• Sonuç bulunamadı

Hz İsa, Meryem ve Teslis İnancı

Kitab-ı Mukaddes’te İsa, Kutsal Ruh’un Meryem adındaki bir kadına yaklaşması ile

rahme düşmüş bir bebektir. Kadın, o zamanlar Yusuf adlı bir adamla nişanlıdır. Cebrail, doğacak çocuğun Yüceler Yücesinin Oğlu olduğunu ve Davut’un tahtını alacağını söyler. (Luka 1) Buradan hareketle, Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olarak görüldüğünü anlamaktayız. Aynı zamanda Hristiyanlık inancında, İsa’nın, insanlığın kefareti için gelmiş olduğu ve onların günahlarının cezasını peşinen çektiği düşüncesi hâkimdir. (Aydın, 2012: 232-233)

Hristiyanlıktaki “Üçleme Doktrini” de bu temel üzre inşa edilmiştir. İnananlar, Tanrı’nın birliği noktasında çıkan tartışmalarını, İsa’dan sonra düzenledikleri Konsillerle karara bağlamışlar ve birbirlerinden ayrılmadan Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’u tek bir Tanrı saymışlardır. Mısır, Yunan ve Uzakdoğu inançlarında da görülen teslis, Hristiyanlar için “izahı zor fakat inanılması gerekli bir sır olarak” ifade edilir. (Küçük vd., 2010: 268)

Anlatılarda, Hz. İsa ve Meryem’in yer aldığı pek çok tablo tasviri yer alır. Ünlü ressamların elinden çıkan bu eserler, okuyucunun gözünde canlandırılmak için betimlenerek aktarılmıştır. Ayrıca, Hz. İsa’nın mucizeleri ve çarmıha gerilmesi gibi kesitler de metinlerde yer almaktadır. Bu sahneler, Yeni Ahit’ten cümlelerle desteklenmiştir.

İsa tasvirleri Hristiyanlarca önem verilen çizimlerdir. Dağın Öteki Yüzü anlatısında da bu durum İngiliz Protestan Bayan Meadow aracılığı ile aktarılır. Meadow bu Peygamber tasvirlerinin başka hiç kimseye benzemediğini düşünür. Türkiye’den gelen Vicdan ve Nefise’nin başuçlarında duran Mustafa Kemal resmini gören kadın, Ulu Önder’in simasından da aynı ölçüde etkilenir. İki tasviri birbirine benzetmese de onların başka hiç kimseye benzememeleri Meadow’u düşündürür. (Atasü, 2008: 68-69)

Yanında kalan Türk kızlarının Mustafa Kemal’e sevgi ve hayranlıklarını gören Bayan Meadow, bu bağlılığı Katolik rahibelerinin İsa’ya duydukları aşka benzetir. Dindar kadın, bu kadar sevilen bir lideri merak etmeye başlar. (Atasü, 2008: 71) Nitekim Cumhuriyetin kurucusuna duyulan bu sevgi anlatı boyunca sezilir. Onun sevdiği bir şarkılardan biri olan “Vardar Ovası”, Vicdan’ın muhayyilesinde kurulan bir masada, kardeşleri ve Gazi’nin ağzından söylenir. (Atasü, 2008: 101) Meadow, baktığı resimdeki Atatürk’ün çehresinde,

Tanrısal bir armağan olarak gördüğü sezgi gücüne sahip olduğunu düşünür. İleriye diktiği bakışları zamanın ötesine yönelmiş gibidir. Kadın bu görünüşü Hz. İsa’ya benzetir. Peygamber bir tasvirinde yukarıya, babasına, doğru bakmaktadır. Onun yüzünde de her şeyi sezmişliğin berraklığı ve dünyayı özümsemenin hüznü vardır. Peygamber babasına bir teslimiyetle bakmaktadır. Bayan Meadow, Hz. İsa’nın insanlığa duyduğu sevginin (kendini onlar için feda etmesi) Mustafa Kemal’de de olup olmadığını düşünür. Türk öğrencilerin kendisine duyduğu bağlılığı düşününce ise bu sorunun cevabına ulaşır. (Atasü, 2008: 72)

Dante ve Yahya Kemal’den montaj metinlerle başlayan Resimli Dünya’da, birincil hikâye katmanı, 20.yy.da Bellini eserlerini araştırmak üzere Venedik’te bulunan Kâmil Uzman’ın yaşadıklarıdır. Bir sanat tarihçisi olan adamın dikkatini, şehirde, “San Lorenzo Kanalına Düşen Haçın Mucizesi” adlı tablo çeker. Bu resmi hayalinde canlandıran Uzman, haçın kanala düşmesi sonucu kanala atlamakta olan bir adam figürünü “kollarını haça gerili İsa gibi iki yana açmış” olarak betimler. (Gürsel, 2000: 17-18)

Paolo Veneziano’nun poliptiklerini incelerken ise gözünün önünden, tasvirlerinden hareketle, Hz. İsa’nın hayat hikâyesi geçer. Ahırda, yeni doğan İsa’nın önünde diz çöküp onu kutsayan müneccimler, Yahya’nın Peygamber’i vaftiz edişi, havarilerle son akşam yemeği sahnesi, buradaki kan ve şarap unsuru, İsa’nın tutuklanarak Golgotha’ya götürülüşü, burada çarmıha gerilmesi ve yeniden dirilmesi gibi ilahî sahneler bu poliptiklerde yer alırlar.(Gürsel, 2000: 41)

Burada şarabın Hz. İsa’nın kanı ile özdeşleştirilmesi inancından da izler vardır. Yeni

Ahit’e göre İsa, Rabbin sofrasında havarilerine elindeki ekmeği göstererek onun insanlar için

feda ettiği kendi bedeni olduğunu söyler. Diğer elindeki şarabı ise kendi kanıyla yapılan bir anlaşma olarak açıklar. Ekmekten her yenildiğinde ve şaraptan her içildiğinde kendisinin anılmasını ister. (1.Korintliler 23-24) Hristiyan ayinlerindeki şarap-ekmek ritüeli buradan gelir.

İlerleyen bölümlerde, karakterin düşüncelerinden hareketle, Hz. İsa’nın suda yürüme mucizesine ve teslis inancının ötesine geçmiş olan “Tanrı’nın oğlu İsa” inancına yer verilerek Peygamber’in hayatına devam edilir. Burada, havarileriyle beraber yürüyen kederli İsa, çarmıha gerileceği yere doğru gitmektedir. Onun sadece karada değil, denizde ve havada da yürüdüğü söylenir. Kentteki hayvanlar Peygamber’i karşılamak için oradadırlar. Farklı poliptikteki tasvirleri birleştirerek hikâyeye devam eden yazar, İsa’nın sırtında bir haç ve kafasına takılan dikenli bir taç ile Golgotha’ya çıkarıldığını aktarır. Kâmil Uzman bir anda kendisini İsa ile özdeşleştirir ve ona anlamadığı bir yakınlık sezer. (Gürsel, 2000: 42)

Bu kısımda, Peygamber’in kendini Tanrının oğlu ilan etmesi ve Yahudilerin kralı olduğunu söylemesi üzerine Golgotha’da idam edilmesi hatırlatılmıştır. Buna göre, giysileri parçalanmış, başına bir yazı asılmış ve çarmıha gerildikten sonra böğrü delinerek kanı akıtılmıştır. (Yuhanna 19)

İsa’nın Tanrı’nın oğlu olarak görülmesinden Hristiyanlığın kutsal kitabında da bahsedilir. (Yuhanna 1: 14) İsa’nın diğer herkesle beraber Yahya tarafından vaftiz edilmesi sonrası gökten inen Kutsal Ruh’un, ona “Sen benim sevgili oğlumsun senden hoşnutum.” dediği bildirilir. (Luka 3)

Kâmil Uzman Bellini tablolarını incelerken, bize Meryem ve çocuk İsa’ya yer verenlerin tasvirini yapar. Meryem ve İsa’nın fiziki unsurları hakkında bilgiler sunan bu tablolar, Bellini ailesinin üyelerince yapılmıştır. Uzman, resimler arasında kıyas da yapar. Gentile Bellini’ninkileri beğenir ve oradaki tasvirleri çok hoş bulurken küçük kardeş Giovanni’nin tasvirleri pek ilgisini çekmez. Bu tablolarda Hristiyan teslis inancından izler de görülür.

Uzman, ressamın gençlik döneminde yaptığını düşündüğü bir tabloyu okuyucunun dikkatine sunar. Burada, çocuk İsa sanki kutsal bir varlıktan olma değil de, tamamıyla Meryem’in çocuğu gibidir. Tabloyla birleşen siyah mantosu ve Peygamber’i tutan kırmızı elleriyle kadın, Bizans ikonlarından birini andırır. Portakal rengi bir şalla örtülü çocuk İsa, bir eliyle ayakta durmasına yardım eden annesinin başparmağını tutmakta, diğeriyle kendisini izleyenleri kutsar gibi yapmaktadır.6 (Gürsel, 2000: 45)

Bir diğer tabloda ise çocukluğu resmedilen İsa bu kez çıplaktır. Bir minderin üzerinde, kendisini tutan annesinin başparmağını bu kez zayıf bir şekilde kavramıştır. Bu resimde Meryem’in iki kadının arasında vakur ve hüzünlü bir duruş sergilediği görülür. (Gürsel, 2000: 46)

Uzman bu kez Accademia’da gördüğü Jacopo tablolarını anımsar. Diğerlerinden farklı olarak burada İsa bir çocuk olmasına rağmen güçlü resmedilmiştir. Öncekiler gibi annesinin elinden tutmaz. Kırmızı kıyafetiyle işlemeli bir minderin üzerinde sırtını ona yaslamıştır. Meryem ise eğik başıyla belirsiz bir yere bakmaktadır. Ressamın öbür tablosunda anne ve oğulun birbirlerine çok yakın oldukları görülür. Meryem, çocuk İsa’yı kolları arasına almıştır. Peygamber de, annesinin ellerine doladığı ayaklarının yanında elleriyle Meryem’in yüzünü okşarken çizilmiştir. Uzman bu resimde çocuk İsa’nın çirkin, Meryem’in ise çok güzel bir yüz ile resmedildiğini fark eder. (Gürsel, 2000: 115)

Gentile’nin eniştesinin, karısı Nicolosia’nın doğumu üzerine yaptığı bir tablo önemlidir. Burada “İsa Tanrı oğludur” fikri dışındaki bir düşüncenin yansıması vardır. Bir aile tablosunda İsa’nın babası olarak Aziz Yusuf gösterilir. Aziz Yusuf’un görünüşü tabloya Jacopo’nun silueti üzerinden aktarılmıştır. Burada kundaktaki çocuk İsa, Meryem tarafından başrahibe gösterilmektedir. Aksakallı adam ellerini İsa’yı almak için uzatmıştır. Ortada ise İsa’nın babası sayılan Yusuf görülür. Uzman, resmin siyah fonu sayesinde ayrıntıların daha net fark edildiğini belirtir. (Gürsel, 2000: 292)

Yağmurun altında ıslanan Kâmil Uzman’ın kulağına Vivaldi’nin bir müziği çalınır ve Stabat Mater’in Meryem ve İsa ile ilgili söylediği şarkıyı dinlemeye koyulur. Anlatıda bu şarkının muhtevasından şu şekilde bahsedilir:

Keder içinde oradaydı anne, oğlunun gerildiği çarmıhın altında. Meryem’in acısıyla inleyen ses bir anda yağmurun sesini bastırdı. Artık yalnızca Stabat Mater’di duyulan, böyle yalnız, terkedilmiş bir güvercin gibi karanlık avluda çırpınıp duran, çırpındıkça ıslak tüylerini yağmura bırakan Stabat Mater. Keskin bir kılıç delip geçmiş kalbini, bakın nasıl da inliyor acıyla! diyordu ses, oğlunu çarmıhta terk edilmiş, öyle bir başına gördü Meryem, bakın nasıl, nasıl inliyor kederinden! diyordu. (Gürsel, 2000: 51)

Meryem Ana’nın Hristiyanlar için korkunca sığınılacak, Tanrıdan istenen herhangi bir dileğe aracı olacak kişi olma işlevi de vardır. Bu durum Resimli Dünya anlatısında ikinci izlek olarak takip ettiğimiz Bellinilerin hayat kesitlerinde görülür. 15.yy’a dönüş, Kâmil Uzman’ın kütüphanede okuduğu bir kitaptan ilerler. Bu üstkurmacayı yaratır. Sultan Mehmet tarafından İstanbul’a çağrılan Gentile’nin yolculuğu esnasında, gemi büyük bir fırtınayla boğuşur. Mürettebat, karanlık basınca duydukları korkudan Meryem Ana’ya dua eder.

“Karanlık bastırınca hepsini bir korku sarmış, burna gidip Meryem Ana’nın önünde duaya başlamışlardı.” (Gürsel, 2000: 182) Portre sanatının ne kadar zor olduğundan bahsedilirken bir cümlede Pantokrator İsa ifadesi geçer. “Bizanslı Pantokrator İsa’nın kara sakalına, Giovanni Bellini’nin tablolarındaki gibi bakışlarını kaçırsa da Madonna’nın yüzüne varıncaya dek portre sanatı zor iştir.” (Gürsel, 2000: 84)

Pantokrator7 ifadesi kilise duvarlarına yapılan İsa süslemelerinde bir tarzın adıdır. Ortadoks kültüründe yaygın olarak geçmektedir.

Gentile Bellini, babası Jacopo’nun defterini incelerken yaptığı enteresan çizimlerden birine rastlar. Hayvanî bir ihtirası yansıtan bu çizime karşı duyduğu şaşkınlıkla babasının Meryem ve çocuk İsa çizimleri arasında bir kıyas yapar. (Gürsel, 2000: 193-194)

7 “Pantokrator Grekçe Pan: Her şey ve AFROKRATOR: Hükmeden kelimelerinin birleşmesinden oluşur. Her

şeye gücü yeten/ Evrenin hâkimi gibi anlamalara gelmektedir.” http://blog.milliyet.com.tr/pantokrator-olarak- betimlenen-hzisa/Blog/?BlogNo=498072 (erişim tarihi: 04.11.2016)

İlahî resimler ince bir duyuşun ürünüdür. İnananların muhayyilesinde, kutsal kitapların mesajlarını canlandırır, kalplerine dokunur. İnsanlar, böylesi anlamlı eserler üreten sanatçıları da üretimine paralel bir kişilik özelliğiyle yorumlamak isterler. Gentile’nin şaşkınlığının asıl sebebi budur. O, mitolojik kahramanların çiftleşmesini anlatan bu tutkulu resimle, Meryem ve çocuk İsa gibi tinsel çizimleri yapan elin aynı olmasına bir anlam veremez.

Metinde “Günahsız Bakire” diye anılan kişi Hz. Meryem’dir. Hristiyanlıkta, İsa Peygamber’in bakire Meryem’den doğduğu inancı yer alır. Bu yüzden o, Kutsal Bakire olarak da bilinir. “Kutsal Bakire’yle azizelerin başlarında nedense hale yoktu.” (Gürsel, 2000: 46)

Jacopo’nun defterinin ilerleyen sayfalarında da Hz. İsa türlü acılar içinde gösterilmiştir. “Aynı atın üzerinde elinde meşalesiyle garip bir Türk”ü tasvir ettikten sonra Türk’ün “önünden geçtiği sarayın avlusunda Romalı askerler İsa’yı kamçılıyorlardı[r].” “Vurdukça kan fışkırır çıplak gövdeden, mızrak yumuşak eti deler, ince uzun bacaklar delinir, haz kamçıdan günahsız bedene geçer” (Gürsel, 2000: 194)

Gentile bu vahşet sayfalarından kaçmaya çalıştıkça karşısına İsa’ya zulmedilen başka sahneler çıkmıştır. “Ama onu yatıştıracak tek bir sahne bile bulamadı. İsa ya haçı taşıyordu ya da çırılçıplak çarmıhtaydı yine. Meryem’in yüzü kederli, bakışları acılıydı.” (Gürsel, 2000: 194)

Giovanni abisi Gentile’nin ölüm döşeğindeki abisi üzerine düşünürken birden ölüm düşüncesi zihnini kaplar ve yaptığı tablolara bunun nasıl yansıdığını kendi kendine düşünür. Yaptığı Hz. İsa çizimlerinin diğerlerinden farklı olmasında da, çevresinde çok fazla ölüm görmesi ve hep yakınlarının ölümlerine tanık olması etkili olmuştur.

Belki de bu yüzden İsa’yı, eskiden yaptığı tablolardaki gibi çarmıhta değil mezara konmadan önce çiziyordu. İki yanında iki melek, sanki hala acı çeken cansız gövdeyi kaldırıyor, ölümün korkunç gerçeğini hafifletiyorlardı. Dikenli başı hep yana düşüyordu İsa’nın. Sağ göğsündeki yara ve elleri hala kanıyordu. Kol damarları iyice belirgin, öyle şişmiş, yol yoldur. (Gürsel, 2000: 272)

Aynı sayfanın ilerleyen cümlelerinde Hz. İsa üzerinden Hristiyanlıktaki teslis inancı verilir. “Hem Tanrı kendi suretinde yaratmamış mıydı insanoğlunu ve bir gün İsa’da tecelli etmemiş miydi? Öyleyse hiç kimse hekimler bile dokunmamalıydılar insan bedenine.” (Gürsel, 2000: 272) Paragrafın devamında Hz. İsa çizimi hakkında da bilgi verilmektedir.

Yine de çarmıhtan inen İsa’yı mezara konmadan önce meleklerin eşliğinde çizerken çıplak gövdeyi tüm ayrıntılarıyla, gerçeğe mümkün olduğu kadar yakın biçimde yapmaya çaba göstermişti. Bir melek de kaldırsa, Meryem’in kucağına uzanmış cansız yatıyor da olsa, bilekten bükülmüş sağ eli bakanda bir ağırlık duygusu uyandırsın istiyordu. (Gürsel, 2000: 272)

Kâmil Uzman ve hayat kadınının evde yaşadıkları ilişki esnasında kadının arkadaşlarının evi basıp Uzman’ı öldürmeleri de kutsal terimler yardımıyla betimlenir. Birlikte olunan kadın melek maskesi takmıştır ve ilişki sırasında bunu yüzünden çıkarmaz. Bu sırada kapı açılır ve içeri iki iri adam girer. Bu adamların Uzman’ı yakalayışı, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesine telmih edilir. “Her biri bir kolundan tutup çarmıha gerer gibi gerdiler.” Adamların tuttuğu Uzman, kadının çıkardığı bir sustalı vasıtasıyla öldürülür. (Gürsel, 2000: 334) Yani melek maskeli kadın Azrail rolüne bürünür ve Hz. İsa pozisyonundaki Uzman’ın canını alır. Bu kısım zina, gasp, cinayet gibi dinen günah olan eylemlerin yanında melek ve çarmıha gerilme ögelerini kullanması yönüyle önemlidir.

Fatih’in romanını yazmaya çalışan yazarın hikâyesi ile Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethini eş zamanlı aktaran Boğazkesen, üstkurmaca hüviyetinde bir anlatıdır. Bizans ile amansız mücadelenin resmedildiği metin, Hristiyan dünyasına dair birçok unsuru barındırır. Bunlardan biri olan Hz. Meryem algısına ise bir deniz savaşı esnasında rastlanır. Bu bölümde, Venedik gemisine Osmanlılar tarafından saldırılması sahnesi yer alır. Coğrafi koşullar ve savaşın son durumu, tayfanın inançları ışığında değerlendirilir. “Neyse ki rüzgâr ve akıntı onlardan yanaydı. Yalnızca rüzgârla akıntı mı Tanrı da. Tanrı ve Meryem, her ikisi de onlardan yana.” (Gürsel, 2011: 35)

Anlatı, tıpkı Resimli Dünya gibi, iki farklı olay örgüsünden oluşmaktadır. Gemi savaşlarını anlatan bu sahne, geçmişe dönük bir iç katman hüviyetindeki Sultan Mehmet devridir. Dış yüzey ise Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethini romanlaştırmak isteyen yazarın öyküsü üzerinden ilerler.

Hristiyanlığa ait kutsal emanetlerden biri Hz. İsa’nın beşiğidir. Sultanın istediği bir kitaba erişmek için yerde gördüğü tahtaya basan Lütfi Paşa’ya, Fatih, bastığı şeyin o kutsal emanet olduğu konusunda bir şaka yapar.

-Ne yaptığının farkında mısın sen? diye çıkışmıştı, çok büyük günaha giriyorsun! -Nedenmiş sultanım?

-Neden mi? Üzerine bastığın tahta Hazreti İsa’nın beşiğidir de ondan. Onu bin bir güçlükle Kudüs’ten getirtip buraya koydurdum! (Gürsel, 2011: 128-129)

Osmanlı, İstanbul’u kuşatmaya başladığında kentte büyük bir korku hâkimdir. Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemsettin tarafından fethin alâmeti olarak yorumlanan bazı gelişmeler arasında dev Meryem ikonunun başına gelenler de yer alır.

Yerin yedi kat dibinden uğultular geliyor, döşeme ve duvarlar titriyordu. Ayasofya’nın mozaikleri dev bir Meryem Ana ikonuyla birlikte yere düştüler” (Gürsel, 2011: 154)

“Çok alametler belirdi vakit yakındır. Duydum ki Bizans sokaklarında Hazreti Meryem’in dev suretini dolaştıran rahiplere yüz çevirmiş Allahutaâlâ. Ve suret gazaba gelip heosini helak etmiş. Sonra da yere

kapanmış gümbürdeyerek. O an şimşekler çakıp gök yarılmış. Ve kimsenin yerinden kaldıramadığı Meryem’in sureti kaybolmuş gökyüzünde. Bu, Hazreti Meryem anamızın kenti artık korumadığına işarettir. (Gürsel, 2011: 203)

İstanbul’u kuşatma esnasında Osmanlı saflarında yer alan ve kitapta Fatih’le ilişkiye girdiği söylenen Niccolo (Selim) fetih süresince duyduğu söylentileri yazmaktadır. Bunları aktarırken Hz. İsa’nın bir mucizesine de yer verir.“Dervişlerinse zaten köprüye ihtiyacı yok. Onların gece aba terliklerle suyu üzerinden yürüyüp karşı kıyıya dek gittiklerini duydum. Oysa İsa Efendimiz’den başkası suda yürüyemez.” (Gürsel, 2011: 198)

Bahsedilen mucize Kitab-ı Mukaddes’in muhtelif yerlerinde işlenmiştir. Markos’ta (6: 45-52) İsa’nın öğrencilerini tekne ile Beytsayda’ya göndermesi ve akşama doğru dua ettikten sonra teknenin yanından yürüyerek geçmesinden söz edilir. Benzer bir kıssa Matta 14: 22- 36’da da geçer.

Niccolo (Selim), Bizans’ın Osmanlı saldırısına karşı koyma çabalarını günlüğüne işlerken bir yandan da eski dini Hristiyanlık ile ilgili görüşlerini belirtir. Özellikle teslis inancından bahsettiği kısım dikkate değerdir.

Yoksa Meryem’e mi güvenmekte Konstantinos? Ne tuhaf, Müslüman oldum, ama Meryem’in adını yazarken ellerim titriyor hala. Onun Tanrı’nın anası olduğuna inanmıyorum artık. Ne de Kutsal Ruh’un İsa’da cisimleştiğine. Tanrı tektir ve yaratılmadı. İsa, Tanrı’nın peygamberi olabilir ancak, oğlu değil. Kurtarıcı hiç değil! Meryem’den başkası kurtaramaz Bizans’ı. Ve benim onun sevgisine, sıcaklığına, hele tasvirlerdeki o yumuşak bakışlarına her zamankinden daha çok ihtiyacım var. Meryem diye yazdım, Panaya mı demeliydim yoksa? Konstantinapolis Panaya’ya mı güveniyor. Kenti koruyan Panaya’ya mı? Latinler Ortadokslar birleşti sonunda, Meryem ya da Panaya ne fark eder? Neyse, çok şükür ben uzağım bu kısır tartışmalardan. (Gürsel, 2011: 170)

Görüldüğü gibi Hristiyan mezhepleri arasında Meryem Ana ve Panaya olarak bilinen kişiler aynı figürdür. Bu figür sadece mezhepler arası isim farklılıkları ile anılır. Meryem’e yüklenen kutsiyet ise mezheplerde farklılık gösterir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi Katolikler, Protestanlara nazaran teslis inancında daha katıdırlar ve Meryem ile İsa figürlerine tapınmaya varan ilgileri mevcuttur. Ortadokslar da bu iki mezhepten Katoliklere daha yakın bir duruş sergilerler. Aralarında sadece bazı Kutsal Kitap ve kilise gelenek farkları vardır.

Avnî mahlasıyla şairlik yaptığı bilinen Fatih Sultan Mehmet’in bir gazeli de anlatıya montaj tekniği ile aktarılmıştır. Bu gazelin dördüncü beyti Hz. İsa ve mucizelerine gönderme yapması bakımından önemlidir.

“Gamzesi öldürdügine lebleri canlar virür

Beyitteki sevgili, gamzeleriyle âşığı öldüren fakat dudakları ile tekrar can veren bir kişi olarak anlatılmıştır. Bu özelliğiyle o, ruh bahşeden kişi sıfatıyla, ölüyü diriltme mucizesi ile tanınan İsa peygamberin dinine lâyık görülür.

Kitab-ı Mukaddes’teki Yeni Ahit kısmında, İsa’ya dair çeşitli diriltme mucizeleri

mevcuttur. Bir tanesi, İsa’nın Havra yöneticisi birinin ölen kızını diriltmesi olayıdır. (Matta 9: 18-25; Luka 8: 40-53; Markos 5: 21-42) Bir diğeri, Yahudilerin iman etmesi karşılığında Lazar(us)’ın İsa tarafından diriltilmesidir. (Yuhanna 11: 17-45) Üçüncü olayda İsa bir dulun oğlunu diriltir. (Luka 7: 10-16) Kur’ân-ı Kerîm’de de Hz. İsa’nın ölüleri Allah’ın izni ile diriltmesi bilgisi yer alır. (Maide: 110)

Bu mucize Yıldızsayan anlatısında da geçer. Fakat burada, Lazarus’un dirilmesi çarpıcı bir nedene bağlanır. “Ölülerin gördüğü düş bu dünyanın hakikati olarak bildiklerindir ve bunun için dirilmiştir Lazarus! Bana kalırsa onu dirilten İsa değil yoksulluğudur.” (Çubukçu, 1996: 356)

Aynı anlatının ilerleyen bölümlerinde, insanlığın birbirlerine yaptıkları zulüm ve dünyayı uğrattıkları yıkıma değinilmiştir. Verilen örnekler Hz. İsa’nın göğe çekildiğine dair inanışla desteklenerek sunulmuştur. “O zulmü yapanların, yaptıranların bizatihi fiiliyatlarında yaşadıkları bir tehâfüttü ki, o gün göğe çekilirdi daha önce çekilmemiş olsaydı Hz. İsa…” (Çubukçu, 1996: 373)

Puslu Kıtalar Atlası’nda, Osmanlı’da lağımcıbaşı olarak görev yapan Vardapet bir

Hristiyandır. Ertesi gece bir yapacakları tehlikeli bir kazı çalışması için endişelenmektedir ve kendine bir sığınak olarak Meryem Ana’yı görür. Adam, kutsal kişinin tasviri üzerinde bir mum yakar ve karşısında diz çökerek sabaha kadar dua eder. (Anar, 1998: 78)

Şarap ekmek ritüelinin Hz. İsa ile ilişkisi bu anlatıda da anılır. Buna göre Cenevizlilere