• Sonuç bulunamadı

Hristiyan İnancının Kutsal Kişiler

Anlatılarda, Hz. İsa ve Meryem’in yakın çevresindeki insanların yanı sıra, dini yayma görevini Peygamber’den sonra üstlenen Havarilerden de bahsedilir. İsa’yı vaftiz eden Yahya, Hristiyanlık şehitleri, Aziz ve Azizeler, özellikle Avrupa-Rönesans resimleri üzerinde duran birkaç anlatıda yoğunlukla işlenmiştir.

Resimli Dünya’da Venedik’i gezen Kâmil Uzman kanallardan geçerken Ca Rezzonico

Sarayı’nı görür. “Bağrından bir Papa bile çıkaran” (Gürsel, 2000: 49) ailenin yaşadığı yer onun ilgisini çeker. Bu bölümde bahsedilen Papa, XIII. Clement’tir.

Kâmil Uzman Venedik’te bir kütüphanede tanıştığı kızdan çok etkilenir. İsmini bilmediği bu kişiyi, Bellini tablosundan gördüğü bir Azize’ye benzetir. “Sahi adı ne olabilir kütüphaneci kızın. Mutlaka Caterina’dır, Azize Caterina’ya benzediğine göre.” (Gürsel, 2000: 95)

Azize Katerina Hristiyanlık inancının önemli figürlerinden biridir. 4.yy’da Roma İmparatorluğu sınırlarındaki Mısır’ın İskenderiye kentinde yaşamıştır. Bir Roma valisinin kızı olan Katerina Hristiyan olduktan sonra birçok kişiyi bu dine kazandırmıştır. Romalılar tarafından bu misyoner faaliyetleri öğrenilen Katerina idama mahkûm edilir. Bir at arabasının tekerleğine bağlanarak kolları, bacakları ve gövdesine vurulmak suretiyle kemiklerinin kırılarak öldürülmesine karar verilen Katerina’nın vücudu değdiği anda tekerlekler kırılır. Bu yüzden başını bir kılıçla keserler. İskenderiyeli Katerina olarak da bilinen azizenin şehitliği

kırık bir tekerlek ya da bir kılıçla temsil anılır.

http://sanatabasla.blogspot.com.tr/2015/07/azize-katerinann-gizemli-evliligi.html (erişim tarihi: 07.11.2016)

Aynı anlatıda birçok yerde daha aziz ve azizelere göndermeler yapılmıştır. Özellikle ünlü İtalyan ressamların tablolarında Hristiyanlığın dinî kimlikleri sıkça kullanılmıştır ve Kâmil Uzman tarafından incelenen bu tablolar okuyucuya onun vasıtası ile aktarılır. Mesela bir bölümde iki azizin yer aldığı farklı tablolar Uzman’ın gözünden değerlendirilir.

Tablolar bu karanlığın içinde, yukarıdan vuran sarı ışığın da etkisiyle solgun görünüyorlardı. Oysa hiç değilse bazıları, hareket halindeydiler. Kral ve kraliçeyi vaftiz eden Aziz Giorgio’nun çevresindeki

kalabalık, çalgıcılar da dâhil, donuktu gerçi, kompozisyonun bütününde de bir devinim yoktu. Ama onun yanındaki tabloda Aziz Gerolamo’nun çölde bulup yanında getirdiği aslan birbirine katmıştı ortalığı.” (Gürsel, 2000: 257)

Başka bir bölümde Aziz Gerolamo “çölde, kayalık bir mağaranın önünde İncil okurken tasvir” edilir. (Gürsel, 2000: 267)

Kâmil Uzman Carpaccio’nun Azize Ursula öyküsünü anlatan bir dizi resmi de inceler ve tabloda Jermen askerleri kılığında resmedilenlerin Türk olduklarını keşfeder. (Gürsel, 2000: 260)

Bir Gentile Bellini tablosunda da Aziz Sebastino anılır. Resimde “İsa’nın çarmıhıyla Aziz Sebastino’nun çıplak etine saplanan oklar” vardır. (Gürsel, 2000: 283) Burada, ilk Hristiyan Aziz ve şehitlerinden olan Sebastino’nun şehâdeti resmedilmiştir. Sebastino, Roma muhafızlarının komutanlarından biri olmasına karşın Hristiyanlığı benimsemiş ve Roma’yı çoktanrılı Pagan dinden kurtarmayı görev edinmiştir. Oklanmış bir şekilde resmedilen Seabastino başını üzgün bir şekilde göğe çevirmiş olarak görülür. Bu da acı çekmekten ziyade Tanrı’ya karşı görevini yerine getirememiş olmanın hüznü olarak yorumlanır. Aziz Agostino da anlatıda ismi anılan azizlerden biridir.

Aynı anlatıdaki tablolarda Hz. İsa kendisini vaftiz eden Yahya ve diğer havarileri ile görülür.

Müneccimlerin ahırda doğan bebeğin önünde diz çöküşleri, Yahya’nın devetüyünden abasıyla Venedik kanallarının suyunu andıran nefti, bulanık bir derede İsa peygamberi vaftiz edişi, havarilerle son yemekte sofraya gelen kan kırmızısı şarap, hatta kanın kendisi… (Gürsel, 2000: 41)

İsa havarilerinin eşliğinde yürüyordu… Vaftizci Yahya’nın yanına varıyor. (Gürsel, 2000: 42)

Kâmil Uzman’ın Milano’da gördüğü bir tabloda Meryem’in sıkıntılı halinden acı duyan Aziz Jean da vardır. Aziz Jean, Meryem’i sıkıntılı ve kötü bir halde görünce “bu dehşete daha fazla dayanamayıp öbür yana çevir[ir] başını.”( Gürsel, 2000: 47)

Resimli Dünya anlatısında Giovanni Bellini’nin “Kutsal Söyleşi” adlı tablosunda

Maria Magdelena ismi geçer. “Meryem’in sol yanındaki Maria Magdelena’nın yüzünden kaynaklanan ışık dikkatini çekmişti.” (Gürsel, 2000: 60)

Maria Magdelena, Doğu toplumlarınca Mecdelli veya Magdalalı Meryem olarak da bilinir. Hz. İsa’nın takipçilerinden biri olan bu figür, Hristiyan inancına göre gömüldükten sonra dirilen İsa’yı ilk gören kişidir. (Markos 16: 9; Matta 27: 55)

Anlatıda Türklerin eline geçen İstanbul’un haberini alan Venedik halkı günlerce yas tutar ve çanlar hiç durmaz. Herkes kıyametin kısa bir süre içinde kopacağını ve Tanrı’nın Deccal olarak görülen Sultan Mehmet’i helak edeceğine inanır. Bu inanış Aziz Yuhanna’nın

vahyine dayanır. Bu, İncil’de de yer alır. Kutsal kitabın Vahiy bölümü Yuhanna’nın İsa’dan öğrendiği kıyamet alâmetlerini inananlara aktarmasından müteşekkildir.

Gentile Bellini İstanbul’a giden bir geminin içinde, kendini çağıran Fatih Sultan Mehmet’e vermek üzere yanına aldığı, babasının çizim defterini incelemektedir. Bu defterin içinde Hristiyanlık Musevilik ve mitolojiye ait sahneler vardır. Hristiyanlığa ait çizimlerde çoğunluk Hz. İsa ve Meryem’e ait olmakla beraber onun yanında havarilerine, aziz ve azizelerine de yer verilmiştir. Yazar bunlardan birini şöyle anlatır:

Vaftizci Yahya’nın kesik başı güzel Judithe’nin tepsisindeydi elbet, başsız cesetlerse kabirlerinde... Birbirine girmişti atlarla ejderhalar, parçalanış gövdeler üst üste yığılmış kanıyorlardı mağarasında tefekküre dalan ermişin – bu garip ermiş herhalde San Geralomo olmalıydı- yaşamı bile sakin değildi. (Gürsel, 2000: 194)

Kâmil Uzman, kütüphaneci kız Lucia’yı evde beklerken aklına Strasbourg Katedrali’nde gördüğü Dasipodius ustanın saati gelir. Bu saati tarif ederken Hristiyanlar ve Yahudiler tarafından peygamber olarak kabul edilen Daniel ismi zikredilir. “Daniel peygamberin haber verdiği kıyameti simgeleyen kalkan tam orta yerindeydi.” (Gürsel, 2000: 317)

Müslümanların Danyal olarak bildiği peygamberin, Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçmemektedir.

Uzun süre beklemesine rağmen Lucia’nın gelmemesi üzerine Kâmil Uzman dışarı çıkar. Biraz gezindikten sonra eve bir hayat kadını ile dönmeye karar verir. Pazarlıkta anlaştıkları kadınla takside iken ona adını sormak ister fakat sonra bundan vazgeçer. Çünkü kadının sahte bir isim söyleyeceğini ve bunun da muhtemelen Hristiyanların kutsal kadınlarından birinin adı olacağını düşünür. Bunun üzerine bir değerlendirmede bulunan Uzman, “milattan bu yana duacı olmuş tüm orospular azize değil miydiler?” diye düşünür. (Gürsel, 2000: 333)

Azizelik ve orospuluk gibi iki uç kavramın, Uzman tarafından aynı bedenler için kullanıldığını görüyoruz. Bu durumu, postmodernizmin zıtlıkları yan yana getirebilme iddiasının bir ürünü saymanın abesle iştigal olmayacağı kanısındayız. Nitekim incelemeye konu olan diğer anlatılarda da bu tarz bir araya getirilmeler bulunmaktadır.

Nedim Gürsel’in Boğazkesen’inde Sultan Mehmet tarafından fethine girişilen İstanbul’daki panik din adamlarının hareketleri üzerinden aktarılır. “Keşişler hücrelerinde derinden gelen bir insan çığlığıyla irkildiler.” (Gürsel, 2011: 154)

Romantik Bir Viyana Yazı adlı anlatıda Hayalci Hoca olarak bilinen Kâmil Kaya,

Viyana’ya geçer. Orada karşılaştığı eski bir öğrencisi olan Asaf’ın evinde kalır. Asaf ve ailesinin ülke dışına çıkmasından dolayı yalnız kalan Hoca, kendisi gibi Viyana’yı çok merak eden ama parasızlıktan görmek fırsatı bulamayan öğrencisi Yunus’u da yanına çağırır. Amacı sanatçı ruhlu biri olarak tanıdığı Yunus ile Viyana’yı gezebilmek ve ona şehrin tarihi dokusu hakkında bilgilerini aktarmaktır. Ancak Yunus Viyana’ya ayak basar basmaz sanatçı ruhu kaybolur ve şehirde hovardalık yapmaya başlar. İçki ve uyuşturucu ortamlarından çıkmayan Yunus, kendisi gibi bir kız olan Antonia ile bir dostluğa başlar ve ikili Asaf’ın evine iyice yerleşirler. İlerleyen bölümlerde Yunus ortadan kaybolsa dahi Antonia düzeninden vazgeçmez ve Hoca ile aralarında bir tartışma yaşanır. Bu tartışma sırasında küfürler savuran Antonia, konuşmasının sonunda kendini bir Azize olarak nitelendirir.

…ben yanmışım madem herkes yansın herkes yansın alçak sefil geceyarısı beni nasıl atarsın sokağa böyle çırılçıplak kim için soyundum ben senin için değil mi katil cani o gitmedi ben biliyorum öldürdün seni ihbar edeceğim rezalet neymiş o zaman görürsünüz siz bana Antonia demişler, Azize Antonia! Hah hah hah hah! ... (Ağaoğlu, 2016: 196)

Katolik inancında saygın bir yere sahip olan Azize Antonia İznik’in bakire ve iman şehidi olarak bilinir. Her yılın 4 Mayıs günü ona adanmıştır. Uyuşturucu müptelası bir sokak kadınının kendini aynı sıfata yakıştırması çarpıcı bir durumdur.

Hayalci Hoca’nın Viyana yolculuğunun sebebi, tesadüfen okuduğu bir kitaptan tanıdığı Alma Mahler’dir. Hoca, tutkuyla bağlandığı Mahler’in yaşadığı yerleri görmek ister ve bu gezi sırasında onun hayatından kesitleri aktarır. Güzelliğine resimler çizilen şarkılar yazılan Maher’in ilişkide bulunduğu erkeklerden biri de Kardinal Johannes’tir. Hayalci Hoca o erkeklerin adını anarken kendi aşkını onlarınkiyle kıyaslamaktan da geri durmaz. “Sonra Klimt, Ressam Klimt, yine ressam malu Kokoscha, sonra mimar Gropius, sonra şair yazar Franz Werfel ve nihayet din adamı, geleceğin kardinali Johannes…” (Ağaoğlu, 2016: 207)

Anlatı, çift katmanlı bir yapıya sahip olması bakımından önemlidir. Bunlardan ilki Hoca’nın notlarının okuyucu tarafından takip edilmesidir. İkinci bölüm ise öğrencisi Asaf’ın hocayı ararken bir kafede yazarla karşılaşmasından sonra açığa kavuşur. Yazar, romanına ilham verecek notları Asaf’tan alır ve onlar üzerine anlatıyı kurar.

Puslu Kıtalar Atlası’nda lağımcı ocağından tanıdığımız Vardapet karakteri ise eski bir

zangoçtur. Galata’da bir kiliseye hizmet etmiş ve çan çalma görevinde bulunmuştur. Kilise papazı Kudüs’e bir hac ziyareti yapmaya gideceğinde ona vekâlet edebilmek için düzenlenen bir çile yarışmasına katılır. Bu yarışmada yaptığı hile anlaşılınca da kiliseden atılır. (Anar, 1998: 51-53) Aynı bölümlerde diğer din adamları rahiplerden de söz edilir. Kilise papazının vekâlet için yarışma düzenlemesinin sebebi, rahiplere duyduğu güvensizliktir. Papaz, hacca

gittiği vakit rahiplerin kiliseyi kendi kötü emellerine alet edeceklerinden çekinir ve bu yüzden en dindar olanı bulmak için bu çile yarışmasını düzenler.

Fantastik bir dönüşüm anlatısı olan Zamanın Bittiği Yer’de, başkarakter kitap kurdu, yaşadığı kitaptaki düzene karşı çıkar ve diğer kitaplara geçip ufkunu genişlettikten sonra bir kelebeğe dönüşür. Böylece kanatları sayesinde özgürleşir, bulunduğu kütüphaneyi terk ederek İskenderiye’ye uçar. Burada Firavun Adası ve Kayıt Bey Kalesi’ni ziyaret eden kelebek, adada bulunan kitaplık, müze ve Serapium hakkında bilgi verirken onun dinî figürlerce muhtelif zamanlarda yakıldığından dem vurur. “Kitaplığın, müzenin ve Serapium’un önce Mısır Başpiskoposu Cyril, ondan arda kalanların da Halife Ömer tarafından yakıldığını biliyordum.” (Eryümlü, 1999: 76)

Yaşanan bu dönüşüm, Kafka’nın aynı isimli kitabıyla bir benzerlik arz etmektedir. Sahip olduğu fantastik ögelerle ise metin realiteden uzaklaşır. Newton, Thales gibi isimlere anlatıda söz hakkı tanınmasının yanında, Nazım Hikmet’in “Vapur” adlı şiirinin de parodisi yapılır. “Nazım usulcacık okşar kelebeği / yanar elleri” (Eryümlü, 1999: 92) Metnin aslında altı çizili kelime “vapur” olarak geçerken burada dize, yazar tarafından deforme edilmiştir.

Anlatının ilerleyen bölümlerinde Cyril’e karşı bir tariz söz konusudur. Kitaplığın geçmişini aktaran Kelebek, “dünyalar güzeli bir matematikçi” olarak tarif ettiği son yönetici Hypatia’nın, Cyril öncülüğündeki kalabalık tarafından nasıl “kan ve kemik yığına dönüş[türüldüğü]”, “yerlede sürünüp topraklara belen[diğini]” anlatır. “Ve ardından Cyril’in azizliğe yükselişi” cümlesi ile Hristiyanlar için kutsal olarak kabul edilen durumu eleştiri malzemesi olarak kullanır. (Eryümlü, 1999: 76-77)

Kara Kitap’ta Galip ve kayıp eşi Rüya’nın, eskiden oynadıkları “çay kaşığının sapı ile

ağıza vurma” oyunu da, dinî bir figürün anılmasına neden olur. Kaşık ağza vurulunca çana benzeyen bir ses çıkardığını fark eden ikili, bu oyunu çok severler ama bu rahatsız edici ses nedeniyle de aileleri tarafından şöyle uyarılırlar: “Zangoç gibi dın-dın kafa şişirmeyin şununla!” (Pamuk, 1999: 39) Anlatı, birden ortadan kaybolan eşi Rüya’yı aramak için Galip’in çıkacağı yolculuk üzerine şekillenecektir.

Hristiyanlığın ilk şehidi sayılan Aziz İstefan (Stefanos) ve Aziz Petro da Kara Kitap’ta yer bulur. İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra, havarilerin Kudüs’teki işleri idare etmeleri için seçtiği yedi kişiden biri olan Stefanos, inancından dönmediği için taşlanarak öldürülmüştür. Bu aziz, anlatıda, Hristiyanlığın resimle bozulmasına dikkat çekmek için kullanılır.

Resim hamisi zenginler, prensler, büyük aileler her fırsatta yüzlerini resmettirmeyi öyle bir salgına çevirmişlerdi ki, kiliselerinin duvarlarına İncil’den, dini menkıbelerden sahneler resmettirdiklerinde bile bu gâvurlar kendi yüzlerinin resmin içine konmasını şart koşuyorlardı. Böylece, mesela, Aziz İstefan’ın

gömülüşünü gösteren resme bir bakıyordun, a, mezar kenarında ağlaşanlar arasında sana sarayının duvarlarındaki resimleri pür neşe, şen şakrak övünerek gösteren prens de var. Sonra, Aziz Petro’nun hastaları gölgesiyle iyileştirdiğini gösteren bir duvar resminde, kenarda, acılar içerisinde kıvranmakta olan bahtsız hastanın, nazik ev sahibinin domuzdan da sağlıklı kardeşi olduğunu fark edip sukutu hayale uğruyordun. (Pamuk, 1998a: 126)

Beyaz Kale anlatısındaki Venedikli köle, İstanbul’daki veba salgını ve Hoca’dan

kaçmak için bir rahipten duyduğu Heybeliada’ya gider. Burada kendisi gibi birçok Hristiyan yaşamaktadır. Yani Hristiyan bir din adamı, -kısa süreli de olsa- kendi dindaşının kurtuluşuna vesile olmuştur denilebilir. (Pamuk, 2006: 96-97)

Ahmet Sipahioğlu’nun 1929 adlı anlatısında ise Ortadoks Hristiyanlarının din adamı olan Patrik üzerinden bir inanış paylaşılır. Bu İstanbul’un fethi ile bağlantılıdır. Rumlar her sene fethin sene-i devriyesinde Ayasofya’ya gider ve “Bekleme Ayini” denilen bir ayin yaparlar. Bu ayin ve inanış, anlatıda şu şekilde izah edilmiştir:

Fatih’in İstanbol’u zaptı esnasında bir kısım halk ve asker kaçağı korkaklar Ayasofya’ya doluşmuş ve mabedin büyük tunç kapılarını kapatarak, bir nevi müdafaa vaziyetine geçmişlerdi. Şehre giren Türk ordusu, bu muazzam mabede gelip de, kapıların içeriden kilitlendiğini ve ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın bir türlü açılmadığını görünce, kapıyı barutla patlatarak içeri girdiler. Bizans patriği ise bu sırada ayin yapmakla meşguldü.

Ancak malum Rumlar bu hususta hemen bir hurafe uydurmaktan geri kalmadılar. Efendim; Türk askeri Ayasofya’ya girdiği esnada, güya birdenbire mihrabın bulunduğu yerdeki duvar açılmış ve patrik efendi buraya girerek gözden kaybolmuş. Sonra duvar hemen kapanarak eski halini almış! Hurafe burada kalsa gene iyi. Rumlar, Türkler günün birinde İstanbol’dan ayrılıp da, Ayasofya tekrar kilise haline getirildiğinde, duvarın tekrar açılarak patrik Hazretlerinin meydana çıkacağına ve yarıda kalan ayinini tamamlayacağına inanmışlar!.. Bu hurafeye körü körüne inanan bizim Rum vatandaşlar belki bugün, yine her sene olduğu gibi Patriğin çıkacağı zamanı bekliyorlardır. Beklesinler efendim. Kıyamete kadar vakitleri var!.. (Sipahioğlu, 1997: 133)

Görüldüğü üzere Hristiyanlara özgü olan ve Ortadoks bir din adamı üzerine kurulan bu inanış, yazar tarafından parodileştirilerek anlatılmıştır. Nitekim aktarılan bu inanışın başlığı kitapta “Duvara Giren Patrik” olarak verilmiştir. Bir Hristiyan hurafesi olarak da değerlendirebileceğimiz bu anlatı, başkişisi bir Patrik olduğu için bu bölümde incelenmiştir.

Boğazkesen’de İstanbul’u kuşatan Osmanlı’ya karşı iki mezhebin birleşme kararı

alması bir törenle gerçekleşmiştir. Bu törene katılanlardan biri Hristiyanlığın dini lideri Papa’nın temsilcisi Kardinal İsodur’dur. (Gürsel, 2011: 155)

Anlatılarda, Hristiyanlık dininin farklı mezheplerinin temsilcileri olan din adamları ve İsa’nın havarilerinin yanı sıra dinin şehitleri addedilen aziz ve azizelere de anıştırmalar

yapılmıştır. Genel itibarıyla onlar, pagan Roma imparatorluğu altında dinlerini yaymak isterken eziyete uğrayan ve öldürülen kişiler olarak öne çıkarlar. Kral ve kraliçeleri vaftiz ederken görüldükleri tablolar, onların inananlar nezdindeki önemini göstermesi bakımından dikkate değerdir. Bu kişiler, anlatılarda, tamamen olumlu yönleriyle aktarılmışlardır.

İlahi sahnelerin zenginlerce dünyevileştirilmesi de azizler vasıtasıyla değinilen bir konu olarak karşımıza çıkar. Hristiyanlığın paganlaşmasına zemin hazırlayan bu gelişme olumsuz olarak sunulur. İncil’in yazımında havarilerin etkisi anlatılardan çıkarılabilecek bilgilerdendir. Bunun yanında, İstanbul Rumlarının Türklere bakışı ve fethe yönelik hissiyatları da çıkarımı yapılan bir diğer konudur.

Birkaç örnekte ise kutsallık ve günahkârlık sıfatlarının aynı bedende toplandığını gördük. Azize ve orospu gibi iki farklı söylemi aynı bünyede ifade etmek, postmodernist bir kullanım olarak karşımıza çıkmıştır.

1.2.3. İncil

İncil Hristiyanlığın kutsal kitabıdır ve Kitab-ı Mukaddes olarak bilinen metnin Yeni Ahit bölümünü oluşturur. Bu bölümde Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncil’leri yanı sıra

çeşitli mektuplar ve gelecekten haber veren, insanlıkla dünyanın sonundan bahseden “Vahiy” kısmı bulunur. İncelenen anlatılarda Yeni Ahit’ten direkt alıntılar bulunduğu gibi, çeşitli bahislerde ismi de anılır.

Nedim Gürsel’in postmodern anlatısı Resimli Dünya’da, İstanbul yolculuğu esnasında Gentile Bellini tarafından incelenen Jacopo’nun çizim defterinde İncil’e ait resimler de görülür. Bir çizimde, mağarasında tefekküre dalmış bir ermiş olarak zikredilen San Geralomo için “Sandaletlerini çıkarıp rahata kavuşmuştu belki, elinde de İncil vardı.” betimlemesi yapılır. (Gürsel, 2000: 194)

Başka bir yerde, Jacopo kilisenin duvarlarında yer alan resimleri incelemektedir. Birçok dinî sahneyi ihtiva eden bu resimlerde, Aziz Marco’nun İncil yazması olayı da gösterilir.

Öbür köşelerdeki İncil yazarları da görülmeye değerdi elbet, ama müstakbel ressamın gözünde Aziz Marco’nun yeri başkaydı. Azizin, İncil’ini bitirip Pietro’nun onayını aldıktan sonar İskenderiye’ye gelişi… (Gürsel, 2000: 109)

Boğazkesen’de Niccolo’nun günlüğüne şahitlik ederken Aziz Johannes’in kıyamet

vahyinin montajlandığını da görürüz.

Ve yedinci mührü açtığı zaman gökte sessizlik oldu. Hep bu cümle dönüp duruyor kafamda, kıyametten önceki sessizliği harf harf karanlığı dokuyan bu cümle Aziz Johannes’in vahyini tekrarlayıp duruyor hiç bıkmadan, usanmadan, bir durup soluk bile almadan.(Gürsel, 2011: 197)

Alıntının ilk cümlesi yazar tarafından İncil’den montajlanmıştır. İncil’in “Vahiy” bölümünde “Yedinci Mühür ve Altın Buhurdan” olarak geçer. Hristiyan inanca göre kıyametin alâmetlerinden biri Yedi Mühür olarak verilen alâmetlerin gerçekleşmesi yani mührün sırlarının ifşa olmasıdır.

Puslu Kıtlar Atlası’nda Lağımcı Vardapet ve Bünyamin kendilerine verilen görevi yapmakta iken Vardapet’i yer altında öksürük tutar ve şiddetli öksürükler sonucu göğsünden ağzına bir elmas gelir. Vardapet yeraltında patlatacağı barut fıçısına ateşle yaklaşırken gözü bir yandan da elmastadır ve aklına İncil’den birtakım sözler geldiği söylenir. (Anar, 1998: 81)

Engereğin Gözü anlatısındaki hadım harem ağasının gözünden, Eski ve Yeni Ahit’in

kelime manaları değerlendirilir. Habeş Ağa’da olmayan cinsel organın önemi, kutsal kitaplara isim olarak verilmesi üzerinden anlatılmaya çalışılır.

Yahudi ve Hıristiyan milletinin “Eski Ahit” ve “Yeni Ahit” adını verdikleri kutsal kitaplar bile bu işle ilgilidir. Çünkü çocukluğumda Venedikli hocanın ter döktürerek öğretmiş olduğu Latince lügatinde ‘ahit’ kelimesi testamentum olarak yer alır. ‘Eski Ahit’e Vetus Testamentum, ‘Yeni Ahit’e ise Novum Testamentum derler. Testamentum kelimesi, kadim bir geleneğe dayanarak, erkek husyesinin adı olan ‘testis’ kelimesinden türemiştir. Bu şaşırtıcı bağlantıyı kurmam kolay olmadı, ben de yıllarca merak edip erkek yumurtası ile kutsal kitapların ne gibi bir ilikisi olabilir diye uzun uzun düşündüm, ama epey araştırdıktan sonra gerçeği buldum. Kadim çağlarda, Kudüs yöresinde yaşayan erkekler savaşa gidecekleri zaman bir daire olurlar ve birbirlerinin husyelerini tutarak yemin ederlermiş. İnsan bedeninin en duyarlı organı üzerine edilen yemin herhalde akıldan çıkmayacağı için, bu gelenekten testament, yani ‘testis üzerine edilen yemin’ kelimesi türemiş. Kutsal kitaplara da bu yeminin adını uygun görmüşler. (Livaneli, 2012: 77-79)

Ters Adam anlatısında, Fahri’nin arkadaşlarıyla gittiği bir genelevi Hristiyan okulu

olarak tahayyül etmesine dayanan bir kısım vardır. Fahri burada bakire bir rahibe ile beraber olur. Yönetim tarafından cezalandırılacak olan bu suçu, Fahri İncil ve Kur’ân’ın ışığında