• Sonuç bulunamadı

1.3.4. Kutsal Günler ve Mekânlar

1.3.4.6. Mekke, Medine, Kâbe

İslamiyet için bu yerlerin ehemmiyeti büyüktür. Mekke, Peygamber’in doğum yeri olması; Medine, Hicret’in gerçekleştirildiği yer olması ve Kâbe de Müslümanların ibadetine kıble görevi üstlenmesi bakımından öne çıkmaktadır. Ayrıca Kâbe, Allah’ın evi olarak görülmektedir. Hac ibadeti bu mukaddes yapının tavaf edilmesini ihtiva eder.

Benim Adım Kırmızı’da Mekke ve Medine kentlerinin, Müslümanlar için kutsiyeti

belirtilir. Şeküre’nin babası Enişte, bir bölümde, Kıbrıs adasının da bu ulvî mekânlara büyük faydasının dokunulduğundan söz eder ve“dince kutsal olan yerleri beslemiş bir adanın Hristiyan gâvurunun elinde kalmasının doğru olmadığı yolunda” Şeyhülislam’ın bir fetvası olduğunu bildirir. (Pamuk, 1998a: 112-113)

Yıldızsayan’da Hüseyin Bin Malik’in okuduğu şiirde Kâbe’ye dair bazı ögeler görülür.

“Hac mevsimi ne hoş! / Kâbe ne hoş bir mescit! / Hacer-i Esved’e el uzattığımız zaman /Kadınlarla sıkışıp kalmak ne hoş.” (Çubukçu, 1996: 250)

Bu şiirde, Malik’in Hac ibadetinden manevî bir haz duymadığı çıkarılabilir. Anlatı boyunca nefsiyle ilgili kimi sıkıntılar yaşayan adam, bu ibadeti de karşı cinsle bir arada bulunmak olarak görüyor gibidir.

Boğazkesen anlatısında, Sultan Murat’ın Mekke ve Medine yoksullarına her yıl üç bin

filori para gönderdiğinden söz edilir. (Gürsel, 2011: 55) Bu eylem, şehirlerin Osmanlığı İmparatorluğu için önemini gösterir niteliktedir.

Engereğin Gözü’nde, yatağından kaldırılıp apar topar padişahın karşısına getirilen

insanların göz kapaklarına hâkim olamadıkları söylenir. Bu durum, “üzerine Mekke’nin Hacerü’l-Esved’i oturtulmuş gibi ağırlaşan göz kapakları” teşbihiyle okuyucuya aktarılır. (Livaneli, 2012: 35)

Resimli Dünya’daki Kâmil Uzman, ünlü ressam Fikret Mualla’nın, dostuna yolladığı

bir mektubu okuyucuyla paylaşır. Mualla bu mektupta Fransız ressam Paul Cezanne’ın yaşadığı ve resmettiği yerlerden bahseder. Bölgeye olan sevgisini ise“bu mavi yeşil manzara Fikret Mualla’nın Kâbe’siydi.” sözleriyle anlatır. (Gürsel, 2000: 129)

Beyaz Kale’de Venedikli bir gezginle karşılaştığından bahseder. Adının Evliya

olduğunu aktardığı bu kişi, sürekli gezen ve on ciltlik Seyahatnâme’sini bitirmeye çalışan bir adamdır. Venediklinin tarifinden bu kimsenin meşhur Evliya Çelebi olduğunu anlıyoruz. Aktarılana göre Çelebi ölmeden önce “Allah’a en yakın yer olan Mekke’ye ve Medine’ye gidecek” ve oraları da yazacaktır. (Pamuk, 2006: 171)

Metinlerde, çoğunlukla, bu kutsal mekânların dinî önemine vurgu yapılmıştır. Hac ibadetini, “karşı cinsle Kâbe yöresinde sıkışmak” şeklinde gösteren kimi söylemler de bir anlatıda görülen çarpıcı bir örnektir. Dinî bir ibadeti şehevi bir bakışla değerlendirme durumu, İslamiyetin öğretilerine aykırı bir tutumdur. Dolayısıyla postmodern söylemin, burada dinin kutsiyetini zedeleyici bir tavra araç olduğu görülür.

1.3.4.7. Türbeler

Türbeler, tarihî ya da dinî öneme sahip insanların yattığı anıt mezarlardır. Bunlardan din büyüklerine ait olanları, inananlarca kutsal kabul edilirler. Halk arasında bazı mistik özellikleriyle öne çıkan türbeler, dilek sahipleri için uğrak mekânlardır.

Bin Hüzünlü Haz’da Alaaddin’i şehirde bulamayacağını anlayan yazar, Asip Dağı’nın

eteklerindeki kaleye doğru çıkar. Oraya giden yolda bakımsız bir türbe ile karşılaşır. (Toptaş, 2007: 63)

Metin Kaçan’ın Fındık Sekiz anlatısındaki Meto, aracı Malibu ile bir türbenin önünde görülür. Karlı dağları aşarak ulaşılan bu mekân için “Erciyes Dağı’nın tam karşısındaki bu tepede, güzel evliyalar tüm âşıklara hayat veriyordu!” ifadesi kullanılır. (Kaçan, 1997: 33)

Romantik Bir Viyana Yazı’nda sıkça sürgün yemesiyle bilinen Hayalci Hoca,

Konya’da bir okulda çalışmaktadır. Buradaki son sınıf öğrenciyle şehir üzerine sohbet eden Hoca, onların yetersizliğini görerek bilgi vermeye başlar. Burada, Alaaddin Camisi’nin yanında Halîlî Türbesi’ni de sayar.

Türbeler arasında en bilinenlerden biri Mevlana Celalettin Rumi’ye ait olanıdır. 1929 anlatısında Konya valisi gökten düşen bir taş üzerine, türbe için endişelenir. Halk arasında büyük endişeye sebebiyet veren taş polisler tarafından emniyete alındıktan sonra vali “ya bu Allah’ın cezası taş, tutup bir de Hz. Mevlana’nın türbesinin üstüne düşseydi, o zaman ne yapardık?” der. (Sipahioğlu, 1997: 205) Bu cümle Konyalıların âlime düşkünlüğünü belirtmesi bakımından önemlidir. Mevlana Türbesi, gerek manevî yönü gerekse turistik değeri nedeniyle Konya’nın yeri doldurulamaz yapıtlarının başında gelmektedir.

Efrasiyab’ın Hikâyeleri’ndeki Ölüm, Cezzar Dede’ye “Gökten Gelen Çocuk” adlı

hikâyeyi anlatmaktadır. Bu hikâye, çocuğu olmayan bir çiftin bu uğurda gerçekleştirdikleri manevî uygulamalarla başlar. Bir kız çocuğu olmasını isteyen kadının yıllardır babalara, evliyalara gidip teller bağladığı bilgisi verilir. (Anar, 2007a: 223)

Kayıp Hayaller Kitabı anlatısında Hasan’ın dedesi, dertleşmek için Hüsamettin Dede

diye bilinen bir zatın türbesine gider. Bahsi geçen mekânın bazı fiziki özellikler okuyucuya aktarılır. İlkin türbeye yeşil bir ip çözülerek girildiği söylenir. Ardından yerdeki seccadelere dikkat çekilir. Bazı belirsiz süslemelerin yer aldığı duvarların arasında, zâtın iki adam boyunda olduğu belirtilen bir mezarı bulunmaktadır. Çevredeki pencereler, insanlar tarafından bağlanmış dilek çaputlarıyla doludur. (Toptaş, 1996: 155-156)

Burada türbeler üzerinden bir batıl inanca da yer verilmiştir. Müslüman âleminde, bazı türbeler sağlık, çocuk, para vb. amaçlarla ziyaret edilmektedir. Bu ziyaretlerde çeşitli nesneler türbelerde dileklerin kabulü için kullanılmaktadır. Oysa İslam’ın kutsal kitabında Allah’tan başkasına dua etmek yasaklanmıştır.

De ki: Allah’ı bırakıp da bize faydası olmayan, zararı da dokunmayan şeylere mi tapalım? Allah, bizi hidayete kavuşturduktan sonra gerisingeri (şirke) mi döndürülelim? Arkadaşları ‘bize gel!’ diye doğru yola çağırdıkları hâlde, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp şeytanların ayarttığı kimse gibi mi (olalım)?

De ki: Hiç şüphesiz asıl doğru yol Allah’ın yoludur. Bize âlemlerin Rabbine boyun eğmek emrolundu.(Enam: 71)

Bunun dışında, Nisa, 117; Enam, 40, 56; Kehf, 14; Yunus, 38 gibi ayetler de aynı mesajı iletirler.

Ters Adam anlatısında, yatılı okulda okuyan Cevdet’e ailesinden mektup gelmiştir.

Kendisine eğitim hayatında öğütler veren annesi, Cevdet’in başarılı olması için Cimcim Baba Türbesi’ne giderek mum yakar. (Özarıkça, 1986: 25) Bahsi geçen mektup, ailesi hakkında bilgiler sunupadamın uyumsuzluğunun nedenini anlatması bakımından önemlidir.

Metnin çeşitli bölümlerinde bu türden faydalanılmıştır. Hakkı’nın anne ve babasının ayrılmış olduğunu, babasının onları terk ederken bıraktığı bir mektup vasıtasıyla öğreniriz. (Özarıkça, 1986: 103) Bunun yanında, Fahri’nin Selbilim merkezine yazdığı eleştiri (Özarıkça, 1986: 114), Haçe’nin hayalî itirafı (Özarıkça, 1986: 337) ve Fahri’nin ideal arayışını temsil eden, gerçek ile hayal arasındaki karakter, Seko’nun mektubu da anlatıda bu türü temsil eden diğer metinlerdir. (Özarıkça, 1986: 356) Bir bölümde, olay anlatımları arasında parantez içinde verilen tiyatroya özgü diyalog tarzı da görülür. (Özarıkça, 1986: 381) Bütün bu örnekler, Ters Adam’da tür çeşitliliğini sağlaması bakımından önemlidir.

Anlatıda, Fahri’nin dedesi Dündar Bey’in hikâyesi de anlatılır. Çileli bir hayatı olan adam, çektiği sıkıntılardan ve sefaletten ölür. Bunun üzerine, yaşadığı ilçe halkı, onu evliya yerine koyarak türbesini yaptırır. (Özarıkça, 1986: 236) Metinde yer alan bu bilgi, ülkedeki evliyalar ve türbe bolluğuna yöneltilmiş bir eleştiridir.

Metinlerde geçen türbeler, halkın batıl inançlarına uygun olarak resmedilmişlerdir. Onlar, insanların çeşitli dilekleri için başvurduğu yerler olarak karşımıza çıkarlar.