• Sonuç bulunamadı

1.3.1. İmani Esaslar

1.3.1.1. Kur’ân-ı Kerîm

1.3.1.4.1. Dört Büyük Melek

İslamiyet’te Allah’a hizmet ile görevli birçok melek bulunmaktadır. Bunlardan en bilinenleri Cebrail, Azrail, Mikail ve İsrafil’dir. Bu dört büyük melek, İslam inancında adı en çok zikredilen figürlerdir. Cebrail, peygamberler ve yaratıcı arasındaki iletişimi sağlaması ile bilinir. Bunu vahiy yoluyla yapar. Azrail’in görevi ise vakti gelince fani kulların ruhlarını teslim almaktır. Mikail doğa olaylarından mesûl tutulurken İsrafil mahşer günü çalacağı sûr ile cümle mahlûkatı yattığı yerden kaldıracak olan melek olarak tanınır. Anlatılarda bu meleklerden üçü yer alırken Mikail’e dair bir anıştırma yoktur.

1.3.1.4.1.1. Cebrail

Boğazkesen anlatısında, Mesnevi’deki Bişnev (dinle) ile Besmele üzerine, Hurufi

bakışlabir dikkat yöneltilir. Fark edilen, iki lafzın da ortak harf ile başlamasıdır. Yazar, Hz. Ali’nin bir sözü ile zenginleştirdiği bu değerlenmede, dört büyük melekten biri olan Cebrail’i de anar. “Cebrail mağarada ‘İkra!’ diye bağırmamış mıydı Muhammed’e? ‘İkra!’ yani ‘Oku!’

Peygamber’in kulakları sağır olsaydı, gönül kulağı işitmeseydi Kuran’ı indirebilir miydi yüce Allah?” (Gürsel, 2011: 114) Burada meleğin vahiy getirme işlevine değinilmiştir.

Benim Adım Kırmızı’da Cebrail’in İslam Peygamberine vahiy getirirken insan

kılığında göründüğünü belirtir. “ ‘Venediklinin sanki bir insan gibi çizdiği Ölüm, bizim Azrail gibi bir melek,’ dedi. ‘Ama insan kılığında. Tıpkı Kuran-ı Kerim’i indirirken Cebrail’in Peygamberimize insan şeklinde gözükmesi gibi. Anlıyor musun?” (Pamuk, 1998a: 149)

Ters Adam anlatısında, mahkemedeki Fahri Tekben’in yanında Abuzer adlı bir

mübaşir vardır. Tekben tarafından pek sevilmeyen bu adamın karakteri okuyucuya analiz edilirken onunla melekler arasında bir bağ kurulur. Tekben’in yorumuna göre o, üzerindeki üniformaya her şeyden çok saygı duyan ve kendisine verilen emirleri ikiletmeden yerine getiren gaddar, kaypak ve hain biridir. Bunlara ek olarak adam “Cebrail ve Azrail gibi birisiydi.” cümlesiyle tanıtılır. Abuzer’in bir yerde Tekben’e “aklını başına devşir burası mahkeme-i kübra gibi bir yerdir; kaçış, kurtuluş yoktur.” (Özarıkça, 1986: 293) demesi, onun ismi geçen ilahi varlıklarla özdeşleştirildiğine işaret eder. Yani Abuzer, hiyerarşi gereği verilen emirleri yerine getirirken yazar tarafından Allah’ın emirlerini uygulamakla yükümlü olan meleklere benzetilir.

Genel anlamda vahiy getirme göreviyle ön plana çıkan Cebrail’in, bir anlatıda, Allah’a hizmet etmesi üzerinden bir memurla eş tutulduğu görülmektedir. Bu memur, metin karakteri tarafından aşağılanırken yaptığı görev meleklerin sorgusuz itaatine denk gösterilmiştir.

1.3.1.4.1.2. Azrail

Efrasiyab’ın Hikâyeleri’de, can almakla görevli Ölüm adında bir karakter vardır. Bu

kişi yazar tarafından, halk indindeki Azrail tahayyülüne yaklaştırılır.

Bu kara cübbeli ve uzun boylu şahıs, başına, üstelik simsiyah bir namaz takkesi ya da ona benzer bir şey giymişti. Elli yaşlarında görünüyordu. Uzunca bir siyah sakalı, soğuk, içe işleyen mavi gözleri vardı. Kısacası Ölüm, kara giysileri ve ifadesiz bakışlarıyla, masallarda anlatıldığı kadar korkunçtu.(Anar, 2007a: 10)

Anlatının ilerleyen bölümlerinde, Ölüm’ün kalbini yumuşatıp onu ağlatmayı ya da güldürmeyi başaran kişinin canının bağışlanacağı bilgisi verilir. Fakat bu, kolay bir iş değildir. Çünkü tabiatı gereği Ölüm, hissiz olmak durumundadır. Yazar bunun ilahî bir durum olduğundan bahsederek okuyucunun gözünde bir Azrail portresi çizer. (Anar, 2007a: 188)

Kayıp Hayaller Kitabı’nda Kevser’in ölümünü anlatmak için “Azrail onu terkisine alıp

götürürken” ifadesi kullanılır. (Toptaş, 1996: 224) Bu, Türkçede “güzel adlandırma” olarak geçebilecek ifadedir. Çünkü “ölüm” insanlar tarafından korkulan bir sondur. Kelimeyi sürekli

olarak dillendirmek kişiyi psikolojik anlamda rahatsız eder. Bunun yerine dilimizde, “ebediyete intikâl etmek”, “rahmetli olmak”, “terk-i diyâr eylemek”, “Hakk’ın rahmetine kavuşmak”, “öbür dünyaya gitmek” gibi daha ılımlı ifadeler kullanılır.

Hasan Ali Toptaş’ın diğer anlatısı Gölgesizler’de, Rıza’nın karısı Hacer ve bekçinin yaşadığı yasak ilişki okuyucuya gösterilir. Hacer’in samanlığa gelmesini bekleyen bekçi, elindeki mavzerin de verdiği cesaretle kendini Azrail gibi hisseder. Gece vakti köyün tek iktidarı bekçidir. Güç ve yetki onun elindedir. Yalnızca hukuki değil, yaşamın devamlılığı da onun elindedir. Bir haneye girse ve herhangi bir kimseyi çekip vursa kimse ona engel olamayacaktır. Can almak, kendisi kudretinde bir adam için zor görünmemektedir. Bu yönüyle o, ölüm meleğine yakın bir duruş sergilediğini düşünür. (Toptaş, 1995: 87-88)

Burada can almak konusundaki yetkisi ile bekçi kendini Azrail’e teşbih etmiştir. Devletin köye yansıması olan bekçi, elindeki silahla o büyük gücün tek temsilcisidir. Bekçinin Rıza’nın karısı ile ilişki yaşaması, bir devlet eleştirisi olarak da değerlendirilebilir. Zira anlatıda, muhtar tarafından köydeki kayıplar için kapısı çalınan devlet daireleri ciddi bir yardımda bulunmazlar. Yani aslî görevlerinden biri olan vatandaşı koruma, onların huzur ve refahını sağlama işini yapmazlar. Bekçi de koruması gereken malı, mülkü kendininmiş gibi görerek ona emanet edilen namusa göz diker.

Benim Adım Kırmızı başlığı altındaki “Benim Adım Ölüm” bölümünde, Venedikli

tarafından insan siluetinde çizilen Ölüm’ün, bizdeki Azrail gibi bir melek olduğunu söylenir. Bu başlıkta konuşturulan, genç bir nakkaş tarafından çizilen Ölüm resmidir. O, okuyucuya kendi yapım aşamasını anlatır. Çizim esnasında çivilerle kaplı olmasının sebebini nakkaşların çoğunun cehennemlik olmasına bağlar. Cennetten dünyaya, Doğu’dan Batı’ya uzanan binlerce kanadının olduğunu hikâye eder. Buna göre Allah tarafından can almakla görevlendirilen meleğin, Azrail’in, elinde bir defter vardır. Bu defterde kara bir çembere alınan bazı isimlerin ölümleri, Allah tarafından bilinir. Resim, vakitleri gelince arşın altındaki ağaçtan düşen yaprakta sıranın kime geldiğinin yazacağını söyler. (Pamuk, 1998a: 149-150)

Anlatıda, katil Zeytin tarafından öldürülen Enişte’nin Azrail ile konuşmasına da yer verilir. Ölüm meleği, canını teslim eden adama kendini tanıtır ve görevini izaheder.

Hemen sonra tatlı yumuşacık bir ışık gördüm. Şimdi bütün ağrılarımı dindireceğini sandığım uyku gibi tatlı ve çekiciydi bu ışık. İçinde birini gördüm. Çocuk gibi sordum. Sen kimsin? diye:

Ben Azrail, dedi. Âdemoğlunun bu âlemdeki yolculuğuna ben son verebilirim. Çocukları analarından, karıları kocalarından, sevgilileri birbirlerinden, babaları kızlarından ben ayırırım. Bu âlemde benimle karşılaşmayan canlı kalmayacak. (Pamuk, 1998a: 201)

Bu diyalogdan sonra, Enişte’nin kendisine su ikram eden Şeytan’ın oyununa kanmayıp Azrail’e ruhunu teslim edişi anlatılır. Melek canı alırken Enişte’ye şöyle seslenir. “Ağzını aç, ruhun oradan çıkıversin.” (Pamuk, 1998a: 203) Bu kısım, detaylı olarak “Ölüm” başlığında işlenecektir.

Enişte ölürken yaşadıklarının Kitab-ur Ruh’a uygun olduğunu söyler. Bu durum, anlatıdaki metinlerarasılığı gösterir. El Cezviye’nin kitabına yapılan göndermelerin yanında

Hüsrev ü Şirin’den (Pamuk, 1998a: 243) Nazım Hikmet’e (Pamuk, 1998a: 469) kadar birçok

anıştırma da metinde yer alır.

Anlatıda köpek, para, kırmızı renk, şeytan ve ölüm gibi konuşması mümkün olmayan varlıklara ses verilmiştir. Gerçekçi bir kurguyla kaleme alınan anlatıya bu bölümlerin dâhil edilmesi, büyülü gerçekçiliğe has bir tavır olarak göze çarpar.

Boğazkesen’de Niccolo (Selim), gece gözlerini kapattığında Azrail’i görür. Melek,

elinde bir orakla ve önüne geleni biçer bir şekilde tasavvur edilir. (Gürsel, 2011: 193)

Romantik Bir Viyana Yazı’ndaki Hayalci Hoca tarafından okunan kitapta da Azrail

oraklı olarak betimlenir. (Ağaoğlu, 2016: 164)

Azrail’in siyah bir kıyafetle ve elinde orakla resmedilmesinin eski inançlardaki tarım ritüellerine dayandığı söylenebilir. Eski tarım toplumları, ölüler ve bereket arasında bir bağ olduğuna inanırlar. Onlara göre toprağa ekilen tohumları ölüler korumaktadır. Bu yüzden onlara hasattan pay vermek ve onurlandırmak adına, kurban verme gibi bazı ritüeller uygularlar. Tohumlar ve ölüler arasında, ölüm ve yeniden doğum bağlamında bir ilişki olduğu düşünülür. Bu anlamda siyah renk hem toprağın hem de ölülerin rengi olarak anılır. (Eliade, 2014: 338-341)

Buna göre, Azrail’in siyah kıyafeti ölümü, dolayısıyla toprağı simgeliyor olmalıdır. Elindeki orak ise bu tezi destekler niteliktedir. Dolayısıyla, örneklerde geçen Azrail figürü, dinî mahiyetiyle değil eski inançlardaki hususiyetiyle işlenmiştir.

Bin Hüzünlü Haz anlatısında, Alaaddin’in peşindeki yazar, onu sarayda taht

kavgasındaki kardeşinden kaçarken hayal eder. Bu bölümde sultanın adamlarına çeşitli eleştiriler yöneltilir. Bunlardan biri de Azrail figürü ile yapılır. Adamlar, yazar tarafından üç grupta değerlendirilir. Birincisi, taht kavgasında taraf olup mevki makam kazanmayı arzu eden yalakalardır. İkincisi, savaşlarının Allah için olduğunu düşünen saf yüreklilerdir. Üçüncüsü ise hayatı serüvenden ibaret gören kimselerdir. Bunlar, ölümle burun buruna gelmekten hoşlanırlar. Azrail’le karşılaşıp şakalaşmakta hayat buldukları söylenen bu kişiler, yaşama güçlerini tehlikelerden alırlar. (Toptaş, 2007: 109)

Dört büyük melekten biri olan Azrail, anlatılarda kendine biçilen can alma göreviyle anıştırılmıştır. Çeşitli yerlerde, meleğin büyülü gerçekçilik tekniğine uygun olarak konuşturulduğu görülür. Ayrıca, bazı insanlar, kötü yönleri ile bu meleğe istiare edilmişlerdir.

1.3.1.4.1.3. İsrafil

Bir Zülfü Livaneli anlatısı olan Engereğin Gözü’nde, eski padişahın hücreye kapatılıp yerine çocuk yaşta birinin getirilmesi, Habeş Ağa tarafından sûr borusunun çalınmasına ve İsrafil’in çağrısı ile mahlûkatın yerinden doğrulmasına benzetilir. (Livaneli, 2012: 52)

Anlatıda tahttan indirilen padişah I. İbrahim’dir. Onun yerine geçirilen çocuk padişah ise IV. Mehmet’tir. Taht değişikliğini gerçekleştiren Valide Sultan, tarihte Kösem Sultan olarak bilinir. Yazar Livaneli, tarihi bir gerçeği arka plana alarak oluşturduğu metni, kurgusal düzlemde devam ettirmiştir.

Yıldızsayan’da da İsrafil’in sûr üflemesine bir gönderme vardır. Arkadaşları ile kadeh

kaldıran Hüseyin Bin Malik (Melâli),yaşadıkları kısa sessizliği “sûr düdüğü çalmadan hemen önceki o bir an sessizlik olarak tarif eder.”(Çubukçu, 1996: 361)

Boğazkesen’de, Cuma vaazı veren imam dışarıdan duyduğu şahi topunun sesi için

İsrafil’in sûru benzetmesi yapar. (Gürsel, 2011: 159)

Görüldüğü üzere Melek İsrafil, anlatılarda, dinî metinlerdeki görevine uygun olarak işlenmiştir.