argunşah, Güner, age., s. 864.

66 Argunşah, Güner, age., s. 864.

(26)

yanlışı, büyük ile küçüğü birbirinden ayıran ve bunlar arasında seçim yapan yetiye verilen isimdir.68

Etimolojik olarak menetmek, engellemek, tutmak, hapsetmek, alıkoymak, bağlamak, anlamak, iyiyi kötüden ayırmak, idrak etmek gibi anlamlara gelen akıl kelimesi, felsefi bir ifade ile eşyanın hakikatini idrak eden, maddi olmayan fakat maddeye tesir ettiğine inanılan bir cevherdir. Ayrıca akıl, bağıntı kurma, düşünme, benzerliklerin ve farklılıkların bilincine varma kapasitesi, önermeler arası kıyaslama yapabilme yetisi, sadece insana özgü olan bilme yetisi, doğru düşünme ve hüküm verme yeteneği, maddi şekilleri soyutlayarak kavramlar oluşturma gücü gibi özelliklere sahiptir. Bunların yanısıra sezgisel akıl, dedüktif akıl, pratik akıl gibi akıl yürütme türlerini taşıyan akıl melekesi,69 özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü şıkkın imkânsızlığı gibi akıl ilkelerinin bütün işlevlerini belirleyen bir terimdir.70 Eşyanın hakikatini düşünmeye yarayan ve insanın her

çeşit faaliyetinde doğruyu ve yanlışı birbirinden ayıran akıl; insanı, çirkinliklerden koruyarak doğru yoldan sapmasını engellemek gibi işlevlere sahiptir. İnsanların her koşulda yanlış ve tehlikeli durumlara düşmesini engelleyen bu yeti, ahlâkî, siyasî ve estetik değerleri belirlemede de çok önemli bir işleve sahiptir.71

Akıl, Kur'ân'da açık ve kolay anlaşılır, anahtar bir kavramdır. Bu kavram, sebepleri, gayeleri araştıran ve kişilerin Allah'ın varlığını ve ayetlerini anlama becerisini sağlayan insan yeteneğini ifade eder. Allah’ın merhameti gereği insanlara gösterdiği ayetleri, insanlar bu kabiliyetleriyle kavramaktadırlar.72 Kur’an’ı Kerim’de “akl”

kelimesi isim şeklinde kullanılmamıştır. Toplam da 49 ayette geçen akıl kelimesinin, bir oluş ve hareket bildiren fiil biçiminde kullanıldığı görülmektedir. Akıl kelimesinin fiil biçiminde kullanılması, bu özelliğin aktif ve dinamik bir uygulama alanına ve bilgi kuramı açısından işlevsel bir değere sahip olduğunu göstermektedir.73 Kur’an’da, “akl”

kelimesinin fiil olarak kullanılmış olması, bu kelimenin mastarı göz önüne alınmadan

68 Yakıt, İ., “Mevlana’da Akıl ve Aklın Kritiği”, Selçuk Üniversitesi 8. Milli Mevlana Kongresi, (6-7 Mayıs 1996, Konya), Selçuk Üniversitesi Basımevi Konya, 1997, s. 73, Durak, N., “Mevlana ve Kant Felsefesinde Aklın Değeri”, SDÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 19, 2007, s.29.

69 Cevizci, A., Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2005, s.55, Bolay, agm., 1989, s. 238, Cürcani, age., s. 44,45.

70 Bolay, agm., 1989, s. 238.

71 Bolay, S.H., “Mevlana’nın Akıl Anlayışı”, Selçuk Üniversitesi 2. Milli Mevlana Kongresi, (3-5 Mayıs 1986 Konya), Selçuk Üniversitesi Basımevi 1987,s. 165, Bolay, agm., 1989, s. 238. Altıntaş, age., 2003, s. 34.

72 İzutsu, T., Kur’an’da Allah ve İnsan, (Çev. Süleyman Ateş), AÜİF Yayınları, Ankara, 1975, s. 61. 73 Altıntaş, age., 2003, s. 38.

(27)

kullanıldığını göstermemektedir. Çünkü Arapçada mastarsız bir fiil yoktur.74 Bu durum,

Kur’an’da, akıl etme fiilini ortaya koyan gücün ne olduğuna dair bir belirsizliğin olduğunu göstermemektedir. Akıl ediyor denildiğinde bu deyiş hem akıl etmeye, hem de akıl eden kişiye işaret etmektedir. Nerede bir aklın işlevi varsa orada kesinlikle akıl işlevini gerçekleştiren bir de özne vardır. Çünkü fiiller, bir oluşu, bir durumu veya bir kılışı kişiye bağlayarak anlatmaktadır. Ayetlerde akıl etmek kelimesiyle dile getirilen aklın türevleriyle birlikte; olan ve olması gereken faaliyetler ve bu faaliyetleri gerçekleştiren kişiler kastedilmektedir. Kur’an için önemli olan aklın aktif ve işlevsel olmasıdır. Dolayısıyla durağan, işlemeyen ve pasif bir durumda kalan aklın bir değeri yoktur. Kur’an’da işleyen, çalışan, aktif ve dinamik bir şekilde her türlü işlevini harekete getirecek şekilde düşünce üreten işlevsel akıl muhatap alınmaktadır.75

1.1.2. Aklın Değeri ve Sınırı

İnsanı değerli kılan ve diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği, akli yetileri olan bir varlık olmasıdır. Bu yüzden bilimde doğruya ulaşmak ancak aklı işlevsel hale getirmekle mümkündür. İnsanların ortak özelliği olan bilme isteği ve öğrenme arzusu insanın yeni bilgilere ulaşmasını sağlar. İnsanın bilgilendikçe merakının ve yeni şeyler öğrenme isteğinin artarak devam etmesi, onun bilgi sahibi olma isteği konusunda sınır tanımadığını göstermektedir.76 Nitekim bu konuda Aristoteles, Metafizik adlı ünlü eserine

“Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler,” cümlesiyle başlar. Yine Aristoteles’e

göre, İnsanların duyularını kullanmasından aldığı zevk insanın bilgi sahibi olmak istemesinin kanıtıdır.77

Kavrayışının ve tecrübesinin alanına giren bilgilere olan ilgisi, merakı, hayreti ve hayranlığının deneyimini yaşamak, akli işlevleri sağlıklı çalışan her birey için mümkündür. İnsanın gözlemde bulunduğu âlemin akıl edilir nitelikte yaratılmış olması ve insanın akıl sahibi bir varlık olması, kişiye bu imkânı sağlamaktadır.78 Duyulur

evreninin dışında kalan metafizik bilgilerin konusunu teşkil eden şeyleri anlamlandırabilecek kabiliyette yaratılan akıl, bu evrendeki tek tek nesnelerden yola

74 Emiroğlu, İ., “Kur’an’da Akıl ve İnsan”, DEÜİF Dergisi, Sayı XI, İzmir, 1998, s.73 75 Güneş, age., 2003a, s. 28,29.

76 Tunç, C., “İslam Dininde Kalb ve Aklın Önemi” EÜİF Dergisi, sayı 7, Kayseri, 1990, s. 27. 77 Aristoteles, age., s. 75.

78 Kutluer, İ., “İslam’da Bilgi Kaynağı Olarak Akıl”, İslam’a Giriş-Ana Konulara Yeni Yaklaşımlar-, DİB Yayınları, Ankara, 2007, s.43.

(28)

çıkarak elde edilen verileri analiz edip, yaptığı değerlendirmeler sonucunda sağlamış olduğu bilgilerden yararlanarak bir bilgi teorisi oluşturabilir.

Akıl, insana; doğru bilgiye ulaşması, karanlıkları aydınlatması, doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü birbirinden ayırması ve insanın kendisine yol göstermesi için verilmiş bir yetidir.79 Aklın kendi yapısında bulunan doğruluğu ve yol göstericiliği izleyen insan, tefekkür etme, akıl yürütme, algılama, bilgiler arasında karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve biçimleri kavrama, sonuç çıkarma gibi yetenekleri sayesinde yargı ve kararlarında doğruyu bulabilir. Kur’an’ın akıl dediği şey bununla ilgili olup, eşyanın hikmetinin anlaşılması ancak bu akıl sayesinde mümkün olmaktadır.80 Şüphesiz

ki, bilgiye ve gerçeğe ulaşma akılla mümkün olduğu için Kur’an onun kullanılmasını ısrarla istemektedir. Allah’ın bilinmesi aklın varlığıyla mümkündür, hatta zorunludur diyebiliriz.81

Ancak şu var ki, kişi, duyularının alanı içinde ve dışında olan bazı şeylerin bilgisine ulaşabilse de insani vasıflarının yetersizliği nedeniyle deney, gözlem ve yorumlama dışında kalan tüm mutlak gerçekleri bulma noktasında yetersiz kalabilmektedir. Allah’ın zatı ve sıfatlarının mahiyeti, ölümden sonraki yaşam, cennet ve cehennem gibi konular bu hususta örnek olarak gösterilebilir. Nitekim Müslüman düşünürlere göre insanlar, yaratılış özellikleri açısından sınırlarını aşan ve bilinmesi mümkün görünmeyen82 bazı alanlar hakkında ancak vahiy sayesinde bilgi sahibi olabilir.

Bu gibi durumlarda insanlar vahyin yardım ve desteğine ihtiyaç duyar. Duyular aracılığıyla elde edilen bilgileri düzenleyip sistematik bir hale getirebilen insan; vahyin sağladığı bilgilerin desteğiyle birlikte düşünme, akıl yürütme, yorumlama gibi kabiliyetlerini işlevselleştirerek duyularla kavrayamadığı şeyleri akla uygun hale getirebilmektedir.83

79 Bardakçı, M. N., Sosyo-Kültürel Hayatta Tasavvuf, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005, s.63. 80 Altıntaş, age., 2003, s. 172.

81 Alper, H., İmam Maturidi’de Akıl-Vahiy İlişkisi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2013, s. 63-70.

82 Bilinmesi mümkün görünmeyen cümlesindeki kastımız cümle içinde de örnek olarak verdiğimiz gibi; Allah’ın zatının mahiyeti, ölümden sonraki yaşamın nasıl olacağı gibi konulardır. Oysaki duyular aracılığıyla kavranamayan ve metafizik alanın konusu olan bazı hususların bilgisi elbette elde edinilebilir. Gerçekte Allah’ın zatının bilgisi ile varlığının bilgisini elde etmek farklı şeylerdir. Yani, Allah’ın zatının nasıl olduğunun bilinmesi mümkün görünmeyen bilgi iken, Allah’ın varlığının bilinebilmesi ise-bazı görüşlere göre her ne kadar inanç ile ilgili olsa da- mümkündür. Dolayısıyla metafizik alan tek iken bilinebilirlik farklı olabilmektedir.

(29)

Olgular âleminin dışında kalan alanı kesin olarak bilemeyen fakat insana bilmediği bu alanı anlaşılabilir hale getiren şey akli yetileridir. İnsanın ulaşamadığı şeylerin anlaşılmasında, doğruluğu da ancak akli delillerle bilinebilen bir peygamberin bilgi kaynağına ihtiyaç duyulmaktadır. Nesnel dünyanın ötesindeki gerçekliği anlamak isteyen insan kendisine geniş bir düşünce hürriyeti alanı açmalıdır. İnsanın insanlık seviyesini koruyan şey aklın kullanılmasıdır.84 İnsanın, metafizik alanın tüm gerçeklerine

ulaşma konusunda sınırlı olmasının sebebi duyuların getirdiği sınırlılıklardır. Ancak, duyular yoluyla elde edilen verilerin yetersizliği aklın bizatihi sınırlı olduğunu kanıtlamakta mıdır? Çünkü insani vasıfların içinde bulunduğu şartların değiştiğini düşünürsek bu durumda akıl etme tepkilerinin de değişebilme olasılığı vardır. O halde aklın bizatihi sınırlı olduğunu kesin olarak söylememiz şu an için kanıtlanabilir bir şey midir? Çünkü şunu biliyoruz ki aklın sınırlı olduğunu bize söyleyen şey insanın elde ettiği verilerin/ bilgilerin sınırlarıyla ilgilidir.

Doğru bilgi elde edilemediği zaman aklın yetersiz olduğunu düşünmek ve aklı yermek doğru bir yaklaşım değildir. Aklı kötülemek yerine aklı kullanmaya engel olan hususların neler olduğunu görmek, bilmek ve mümkün olanları ortadan kaldırmak için çabalamak gerekmektedir. İnsanın aklını kullanabilmesinin önünde bazı engeller söz konusudur. Örneğin, fiziksel veya zihinsel bazı yetersizlikler nedeniyle duyuların veya işlevlerin kısıtlı olması başta olmak üzere; eleştirel düşünme becerilerinin yerine getirilmemesi, delillerin yeterli derecede analiz ve değerlendirilmesinin yapılarak zihinsel süreçlerden geçirilmemesi, bir varsayımı kanıtlamak veya farklı argümanları ve bakış açılarını değerlendirerek geliştirip desteklemek için yeterli gayretin gösterilmemesi, neden ve sonuç ilişkisinin kurulamaması, insani zaaf ve kusurlarının sonucunda dünyeviliğin tesiriyle yanılgı ve gaflet içinde olma gibi birçok engel sayılabilir. Bunların yanında cehalet, bireysel düşünce ve sanıları gerçek delilmiş gibi görmek, aile ve toplumdan miras kalan geleneklerin ve atalar dininin etkisinde kalma, fanatizm, taklit, düşmanlık, kıskançlık, ihtiras gibi duyguların etkisi altında kalma, yüceltilmiş liderlik, sürü psikolojisi, yanlış olduğu halde birçok kişi tarafından kullanılan mantık hataları ve etkileşimle veya eğitimle kazanılarak ortaya çıkan durumlar gibi akıl etmeyi engelleyen daha birçok husus örnek olarak verilebilir.85

84 Altıntaş, age., 2003, s. 101.

Referanslar

Benzer Belgeler

_ | Halk aradığı sanat gelişmesini onlarda buluyor ve pek tabii | olarak Şehir Tiyatrosunun bilançosunda zarar hanesini alabildiğine

sınıf İngilizce dersinde geçen haftanın günleri ve dersler konularının okuduğunu anlama sorularında görsel ve işitsel uyarıcılar kullanılarak ilave

Biz de bu çalışmada İslâmî dönem Merv’ini daha iyi anlayabilmek gayesine matuf olarak ulaşılabilen en eski tarihinden başlamak suretiyle Tâhirîler dönemine

de toplanmış veya dağılmış ve kendilerini gizle­ mek istermiş gibi görünen pek sık bir yeşillik ör­ tüsüyle örtülmüş bütün bu köyler birbirlerine çi­ çek

Günlük yenmesi gereken yumurta miktarına ilişkin yumurta ve kuru baklagiller grubundaki sorunun eğitim öncesi doğru cevaplama yüzdesi %27,8 iken verilen matematik

Ergüder ve Nur Yoldaş çiftinin, yayınlandığı tarihte büyük yankı uyandıran “Sultan - 1 Yegah” albümü yeniden piyasaya sürüldü.. S on günlerde

Bugün saat U.OO’de Avusturya K ültür O fisi’nde düzenlenecek törende A rpad’a ‘‘Birinci Derece Bilim ve Sanat N işanı” Avusturya

Bu ilkelerden hareketle İsviçre doktrininde mahkemenin ihtiyati tedbir kararı verebilmesi için aslında dört şartın gerçekleşmesi gerektiği ileri sürülmüştür: esasa