• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MEDYA VE TOPLUM

3.3. MEDYANIN TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL İŞLEVLERİ

Medya kavramı sadece teknoloji, araç, kurum ya da kültürel ürün anlamına gelmemekte, bunların hepsini kapsayan ve kullanıcıları/katılımcıları olarak izleyicileri/okurları da içine alan karmaşık bir yapıdan ve ilişkiler ağından oluşmaktadır. Bu anlamda, medya ve toplum karşı karşıya gelen iki ayrı kavram gibi durmasına rağmen, ciddi bir ilişki içindedirler. Sözlük anlamıyla da, “medium”un çoğulu olan medya “orta, ortam, aracı olan, doğrudan olmayıp etkinlikleri dolaylı veren” anlamlarını taşımaktadır (Kejanlıoğlu, 2003.82). Yani medya kavramı bir bakıma araçsal niteliğini etkinlikleriyle değişime uğratarak, kitlelere sunmaktadır.

Kitle iletişim araçlarının topluma ulaşmada aşmaları beklenen en temel aşamalarından biri, bireylerdeki “seçerek algılama” engelidir. Bu engelin medya kurumları tarafından aşılmasıyla toplum üzerinde etkili olmalarının başat şartı da

gerçekleşmiş olmaktadır. Bireylerin algı duvarını aşmaya yönelik en etkili mekanizmanın, şartların bilincinde hareket ederek medyanın aktarımı ile bireylerin öncelikleri, tercih sıraları arasındaki benzerliğin sağlanması olduğu vurgulanmaktadır (Gökçe, 1999: 169-170). Bu yöntemle, kitle iletişim araçları bireylerle arasında yeni bir realite oluşturmakta, kitlesel tercihlerin sıralamalarını değiştirme konusundaki etkin rolü ile toplumsal gelişmeyi de büyük ölçüde etkilemektedir. Dolayısıyla medya, bireylerin tepkileriyle sınırlarını çizer gibi görünse de aslında kendisi sahip olduğu fonksiyonlarla toplumdaki reaksiyonları ve düşünceleri kanalize etmektedir.

Medyanın sosyal ve kültürel etkileri konusunda, bu mekanizmanın kavram, kuram ve süreçler olarak analiz edilmesinde ve değerlendirilmesinde iki temel anlayış benimsenmiştir. Bunlardan ilki daha çok Amerikan bilimsel araştırma ve çalışma geleneğinden gelen, liberal yönelimli, “anaakım” yaklaşımıdır. İkincisi ise ele aldığı konuyu daha çok toplumsal boyutlarıyla ve bağlamlarıyla değerlendiren eleştirel yaklaşımdır.

3.3.1. Liberal – Çoğulcu Yaklaşım

Liberal yaklaşım ağırlıklı olarak medyanın enformasyonal yönü üzerinde durmaktadır. Dolayısıyla bu yaklaşıma göre medya bireyleri, toplumu bilgilendiren, haberdar eden, eğiten, eğlendiren, tartışmalı kamusal sorunlar hakkında bireylerin kamuoyuna katılmasını sağlayan bir kurum olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca liberal yaklaşımda medyanın sahip olduğu özelliklerle, halk adına yönetimi denetleme fonksiyonunu da icra ettiği düşünülmektedir. Bu özellikleriyle medya, demokratik siyasi sistemlerde yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinden sonra dördüncü kuvvet olarak tanımlanmıştır.

Liberal çoğulcu yaklaşımda medya, demokratik siyasi sistemin temel unsurlarından birisi olarak kabul edilmekte, özellikle her türlü yönetim mekanizmasını halk adına denetleyen ve halkın görüşlerini de yönetim kademelerine ileten, kamusal/sosyal hizmet gören bir kurumsal yapılanma olarak

nitelendirilmektedir. Bu yüzden haberlerin çeşitli konularda halkı bilgilendirmek ve eğitmek için hizmet vermesi gerektiği düşünülmektedir.

Bu yaklaşıma göre medya ve toplum ilişkisi de karşılıklıdır Yani, medyanın kurumsal yapılanması, yayın politikası ve içeriğinin belirlenmesi toplumun genel kültürüne, beklentilerine, eğilimlerine uyum sağlamalıdır. Böylece toplum medyanın yapısı ve işleyişi üzerinde dolaylı da olsa bir belirleyici etken olarak değerlendirilmektedir. Zira bu anlayışa göre medya toplumsal durumu yansıtan bir “ayna”dır. Aynı zamanda medyanın belirli konulara dikkat çekerek, eleştiri yaparak toplumsal gelişime ve değişime katkıda bulunması gerekmektedir. Medya ve toplum arasındaki karşılıklı ilişkinin devamı için, medyanın bu sorumluluk bilinci ile hareket etmesi gerektiğine inanılmaktadır.

Liberal yaklaşım varolan toplumsal yapının ve kurumlarının korunması, geliştirilmesi ilkesini benimsediği için “tutucu kuram” olarak da nitelendirilmiştir. Liberal yaklaşım medya kavramını, toplumsal yaşamı etkileyen bir faktör olarak “toplumsallaştırma” sürecinin bir aktörü olarak görmektedir. Bu nedenle liberal yaklaşıma göre kitle iletişim araçları kişiseldir bu yüzden medyanın arkasındaki kişi ve kurumlar üzerinde fazlaca durulmamalıdır. Çünkü toplumu birbirleriyle yarışan gruplar ve çıkar bileşimi olarak gören liberal kuramcılara göre bu bilişimde gruplar ve çıkarlar arası anlaşmalar konudan konuya ve zamandan zamana değişir ve dolayısıyla hiçbir grup sürekli bir egemenlik kuramaz. Çoğunluğun iktidarı hüküm sürerken; devletin kanunla koruduğu azınlığın hakları da savunulmalıdır (Yüksel, 2004: 230)

3.3.2. Eleştirel Yaklaşım

Eleştirel yaklaşım medyanın daha çok kurumsal örgütlenişi; birey toplum ve kültür üzerindeki olumsuz etkileri gibi konular üzerinde duran ve bu konuları tartışamaya açan kuramdır. Bu kuram medyayı daha çok ideoloji, sınıf çatışması, toplumsal iktidar ilişkileri, kapitalizm gibi kavramlar üzerinden tartışma yoluna gitmektedir. Liberal yaklaşım medyayı kişiselleştirdiği için azınlığın da temsilini dile getirirken eleştirel kuram ise medyanın kitle kültürünü hâkim kıldığı, iktidarı

yönetilenin aleyhine pekiştirdiği, bir propaganda aracı olarak bireyleri yönlendirdiği, egemen söylemleri yaygınlaştırdığı konularında tenkitler getirmektedir.

Bu yaklaşıma göre medya kültürü popülerleştirerek, yozlaştırmaktadır. Medya içeriği bireyleri olaylar hakkında bilgilendirmek üzere değil yönlendirmek üzere kurgulanmaktadır. Bu nedenle eleştirel yaklaşımlar açısından değerlendirildiğinde medyada gözlenen içerik ile toplumsal ya da kamusal gerçeklik farklı olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Yani genel itibariyle toplumun aynası olarak nitelendirilen ya da öyle olması gerektiği düşünülen medya eleştirel yaklaşımda toplumdan uzak bir konumda yer almaktadır. Kısacası eleştirel yaklaşım medyanın bireyleri toplumsal gerçekliklerden uzaklaştırdığını ve topluma ait temel ve ciddi sorunları magazin konuları arasında sıradanlaştırdığını savunmaktadır. Böylece medyanın toplumsal ve kamusal yapıları kitlesel hale getirerek, ayrılıklar oluşturduğunu ve toplumu tehlikeye attığını iddia etmektedir(Damlapınar, 2007. 128-131).

Eleştirel kurama paralel olarak, kitle iletişim araçlarının toplumsal etik ile ilgili yönlerinin dikkate alındığı ve bu düşünce üzerinden medya görevlerinin belirlendiği bir diğer kuram da “Toplumsal Sorumluluk” kuramıdır.

Toplumsal sorumluluk kuramı, liberal anlayışın öngördüğü basın özgürlüğü çerçevesinin toplumun beklentilerine cevap veremediği iddiasıyla ortaya çıkmış olan ABD merkezli bir kuramdır. Konuyla ilgili temel görüşlerin 1947 yılında basın özgürlüğünün uygulamadaki konumu üzerine inceleme yapan Hutcins Komisyonu raporunda ilk kez ortaya çıktığı düşünülmektedir. Kuram, temelde kamunun öğrenme hakkı ve basın kuruluşlarının kamusal sorumlulukları üzerine bina edilmiş olan ve geleneksel iletişim teorilerinin dayandığı ilkeleri benimseyen bir özelikle taşımaktadır (Falay, 1992-1993: 54).

Sosyal sorumluluk kuramı kitle iletişim araçlarının topluma karşı sorumlulukları bulunduğunu, bu yükümlülükleri yine bu araçların kendi kendilerini düzenleyişiyle yerine getireceklerini, bunun dışında siyasi iktidarın, baskı ve menfaat gruplarının medyayı denetleyemeyeceğini ileri sürmektedir. Kurama göre medyanın başlıca görevleri bilgi vermek, eğlendirmek ve sosyal çatışmaları engellemek için tartışma zemini hazırlamaktır. Kitle iletişim araçları kamuoyu, tüketici tercihleri ve

meslek ahlakıyla denetlenmeli, kişilerin özel hayatına müdahale edilmesine fert ve kamu menfaatlerine saldırılmasına izin verilmemelidir. Bu kurama göre devlet, sosyal sorumluluk anlayışının teminat altına alınabilmesi için özel şahısların mülkiyetinde olan kitle iletişim araçlarına gerektiğinde el koyabilmelidir. Kısacası sosyal sorumluluk kuramının medya görüşü, toplumu ve ferdi dengeli şekilde öne çıkaran bir bakış açısına sahiptir(Terkan, 1999: 39-40).

3.4. MEDYANIN TOPLUMSALLAŞMA SÜRECİNDEKİ ROLÜ VE