• Sonuç bulunamadı

Cihat, Şehitlik ve Gazilik

1.3.6. İnanç Unsurları

1.3.6.6. Cihat, Şehitlik ve Gazilik

Din uğruna yapılan savaşlara cihat denmektedir. Yaratıcı Kur’ân’da, cihat edenlerle etmeyenlerin bir olmayacağını bildirir, mücahitler için olan bağışlayıcılığını ifade eder. (Nisa: 95-96) Mücahitlik, Hac görevindekilere hizmet etmenin bile önünde tutulur. (Tevbe: 19) İnananların, Allah yolunda malları ve canları ile savaşmaları, onlar için en hayırlı şey olarak belirtilir. (Tevbe: 41)

Hocaefendi’nin Sandukası anlatısında, İkiciler Örgütü’nden Halil namaz esnasında

zehirli bir iğne ile öldürülmüştür. (Kongar, 1990: 21, 90) Kâfir Giftos’a karşı mücadele veren Halil’in ölümü onu şehitlik mertebesine ulaştırır.

Benim Adım Kırmızı’da da gaza ve şehitlikten bahis vardır. Kara’nın incelediği bir

surnamede, törene ait resimler göze çarpar. Bu çizimlerden birinde Padişah’ın penceresi dibine dizilen gazilerin “Padişahım bizler senin kahraman askerlerin olarak kâfir ile din uğruna savaşırken esir düştük…” (Pamuk, 1998a: 293) dedikleri söylenir.

Şeküre ile Kara’nın evlilik akdi gerçekleştikten sonra artık kocası cennetten dönüp gelse bile bu işin bozulamayacağı vurgulanır. (Pamuk, 1998a: 395) Kadının eski kocasını cennete yakıştırmalarının sebebi, onun bir savaşçı olmasıdır. Yıllardır evine dönmeyen bu adamın şehit düştüğü düşünülür.

Boğazkesen’de, İstanbul’un fethine katılan askerlerin emellerine dair bir açıklama

yapılır. “Azaplar sipahilerin önünde ilk sıradaydılar. Ya şehit ya gazi olmaktı emelleri. Cennetle ganimet arasında kararsız gibiydiler.” (Gürsel, 2011: 165)

Anlatıda Sultan Mehmet’in haremindeki bir oğlan olan Niccolo (Selim) üzerinden de şehitlik vurgusu yapılmıştır. Fetihte yer almak isteyen genç adam, Sultan tarafından ileri saflara gönderilmiştir. Niccolo bunun sebebi olarak, kendisinin şehit olup cennete gitmesinin arzulandığını düşünür. (Gürsel, 2011: 180)

Sultan Mehmet’le beraber kuşatmayı takip eden Niccolo Türk askerinin gaza anlayışı ve şehâdet arzusu için şu yorumu yapar. “Savaşan insan bir başkası oluyor. Ya Tanrı adına vuruyor, ya cennete gitmek için.” (Gürsel, 2011: 190)

Puslu Kıtalar Atlası’ndaki Vardapet, Osmanlı’da lağımcılık yapmaktadır. Bu birlik,

yukarıda askerler savaşırken yeraltından tünel kazarak kalenin içine girmeye çalışan kişilerden oluşur. Lağımcıların başı olan Vardapet yaptıkları işin göğüs göğüse savaş gerektirmemesi sebebiyle öldüğü zaman şehit sayılmayacağını düşünür. (Anar, 1998: 54)

Yıldızsayan’da, Alamut Bâtınileri ile savaşmaya gidecek olan Hüseyin Bin Malik,

Büyük Vezir Nizamülmülk’ün elini öpmek ve müsaade almak üzere onun yanına gider. Vezir onu şehitlik ve gazilik duası ile uğurlar. “İşte bu gidiş Allah içindir, Allah’ın askerine yakışır gidiştir, Rabbülalemin, kılıcını keskin, bileğini kuvvetli kılsın, dedi. Şehitlik, gazilik ve zafer ihsan etsin!” (Çubukçu, 1996: 126-127)

Franklar tarafından kıstırılan Emir Rıdvan Bin Tutuş’un ordusu, düşman tarafından bozguna uğratılmıştır. Malik, atlı ve yaya üç bin iki yüz Müslüman’ın şehit olduğunu söyler. (Çubukçu, 1996: 324)

Bir Cinayet Romanında yer alan Y. (Yeşim/Yasemin/Yıldız), işyerinden ve bilhassa

patronundan şikâyetçidir. Yer yer onu öldürmeyi bile düşünür. Hatta yalnızca kendi patronunu değil, dünyanın bütün işverenlerini öldürebileceğini ifade eder. Bunu da cihat fikri ile bağdaştırır. (Kür, 2013: 87)

Yeni Hayat’ta uzun süredir beklenen kaza sonunda gerçekleşir. Osman ve Canan’ın

yeni kimliklere kavuşacakları kazada ölen otobüs şoförü için şehit vurgusu yapılır. (Pamuk, 1998b: 80)

Dağın Öteki Yüzü anlatısında Vicdan’ın babası Miralay Hayrettin Bey, Yunan askeri

tarafından tutuklanıp götürüldükten sonra uzun işkencelere maruz kalmış ve evine dönmüştür. Lakin yaşlılıktan ve işkencelerden yorgun düşen vücudu daha fazla dayanamamış, dönüşünden kısa bir süre sonra da ölmüştür. Bir komşusu, henüz bir çocuk olan Vicdan’ı teselli ederken babasının yine de şehit sayılacağını söyler. (Atasü, 2008: 50) Yazar, ilerleyen bölümlerde Vicdan’ın Kore Savaşındaki kardeşi Cumhur Özgecan üzerinden, oradaki askerlerin bakış açılarını da gözler önüne serer. Amerikalılarla yan yana olan Türk askerlerinin edepli tutumları ve görev bilinçlerinin yanında, şehitlik mertebesine her an

erişilebileceği inancıyla gusül abdestsiz gezmemeleri anlatılır. İnançlarına göre, şehitlerin mekânı olan cennete girmekte her an hazır olmaları gerekmektedir. (Atasü, 2008: 158)

Kore Savaşı şehitleri için dönemin gazetelerinde yer alan haberler de, yazar tarafından metne kolajlanmıştır. Bu haberlerden bazıları şunlardır:

Şehitlerin ruhuna Sultan Ahmet Camii’nde mevlit. Başvekâlet mevlidin İstanbul Radyosu’ndan naklen neşrine izin vermiştir. 16 Şubat 1952

Süleymaniye Camii’nde 25 bin Müslüman huşu içinde Kore şehitlerini andı. 1 Nisan 1952 Şehit erler listesi… Hürriyet, 16 Aralık 1950

24 şehit 32 yaralı. Hürriyet, 14 Ağustos 1951 10 Şehit, 24 yaralı Hürriyet, 21 Mayıs 1952 Bir er daha öldü. Hürriyet, 23 Mayıs 1952

4 şehit, 30 yaralı. Hürriyet, 4 Haziran 1952

Bir albay, bir er şehit Hürriyet, 10 Haziran 1952 Seliz şehit, 7 yaralı. Hürriyet, 27 Temmuz 1952 Toplam 751 şehit 175 kayıp 234 esir Ve 2147 yaralı 27 Temmuz 1953’te

Resmi “ateşkes… (Atasü, 2008: 155-157)

Bu yazıların yanında, dönemin iktidar partisini ve muhalefetini oluşturan birçok siyasetçinin de Kore’ye asker sevkini öven ya da yeren kimi açıklamalarına yer verilmiştir. Bu isimler arasında, Başvekil Adnan Menderes, Hariciye Vekili Fuat Köprülüve dönemin Cumhuriyet gazetesi yazarı İsmail Habip Sevük de vardır. Bir belgesel niteliği taşıyan metinde yer alan gazete yazıları, tür çeşitliliğini sağlaması bakımından önemlidir.

Resmi beyanatlar dışında, halk nezdinde savaşa dahlin meşrulaştırılması şiirle de sağlanmaya çalışılır. Vicdan, bu uğurda kaleme alınan metinleri toplar ve kendince eleştirilerde bulunur. Bu şiirlerde, şehitlik kavramı ön plana çıkarılarak yüceltilmiştir.

Mahşer günü evvel ahir şehitlerle dolacak Kahpe düşman cehennemde saçlarını yolacak

Gayrı anlatılmaz bu savaş bence DİN ŞOVENİZMİ Dağ taş konuşmuştu kendi kendince

Hücum diye bir ses duydum ilk önce Sonra Allah Allah dedi Mehmet’im Ne ana ne sola ne yar hayali

Bir gör Mehmet’teki kükremiş hali Kırpmadı gözünü yağmur misali Türkler savaşırken titriyor yerler

Allah muin olsun hem de peygamber IRKÇILIK VE DİNCİLİK

Şehitler üstüne saçıldı nurlar İÇ İÇE

Göğsümüzde kudret yıldızı parlar

MEHMET AKİF’İN Öldün bu ölüş Rabbine yaklaşmaya benzer “ÇANAKKALE Bir hamlede bin merhaleyi aşmaya benzer ŞEHİTLERİNE”SİNİ Bir yepyeni ayet gibi efkârı uyandır ANDIRIYOR SES UYUMU Dünya bunu bekler koca Türk hayli zamandır AÇISINDAN. IRKÇILIK,

DİNCİLİK VE AŞAĞILIK KOMPLEKSİ SARMAŞ DOLAŞ Savaşta yol gösterdi sizlere sancak

Göklere yükseldiniz bayrağa sarılarak IRKÇI VE DİNCİ Kur’an ile Peygamber takdir ederken sizi ŞOVENİZM Melekler ay yıldızla örmüş çelenginizi (Atasü, 2008: 141-142)

Vicdan’ın bu eleştirileri yöneltmesinde iki unsur etkili olmuştur. Bunlardan ilki, geçmişte yaşanılan acılardan sonra kurulan genç cumhuriyetin bir bireyi olması ve Atatürkçü kişiliğidir. O, Türkiye Cumhuriyeti devletince yurt dışına gönderilip tahsil verdirilen öğrencilerden biridir. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine dönmek onu korkutur. Fakat bundan da önemli olan ikinci unsur, onun bir kadın oluşudur. Bir anne ve abla olarak Vicdan, kendi kanından ve canından olan kardeşlerini savaş meydanlarında görmeye dayanamaz. Hele ki devleti ve milleti ilgilendirmeyen bir savaş için orada olmaları, onun kanına dokunur.

Kadın hassasiyetlerinin sıkça sezildiği anlatı, bu anlamda, Feminist kurama özgü bir bakışla örülüdür. Yazar, bu tespiti, metin içinde yaptığı Virginia Woolf göndermeleri ile destekler.

Din temasından dolayı seçip eklediğimiz bu şiirlerin yanında, Milliyetçi duygulara seslenen, antikomünizm propagandası yapan, şiddete övgü, mazohizm, boş gurur, Atatürkçülük sömürüsü içeren, Irkçı Duygular/Şovenizm gibi fikir ve duygulara atıfta bulunan kimi başka şiirlere de yer verilmiştir.

Başlıktaki kavramlar, anlatılarda, Türk-İslam inancına uygun olarak verilmiştir. Şehâdetin inançlı kimseler için coşkuyla göğüslenecek haklı bir gurur olduğu fikri hâkimdir. Bazı anlatılarda, bu dinî duygunun iktidarlar tarafından sömürülüp kötüye kullanıldığına dair kimi eleştiriler de görülmektedir.

1.3.6.7. Şeytan

Dinlerdeki kötücül figür olan şeytan, cinler taifesindedir. Allah’ın Hz. Âdem’i yaratmasından sonra, ona secde etmeyi reddeden tek varlık olarak bilinir. Kur’ân ondan, kulları şükürden alıkoyan (Araf: 17) insanı şarap, kumar gibi kötü alışkanlıklara sevk edip namazdan vazgeçirmeye çalışan (Maide: 91) sefalet ve fuhşa düşüren (Bakara: 268) kibirli (Sad: 74) arabozucu ve insanların düşmanı (İsra: 53) bir varlık olarak bahseder.

Kitab-ı Mukaddes’te Eyüp Peygamber’i yaratıcının yolundan döndürmek için oynadığı

oyunlardan bahsedilir. Bu hikâye Yeni Ahit’te Peygamber’in ismiyle yer alır. Şeytan; İblis ve Azazil isimleriyle de anlatılarda yer almıştır.

Şeytanca bir plan üzerine kurulan Bir Cinayet Romanı, iç dinamikleri gereği dinin kötücül figüründen çokça faydalanmıştır. Hoşlandığı bir yazar tarafından roman kahramanı yapılmak istenen Levent, onun yönlendirmesiyle kendini hiç hoşlanmadığı bir kadınla flört ederken bulur. Kadının adı Yıldız’dır ve Levent’in eşinin arkadaşıdır. Romanın bu yasak aşk üzerinden ilerleyeceğini bildiğinden hiç sevmediği Yıldız’abir süre katlanmak zorundadır.

Keşke Yıldız’a girişmeden önce biraz daha düşünüp taşınsaymışım. Ama oldu bir kere, artık dönemem. ‘Beni gerçekten sevdiğini bilsem, sırf Eser’e inat bana yaklaşmadığına inanabilsem…’ diye göz kapaklarını kırpıştırmaya koyulmuyor mu, şeytan diyor… Tövbe, tövbe… Âşık olmam gereken kişiyi boğazlamaya kalkarsam bu roman altüst olur. (Kür, 2013: 84)

Yıldız’ı elde etmek için karısının kendisini aldattığını söyleyen ve ona sığınan Levent, sevmediği birine güttüğü sahte duygular karşısında rahatsızlık duyar. Fakat yine de, romanın selâmeti için,onu ikna edip önceden kiraladığı otel odasına götürmeye çalışır. Yıldız ise teskin etmeye çalıştığı adamın çıkışları karşısında şaşırır ve ona hemen meyletmez. Böylece otele gitme fikri suya düşer. Levent, bu durum karşısında, yaptığı masrafa çok sinirlenir. “Şeytan dedi, anahtarı da odanın faturasını da ona gönder.” (Kür, 2013: 82) sözleriyle de yazara olan tepkisini dile getirir.

Yazar Erkan tarafından cinayeti çözmemisyonu yüklenen Profesör Emin Köklü ise işin içinden çıkamadığı zamanlarda şeytanın sesine kulak verirken görülür. Köklü, yazarın cinayet konusunda yeterince açık deliller paylaşmamasından yakınır. “Doğru ya, bu romanda benim bilip onun bilmediği kişiler var. Şeytan diyor, tüm romanı çek al elinden. Nicedir yazdıklarımı göndermedim zaten. İstesem olmadık yanlış yollara saptırabilirim onu. Hep o benimle dalga geçecek değil ya.” (Kür, 2013: 239)

Dört kadının ortasında kalan Levent, hayatını onlara göre planlamaktan yılmış haldedir. Aynı zamanda hoşlandığı yazar tarafından, hikâyedeki maktul yapılma fikrinden de çekinmektedir. Yani ölüm ve yaşam arasında bir git-gel durumundadır. “Eser döndükten sonra

her şey iyice arapsaçına döndü. Hayatımı bu dört kadının isteklerine göre ayarlamaya çalıştıkça bunalıyorum. Şeytan diyor, öl de kurtul!” (Kür, 2013: 179)

Anlatı boyunca yazar tarafından okuyucuya ve Emin Köklü’ye katil olarak tanıtılan Y. (Yıldız/Yeşim/Yasemin) ise içinde bulunduğu buhranı ifade etmek için “şeytan diyor ki” deyimine başvurur. “Arada bir içime dayanılmaz sıkıntılar düşüyor. Yüreğim öylesine sıkışıyor ki, şeytan göğsünden sök at o yüreği diyor. “ (Kür, 2013: 39)

Romantik Bir Viyana Yazı’ndaki Hayalci Hoca, kendince bir oyun kurgular. Gerçekle

düş bu oyunda iç içe geçmiştir. Hayatını bir kumar masasına benzeten ve orada bulunan Hoca, Alma Mahler ve Nesrin’i aynı ortamda görür. Bu ortamda bulunan insanlar farklı kıyafetlerle oradalardır. Onlardan biri olan Yunus ise kumarhanedeki şeytan rolündedir ve insanlara şampanya devirtmek, yanlış sayıya oynatmak, başkasının elbisesi yaktırtmak gibi hareketler yaptırır. (Ağaoğlu, 2016: 177) Hayalci Hoca için Yunus anlatıdaki en kötü insandır. Kendisinden beklentileri boşa çıkarıp adamın parasını bitirdiği gibi, öğrencisi Asaf’a da onu rezil ettiğini düşünür. Bu yüzden Hoca tarafından şeytana istiare edilir.

Efrasiyab’ın Hikâyesi anlatısında, tüccar Aptülzeyyat rüyasında gördüğü Salih’in tembihi ile malını fakirlere dağıtmaktadır. Herkese sadakasını veren ve malını tüketen tüccarın çuvalında son üç altını kalmıştır. Onu da bir ihtiyaç sahibine verecek olan Aptülzeyyat, sağ kulağında bir melek sesi işitir:

Ey Apdülzeyyat! Hayırlı işlerini yazmaktan sevap defterinde artık boş sayfa kalmamıştır. Sen kalkıp da o üç altınını bu muhtaca ihsan eylersen sevabını deftere düşemeyeceğim. İyisi mi, sen üç altını koynunda bir yere sıkıştır; bakarsın ileride bir gün lazım olur. (Anar, 2007a: 96)

Burada, kulağa fısıldayan sevap yazıcı melek, görevine zıt bir eylemle karşımıza çıkar. Adamın beddua almasını sağlayan melek aslında şeytanca bir eylemde bulunmuş olur.

Puslu Kıtalar Atlası’ndaki Alibaz, kendisine bir çete kurup kötüleri cezalandırmayı

amaç edinmiştir. Anlatıda efsanevi kahraman Efrasiyab’ın adıyla anılacak olan Alibaz’ın, oynadıkları mızrakların üzerine çivi bağlamayı arkadaşlarına öğretmesi ile onlar arasında sivrildiği söylenir. Yazar bu tehlikeli eylem için çocuğun şeytana uyduğunu söyler. (Anar, 1998: 61)

Ebrehe ve adamlarının aradığı, bir casus kaçırma operasyonunda Bünyamin’in eline geçen siyah renkli para, anlatıda “şeytan parası” olarak adlandırılır. (Anar, 1998: 104) Ebrehe bu parayı bulabilmek için Hınzıryedi’nin maiyetindeki bütün dilencilerin günlük kazançlarını kontrol eder. Paranın neler yapabildiğini görmek için Bünyamin elkimyaya başvurur.

Kabaran merakını yatıştırmak amacıyla, içinden gelen bir sese uyup elkimya işliğine giderek bir kavanoz demir tozu aldı. Tozu bir kâğıda yerleştirir yerleştirmez demir tozları birbirine yapışıp