• Sonuç bulunamadı

Kıyamet Tasavvuru ve Alâmetler

1.3.6. İnanç Unsurları

1.3.6.1. Kıyamet Tasavvuru ve Alâmetler

Kıyamet, semavi dinlere göre insanoğlunun bu dünyadaki vaktinin biteceği zamandır.

Kur’ân-ı Kerîm’de bu azabın apansız gelip herkesi şaşırtacağı ve kimsenin geri çevirmeye

gücü yetmeyeceği bildirilir. (Enbiya: 40) O gün, yer sarsılacak toprak ağırlıklarını dışarı atacak ve insan şaşıracaktır. (Zilzal: 1-8) Dağlar serpilip toz duman haline gelecektir. (Vakıa: 5-6) Gök erimiş bir maden, dağlar ise atılmış renkli yün gibi olacaktır. (Mearic: 8-9) Gök kitap gibi dürülüp eski haline getirilecek (Enbiya: 104), dağlar ufalanıp savrulacak, yerler dümdüz edilecektir. (Taha: 105-107) Dünyanın yer yeksan oluşunun ardından, sûr sesi ile cümle kabirlerinde yatanlar Rablerine doğru akın edeceklerdir. (Yasin: 51) Kitab-ı

Mukaddes’te de “Vahiy” bölümünde kıyamet ve alâmetlerine dair mesajlar vardır.

Kara Kitap’ta Celal’i bulmak üzere iş yerine giden Galip, orada ihtiyar bir köşe yazarı

ile karşılaşır. İkili bir süre Celal’in yazarlığı üzerine konuşurlar. İhtiyar onun dürüst olmadığını savunurken içinde kıyamet tasavvurundan izler görülen yazısını da başka yerlerden çaldığını iddia eder. (Pamuk, 1999: 102)

Celal yazdığı yazılarla, okuyucularının gözünde bir kurtarıcı gibidir. Kendisi de “O” ve “göz” olarak andığı kişiyi beklemektedir. Bu kişi, nitelikleri yönüyle bir Mehdî’dir. Celal aslında kendi Mehdî’sini yaratmıştır ve sonunda onunla hemhal olmak kaygısı gütmektedir.

(Pamuk, 1999: 113) Bunu inananların beklediği kurtarıcı ile eşlemek için, karşısına kıyamet alâmetlerinde yer alan Deccal’i koyar. Anlatıda Deccal şu tariflerle aktarılır:

Buhari’nin ‘Enbiya’sına göre, Deccal tek gözlü ve kızıl saçlıdır, ‘Hacc’ına göre, yüzünün üzerinde kim olduğu yazılıdır; Tayalisi’ye göre kalın boyunlu olan Deccal, ondan bin yıl sonra, İstanbul’da hayal kuran Hoca Nizamettin Efendi’nin ‘Tevhid’ine göre ise kırmızı gözlü ve kemiklidir. Benim ilk gazetecilik yıllarımda Anadolu’da çok okunan Karagöz gazetesindeyse, bir Türk cengâverinin serüvenlerinin anlatıldığı çizgi romanda, Deccal, yılık ve çarpık ağızlı çizilirdi. Henüz fethedilmemiş Konstantinopolis’in dilberleriyle sevişen cengâverimizin, inanılmaz hileleriyle boğuştuğu (bazılarını ressama ben önerirdim) Deccal, geniş alınlı, iri burunlu ve bıyıksızdı. Deccal’in hayal gücümüzü bu kadar hareketlendirmesine karşılık, hepimizin beklediği kurtarıcıyı, O’nu bütün renkleriyle canlandırabilen tek yazarımız Doktor Ferit Kemal’in eseri ‘Le Grand Pacha’yı Fransızca yazıp, ancak 1870’te Paris’te yayımlayabilmesini bazılarımız edebiyatımız için bir kayıp olarak görüyorlar.(Pamuk, 1999: 147)

Kur’ân’da Deccal hakkında açık ayetler olmadığı için onun özellikleri hadisler

tarafından bildirilmektedir.

Bahsedilen “Grand Pacha” kitabından kesitler aktaran yazar, burada Mehdî’ye yapılan seslenişi gözler önüne serer. Hz. Muhammet’ten sonra düşkünlere umut veren kimsenin çıkmadığı ve kendilerini “O” olarak tanıtan düzmece Mehdî’lerin, Batı emperyalizmine ancak kısa bir süre dayanabildikleri anlatılır. Beklenen Mehdî’nin bu düzene son vermesi, insanlara cennetin yeryüzüne yansımasını göstermesi gerekmektedir. Aksi takdirde insanlar artık ona inanmayacaklardır. Eğer başaramazsa, kıyamet gününde, herkes onun Mehdî değil de Deccal olduğunu söyleyecektir. (Pamuk, 1999: 152-153)

Adının Mahir İkinci olduğunu söyleyen bir adam, Celal olduğunu sandığı Galip’i arar. Ona, bir darbe girişiminin gerçekleşeceği bilgisini verir. İddiasına göre ordu içinde Mehdî’ye inanan bir grup Celal’in yazılarından yola çıkarak vaktin geldiğini düşünüyordur. Bu adam, bahsettiği darbecilerin dinci bir grup olduğunu da sözlerine ekler. (Pamuk, 1999: 230)

Celal’in öldürülmesi olayı, imam hatipli liseli bir çocuk tarafından üstlenilir. Bu çocuk, yazılarından hareketle onun Deccal olduğunu ve onu öldürdüğüne göre kendisinin de Mehdî olduğunu ileri sürmektedir. (Pamuk, 1999: 432)

Bu cinayetin imam hatipli bir çocuk tarafından işlendiği bilgisinin verilmesi, çarpıcı bir durumdur. Cinayetin alt metninde yazar, öncelikle Celal’in yazılarının din eğitimini önceleyen bir okulun öğrecisi tarafından takip edildiğini belirtmiştir. Bu öğrenci, yazılardan hareketle Celal’in “Deccal” olduğu çıkarımını yapmıştır. Bu sonuca varması ve eylemi gerçekleştirmesinde, okulundan aldığı eğitimin ve böylece edindiği radikal tutumun payı büyüktür.

Puslu Kıtalar Atlası’ndaki Kubelik, ölen insanların bedenini incelemek ister. Onları

kesip biçmenin günah olduğunu bilse de kendini bu istekten alamaz. Bu arzusunu kıyamet günü anıştırması yaparken dile getirir. “Kıyamette ayağa kalkacak şu günahkâr bedenlerin içinde ne vardı?” (Anar, 1998: 26) Bu cümle ölümden sonraki dirilme vurgulanmaktadır.

Anlatıda, kıyamet alâmetlerinden biri olan Yecüc Mecüc de anılır. Onların yaşadığı mevki baharatları, kumaşları ve tülbentleriyle ünlü bir yer olarak geçer. (Anar, 1998: 155)Baharat alınan bu diyar Uzak Doğu’da Çin ve Hindistan civarlarıdır. Yazar, bir kıyamet alâmeti ile Türk efsanesi “Ergenekon ve Ye’cuc Seddi”ni birlikte kullanmıştır. Çünkü efsanede hapsedilen kavim Hunlardır ve yaşadıkları yer itibarıyla anlatıdaki coğrafyaya dâhildirler. Kur’ân’da ise böyle bir yer belirtilmez.

Anlatının antagonistiEbrehe, bulmayı hedeflediği şeytan parasıyla kıyametten kaçmaya çalışmaktadır. Elindeki kehanet aynası, ona kıyamet için kalan zamanı işaret eder. Bir cellat mezatından satın aldığı ayna, her sene bir alâmeti bildirmektedir.

Kıyametten yedi yıl önce büyük kentin kuzeyinde kırmızı bir bulut görünecek. (Anar, 1998: 177) Kıyametten altı yıl önce Nemçe ilinin veliahtı zehirlenerek katledilecek. (Anar, 1998: 178) Kıyametten bir yıl önce yedinci dolunayda Mehdî Batı kapısından girecek. (Anar, 1998: 176) Kıyametten beş yıl önce Anadolu’da isyan çıkacak. (Anar, 1998: 178)

Ebrehe bu alâmetlerin her birinin gerçekleştiğini Bünyamin’e anlatır ve olacaklardan bahseder. “Mehdî gelecek, Dabbetü’l Arz yerin altından çıkacak, günahkârlar cezalandırılacak, ekinler kuruyacak, gökleri ateş bulutları kaplayacak, denizler çekilecek, yüzen, yürüyen ve uçan her şey ölecek, Dünyadan geriye hiçbir şey kalmayacak.” (Anar, 1998: 179) Kur’ân’da dabbe, kıyamet vuku bulurken yeryüzünde çıkacak bir canlı olarak geçer. O, insanların ayetlere kesin bir inanç getirmediklerini söyleyecek kişidir. (Neml: 82)

Ebrehe, aynada yazanlar gerçekleşmeye başlayınca kıyameti araştırma başladığını söyler ve birçok bilginin kitaplarını okuduğunu belirtip bunları Bünyamin’le paylaşır.

Taberani’yi, Ebuşşeyh’i, Hafız İbni Hacer’i, İbni Merduveyh’i ve diğerlerini okudum. Güneşin batıdan doğacağını, savaşların ve hastalıkların çıkmasından sonra toprağın bütün hazineleri ve ağırlıkları kusacağını, dağlar ve çukurların kaybolmasıyla yeryüzünün dümdüz olacağını, Mehdî’nin gelip benim gibilerle savaşacağını ve büyük bir yalımın diğer günahkârlar gibi beni de Mahşer’e Büyük Toplantı yerine sürükleyeceğini öğrendim. (Anar, 1998: 180)

Burada bahsedilen alâmetlerin bir kısmı, yukarıdaki ayetlerle sabit tutulurken diğerleri Kitap’ta yer almayıp din büyüklerince aktarılanlardan derlenmiştir.

Ebrehe’nin niyeti, tasarladığı bir topaç yardımı ile zamanı durdurup sonra ona karşı hareket oluşturacakbir güçle zamanı geriye götürmektir. Böylece geçmişe dönüp kıyametten kurtulacağını ve günahlarına karşı Tanrı’nın gazabına maruz kalmayacağını düşünür.

Anlatının sonraki bölümlerinde, Kurtubî’nin tezkiresindeki Mehdî tasavvuru da okuyucuyla paylaşılır. Esere göre Mağrip illerinden gelecek olan bu kişi, bütün âlimlerce bilinecek ve Deccal taraftarlarını mağlup ederek insanlığı kurtaracaktır. (Anar, 1998: 87)

Ebrehe’nin adamları bir süredir bekledikleri Mehdî’yi sonunda yakalarlar. Gücünün kaybolması için de hem adamı koydukları çuvalı hem de bağladıkları bukağıları domuz yağına bularlar. Böylece güçsüz düştüğünü düşündükleri Mehdî’yi işkence masasına yatırırlar. Fizikî görünümüyle Mehdî’nin kendisi olan adam sorguda ısrarla o olduğunu reddeder. Bunun üzerine Ebrehe, Mehdî’nin fiziksel özelliklerini anlatarak bütün bunlara sahip olduğunu vurgular. “Sus! Beni kandırmaya çalışma. Dişlerin seyrek, dilin ağır. Sırtındaki nişan bile kitaplarda yazıldığı gibi.” (Anar, 1998: 204) Anlatıda geçen bu özellikler, din büyüklerinin aktardığı Mehdî tasvirine uygun olarak verilmiştir.

İşkenceden korkan adam, her şeyi itiraf eder ve Mehdî’nin sahte olduğu anlaşılır. Adam bir Nemçe casusudur. Kehanet aynası onlar tarafından tasarlanmış ve alâmetler yine Nemçeliler tarafından gerçekleştirilmiştir. Mehdî’ye benzemesi için manastırda kendilerine bir deney grubu kuran Nemçeliler, bir iki nesil yetiştikten sonra içlerinden en uygunlarını alıp casusluk için kullanmaktadırlar. Böylece, kendilerine inananlara hükmedebileceklerini düşünürler. (Anar, 1998: 206-207)

Benim Adım Kırmızı’da Kara tarafından nakkaşhaneyi saran bir sessizlikten bahsedilir.

Seksene yakın nakkaş, öğrenci ve çırağın çalıştığı bu yerdeki sessizlik ona dayak sonrası bir sessizliği hatırlatır. Usta nakkaşların kendi yedikleri dayakları hatırlamış olduklarını aktarır. Bu derin sessizlik ile kıyamet arasında da bir bağ kurar. “Kıyamet kopmadan hemen önce de böyle bir sessizlik olacaktır.” (Pamuk, 1998a: 73)

Boğazkesen’de, Sultan Mehmet’in Veziriazamı Halil Paşa İstanbul’un fethi sırasında

Ayasofya’ya kaçan kalabalığın fısıltılarını duyar. Şehrin fethine işaret eden bu sesler ona kıyamet gününü bildiren sûr sesi gibi gelir. (Gürsel, 2011: 49) Bahsedilen olay, İstanbul’un fethine yakın Bizanslı Hristiyanların mabetlerine koşmaları ve Meryem Ana’ya Türkleri defetmesi için dua etmeleridir.

Anlatıda İstanbul’un kuruluş efsanelerinden biri anlatılırken kentin kurucusu olarak Medyan oğlu Yanko’dan bahsedilir. Onun Hz. Süleyman’dan sonra gelen hükümdarların en güçlüsü olduğu söylenirken aklına ve bilgisine vurgu yapılır. Bu kişi dünyanın farklı

coğrafyalarına hükmü geçen bir yöneticidir. Yanko’nun kudreti altındaki bölgelerden biri olarak “Yecüc ve Mecüc taifesinin yaşadığı Çin Seddi” de sayılır. (Gürsel, 2011: 80)

Molla Gürani’nin Sultan Mehmet’e okuduğu İskendername’de, Yecüc ve Mecüc diyarına varan hükümdarın onları hapsetmesinden bahsedilir. (Gürsel, 2011: 107) Gürani talebesine Zülkarneyn ile ilgili olan Kehf Sûresi 83. ayeti okur ve Allah tarafından set yıkılınca Yecüc ve Mecüc’ün yeryüzüne hâkim olacağının Kur’ân’da bildirildiğini söyler. (Kehf: 98) Bu bölümde Sultan Mehmet’in de İstanbul’u fethettiği sırada birçoklarına Yecüc Mecüc gibi göründüğünü vurgular. (Gürsel, 2011: 109)

Fetih sırasında burçların tepesinden “Şahi” topunu gören bir rahip, onu Deccal’e benzetir. (Gürsel, 2011: 160)

Sultan Mehmet’in Deccal’e benzetilmesine, Resimli Dünya anlatısında da rastlanır. Bu kısımda Padişah, Prens Vlad’la kıyaslanır.

Valah Prensi Vlad, huzuruna başı açık çıkmayı reddettikleri için Osmanlı elçilerinin sarıklarını kafalarına çiviletmişti. Mehmet’in de ondan aşağı kalır yanı yoktu. Vlad gibi insanları şişe geçirip kızartmasa da kazığa oturtmakta pek mahir davranıyordu. Bir vaazında kendisini Deccal’e benzeten papazı, eşeğiyle birlikte aynı kazığa oturtmuşhasbahçede bir özenle yetiştirdiği salatalıkların çalındığı vehmine kapılınca da kuşkulandığı saray bekçilerinin karınlarını açtırıp bizzat kendisi bakmıştı. (Gürsel, 2000: 175)

Romantik Viyana Yazı’ndaki Hayalci Hoca, öğrencilerine Yavuz Sultan Selim devrinde Bozoklu Celal’in Mehdîliğini ilan ederek ayaklanmasını anlatır. (Ağaoğlu, 2016: 97)

Beyaz Kale’de bazı insanların veba salgını nedeniyle kıyametin geldiğini düşündükleri

aktarılır. (Pamuk, 2006: 103)

Anlatılarda, kıyamete dair birçok alâmete göndermeler yapıldığı görülür. Bunların bir kısmı, yeryüzünün uğrayacağı fiziksel yıkımdan bahsederken bir kısmı da Deccal ve Mehdî, Yecüc ve Mecüc, Dabbetü’l-Arz ve İsrafil tarafında sûrun üflenmesi gibi alâmetleri öne çıkartır. Bu göndermelere kaynak olarak birçok yerde Kur’ân-ı Kerîm ve din büyüklerinin sözleri referans gösterilir. Deccal ve Mehdî gibi figürlerinse, ilahî kaynakların yanında, halkın inançlarına uygun olarak resmedildikleri söylenebilir.