• Sonuç bulunamadı

Küreselleşmenin Tarihi Dönemeçleri

Küreselleşmenin tarihi geçmişiyle ilgili farklı yaklaşımların bulunduğu görülmektedir. Immanuel Wallerstein ve Roland Robertson gibi sosyologlar küreselleşmenin 1500’lü yıllardan sonra ortaya çıktığını belirtmektedirler (Oommen, 2006: 3). Bu tarih sömürgeciliğin yaygılaştığı ve kapitalist dünya sisteminin oluşmaya başladığı bir dönemi işaret etmektedir. Anthony Giddens örneğinde olduğu gibi bazı yazarlar ise 19. yüzyılın göz alıcı gelişmelerini açıklayabilmek adına bu

terimden yararlanmakta ve küreselleşme sürecini yirminci yüzyılın bütününe yaymaktadırlar. Buna göre küreselleşme, modernleşmenin bir sonucu olarak 1800’lü yıllarla birlikte başlamıştır (Oommen, 2006: 3). Küreselleşmenin tarihi, bugüne ait bir olgu olduğunu belirtmek amacıyla, bilgi ve iletişim teknolojilerinin büyük gelişmeler gösterdiği son otuz-kırk yıllık süre ile de sınırlandırılmaktadır. Bu bağlamda John Tomlinson, küreselleşmenin 1960’li yıllarla başladığını ifade etmektedir (Aktaran: Oommen, 2006: 3). Bu farklı yaklaşımlara rağmen küreselleşmeyi belirli sürelerle sınırlandırmak yerine dünyanın binlerce yıllık geçmişinin bütününe dayandırmak da mümükün görünmektedir.

Tarihin farklı dönemlerinde medeniyetler arasında önemli etkileşimlerin olduğu bilinmektedir ve bu etkileşimlerin izleri bugünlere kadar yansımıştır. Örneğin, hemen her ülkede çocukların en severek oynadıkları oyuncakların başında gelen uçurtmanın geçmişi M.Ö. 200 yıllarının Çin tarihine dayanmaktadır. Çinliler tarafından bulunan uçurtma, önce uzakdoğuda yaygınlaşmış sonrasında Marco Polo tarafından Avrupa’ya taşınmıştır (Singer, 2003: 191-192). Barut, kâğıt ve pusula gibi insanlık tarihinin gelişim dönemlerinin en önemli simgeleri olan icatların yine Çin’den dünyaya yayıldığı bilinmektedir (Wright, 2001: 42, 64, 95).

Keşifler, savaşlar, göçler ile yer değiştiren insanoğlu gittiği yerlere kültürünü de beraberinde götürmüştür. Bir dönem Arap egemenliğinde yaşayan İspanya’da bu medeniyete ait pek çok eser bulunmaktadır. İspanyolcada Arapçadan gelme birçok kelime yer almaktadır. Özellikle ‘al’ ile başlayan alfombra, alcohol, almohada gibi sözcüklerin bir kısmı Arapçanın İspanyolcaya bıraktığı izlerdir (Erichsen, 2009).

Toplumlar arasındaki karşılıklı bağlantılar kuşkusuz ki son dönemlerde hızla çoğalmış, yoğunlaşmış ve küresel ölçeğe taşınmıştır. Teknolojik gelişmelerin de özellikle son otuz yılda geçirdiği değişim hem bireylerin hem de toplumların değişimlerine önemli bir ivme kazandırmıştır. Bireyler arasındaki etkileşimlerin boyutu kendi küçük çevrelerinden çıkıp dünya geneline ulaşmıştır.

Yüzyıllar boyu ağırlıklı olarak insan ve mal hareketliliğine bağlı olarak gelişen kültürel değişimlerin, günümüzde iletişim teknolojilerine bağlı olarak sürdürüldüğü dikkat çekmektedir. Bugün küreselleşme denildiğinde ilk akla gelen internet, cep

telefonu ya da uydu anteni gibi teknolojik aletlerdir. Bu durum küreselleşmenin günümüze ait bir olgu olduğunu düşünmemize yol açmaktadır. Kuşkusuz ki bu yeni teknolojiler karşılıklı toplumsal bağların ortaya çıkışını ve çoğalmasını hızlandırmıştır. Özellikle son otuz yıldır dünya eski dünya değildir. Ancak teknolojik gelişmeleri tek başına küreselleşmenin bir sebebi olarak görmek ve küreselleşmenin dinamiklerini sadece teknolojik tabanlı iletişim olanaklarında aramak da eksik bir yargı olacaktır. Zaten bu icatların ortaya çıkmasına da kendilerinden önceki icatlar öncülük etmişlerdir. Yazının bulunması, kâğıdın keşfi, tekerleğin icadı ilk teknolojiler olarak kendinden sonra gelen icatlara öncülük etmişlerdir. Buhar makineleri, elektriğin ve telefonun kullanılmaya başlaması ise ikincil teknolojiler olarak bugünün teknolojilerine ortam hazırlamışlardır.

Bu bağamda Steger, küreselleşmenin izlerini tarihöncesi dönemden gelerek aramayı doğru bulmuştur. Ona göre, küreselleşme insanlık tarihi kadar eskidir ve coğrafi alandaki genişlemeler, toplumsal mübadeleler ve teknolojik sıçramalarla hızlanmıştır. Steger, küreselleşmenin tarihsel dönemlerini beş başlık altında açıklamaktadır (2004: 37-40).

Tarihöncesi Dönem (İÖ 10000 İÖ 3500): Erken dönem küreselleşme, insanoğlunun avcı ve toplayıcı gruplar halinde beş kıtada dağınık

olarak yaşamını sürdürdüğü döneme rastlamaktadır. Bu gruplar arasındaki ilişkiler coğrafi olarak sınırlıydı ve çoğu zaman rastlantılara bağlıydı. Ancak, insanoğlunun kendi yiyeceğini üretmeye başlamalarıyla bu iletişim biçimi değişmiş, tarım insanoğlunun toplumsal hayatına yepyeni bir yön vermiştir. Daha önce göçebe bir hayat süren insanoğlu, tarıma dayalı bir düzen oluşturarak köyler, kasabalar ve

şehirler yaratmıştır. İnsanoğlunun bu yeni hayatı beraberinde farklı bir toplumsal düzeni ve işbölümünü gerekli kılmıştır. Tarım dışında iş kollarına ihtiyaç duyulmuş, bugün için basit ancak o güne göre önemli teknolojiler geliştiren zanaatkârlar ortaya çıkmıştır. Ayrıca merkezi devlet yapılarının gelişmesinde ve güçlenmesinde önemli rolleri olan bürokrat ve asker kesimi oluşmuştur. Bu grubun üyelerinin, tarımsal üretimlerin kayda geçirilmesinde, kalıcı ticaret yollarının oluşturulmasında, uzakta yeni toprakların keşfedilmesinde ve ele geçirilmesinde önemli rolleri olmuştur. Ancak, tarih öncesi dönem toplulukları, coğrafi ve toplumsal engelleri aşmayı

sağlayabilecek teknolojik araçlara sahip olmadıkları için küreselleşme hareketleri de bu dönemde son derece sınırlı düzeyde kalmıştır (Steger, 2004: 40-43).

Modern Öncesi Dönem (İÖ 3500 – İS 1500): Bu dönemin başlangıcında

yazının ve tekerleğin eşzamanlı bulunması küreselleşmeyi yeni bir düzeye taşımıştır. Tekerlek; bir taraftan insanların, hayvanların, malların hızlı bir biçimde başka bölgelere taşınmasına imkân sağlarken diğer taraftan da basit arabaların ve yolların altyapısının gelişmesini sağlamıştır. Yazı; düşünce ve buluşların yayılmasını kolaylaştırmış, karmaşık toplumsal faaliyetlerin koordinasyonuna yardımcı olarak büyük devletlerin çıkışına öncülük etmiştir. Bu nedenle modern öncesi çağ, imparatorluklar çağı olarak adlandırılmıştır ve Mısır, Pers, Roma, Bizans, Osmanlı gibi büyük krallık ve imparatorlukların çıkışına sahne olmuştur (Steger, 2004: 43- 44).

Çin İmparatorluğu’nun tarihi, küreselleşmenin ilk dinamiklerini açıklama adına önemlidir. Çin, modern öncesi dönemde astronomi, matematik, mühendislik gibi pek çok alanda yeni teknolojik buluşlara ev sahipliği yapmıştır. Pusula, barut, kâğıt, mekanik saatler, matbaa, dokuma işleri, taşıma sistemleri Çin’de gerçekleştirilen önemli teknolojik buluşlardan sadece birkaçıdır. Ayrıca, Çin İmparatorluğu sanatsal ürünlerin ve derin felsefi düşüncelerin de üretildiği büyük topraklardır. Bu sayede Çin İmparatorluğu’nda tarımsal verimlilik artmış, ticari hayat genişlemiş, İpek Yolu ile karadan Hint Okyanusu ile denizden yapılan seferlerle Doğu ve Batı birbirine yaklaşmıştır. Yine aynı dönemde dünyada gelişen ekonomik ve kültürel mübadeleler sonucunda kent merkezleri hızla genişlemiş, nüfus artmıştır. Yerel dinler gittikçe kaybolmuş ve Hıristiyanlık, Yahudilik, İslamiyet, Budizm ve Hinduizm gibi büyük dünya dinleri ortaya çıkmıştır (Steger, 2004: 45-49).

Erken Modern Dönem (1500 – 1750): Bu döneme kadar uygarlıkların

gelişimine ve teknolojik yenilemelere fazla bir katkı getirmemiş olan Avrupalılar (Steger, 2004: 50), feodalizmin de etkileri ile ekonomik bağlamda sıkıntılı bir dönem yaşıyorlardı. Portekizli ve İspanyol denizciler, denizcilikteki ilerlemelerin de etkisiyle, Kanarya ve Madeira adalarını keşfetmişler ve bu bölgelerde koloniler oluşturmuşlardır. Avrupalılar bu adalara hem fazla nüfuslarını göndermişler hem de ada kaynaklarını ana karaya aktarmışlar ve bu yolla sömürgecilik çağını

başlatmışlardır. Afrikanın doğal kaynakları ve insan gücünü karşılayacak köleleri, gemilerle Avrupaya taşınmıştır. Bu alanlardan elde ettikleri kazanç Avrupalıları farklı arayışlara yöneltmiştir. Öncelikle Afrika kıtasında kendilerine yeni sömürgeler yaratmışlar ve ardından uzakdoğudaki ülkelere ulaşmaya çalışırken başka bir kıtayı keşfetmişlerdir. Bu süreçte elde edilen zenginlikler Hollanda, İngiltere, Fransa gibi diğer Avrupalı ülkelerin de bu harekete katılmalarını sağlamıştır. Sömürgelerden gelen kaynakları akılcı kullanan İngiliz burjuvazisi, 18. yüzyılda sanayi devrimini başlatmıştır (Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, 2004).

Makineleşmenin getirdiği üretim artışı, Avrupalıları yeni pazar arayışlarına sürüklemiş ve ekonomik etkinliklerin dünya geneline yayılmasına öncülük eden tüccarlar sınıfının doğmasına yol açmıştır. Köle ticareti, Amerika kıtasına göçler ya da din savaşları gibi sebeplerle yoğun nüfus değişimleri yaşanmıştır. Doğu toplumlarıyla ilişkilerini güçlendiren Avrupalılar, Çin ve İslamiyet’e ait teknolojik ve kültürel gelişimlerden de faydalanarak ilerlemelerini sürdürmüşlerdir. Çin

İmparatorluğu’nun dış dünya ile olan bağını kopardığı 1500’li yılların ardından Avrupalılar, Hindistan gibi yeni, zengin ve kârlı topraklara deniz yoluyla seferler düzenlemeye başlamışlardır. Bu sayede matbaa, su ve rüzgâr gücüne dayanan değirmenler, denizcilik teknolojileri gibi pek çok yeni buluş yapılmış ve doğal bilimlerin gelişmesiyle akılcı ve bilimsel düşünceler ilerlemiştir. Bu değişimler beraberinde toplumsal hayatta da farklılıklar yaratmış, yeni siyasal düşünceler oluşmaya başlamış, hukukun evrensel boyutlara ulaşabilmesinin temelleri atılmış, “modernite” kavramının doğmasına yol açmıştır. Bu dönemde Avrupada genişleyen ticareti destekleyen ve yeni pazar arayışlarını teşvik eden devletler, aynı zamanda “kapitalist dünya sistemi” olarak tanımlanan sistemin de temelleri atmış oluyorlardı (Steger, 2004: 50-51).

Modern Dönem (1750 – 1970): Bu dönemde Avrupa, dünya genelindeki

ekonomik ve siyasal hâkimiyet alanlarını Avustralya ve Pasifik adalarını da kapsayacak biçimde genişletmiştir. 19. yüzyıl Avrupa’sında bilimsel ve teknolojik patlamalar yaşanmış, sanayileşme adına dev adımlar atılmıştır. Dünyanın geri kalan bölgelerinden Avrupa’ya getirilen hammadde ile Batı kapitalizmi genişlemiş ve dünya ticaret hacminin büyük kısmını ele geçirmiştir. Ekonomik alandaki

üstünlüklerine paralel olarak Avrupalılar, uygarlıkların lideri olma misyonunu da üstlenmişlerdir. Oysaki yine aynı dönemde, “biz” ve “ötekiler” kavramları arasındaki sınırlar iyice keskinleşmiş ve Batı ile “geri kalanlar” arasında eşitsizliğe dayanan bir düzen kurulmuştur. Güçlü Batılı devletlerin kontrolündeki kapitalizme alternatif olarak yeni felsefi akımlar yine bu dönemde oluşmuştur. 1847’de Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından kaleme alınan Komünist Manifesto, modern dönemde yeni küreselleşme yönelimlerinin oluşmasında önemli bir çıkış noktası oluşmuştur (Steger, 2004: 52-54).

Bu dönemde dünya nüfusu hızla çoğalmış ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avustralya ve Kanada gibi yeni yerleşim alanlarına yoğun bir göç dalgası gerçekleşmiştir. Avrupalı ülkeler kendi sanayilerine daha fazla kaynak yaratmak üzere sömürü ülkeleri oluşturmuşlar ve Batılı sanayileşmiş ülkelerle Batılı olmayan ülkeler asındaki uçurumlar giderek artmıştır. Sonrasında yaşanan I. Dünya Savaşı ile Avrupalı ulus-devletler arasında yeni dünya düzeninin hâkimiyetine ilişkin çekişmeler su yüzüne çıkmıştır. Sermayenin ve malların serbest biçimde dağılımının önündeki engeller kaldırılmış, Batılı para birimlerinin dünya genelinde dolaşımı sağlanmıştır. Hızlanan sanayi üretimi yeni pazar arayışlarını beraberinde getirmiş, Coca Cola içeceği ve Singer dikiş makinesi gibi sonradan marka olarak günümüze kadar gelecek ürünler piyasaya çıkmıştır. Uluslararası reklam ajansları kurulmuş ve bu markaların dünya bütününde tanınırlığını sağlama adına deniz aşırı boyutlarda ilk reklam kampanyaları düzenlenmiştir. Enerjiye olan ihtiyaç çoğalmış, petrol kaynakları üzerindeki kontrol çabaları artmıştır. Buna paralel olarak milliyetçilik ideolojisi dünya geneline yayılmış, bağımsızlık hareketleri hız kazanmış ve ardı ardına pek çok yeni devlet kurulmuştur. Hızlı sanayileşme sürecindeki kuzey kutbunda zenginlik ve refah kavramları tartışılır olmuş, gelir dağılımı ve ağır çalışma koşulları gibi konulara dikkat çekilmiştir. Bu nedenle işçi hareketleri başlamış, sendikalar kurulmuş ve siyasi partiler içinde işçi kolları oluşturulmuştur (Steger, 2004: 55-57).

Modern dönemde iletişim teknolojilerinde de hızlı gelişmeler yaşanmış ve telgrafla başlayan elektronik haberleşme olanakları birbirini takip etmiştir. Telefon, radyo, televizyon gibi eşzamanlı teknolojiler kullanıma sokulmuş ve anında iletişim

olanaklı kılınmıştır. Dergi ve gazetelerin ulaştığı kitleler genişlemiş, sinemanın toplumlar üzerindeki etkisi fark edilmiştir. Tüm bu teknolojiler, insanların zihninde dünyanın küçüldüğüne ilişkin bilincin de yükselmesine neden olmuş ve karşılıklı kültürel bağlantılar kurulmuştur. Ancak ardından gelen II. Dünya Savaşı’nda yaşanan gelişmeler sonrasında Sovyetler Birliği’nin kontrolündeki sosyalist blokla ABD’nin önderliğindeki kapitalist blok arasındaki Soğuk Savaş, dünyayı iki parçaya ayırmıştır (Steger, 2004: 56-58).

Çağdaş Dönem (1970’den Günümüze): Bu dönemde küresel ölçekteki

mübadeleler büyük ivme yaşanmış ve dünya çapında karşılıklı bağımlılıklar artmıştır (Steger, 2006: 58). Berlin Duvarı’nın da yıkılışıyla birlikte toplumlar arasında ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda çok boyutlu ilişkiler kurulmuştur. Küreselleşme, bir yandan moda bir kavram olarak hemen her konuyla ilişkilendirilirken diğer yandan da küreselleşme karşıtı hareketler oluşmaya başlamıştır.

Küreselleşme sürecine ilişkin bu açıklamalardan da görülmektedir ki dünya tarihi boyunca insanlık, büyük değişim evreleri geçirmiştir. Yazının bulunması, buharlı gemilerin sefere çıkmaları, matbaanın icadı, radyo yayınları bu süreçleri başlatan nedenlerden sadece birkaçıdır. Her adımda yerkürede dağınık ve birbirinin çok da farkında olmadan yaşayan insanoğlu birbirine daha fazla yaklaşmıştır. Başka bölgelerde, başka ülkelerde ve hatta başka kıtalarda da kendisi gibi yaşam mücadelesi veren daha milyonlarca insanın olduğunun bilincine varmıştır.

Dünya şimdi bu süreçlerden bir yenisini daha yaşamaktadır. İletişim araçlarının çeşitlenmesi, mevcut bilginin yalnızca kitaplarla değil teknolojik araçlarla da paylaşım olanaklarının artması ve bilgisayar teknolojilerinin bu sürece dâhil edilmesi dünyanın yeni bir döneme adım atmasını da beraberinde getirmiştir. Bilgi ve iletişim teknolojileri, özellikle son çeyrek yüzyılla birlikte bilimsel, ekonomik, siyasi, teknolojik pek çok değişime zemin hazırlamışlardır. Bu değişiklikler bireyler ve toplumlar arasındaki ilişkileri çoğaltmış, hızlandırmış, çeşitlendirmiş ve sıkılaştırmıştır. Ülkelerin dünya bütünü içerisindeki rolleri değişime uğramış, yeni iş kolları meydana çıkmış, yeni sözcük ve kavramlar kullanılmaya başlanmış, farklı

konu ve platformlarda işbirliği olanakları geliştirilmiştir. Bir anlamda sınırlar kalkmış insanlar adeta tek bir düzlemde yaşamaya başlamışlardır. Friedman bu süreci, “dünyanın düzleşmesi” olarak adlandırmıştır (2006: 55-172).

Friedman’a göre, küreselleşme hareketleri bugüne ait bir olgu olmamakla birlikte dünya, yeni dönem küreselleşme sürecini yaşamaktadır. Duvarların yıkıldığı bir dünyada küreselleşme hareketleri yeni bir boyut kazanmıştır ve bu yeni dönem küreselleşme siteminde, dünya üzerinde köklü değişikliklerin yaşandığı ifade edilmektedir (2003: 45). Bu bağlamda Friedman, küreselleşmenin tarihsel sürecini daha çok ekonomik ve teknolojik gelişmelere göre sınıflandırarak üçe ayırmaktadır Friedman’ın “Küreselleşme 1.0” olarak adlandırdığı ilk dönem, Kolomb’un 1492’de Eski Dünya ile Yeni Dünya arasında ticari ilişkileri başlatan seferi ile 1800’lere kadar geçen süredir. Bu dönemdeki değişimler, ülkelerin ne kadar itici güce sahip olduklarıyla ve bu gücü dünya genelindeki rekabetçi ilişkilerde ne kadar kullanabildiğiyle ilgiliydi. Güç; kas gücü, beygir gücü ya da rüzgâr gücü de olabilirdi. Bu dönemde dünya, büyük boydan orta boya küçülmüştür. Yaşanan bu süreçte din ya da emperyalizmden yararlanan devletler sınırların dışına çıkarak küresel entegrasyonun yollarını açmışlar ve kendilerine yeni fırsat yaratmışlardır (2006: Friedman, 2006: 19).

“Küreselleşme 2.0” olarak adlandırılan ikinci dönem, 1800’lü yıllardan başlayarak 2000’li yıllara kadar devam etmiştir ve dünya orta boydan küçük boya indirgenmiştir. Bu sürecin itici gücünü, çokuluslu şirketler oluşturmuşlardır. Sanayi Devrimi sonrasında, küresel düzeyde artan üretim ve pazar olanakları ile öncelikle

İngiliz ve Hollandalı şirketler yayılımlarını küresel düzeye çıkarmışlardır. Friedman’ın “küresel entegrasyon” olarak tanımladığı bu yayılımın arkasında yatan birinci itici güç buhar makineleri, demiryolları ve otomobilin icadı sayesinde ulaşım maliyetlerindeki azalmaya dayanmaktadır. Küresel entegrasyonun ikinci itici gücü ise teknolojik yeniliklerle gelen iletişim maliyetlerindeki azalmadır. Telefon, kişisel bilgisayarlar, uydu antenleri, fiber optik kablolar ve internet gibi yeni teknolojilerle telekomünikasyon alanındaki çeşitlilik artmış ve iletişim maliyetleri ucuzlamıştır.

İnsanlar birbirleriyle daha fazla etkileşim içerisine girebilmişlerdir. Bu dönemin başlarında küresel ekonominin elemanları daha çok ham madde ve sanayi ürünlerinin

değişimi esasına dayanmaktaydı. Sonrasında ise küresel piyasa giderek bilgi ve işgücünün de alınıp satılabilmesine ve kıtadan kıtaya hareketine dayanan gerçek bir küresel ekonomi boyutuna ulaşmıştır. Bu dönemin sonlarına doğru e-posta, e-ticaret gibi kavramlar daha yeni yeni oluşmaya başlamıştır Kuşkusuz ki ekonomik faaliyetler beraberinde siyasal, sosyal ve kültürel etkileşimleri de zorunlu kılmıştır. Ülkeler değişen koşullar karşısında kendilerini yeniden yapılandırmaya ve dünya düzeni içerisinde yeniden konumlandırmaya çalışmışlardır. Duvarlar yıkılmış, Avrupa Birliği gibi yeni entegrasyonlar oluşmuştur (2006: Friedman, 2006: 19-20).

Friedman’ın “Küreselleşme 3.0” olarak adlandırdığı üçüncü dönem 2000’li yıllarla birlikte başlamıştır ve dünya küçük boydan minicik boya dönüşürken bir yandan da giderek düzleşmiştir. Küreselleşme 1.0’ın itici gücünü küreselleşen ülkeler, Küreselleşme 2.0’ın itici gücünü küreselleşen şirketler oluşturuyordu. Küreselleşme 3.0’ın itici gücünü ise devletler ve şirketlerle birlikte ve hatta bunlardan daha çok bireyler oluşturmaktadır. Fiber optik şebekeler aracılığıyla paylaşılan ve kullanılan yazılımlar sayesinde bireyler, adeta birbirlerinin kapı komşusu haline gelmişlerdir. Bu sayede bireylerin küresel düzeyde yaptığı işbirliği ve rekabetin kazandırdığı güç, üçüncü düzey küreselleşmenin ana temasını oluşturmuştur. Başlangıçta Avrupa ve Amerika ağırlıklı gerçekleşen bu yeni süreç dünyanın farklı alanlarını da içine alacak biçimde genişlemiş ve Batılı olmayan, dünyanın her yerinden daha fazla çeşitlilik içeren bireylerce sürdürülmektedir. Başka bir ifadeyle artık bireyler düz dünyanın her köşesini ellerine geçirmektedirler (2006: Friedman, 2006: 20-21).