• Sonuç bulunamadı

1.3.1. İmani Esaslar

1.3.1.6. Kader Anlayışı

Semavi dinlere göre insanoğlu yarının kendine ne getireceğini bilemez. Ecelini tahmin edemez. Bunları bilen yegâne güç yaratıcıdır. Olacakları bilme gücünün sadece O’nda olmasıve insan iradesinin bu yolda, çoğunlukla, pasif bir görüntü arz etmesi“kader” olarak değerlendirilir.

Kur’ân’da, Allah’ın kul üzerindeki mutlak iradesi şöyle bildirilir:

“De ki: Allah dilemedikçe, ben kendime bile ne bir zarar, ne de fayda verme gücüne sahibim. Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.” (Yunus: 49)

Yıldızsayan anlatısında, Hâkim Mavsili ve Büyük Vezir’in gölgeleri arasındaki

konuşmalarda kader ve tedbir üzerine değerlendirmeler yapılır. Vezir, kaderin Allah’tan olduğuna vurgu yaparak insanın bunu kabullenmesinin ancak buna karşı ihtiyatlı davranmasının gerekliliğini vurgular. (Çubukçu, 1996: 89)

Hüseyin Bin Malik, bu sohbet esnasında, kendi gölgesinin de onlarla birlikte hareket ettiğine tanık olur ve mucizevî bir şekilde hepsi Nişapur’da belirirler. Mavsili satranç

tahtasının başında dalgın vaziyettedir ama kader-tedbir bahsini sürdürür. Ona göre kadere karşı tedbir almak uygun bir davranış değildir. Allah’tan gelene temkinli yaklaşmak onun değişmesini istemek demektedir. Bu hususta yapılması lazım gelen en doğru hareket, yaratıcıdan gelene boyun eğmek ve beklemek olmalıdır.(Çubukçu, 1996: 89-90) Burada Hâkim Mavsili’nin kader karşısında tam teslimiyetçi bir yapıda olduğunu görüyoruz.

Bu konu inananlar arasında da tartışmalıdır. İslamiyet’e mensup olan milletimiz, “tedbir bizden takdir Allah’tan” düsturuyla yaşar. Tedbir almak, kazadan kadere sığınmak olarak görülür.

Kader, inananlar içinde “takdir-i ilahî” olarak anılır. Bu terkip, Allah’ın uygun gördüğü hal, anlamının yanı sıra alın yazısı olarak da bilinir.

Hüseyin Bin Malik, sihir ilminin kitaplarını edindiği vakit bir ihtiyarla konuşmaktadır. Onun kimliği konusunda emin değildir. Hâkim Mavsili ya da hocası İbni Beytami’yi andıran bu ihtiyara, ölüp de soğuyan insanların taşa benzediğini söyler. Ona göre fikir, umut ve rüyaların da ihtiyarlığı ölü bedenler gibidir. Taş olmanın genç ve güzel olana yaraşmadığını ifade eder. İhtiyar bu cümleler karşısında her şeyin Allah’ın kudreti üzerine olduğunu söyleyerek kaderi hatırlatır. “Yakışıp yakışmayanı yüce Allah bilir. Takdir-i İlahi!”(Çubukçu, 1996: 245)

Tedbir düşüncesi Beyaz Kale’de yer verilen bir kader unsurudur. Hoca ve Venedikli, veba salgınının Allah’tan olduğuna inansalar da bu konuda bir şey yapmaları gerektiğini ifade ederler. Tedbir almanın doğru bir davranış olduğu ise Hz. Ömer üzerinden verilen bir örnekle desteklenir. Adaletiyle ünlü Halife, bir veba salgını sırasında ordusunu korumak için komutanı Ebu Übeyde’ye emir vermiş ve onları Suriye’den Medine’ye çağırmıştır. (Pamuk, 2006: 100) Anlatının devamında, kadere tam teslimiyet taraftarları, birkaç vaizi ikna ederek, tedbir almanın Allah’a şirk koşmak olduğunu dillendirirler. (Pamuk, 2006: 102) Bu kişilerin daha sonra Şeyhülislam fetvası ile asılmaları, yazarın da kader karşısındaki duruşunu ortaya koyar niteliktedir. (Pamuk, 2006: 108)

Kader tasavvuru Resimli Dünya’da bir çocuğun aklından yansıtılmıştır. Anlatının bir bölümünde küçüklüğünden bahsedilen Kâmil Uzman, Allah’ı “yazmak” eylemiyle ilişkilendirir. Çocuğa göre yaratıcı, insanların kaderlerini alınlarına yazan bir varlıktır. (Gürsel, 2000: 65)

Teslimiyetçi yaklaşımı benimseyen ve çaba göstermeyen insanın, gerçekleştiremediği hedefi için kaderi sorumlu tutması doğru değildir. Romantik Bir Viyana Yazı’ndaki Hayalci Hoca, dersinin birinde öğrencilerine bundan bahseder. Anlattığına göre, Osmanlı Sultanı Genç Osman’ın yeniçeriler tarafından öldürülmesi ile ordu iyice bozulmuştur. Üzerlerinde bir

otorite kalmayınca gevşeyen paşalar, reformları durdurup zevküsefaya dalmışlardır. Hoca, İkinci Viyana bozgununun da bu yüzden gerçekleştiğinden dem vurur. Yeniçeri kumandanı Kara Mustafa Paşa, kuşatma sırasında işi orduya bırakıp kendisi kaplıcalara gitmiştir. Hoca, bu tutum karşısında Allah’ın fethe izin vermediğini söyler. (Ağaoğlu, 2016: 93)

1929’daki Medyum Enis Behiç, giderek bir kadına dönüşmesini kadere bağlar. Ona

göre, Allah böyle istediği için bu durum gerçekleşmektedir. Kişinin bu hal karşısında yapabileceği bir şey yoktur. (Sipahioğlu, 1997: 123)

Bir Cinayet Romanı’nda Levent Caner, kendi hayatını kontrol eden yazardan artık

bıkar. İstemediği halde romanın gidişatı için bazı eylemlerde bulunmaya zorlanan Caner, bu şikâyetini “Allah kesildi başıma bu kadın.” (Kür, 2013: 54) cümlesiyle ifade eder. Burada yazar, kader çizen kişi olması yönüyle yaratıcıya teşbih edilmiştir. Nitekim Levent Caner’in kiminle aşk yaşayacağına, nerede ne zaman ve kim tarafından öldürüleceğine karar veren kişi odur. Adam ise kaderine boyun eğen bir roman kahramanı hüviyetindedir.Bu durumun farkında olan Levent; Karamazov Kardeşler, Budala, Kumarbaz, Madam Bovary gibi eserlerin karakterlerini anar. Kendini onlardan biri olarak görür. Metinlerarası göndermelerin yer aldığı bu bölümde küfür gibi pop-arta ait ögeler de bulunur.(Kür, 2013: 76-77)

Yeni Hayat’ta kadere dair bir beytin montajı yapılır. Yaşadıkları karşısında sıkıntıya

düşen ve yüzünü yıkayan Osman’a, bir amca nane şekeri ikram eder. Adam, Batı’nın kumpasının bizi şekerimizden donumuza kadar esir aldığını ancak zamanı gelince intikamımızı alacağımızı söyler. Bu sözler Osman için bir teselliye kapı aralar. Kahraman, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın bir düşüncesi ile aradığı teselliye kavuşur. (Pamuk, 1998b: 270) Bu düşünce, şairin bir dizesi olmalıdır. Telmih edilen kısım, “Mevla görelim neyler neylerse güzel eyler”dir. Bu, Allah’a teslimiyeti ve kaderci bir bekleyişi ifade eder.

Dağın Öteki Yüzü anlatısında kadercilik, Raik’in sosyalizmden hüküm giyen amcaoğlu

tarafından eleştirilen bir konudur. Raik, onunla olan sohbetleri esnasında, Türk halkının bir bitki gibi yavaş yavaş olgunlaşacağından söz eder. Amcaoğlu ise dış müdahalelerin bu büyümeyi durdurmasa da niteliğini kaybettirdiğinden dem vurur. Beklemektense eyleme geçilmesini savunan adam, Raik’i kadercilikle suçlar. “Seninki Müslüman sabrı, kaderci miskinliği!” (Atasü, 2008: 214)

Yeni Tarihselci bir sanat anlayışıyla kaleme alınan metinde, Demokrat Parti iktidarı dönemi ve Kore Savaşı da ele alınır. Bir bölümde, Türkiye Cumhuriyeti NATO’ya üye olma girişiminde bulunduğu sıralar, Türk askeri, müttefiki ABD’ye yardım etmek için Kore Savaşına yollanır. Öz kardeşleri Reha ve Burhan’ın subaylık dönemlerinde çektiği sıkıntıları bilen Vicdan, üvey kardeşi Cumhur’un da bu savaşa katılmak üzere Kore’ye gönderilmesine

üzülür. Kurtuluş Savaşı yıllarını deneyimleyen kadına göre bu bizim olmayan bir savaştır ve dönem iktidarı ile basının aksi tutumunu, bu yönde, eleştirir.

Vicdan o dönemde gerçeği yakalamak için edebî metinlere, bilhassa şiire, yönelir. Savaş ve din konulu olanlarıtoplamaya başlar. Bazı ünlü şiirleride anlatıya, bu doğrultuda, montajlayan yazar, onları basit bir tahlile girişir. Bu şiirlerden kaderi konu alanlar şunlardır:

Kore yükseltmişti Türk’ün şanını

Mehmetçik orda döktü kanını OSMANLIYI BATIRAN Güvenlik Konseyi verdi hakkını KADERCİ ANLAYIŞA Atlantik Paktı’na aldılar bugün DÖNÜŞ…

Ne partiye suç bul ne de Bayar’a HER ŞEY APAÇIK GÖRÜNÜYOR. Her şeyi Allah’ın emrinde ara SÖYLENECEK NE KALMIŞ… Mehmetçik Kore’de gelince dara

Tanrı Nusret verdi yükseldi bugün.(Atasü, 2008: 142)

Vicdan, edebiyatla yapılan bu tip fikrî propagandaların Mustafa Kemal’in yeşerttiği Cumhuriyeti tekrar Osmanlı’nın I. Dünya Savaşındaki hâline döndürmesinden endişe etmektedir. Ona göre Kore Savaşı, müttefiklere destek olmak uğruna eratı, tıpkı Osmanlı gibi, Galiçya, Yemen, Kafkasya cephelerine sürüklemekten başka bir şey değildir.

Başka devletlere yaranmak adına kendi askerini ateşe atmak ve bunu yaparken de milli ve dinî duyguları kullanmak, yazar için kabul edilmez bir durumdur. Bu doğrultuda alıntıladığı şiirlerde ise suçlu olarak gördüğü hükümetin, gazeteler ve şiirler yardımıyla, temize çıkarılmasına içerler. O, devletin faydacı atılımlarının halka dindar bir kadercilik olarak yansıtılmasına karşıdır.

Gerçek ve kurgunun aynı paralelde yürüdüğü metinde, şiir sıkça kullanılan bir türdür. Anlatı bu çeşitlilikle postmoderne biraz daha yaslanır. Alıntıladıklarımız dışında Dağın Öteki

Yüzü’nde geçen diğer şiirler şunlardır:

Abdülhak Hamit Tarhan’dan Makber (Atasü, 2008: 79) William Woodsworth’dan “To the Daisy” (Atasü, 2008: 78) ve “Nergisler” (Atasü, 2008: 76-77), –yazar “Zerrinler” olarak çevirmiş- (Atasü, 2008: 78), Ahmet Hamdi Tanpınar’dan “Bursa’da Zaman” (Atasü, 2008: 207) ve “Bütün Yaz” (Atasü, 2008: 218-219), Pablo Neruda’dan “Bir Sürü Ad” (Atasü, 2008: 241), Nazım Hikmet’in “Bir Hintlinin Ağzından” (Atasü, 2008: 220) ve “Açların Gözbebekleri” şiirleri (Atasü, 2008: 222, 223) gibi modern metinlerin yanında Fuzulî’den bir beyit (Atasü, 2008: 251) de metne montajla dâhil edilmiştir. Şarkı türünde de “Jesabel” ve “Perhaps” gibi yabancı eserleri metinde görmek mümkündür. (Atasü, 2008: 167)

Birçok örnekte görüldüğü gibi kader inancı, postmodern anlatılarda, tartışmaya açılan bir husustur. Yazarlar okuru, kader karşısında tam teslimiyet sağlamakla, ona karşı tedbirli davranmak fikri arasında bırakırlar. Ayrıca, insanoğlunun başına gelen her kötü olayı kadere yorması da metinlerde hicvedilen konulardandır.