• Sonuç bulunamadı

1.5. Küreselleşme Teorileri Üzerine

1.5.3. Medeniyetler Çatışması

Huntington “Medeniyetler Çatışması” tezini, 1993 tarihli Foreign Affairs dergisindeki “The Clash of Civilizations? – Medeniyetlerin Çatışması?” başlıklı makalesinde ve ardından 1996 yılında yayınladığı “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” adlı kitabında açıklamıştır. Huntington’un bu tezi bazı sosyal çalışmacılar tarafından ciddiye alınırken bazıları tarafından çok büyük eleştiriler getirilmiştir. Her iki şekilde de dünya genelinde büyük ses getiren Huntington savunduğu bu tezin temel görüşü, Soğuk Savaş sonrasında dünya politikasının yeni bir aşamaya girdiği yönündedir.

1.5.3.1. Kültürün Yeni Dünya Düzenindeki Artan Rolü

Huntington’a göre, bu yeni oluşumdaki temel gösterge “kültürdür”. Soğuk Savaş sonrası dünyada halklar arasındaki en önemli farklılıklar artık ideolojik, politik ya da ekonomik değil “kültüreldir” (2004: 24).

Bu yeni dönemde insanlar kimliklerini yeniden tanımlanma süreci içine girmişlerdir. Soğuk Savaş döneminde “hangi taraftasın” sorusuna maruz kalınırdı. Bugün ise “biz kimiz” sorusunun cevabı aranmaktadır. Bu cevab bayraklar, haçlar, hilaller ve hatta başörtüsü de dâhil olmak üzere kültürel kimliğin diğer sembolleri kullanarak bulmaya çalışılmaktadır. Çünkü pek çoğumuz için kültür ve buna bağlı olarak kültürel kimlik yaşamımızdaki en anlamlı şeydir. İnsanlar aslında eski ama bir o kadar da yeni kimliklerini yeniden keşfetme çabasındadırlar (Huntington, 2004: 22). Bu geçiş döneminde halkların kimliklerinde ve bu kimliklere ait sembollerde

çarpıcı değişiklikler olmuştur ve küresel politika yeni kültürel çizgiler doğrultusunda yeniden biçimlenmeye başlamıştır (Huntington, 2004: 15). Bu açıdan bakıldığında Soğuk Savaş sonrasında insanlar ve toplumlar arasında kültür, hem bölücü hem de birleştirici bir güç olmuştur (Huntington, 2004: 26).

1.5.3.2. Medeniyet, Modernleşme ve Batılılaşma

Huntington, medeniyet kavramını “en büyük kültürel grup” olarak tanımlamaktadır. Bu kavramın içerisine başta din ve dil olmakla birlikte tarih, ırk, yaşam biçimi gibi unsurları da katmaktadır (2004: 50). Ayrıca Huntington için, Modernleşme ile Batılılaşma kavramları birbirinden farklı anlamlar taşımaktadır. Batı’nın yayılmacı gücü, Batılı olmayan toplumların modernleşmesini ve Batılılaşmasını teşvik etmektedir (Huntington, 2004: 96). Ancak modernleşme Batılı olmayan toplumların zorunlu olarak Batılılaşmasına neden olmaz. Batılı olmayan toplumlar da Batı değerlerini, kurumlarını, uygulamalarını benimsemeden ve kendi kültürlerini terk etmeden modernleşebilir. Batılı olmayan pek çok ülke böylece modernleşmiştir (Huntington, 2004: 105). Bununla beraber, bütün modernleşen toplumların evrensel bir uygarlığa ulaşmaları da olası değildir.

1.5.3.3. Batı Uygarlığının Küresel Hâkimiyeti ve İki Kutuplu Dünya

Huntington’ın “medeniyetler çatışması ve dünya düzeninin yeniden kurulması” tezine göre, insanoğlunun var olduğu dönemden 1500’lü yıllara kadar geçen süre içerisinde dünya üzerinde var olan medeniyetler arasında ilişkiler ya hiç yoktu ya da varsa bile sürekliliği sağlanamamıştı. Bu tarihten sonra modern çağın başlaması ile birlikte küresel dünya iki kutuplu bir yapıya büründü. Dört yüzyıldan fazla bir süredir bir yanda Batı medeniyeti olarak adlandırılan ulus devletler – İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri – öte yanda ise dünyadaki diğer devletler vardı (Huntington, 2004: 24).

Batı medeniyetine ait devletler, kendi içlerinde çokkutuplu bir yapı oluşturmuşlardır. Bu devletler birbirleriyle ilişki içerisine girmişler, yarışmışlar ve savaşmışlardır. Bunu yaparken aynı zamanda diğer medeniyetleri de etkilemişler, genişlemişler, fethetmişler ve sömürgeleştirmişlerdir. Fakat Soğuk Savaş dönemi ile

birlikte küresel politik alan, iki kutuplu hale gelmiş ve dünyayı üç parçaya bölmüştür. Bir tarafta Amerika Birleşik Devletleri’nin liderliğindeki kapitalist Batı toplumları bulunmaktadır. Bu toplumlar genellikle zengin ve demokratik toplum yapılarına sahip ülkelerdir. Diğer tarafta Sovyetler Birliği’nin kontrolündeki sosyalist toplumlar yer almaktadır. Bunlar birinci gruba göre nispeten daha yoksul olmakla birlikte askeri açıdan güçlü ülkelerdir. Bu kutuplaşmanın dışında kalan çoğu yoksul, siyasal açıdan istikrarsız ve bağımsızlıklarını yeni ilan eden ülkeler de üçüncü bir grubu oluşturmuşlardır (Huntington, 2004: 24).

1.5.3.4. Değişen Güç Dengeleri ve Yeni Güç Odaklarını Oluşması

Huntington’a göre, ulus devletler dünya üzerindeki etkilerini devam ettirmekle birlikte Soğuk Savaş döneminin Batı, Sovyet ve Üçüncü Dünya olarak ayırdığı bu üç kutuplu dünyası, yerini sekiz büyük medeniyete bırakmıştır. Bu medeniyetler

şunlardır: Sind (Çin ve çevresindeki ülkeler), Japon, Hindu, İslam, Batı, Latin Amerika ve Afrika. Bu medeniyetlere ait ülkeler arasındaki kültürel benzerlikler ve farklılıklar devletlerin birlikte hareket etmelerine yol açmaktadır. Uluslararası boyuttaki sorunlar ise medeniyetlerin farklılıklarından kaynaklanmaktadır (2004: 28).

Batı, 20. yüzyılda siyasal, ekonomik ve askeri güç olarak karşı konulmaz bir biçimde üstün durumdadır. Ancak medeniyetler arasındaki güç ve iktidar dengelerinde yavaş yavaş değişiklikler olmaktadır. Bu durdurulamayan değişiklikler sonucunda Batının diğer medeniyetler karşısındaki hâkimiyeti azalmaktadır ve azalmaya devam edecektir. Batının üstünlüğü ve iktidarı, güçlenen yeni medeniyetler ve bunlara bağlı devletler arasında bölgesel bir düzlemde dağılmaktadır. İktidar açısından en önemli artış Asya medeniyetlerinde olmaktadır ve Çin, küresel açıdan Batı’yı tehdit edecek bir ülke olarak belirmektedir. Medeniyetler arasındaki bu

iktidar değişimi Batılı olmayan toplumların kendi kültürlerini yeniden

değerlemelerine ve gittikçe Batı kültürünü reddetmelerine neden olacaktır (Huntington, 2004: 111).

1.5.3.5. Modernleşme Sonrasında Yerelleşme Hareketleri

Huntington’un Batılı olmayan kültürlerin yeniden dirilişi ve

yerlileşme/yerelleşme üzerine tezleri ise şöyledir: Kültürün dağılımı aynı zamanda dünyadaki iktidarın dağılımını da yansıtır. Batı iktidarı olarak tanımlanan 19. yüzyıldaki Avrupa sömürgeciliği ve 20. yüzyıldaki Amerikan hâkimiyeti, Batı kültürünü modern dünyanın pek çok yerine ulaştırmıştır. Ancak Avrupa’nın sömürgeci gücü tükenmiş ve Amerikanın hâkimiyeti de artık gerilemeye başlamıştır. Bunun yerine modernleşme ile birlikte ortaya çıkan ve Batılı olmayan toplumların dünya üzerindeki artan hâkimiyeti, beraberinde Batılı olmayan kültürlerin de yeniden doğuşunu hızlandırmıştır. Böylece yerel nitelikte ve köklerini tarihten alan töreler, diller, inançlar ve kurumlar kendilerini yeniden göstermeye başlamamışlardır (Huntington, 2004: 124-125).

Bu bağlamda Huntington’a göre Batılı olmayan toplumlarda kültürel açıdan geriye doğru bir yönelim gerçekleşmektedir. Batılı olmayan toplumlar, Batı toplumları gibi zenginlik ve refaha ulaşabilmek için önceleri onun değerlerini ve kurumlarını kendi toplumlarına aktarmaya çalışmışlardır. Kısaca, Batı gibi olmanın yollarını aramışlardır. Bugün ise özellikle Doğu Asya’daki ekonomik gelişmelerin ardından, Batılı olmayan toplumlar bu ilerlemenin ardında yatan gerekçeyi Batı kültürünü ithal etmekte değil, aksine kendi kültürlerine bağlı kalmakta görmektedirler. Batılı olmayan toplumlar liberalizm, demokrasi, bağımsızlık, halkın kendi geleceğini saptaması gibi Batılı değerlerden zenginleşme süreçleri içerisinde yararlanmış ve bunları evrensel değerler olarak meşrulaştırmış olmakla birlikte, bu meşruluk şimdi Batılı olmayan değerlerin üstünlüğüne başvurularak açıklanmaya çalışılmaktadır. Gelinen noktada Batılı değerlerin çekiciliği halen sürmekle birlikte, Batılı olmayan toplumlar yeniden, kendi kültürlerinin değerli olduğunu düşünmeye ve onaylamaya yönelmişlerdir (Huntington, 2004: 126-127).

1.5.3.6. Dinin Yükselen Değeri

Huntington, Soğuk Savaş dönemi sonrasında ideolojilerin yerini dinin aldığı görüşünü de desteklemektedir. Ona göre, insanın en önemli kimlik özelliklerinden

birisi olarak din, yalnız yeni zenginleşen ve modernleşen toplumlarda değil Batılı toplumlar içerisinde de önemini arttırmıştır. Dolayısıyla dinin küresel ölçekte artan öneminden bahsetmek mümkündür. Bu durum yirminci yüzyılın ikinci yarısında bütün dünyayı sarsan sosyal, ekonomik ve kültürel modernleşmenin getirdiği değişimlerin bir sonucudur ve modern insanın kimlik arayışının da bir parçasıdır. Buna paralel olarak, 1980’li yıllarla birlikte özellikle Batılı olmayan dünyada yerlileşme çabalarının da hız kazanmasıyla beraber Müslüman toplumlarda “yeniden

İslamlaşma”, Hindistan’da “Hindulaşma” ve Doğu Asya’da ise “Konfüçyusçuluk” hareketleri hız kazanmıştır. Ekonomik ve sosyal modernleşme de küresel bir ölçeğe ulaşılmış olmakla birlikte aynı zamanda dinin küresel uyanışı ortaya çıkmıştır (Huntington, 2004: 128-133). Huntington burada özellikle İslam’ın yükselişine vurgu yapmaktadır. Müslümanların öncelikle demografik olarak yükselişi söz konusudur. Bununla birlikte köktencilik akımlarındaki artış da dikkat çekicidir.

1.5.3.7. Asya’nın Ekonomik Yükselişi

Doğu Asya’nın ekonomik açıdan yükselişi yirminci yüzyılın ikici yarısındaki en önemli gelişmedir. Bu tarihe kadar Batı kalkınmışlık, Batılı olmayan ülkeler ise geri kalmışlıkla özdeşleşmişlerdi. Ancak 1950’lerde başlayan süreçte önce Japonya, ardından “Dört Kaplan” olarak adlandırılan Hong Hong, Tayvan, Güney Kore ve Singapur modernleşmişler, ekonomik açıdan da kalkınmışlardır. Bunu Çin, Malezya, Tayland ve Endonezya izlemiş ve şimdi süreç Filipinler, Hindistan ve Vietnam’la devam etmektedir. Üstelik Asya ülkelerinin ekonomik yükselişi, Avrupa ve Amerika’daki ülkelerin durgunlaşan ve ekonomilerine tezat oluşturacak biçimde gerçekleşmiştir (Huntington, 2004: 144).

Doğu Asya ülkelerindeki ekonomik yükseliş, aynı zamanda bu ülkelerin Batı karşısındaki tutumlarını da değiştirmiş, Batının isteklerine ve menfaatlerine daha az karşılık verir ve baskılara daha fazla direnebilir duruma getirmiştir. Bunun yanında, Asyalılar gerçekleştirdikleri ekonomik başarının ardında yatan gerekçeyi Batının sosyal ve kültürel hayatındaki düşüşe değil, Batı medeniyetinden daha üstün olduklarına inandıkları Asya kültürüne bağladıkları bir inanç geliştirmişlerdir (Huntington, 2004: 145-150).

1.5.3.8. Kültür Topluluklarının Oluşması

Huntington bir devletin kültürel kimliğinin, o devletin dünya siyasetindeki yerini, dostlarını ve düşmanlarını da tanımladığını söylemektedir. Küreselleşmenin getirdiği ivme sonucunda, dünya üzerindeki kültür çizgileri yeniden şekillenmektedir ve siyasal sınırlar, kültürel sınırlarla çakışmak üzeredir. Bunun neticesinde, birbirine benzer kültürlere sahip toplumlar ve ülkeler bir araya gelmekte ve işbirliği sergilemektedirler. Kültürleri farklı olan toplumlar ve ülkeler ise birbirlerinden ayrılmakta ve yeni kamplaşmalar yaratmaktadırlar. Çünkü ortak kültürel özellikler toplumlar arasındaki anlaşmayı ve işbirliğini kolaylaştırmaktadır. Buna karşın kültürel farklılıklar da ayrılıkları ve çatışmaları desteklemektedir. Bu durum dünya siyasetinin de yeniden şekillendiği anlamına gelmektedir (Huntington, 2004:173- 174).

1.5.3.9. Dünya Sisteminin Bölgeleşmesi

1990’lı yılların en fazla konuşulan konularından birisi de bölgecilik ve dünya sisteminin bölgeleşmesidir. Bu anlamda işbirliğine dayanan değişik bölgesel örgütler kurulmuştur. Önceleri bölgeler, siyasi ya da kültürel değil coğrafi birer varlıktı. Bugün ise bölgecilik, coğrafyanın kültür ile çakışması ölçüsünde bir işbirliği haline dönüşmektedir. Çünkü askeri, ekonomik ya da siyasal işbirliği kurabilmek için güven gereklidir ve güven de ancak ortak kültüre ve değerlere sahip toplumlarda gelişir. Örneğin; Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)’nün başarısının altında yatan temel neden, ortak bir Avrupa kültürünün ürünü olmasında aranmalıdır (Huntington, 2004: 182-183).

1.5.3.10. Batının Evrenselciliği ve Diğer Medeniyetlerle Mücadelesi

Huntington, Batı medeniyetinin diğer tüm medeniyetler üzerinde köklü ve zaman zaman da yıkıcı bir etkiye sahip olduğunu ifade eder. Batı, üstünlüğünü korumak amacıyla, kendi çıkarlarını dünya toplumlarının çıkarları diye tanımlayarak korumaya çalışmaktadır. Bu amaçla Batılı olmayan toplumların ekonomilerini kendi hâkimiyet alanına çekmeye çalışmakta ve küresel ekonomik sistemle bütünleşmeye zorlamaktadır. Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kuruluşlar aracılığıyla kendi

çıkarlarını öne çıkaracak ekonomik politikaların dünya ölçeğinde uygulanmasını sağlamaktadır (Huntington, 2004: 168).

Ayrıca komünizmin çöküşüyle birlikte Batı’nın liberalizmi küresel bir zafer kazanmış ve evrensel hale gelmiştir. Bu durum Batı medeniyetinin evrensel değerlere sahip olduğu iddiasını geliştirmesine neden olmuştur. Ancak Batı medeniyeti için evrensellik anlamına gelen, diğer medeniyetler için emperyalizm anlamına gelebilmektedir. Sonuçta, Batı medeniyeti ile diğer medeniyetler arasında gittikçe artan boyutta çatışmaların yaşanılması kaçınılmazdır. Bu çatışmaların en önemlileri ise Batı medeniyeti ile İslam medeniyeti ve Çin medeniyeti arasında yaşanmaktadır.

İslam ve Çin medeniyetleri gelişen ekonomiyle orantılı olarak Batı karşısındaki gücünü ve özgüvenini arttırmakta ve buna paralel olarak Batı’nın değerleri ve çıkarlarıyla giderek şiddetlenen bir çatışma içerisine girmektedirler (Huntington, 2004: 269-270).

1.5.3.11. Türkiye Üzerine Tezler

Huntington, “Medeniyetler Çatışması” tezinde Türkiye’ye de yer ayırmıştır. Ona göre, bazı ülkeler birden çok medeniyetin etkisi altındadır ve bu ülkeleri “bölünmüş ülkeler” olarak adlandırır. Türkiye, İslam ve Batı medeniyetleri arasında bölünmüş bir ülkedir. Türkiye bu noktada kendisini güçlü ve kültürel açıdan merkez ülke olarak İslam uygarlığı içerisinde konumlandırmalıdır. Bunun için gerekli olan tarihe, nüfusa, ekonomik gelişmişliğe, ulusal birliğe ve askeri yeterliliği sahiptir. Ancak Türkiye Atatürk’ün önderliğinde kendisini laik bir toplum olarak tanımladığı için İslam’ın liderliğine ulaşması olanaklı değildir. Huntington’un bu noktadaki önerisi Türkiye’nin Batı dünyasına üyelikten vazgeçip, Batı’nın temel İslami muhatabı ve düşmanı olarak oynadığı rolü yeniden üstlenmeye hazır hale gelmesidir (Huntington, 2004: 263).

1.5.3.12. Huntington’un Eleştirisi

Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezi, özellikle 11 Eylül’de Amerika Birleşik Devletlerine yapılan saldırıların ardından daha fazla tartışılır hale gelmiştir. Huntigton’un tezlerinin arkasında yatan temel düşünce “Batı”nın “tek ve biricik”,

taklit edilemez ve ulaşılamaz bir uygarlık sahibi olduğu yönündedir. Ona göre Batı, bu özelliğini öteki uygarlıklara karşı korumak zorundadır. Dolayısıyla Huntington’un Batı’yı merkez alan bu tezi pek çok açıdan eleştirilmiştir. Özellikle Hungtinton’un tezini “biz” ve “onlar” ayrımı üzerine kurarak kendisi de taraf olarak göstermesi bu eleştirilerin başında gelmektedir. Huntington, “Batı dışındaki uygarlıkları” ”farklı” ilan ederek dünyanın geri kalan kısmıyla aralarına bir çizgi çekmektedir. Ona göre, Batı dışındaki ülkeler ne kadar modernleşseler de farklılıklarını koruyacaklardır (Kongar, 2009).