• Sonuç bulunamadı

İslamî akideler, Hz. Muhammet zamanında, onun öncülüğünde yürürdü. İbadetin rehberi, Kur’ân ile birlikte, Peygamber’in kendisiydi. Vefatının ardından bu görev halifelere ve diğer din adamlarına geçti. Dört Halife dönemi sonrası, İslam devletleri arasında bu makam sürekli el değiştirdi. Osmanlı Devleti’nde, din adamlarını halifeden sonra temsil eden en yüksek makamşeyhülislamlık idi. Bunun yanında günümüzde müftüler ve imamların da dinin temsili ve imani esasların uygulanması noktasında birer rehber oldukları görülür.

Engereğin Gözü anlatısında Habeş Ağa, padişahın askerler tarafından götürülüşünü

aktarırken ona atfedilen dinî makama da değinir. Ağa, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Peygamber Efendimizin halifesi” şeklinde andığı padişahın sürüklenen bedenini ise

“mübarek” olarak ifade eder. (Livaneli, 2012: 26) O götürülürken ardından bazı Kubbealtı Vezirlerinin yanı sıra Şeyhülislam Efendi’nin de geldiği söylenir. (Livaneli, 2012: 27)

Aynı metinde, dini konularda fetva yetkisi olan şeyhülislamın kahveyi yasaklatmasına da yer verilir. Osmanlı topraklarına girdikten sonra çabuk benimsenen ve zamanla epey müptelası türeyen kahvenin namı padişahın kulağına kadar gider. Herkesin bu keyif verici maddeye tiryaki olduğunu gören padişah, kahveyi yasaklayıp yasaklamamak arasında gidip gelir ve sonunda meseleyi şeyhülislama taşır. Din adamı, fetvayı vermeden önce konuyu etraflıca araştırır, hadislere bakar, istihareye yatar. Sonunda bu maddenin dinen caiz olmadığına karar verir. (Livaneli, 2012: 43-44)

Aktarılan bu kesitte, şeyhülislamın bulunduğu mevki gereği zaman zaman padişahtan bile yetkin biri olduğu görülür. Bu örnek, Osmanlı Devleti’nde din adamlarına duyulan saygı ve hürmeti göstermesi bakımından önemlidir.

Nedim Gürsel’in Boğazkesen’inde ise dönemin padişahı Sultan Mehmet Han,“Tanrı’nın gölgesi” ve “inananların emiri” gibi unvanlarla anılır. (Gürsel, 2011: 52) Henüz halifeliği devralmamış Osmanlı’nın padişahına bu yakıştırmanın yapılması, devletin İslamiyet’in bayraktarlığını ve koruyuculuğunu üstlenmesinden ileri gelir.

Anlatıda, haksız yere elleri kesilen Mimar Yusuf Sinan’ın, Sultan Mehmet’ten davacı olması ve Padişah’ın kadı karşısına çıkmasından da bahsedilir. Kadı, karşısındaki kişi bir padişah olduğu için biraz çekinse de neticede kısas kararı verir ve Sultan Mehmet’in ellerinin kesilmesini emreder. Fakat Mimar’ın adaleti görüp şikâyetini geri almasıyla ceza uygulanmaz. (Gürsel, 2011: 140) Yazar tarafından Sultan Mehmet’in adalet ve hoşgörüsünü kanıtlamak için uydurulduğu söylenen hikâyede, kararın Kur’ân’daki kısas maddesine uygun olarak verilmesi kadının yalnızca adalet sağlamakla görevli bir hâkim değil aynı zamanda kararın İslam’a uygunluğunu gözeten bir din adamı olduğunu göstermektedir. Osmanlı’da kadı, şer’i hukukun uygulanması noktasında önemli bir kişidir.

Benim Adım Kırmızı anlatısında da kadıdan aynı özelliği ile bahsedilir. Öldürülen

nakkaşın izini süren askerler, katili bulmak ve Allah’ın adaletini sağlamak için kadıdan işkence yetkisi aldıkları söylerler. (Pamuk, 1998a: 360)

Bunun yanında metinde, mahalle imamının rüşvetle iş yapmasına dair bir bölüm vardır. Nakkaş Kara, Enişte’nin ölümü duyulmadan kızı Şeküre ile evlenmek ister. Çünkü bu haber yayılırsakadının dört yıldır savaştan dönmemiş olan kocasının kardeşi Hasan, Şeküre’yi kendi evlerine götürecektir. Kara buna mani olmak için önce bir imama rüşvet vererek onu kocasından boşatır, (Pamuk, 1998a: 225) sonra başka bir imama yine rüşvet vermek suretiyle kadını kendine nikâhlar. (Pamuk, 1998a: 230)

Aynı durum Kara Kitap’ta da görülür. Galip, imam aracılığı ile bir caminin kimse tarafından girilemeyen dehlizlerine inme fırsatı bulur. Bunu yapması için ona biraz rüşvet vermesi de gerekmiştir. Fakat imamın aslında bu işi rüşvet için değil, uzun süredir gündemde olan caminin oynama meselesinin misafirler tarafından çözüleceği inancıyla yaptığı söylenir. (Pamuk, 1999: 190)

Anlatıda, İslamiyet’e ait eğitim merkezleri olan tekkelerin eğitimcileri şeyhlerden de bir bahis vardır. Saim, arkadaşının yazdığı bir kitabı Galip’e gösterir. Bunu yazan kişi, Kayserili bir şeyhin oğlu olması ve küçükken aldığı tasavvufî eğitimle okuyucuya aktarılır. Yetişkinliğinde ise Lenin ve Hegel gibi yazarları okuyarak daha materyalist bir çizgiye eğildiğinden söz edilir. Adam, anlatıda, hem dindar hem devrimci olmasıyla ön plana çıkarılır. (Pamuk, 1999: 77)

Gölgesizler anlatısında, ahali tarafından köyün imamına karşı olumsuz bir bakış

olduğu sezilir. Uzun süre önce kaybolan bir kızı arama çalışmalarından sonuç alamayan köylülerden biri, Reşit’e, imama başvurmayı teklif eder. Fakat adam, imamı aşağılayarak, onun bir halt yiyemeyeceğini, eğer yapabilseydi önceden Cıngıl Nuri’yi bulacağını söyler. (Toptaş, 1995: 108) Metindeki imam, evinde Hz. Ali’nin resmi ve Zülfikar olan (Toptaş, 1995: 42-111), köylülere büyü yapan (Toptaş, 1995: 112) ve kendisine tövbe etmeye gelen Cıngıl Nuri’nin karısıyla gayriahlaki ilişki kuran bir adam olarak anlatılır.

Efrasiyab’ın Hikâyeleri’nde, Cezzar Dede tarafından “Ekmek ve Şarap” adlı bir

hikâye anlatılır. Burada, içki içen bir imam figürü ile karşılaşılır. Meyhaneci, İmam Sefa adındaki bu adamın beş yaşındaki kızı tarafından terkedildikten sonra teselli için ilahiyat tahsili yaptığını ama onu yâd etmek için de her gün meyhanede içip içip ağladığını anlatır. (Anar, 2007a: 208)

“Kırmızı Başlıklı Kız”ın ve yasak meyve olayının bir parodisi olan bu hikâyedeki küçük kız, babasının diyetini bozup ağırlaşması sonucu cennete yalnız uçar. Yazar, postmodern tarzda yazdığı bu romanda ibadetin rehberi imam ve haram olan içkiyi yan yana getirir. Burada, imamın dinî değil insanî yönüyle ön plana çıkarıldığı görülür.

Sefa imam olmadan ve kızını tanımadan önceki hayatında ise iyi niyetli ve tok gözlü bir adam olarak betimlenir. Bu betimlemede ironik bazı detaylar vardır.

Kısacası adamcağız gerçekte mütevazı ve hüsniyet sahibi biriydi. Öyle ki, fitresini masa parası çıkışmayan fakir kumarbazlara verir, mallarını mülklerini işret âleminde eriten düşmüş ayyaşları çilingir sofrasına buyur eder, aşkı servet telakki ettikleri için dünyevî servetlerini kadınlar uğruna feda eden yaşlı zamparaları da, ramazan ve kurban bayramı arefelerinde bedavadan giydirirdi. Bu nedenle adam sefahat ve kumar camiasında hayırsever biri olarak anılırdı. (Anar, 2007a: 209-210)

Fıtır sadakasının günahkârlara verilmesi, nimetlerin onlarla paylaşılması durumu, Sefa’nın kişiliğini aktarabilmek için oluşturulmuş çarpıcı birer örnektir.

Anlatı içi hikâyelerde geçen diğer imamlar ise biri bunamış ve diğeri de köylüleri Kâbe yerine Tibet’teki Budist tapınağına götüren kişiler olarak karşımıza çıkarlar.

Romantik Bir Viyana Yazı’nda, Hayalci Hoca tarafından tarif edilen bir karnaval,

İslamî ve Hristiyanlığa ait unsurlarla betimlenir. Burada, çekici kadınlar ve imamlar samimi halde yansıtılır. Açık kıyafetleri ve mücevherleriyle dans eden bu kadınlar sultanların ve imamların kollarında dans eder vaziyettedirler. Bir müzik grubunda vokalist olarak Hz. İsa’nın adı geçer.(Ağaoğlu, 2016: 166) Gerçeklik algısı yerle bir edilerek kurulan bu karnaval ortamı, bize Bahtin’in “karnaval”ını hatırlatır. Tasviri yapılan yer, günlük dil ile alımlanamayan ancak edebiyat diliyle görsel bir niteliğe kavuşturulan kuralsız bir alandır.

Bahtin (2014: 224)’in karnavalesk yaşam tanımına göre tasviri yapılan bu ortam, alışılmışın dışında, “tersyüz edilmiş bir yaşam”, “dünyanın tersine çevrilmiş tarafıdır.” Burası yasa(k)lar ve kısıtlamaların olmadığı, hiyerarşiye dayalı bir “korkutup sindirme” aracı olarak görülen dindarlık yerine insanlararası özgürlük, samimiyet ve sıcak teması ön gören bir mekândır.

Dağın Öteki Yüzü anlatısında, “Hacı” vasfına sahip biri, olumsuz yönleriyle aktarılır.

Anlatıdaki Vicdan’ın, İslamî değerlere değilse de dinin her alanda ön plana çıkarılmasından duyduğu rahatsızlık, onun çocukluk dönemine dayanır. O henüz küçükken babası Miralay Hayrettin Bey, Yunan askeri tarafından evinden götürülmüş ve türlü işkencelere maruz bırakılmıştır. Anlatıda Miralay’ı ihbar eden kişinin Rumelilileri sevmeyen Hacı Muhiddin Efendi olduğu söylenir. Bu kişi evinde Yunan bayrağı asılı olan bir karakter olarak çizilir. Miralay Bey’in ölümünden de dolaylı olarak o sorumludur. Beş vakit namaz kılan bir Müslüman olan Hacı Muhiddin’in aslında inançsız biri olarak bu dünyadan göçtüğü fikri savunulur. (Atasü, 2008: 52)

Vicdan’ın mesafeli tutumunun kaynağı olan bu bilgi, anlatıyı Milli Mücadele Dönemini anlatan Cumhuriyetin ilk romanlarıyla benzerlik gösterir. Milenyumun eşiğinde kaleme alınan Dağın Öteki Yüzü (1999); Yeşil Gece (1928), Vurun Kahpeye (1926), Yaban (1932) gibi metinlerle, bu anlamda, benzerdir. Nitekim yazar da anlatının “Sunuş”unda bu dönem romanlarından bazılarını anar.(Atasü, 2008: 16) Vurun Kahpeye romanındaki Hacı Fettah, Milli Mücadele yanlısı Tosun Bey’i Yunanlılara ispiyonlar. Yaban’daki Şeyh Yusuf, Sakarya Savaşı öncesi bir Anadolu köyünü basan Yunan askeriyle iş birliği ederek eski bir asker olan Ahmet Celâl’i engellemeye çalışır. Yeşil Gece romanındaki Eyüp Hoca, idealist öğretmen Şahin Bey’in köylüyü eğitmesini engellemek için türlü oyunlara başvurur. Bu üç

romanda da, aydın öğretmenler ve Milli Mücadele yanlısı askerlere karşı çıkıp düşmanla işbirliği eden gerici, dindar tipler vardır. Dağın Öteki Yüzü de bu anlamda onlara benzer. Vicdan, Yeşil Gece’deki Şahin Bey, Vurun Kahpeye romanındaki Aliye, Çalıkuşu’ndaki Feride’dir. Babası Miralay Hayrettin, Tosun Bey’dir, Ahmet Celâl’dir.

Çocukluğunda yaşadığı bu elim hadiseyi unutmayacak ve bir dindaş ihaneti sayacak olan Vicdan (Atasü, 2008: 61), İngiltere’deki eğitimi sırasında kendisine yanaşan gayrimüslim gençlerden kaçtığından daha çok, Hintli ve Mısırlı olan dindaşlarından uzak duracaktır. (Atasü, 2008: 69)

Görüldüğü gibi anlatılarda, din adamlarının toplum üzerindeki etkilerinden bahsedildiği gibi onları olumsuzlayan kimi örneklere de yer verilmiştir. Bazı metinlerde imamlar rüşvetçilik, büyücülük ve zina gibi eylemlere taraf edilmiş, bazılarında ise içki içerken ya da ülkesine ihanet ederken gösterilmişlerdir.