• Sonuç bulunamadı

Dünyanın Üç Kutuplu Bölümlenmesi

1.5. Küreselleşme Teorileri Üzerine

1.5.1. Modern Dünya Sistemi Teorisi

1.5.1.1. Dünyanın Üç Kutuplu Bölümlenmesi

Wallerstein’in teorilendirdiği sistemin özü “dünya-ekonomisi”dir ve sistemin parçaları arasında her ne kadar kültürel ve siyasal bağlar söz konusu olsa da ekonomik karakterlidir. Wallerstein dünya-sistemini, yaygın işbölümüne dayanan bir sistem olarak açıklar, ancak bu bölümlenme sadece işlevsel - yani mesleki - değil,

aynı zamanda coğrafidir. Ekonomik görevler dünya-sistemi boyutunda düzgünce dağıtılmamaktadır. Wallerstein bu bağlamda, kapitalist dünya ekonomi sisteminin dünyada farklı bölgeler yarattığını iddia etmektedir. Bu bölgeleri ise merkez devletler, çevre alanlar ve merkez ile çevre alanlar arasında bulunan yarı çevresel bölgeler olarak adlandırır (2004a: 361). Bu bölümlenme ekonomik etkinliklerin yapısı, devlet mekanizmalarının gücü ve kültürel bütünlük gibi çok farklı boyutları içerisinde barındırmaktadır.

Merkez Devletler: Bölgeler arasındaki bağıntıyı ise şöyle açıklar Wallerstein:

Dünya-sistemi, merkez ülkeler tarafından oluşturulmuştur ve milli devletler statüsündeki bu ülkeler, dünya genelindeki ekonomik ve askeri sistemin de tamamen hâkimidirler (Hobden ve Jones, 1997: 136-137). Hâkimiyet ağırlıklı olarak üretim güçlerinden kaynaklanmaktadır.

Merkez ülkeler, özellikle çevre alanlardan, kısmen de yarı çevresel bölgelerden ham madde ihraç ederler ve ihraç ettikleri bu hammaddeleri işleyerek yine çevre alanlara ve yarı çevresel bölgelere satarlar. Üretime paralel olarak dünya genelindeki sermaye birikimleri ve yüksek yatırım olanakları da yine merkez ülkelerce kontrol edilmektedir. En üst seviyedeki bilimsel ve teknolojik olanaklar merkez ülkelerde yoğunlaşmaktadır. Nitelikli işgücü ve yüksek ücretli çalışanlar bu ülkelere özgüdür. Bu üstünlüklü konumlarına bağlı olarak en karmaşık ekonomik faaliyetler de bu ülkelerde gerçekleşmektedir.

Merkez ülkeler avantajlı konumları gereği modern dünya-sistemi boyunca gelişmelerini hiç durdurmamakta ve dolayısıyla dünyadaki en zengin ülkeler olarak kabul edilmektedirler. Bu ülkelerde yüksek hayat standartlarına ulaşılmış ve sosyal devlet anlayışına uygun örgütlenmeler de gelişmiştir. Merkez ülkelerin zengin ekonomik yapıları beraberinde diğer ülkelere göre siyasal anlamda da son derece güçlü ülkeler olmalarını sağlamıştır. Bunun bir sonucu olarak merkez ülkelerin devlet mekanizmaları demokratik yönetim anlayışına uygun olarak örgütlenmiştir.

Yüksek askeri güçleri ve ulaşımda kullandıkları alternatif yöntemler merkez ülkelerin diğer bölgelere kolaylıkla ulaşabilmeleri ve ekonomik bağlarını

geliştirebilmeleri için olanaklar sunmaktadır. Ayrıca merkez ülkelerdeki devlet mekanizmaları tekelci üreticileri direkt yardımlar yoluyla destekleyerek hiyerarşik yapıyı devam ettirmede önemli rol oynarlar ve genel olarak kapitalist ekonomiyi korurlar (The Globalization Website, 2000a).

Çevresel Alanlar: Wallerstein, “çevresel devletler” yerine “çevresel alanlar”

terimini kullanmayı tercih etmiştir. Bunun nedeni bu bölgelerdeki yerel devletlerin zayıf olmasındandır (2004a: 361). Ayrıca demokratik yönetim biçimine sahip değildirler ve buna bağlı olarak sosyal devlet anlayışının gerektirdiği kurumlar çevresel alanlarda bulunmazlar. Merkez ülkelerle çevre alanlar arasındaki ilişki ise sömürü ve bağımlılık üzerine kurulmuştur.

Dünya-sisteminin devamlılığının sağlanmasında önemli kaynaklardan biri gelişmekte olan ülkelerde “işbirlikçi” olarak adlandırılan bir sınıfın varlığıdır. Çevresel alanlardaki ve hatta bazı yarı çevresel alanlardaki elit sınıfın önemli bir bölümü, kendi toplumları içerisinde, yurttaşlarının gelişimlerini sağlamak yerine merkez ülkelerin çıkarlarının geliştirilmesi üzerine çalışmaktadırlar. Merkez ülkeler, bu alanlardaki devletleri kendi talepleri doğrultusunda direk ya da endirekt olarak desteklerler ve faaliyetlerini yönlendirirler. Eğer uzlaşmacı sınıflar yönetimde değil ise müdahale ederler ve yeni bir yönetim belirlerler. Bu davranışın klasik bir örneği, 1973 yılında yarı çevresel alanlardan biri olan Şili’deki solcu Allende hükümetinin devrilmesidir. Bir anlamda merkez ülkelerle, “üçüncü dünya” ülkelerindeki elit sınıf arasında yazılı olmayan bir anlaşma vardır. Buna göre, çevresel alanlardaki elit yapılanmanın kendi ülkelerindeki nüfusa ne kadar baskıcı davrandıkları önemli değildir. Önemli olan Batı’nın ekonomik ve siyasi çıkarlarının korunmasıdır. Çünkü çevre alanlar, öncelikle merkez ülkeler tarafından ihtiyaç duyulan ham maddenin kaynağını yaratan alanlardır. Ham maddelerini kendileri işleyemedikleri için merkez ülkelere, kısmen de yarı çevresel alanlara gönderirler. Çevresel alanlar, kendi doğal kaynaklarını işleme olanaklarından ve bilgisinden yoksundurlar ve ağırlıklı olarak tarımsal ürünlerin kaynağıdırlar. Bu alanlardaki ekonomik faaliyetler genellikle ucuz işçilik ve basit teknoloji ile gerçekleştirilir. İşlenmiş madde ihtiyaçlarını ise merkez ya da yarı çevresel alanlardan ithal ederek karşılarlar (Hobden ve Jones,1997: 138).

Yarı Çevresel Bölgeler: Yarı çevresel bölgeler, dünya-sisteminin ara

kuşaklarıdır ve bir anlamda tampon görevi görmektedirler. Bu yönleriyle hem merkez ülkelerin hem de çevresel alanların karakteristik özelliklerini içlerinde barındırırlar. Yarı çevresel bölgeler, merkez ülkelere ait ekonomik çıkarların nüfus ettiği alanlar olmakla birlikte kendilerine ait yerli ve bir o kadar da canlı ve hareketli ekonomik faaliyetlere sahiptirler. Bu melez doğaları nedeniyle yarı çevresel bölgeler modern dünya-sistemi içerisinde önemli bir rol oynarlar. Özellikle işgücü kaynağını sağlarlar ve böylelikle merkez ülkelerde ücretlerin artmasına yönelik baskıların etkilerini giderirler.

Çevresel alanlarla karşılaştırıldığında, yarı çevresel bölgelerde nispeten daha tutarlı ve etkili yönetim yapılarının olduğu görülebilir. Bu yapılar, ulusal kalkınma amaçlı stratejilerin geliştirilmesine ve uygulanmasına yönelik görevlere odaklanırlar. Dünya-sistemi teorisine göre, bu alanlardaki devlet yapıları kendi ülkelerinin pozisyonlarını yarı çevresel bölgelerden merkez ülkeye dönüştürmeye çalışırlar, bu konuda son derece isteklidirler fakat pek azı bunda başarılı olabilmektedirler (Hobden ve Jones, 1997: 137).

Yarı çevresel bölgelerin devlet yapıları otoriterdir ve sosyal devlete ait kurumlar ancak düşük seviyede varlık gösterebilmektedirler. Demokratik devlet yapılı ülkeler olsalar bile, yarı çevresel bölgelerdeki devletler genellikle küçük elit bir grup tarafından yönetilir ve askeriye olası durumlarda demokrasiyi onarmak için arkada beklemektedir. Bu devletlerin temel işlevlerinden biri de çalışma hayatına ait organizasyonları kontrol etmek ve yeri geldiğinde zorlayıcı tedbirler almaktır. Bu ise yarı çevresel bölgelerdeki ücretlerin merkez ülkedekilerden daha düşük ve çalışma koşullarının daha ağır olmasını sağlamaktadır (Hobden ve Jones, 1997: 137).

Yarı çevresel bölgelerin, geçiş alanları olma özellikleri nedeniyle dünya- sisteminin politik yapısının istikrarını sağlama açısından hayati rolleri vardır. Bu durum özellikle de ilgili ülkelerdeki işgücünün kontrolünden kaynaklanmaktadır (Hobden ve Jones, 1997: 137). Yarı çevresel bölgeler 20. yüzyılın sonlarında Doğu Avrupa, Çin, Brezilya gibi alanları kapsayacak şekilde genişlemiştir.