• Sonuç bulunamadı

Kültürel Benzerlikler ve Farklılıklar

II. BÖLÜM

2.3. Kültürel Benzerlikler ve Farklılıklar

Küreselleşmenin bugüne kadar konuşulan ve tartışılan boyutu kuşkusuz ki daha çok ekonomik yönü ile ilgiliydi. Aslında küreselleşmenin yeni bir olgu olmadığı açıkken kültürel meselelere ait olan pek çok soru yeni yeni ortaya çıkmaya başlamıştır. 2000’li yılların öncesinde de küreselleşmeden söz etmek mümkün, ancak kültürel yönüne bu derece önem atfedilmesi bu yüzyılın bir gerçeğidir. Çünkü kültürel meseleler ekonomik ya da siyasal meselelerden farklıdırlar ve kısa bir zaman dilimi içerisinde göze çarpabilecek türde sorunlar değildirler. Uzun bir zaman dilimine ve dikkate ihtiyaç duyarlar. Ayrıca karmaşık ve hassas konulardır (globalization101.org, 2008a).

Ne zaman ki Güney Kore’de, Fransa’da, Mısır’da ya da Türkiye’de benzer biçimlerdeki kıyafetleri görmeye, aynı tür popüler müzikleri dinlemeye ya da

evlerimizde kullandığımız ürünlere ait aynı reklamları görmeye başladık, o zaman bir

şeylerin değiştiğinin de farkına varabildik. Bugün dünya genelinde aynı tür kültürel kalıpların kullanıldığına dair örnekler, her zamankinden çok daha fazla gözlemlenebilmektedir. Örneğin; Şanlıurfa’nın yöresel kıyafeti olan “puşi”nin de küreselleşme hareketlerinden etkilendiğini söylemek mümkündür. Yöre insanlarının bir zamanlar kendi elleriyle dokudukları puşiler, bugün Suriye ya da Güney Kore gibi ülkelerden gelmektedir. Güney Kore’den Şanlıurfa’ya turist olarak gelmiş bir insan yerel bir ürün olarak kendi ülkesinde üretilmiş bir puşiyi alıp ülkesine dönebilmektedir. Aynı şekilde Türk kültürüne ait en temel sembollerden biri olan nazar boncuğunun dahi yurt dışında yapılmış taklitlerine rastlamak olasıdır.

Bununla birlikte son yıllarda fark edilmiştir ki küreselleşmenin kültürel boyutu belki de toplumları en çok sarsan, geleceğe dönük umutlarını ve kaygılarını arttıran, varolma mücadelelerinde önemli bir yere sahip olmaya başlamıştır. Buna bağlı olarak küresel meselelerle ilgili konular gündeme geldiğinde, özellikle yerel kültürlere ait konular önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Temel soru şudur: Gelecek dönemde homojen bir kültürden söz etmek mümkün mü olacaktır? Küreselleşme güçleriyle çatışma halindeki yerel ya da yerli (doğal) kültürel değerlerin korunması nasıl mümkün olabilecektir? Bu ve benzeri sorular bugün için birer muammadır ve pek çok kuramcı bu tarz sorulara cevap aramaya çalışmaktadır.

Bilgi ve iletişim teknolojilerinin özellikle 1980’li yılların sonrasında dünya geneline yayılmasına paralel olarak toplumlar arası etkileşimlerin de hızla çoğaldığı görülmektedir. Bugün pek çok insan lazanya, pizza ya da suşi gibi farklı ve kendi kültürlerine yabancı lezzetler aramaktadırlar. Caz, R&B, Regie ya da Rap türünde müzikler dinlemektedirler. Tango, Samba, Rumba, ya da Vals gibi dansları öğrenmektedirler. Üstelik bu farklı kültürel ürünlerin hangi ülkelerden geldiklerine bakılmamaktadır. Amerikalı mı, Japon mu, Latin mi yoksa Hintli mi? Bu konular pek de önemli değildir. Aynı zamanda yeni olanı satın almaya ya da farklı olanı tüketmeye karşı büyük bir istek duyulmaktadır. Alışılmışın dışına çıkma ve yeniliklerin peşinden gitme, küresel kültürün önemli göstergeleri halini almıştır.

Bazı insanlar böylesi farklılıkları ararlarken bazıları ise onlardan kaçınmakta ve geleneksel olanda ısrar etmeyi tercih etmektedirler. Değişimlere ve yeniliklere karşı direnmektedirler. Alışmış oldukları ürünleri tüketip, farklı fikirleri reddetmektedirler. Yerel müziklerini, yemeklerini ya da kıyafetlerini koruma adına çabalar harcamaya yönelmektedirler. Farklılıklara açık olma ve onları kabullenme ile geleneksel olana sahip çıkma ve onları koruma anlayışları, küreselleşmenin kültürel boyutunun en çarpıcı iki unsuru olarak karşımızda durmaktadır. Örneğin; Fransızlar kendi kültürlerini yansıtan tek mutfağa sahip olmakla gurur duymaktadırlar. Krepler ve pastalar Fransızların vazgeçilmezleridir. Fransızların bir kısmının mutfaklarıyla ilgili böylesi gururlu olmalarının nedeni, Amerikan fast-food restoranlarının kendi ürünleriyle dolu olmasındandır. Fransızların bir bölümü ise fast-food’un Fransız toplumuna ait olmadığını ve kendi ürünlerinden daha düşük nitelikte olduklarını iddia ederler (globalization101.org, 2008b). Bu noktada Edward Said’in sözleri oldukça düşündürücüdür. Said, tüm kültürlerin birbirlerinin içine karıştığını, hiçbir kültürün katışıksız ve tekil olmadığını söylemektedir. Bu bağlamda Said, tüm kültürlerin melez, ayrışık, olağanüstü farklılıklar içeren, tek parça olmayan yapısına vurgu yapmaktadır. Bu durumun, çağımız ABD’si için olduğu kadar modern Arap dünyası için de geçerli olduğunu da belirtmektedir (2004: 31).

İnsan yaşamındaki kültürel çeşitlilik çok çarpıcı ve belki de bu alanda bir sınıflandırma yapılamayacak kadar çoktur. Çünkü yalnızca farklı ülke toplumları arasında değil aynı ülke ve aynı yerleşim bölgesi içindeki insanlar arasında dahi farklı kültürel değişkenlere rastlamak son derece olağan bir durumdur. Kabul edilebilir davranış biçimleri kültürden kültüre değişiklik göstermekte ve çok çeşitlilik yaratmaktadır. İslam inancına göre domuz etinin haram, ineğin de Hindular için kutsal bir hayvan olması sebebiyle bu dinlere ait toplumlarda bu hayvanların yenilmesi yasaktır. Ancak Batılı toplumlar için bir sakınca yoktur. Kedi ve köpek ise bazı toplumlar tarafından yenilirken Batılı toplumlarda evcil hayvan olarak görüldüğünden yenilmezler. Davranışların bu kabul edilebilir biçimleri, toplumları birbirinden ayıran kültürel farklılıkları oluşturmakta ve kültürel çeşitlilik yaratmaktadır.

Ancak bir yandan da toplumlara ait bu çeşitliliğin egemen kültürler tarafından baskılandığına ait bir görüş yaygınlaşmaktadır. Çünkü toplumlar arasında karşılıklı etkileşimlerin artmasına, farklılıklarımızın kaybolmasına ve yerel kültürlerin zayıflamasına yol açan küreselleşme süreciyle insanoğlu standart fikirler, standart değerler, standart yaşam tarzları tarafından her gün biraz daha kuşatılmaktadır. “Titanic” adlı gemiyi, “David Backham” adlı futbolcuyu, “ananas” adlı tropik meyveyi artık hemen herkes bilmektedir. Bugün dünyanın neresine gidilirse gidilsin “hamburger” denilen yiyeceğin neredeyse bütün insanlar tarafından bilindiğini görmek dikkat çekicidir. Hepimiz hamburger yiyoruz, kot pantolon giyiyoruz, insan haklarından bahsediyoruz. Tüm bu benzerliklerin dünya geneline yayılması, kültürel çeşitliliğin ve zenginliğin azalmasına yönelik endişelerin artmasına yol açmaktadır. Kültürel farklılıkların korunmasına yönelik talepleri daha fazla gündeme getirmektedir. Kültürel farklılıkların korunması ilkesini, demokratik hak ve özgürlükler alanının ayrılmaz bir parçası olarak gören bir anlayış yaygınlaşmaktadır (Kongar, 2007). Küreselleşmenin kültürel boyutuyla ilgili tartışmalar da işte bu ikilemlerden doğmaktadır.

Peter Berger kültürel küreselleşmenin ortaya çıkardığı değişimleri dört başlık altında açıklamaktadır (1997: 9-26). Bunlardan ilki Huntington’un da kullandığı ifadeyle Davos Kültürü ya da uluslararası iş dünyası kültürüdür. İkincisi uluslararası akademisyenler kulübü ya da dünya aydınlar kültürü olarak tanımlanan kültürdür. Küresel kültürün üçüncü göstergesi yeni dinsel hareketler ya da popüler din kültürüdür. Küresel kültürün bir diğer göstergesi de McDünya kültürü ya da küresel popüler kültürdür. Bu değişimler eş zamanlı olarak yaşanmaktadır, birbiriyle bağlantılıdır ve nüfuz ettikleri yerel kültürlerle etkileşim içindedir.

Küresel Profesyoneller: Genellikle iyi eğitim almış ve iş dünyasının ön

saflarında olan çalışanlar bir tür ortak kültür geliştirmektedirler. Küresel profesyoneller olarak tanımlanan bu grubun üyeleri, ileri küresel ilişkilerin geliştirilmesinde önemli roller oynamakta ve yönetimsel kararlar almaktadırlar. Her yıl İsviçre’nin Davos kentinde bir araya gelen profesyoneller, bu grubun en önemli örneklerindendir. Davos kültürü yalnızca iş toplantılarından, ofis ortamlarından ya da

iş yemeklerinden ibaret olduğunu düşünmek yanıltıcıdır. Davos kültürü; geliştirilen uluslararası ticari ilişkiler aracılığıyla benzer yaşam tarzlarının ve kültürel değerlerin aktarılmasını da gündeme getirmektedir. Küresel profesyonellerin birbirleriyle girdikleri etkileşim süreci sonrasında aynı eğlence aktivitelerini ya da aile yaşam tarzlarını benimsedikleri, benzer biçimde giyindikleri, aynı davranış kalıplarını kullandıkları görülmektedir (Berger, 1997: 9-26).

Akademisyenler Kültürü: Berger’in “aydınlar kültürü” olarak da ifade ettiği

ve üniversitelerde, düşünce kuruluşlarında ya da devletdışı organizasyonlarda aktif olarak görev alan akademisyenler, küresel kültürün özellikle elit gruplar arasında yayılımına aracılık etmektedirler. Akademik çevrelerin hem öğretim elemanı hem de öğrenci düzeyinde tüm dünya genelinde yoğun hareketliliği söz konusudur. Değişim programları, bilimsel araştırma ortaklıkları gibi değişimler, böylesi uygulamaların yalnızca birkaçıdır. Bu değişimler sırasında özellikle Batılı ülkeler tarafından geliştirilen öğretim biçimleri dünyanın geneline yayılmaktadır. Türkiye’de de pek çok okul daha anasınıfından başlayarak öğretim modellerini ve programlarını Batılı ülkelerdekiyle eşitlemeye yönelmekte ve bu doğrultuda ders programları ithal etmektedirler. Böylece toplumlararası farklılıklara rağmen eğitim yöntemlerinin standartlaşması gündeme gelmektedir (Berger, 1997: 9-26).

Yeni Dinsel Hareketler: Berger, küresel kültürün oluşumunda bir diğer

önemli rolü de din olgusuna atfetmektedir. Küreselleşme, bir yandan ideolojilerin önemini kaybettiği ve kapitalizmin hüküm sürdüğü bir dünyayı tanımlarken bir yandan da tüm dünya ülkeleri için din olgusunun öne çıktığı bir dönemi ifade etmektedir. Her din küreselleşme süreci içerisinde farklı biçimlerde kendilerini yeniden konumlandırmaktadır. Ancak en önemli rol İslam’a yüklenmektedir ve Batı kültürü ile İslami rejimi uygulayan ülkeler arasında oluşan gerginlikler tartışılmaktadır. Bununla birlikte Budizm ya da Hinduizm gibi Uzakdoğu dinleri de küresel platformda daha fazla tanınır olmuşlardır. Bugün pek çok insan bu dinleri öğrenmek için bu ülkelere yolculuklar yapmakta ve Batı toplumlarında bu dinleri yaşamaya çalışmaktadırlar (Berger, 1997: 9-26).

Popüler Kültür: Küresel kültürün en görünür biçimde dışa vurulma aracı

popüler kültürdür (Berger, 2003: 15). Popüler kültür tüm toplumlar tarafından özümsenmekte ve dünya genelinde yaygınlaşarak egemenliğini ilan etmektedir. Popüler kültür; film, müzik, televizyon şovları, gazeteler, uydu yayınları, hızlı yiyecekler, kıyafetler ve diğer eğlence ve tüketim maddeleri ile dünya geneline yayılarak küreselleşmektedir. Televizyon, bu yayılımda güçlü bir rol oynamaktadır. Son yıllara kadar televizyon yerel bir araç olarak kabul edilmekteydi. Bugün ise televizyonun doğası tamamen değişmiş ve televizyon yayıncılığı sınır ötesi yayıncılığa dönüşmüştür. Uydu aracılığıyla farklı kültürlere ait televizyon kanallarını izlemek son derece kolay hale gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri en çok televizyon programı ihraç eden ülke konumundadır. Buna karşın en az programı ithal etmektedir. İngiltere Fransa ve Almanya daha sonra gelmektedirler. Onların ardından Brezilya, Meksika, Mısır, İspanya, Avustralya gibi ülkeler gelmektedir (Held, vd. 1999: 357-360). Benzer biçimde, Varis’in söylediğine göre Latin Amerika’nın ithal ettiği televizyon programlarının yüzde 77’si, Kanada’nın ithal ettiği programların yüzde 70’i, Avrupa’nın ithal ettiği programların ise yüzde 44’ü Amerika Birleşik Devletleri’nden gelmektedir (Aktaran: Mackay, 2004: 63)

Popüler kültür ürünleriyle birlikte inançların ve değerlerin önemli bir kısmı da taşınmaktadır. Örneğin; Rock müziğinin yaygınlaşmasıyla yalnızca yüksek ses, ritmik melodiler ya da atletik danslar değildir aktarılanlar. Rock müzik bunun yanında, kültürel değerlerin bir kümesini de sembolize etmektedir. Kendini ifade etme, doğallık, cinsel serbestlik ve belki de daha fazla önemlisi geleneklere meydan okumaya karşı delil olarak gösterilmeyi ifade emektedir (Berger, 1997: 9-26).

“Fast food” diye adlandırılan ve çabuk hazırlanıp servis edilebilen yiyecekler hayatın her alanına girmişlerdir. Önceden hazırlanan ve hemen tüketime sunulabilen hamburger, pizza, döner gibi yiyecekler ve gazlı içecekler - hızlı yaşamın bir gereği olarak - beslenme ve tüketim alışkanlıklarının standartlaşarak dünya toplumlarına yayılmasına aracılık etmişlerdir.

Küreselleşme ile birlikte pek çok sektörde olduğu gibi tekstil sektöründe de markalaşma öne çıkmıştır. Yaratılan markaların her topluma ulaşma çabaları küresel

markaların doğuşunu sağlamış ve bu markaların dünyanın her yerinde açtıkları mağazalarla benzer ürünler beş kıtaya birden yayılmıştır. Gençler tarafından sıklıkla tercih edilen Nike, Adidas ve Reebok gibi spor markalarının gündelik giyilen rahat ayakkabıları, Levi’s ya da Lee Cooper gibi markaların klasikleşen kot pantolon

modelleri popüler küresel kültürün ürünleri olarak dünya genelinde

standartlaşmışlardır. Aoki, çağdaş Japonya’da giyimin büyük ölçüde Batı kültürünün etkisi altında olduğunu belirtmektedir. Bugünün giyiminde geleneksel Japon tarzı istisnayı, Batı tarzı ise genel kuralı oluşturmaktadır. Giyimin fast-food’laşmasında sadelik ve kolay kullanırlılığa doğru bir yönelim söz konusudur (2003: 81). Kıyafetlerle birlikte adeta renkler de standartlaşmıştır. Küresel bir marka olan Benetton reklamlarında renklere vurgu yapılmıştır. Çünkü renk, standartlaştırılmış giyecek ürünlerinde tüketiciye sunulan önemli bir değişkendir (Waters, 2001: 198). “United Colors Of Benetton” markasının modelleriyle birlikte pek çok rengi de hazır giyim sektörü tarafından dünya çapına yayılmıştır.

Genel olarak Amerikalı aydın sınıfa dayanan kökleriyle “sağlık ideolojisi”, yayılarak geniş kitlelerin değerlerini ve davranışlarını etkilemiş, küresel boyutlara ulaşmıştır (Berger, 2003: 13). Önceleri elit sınıflarca sahiplenilen sağlıklı yaşam, estetik, güzellik, formda kalma, fit olma gibi sloganlar sonrasında popülerleşmiş ve genel kitleye yayılmıştır. Bu doğrultuda büyük bir sağlık ve estetik endüstrisi gelişmiştir.

Spor kültürel küreselleşmenin bir diğer güçlü unsurudur. NBA liginin uzak coğrafyalarda dahi önemli bir hayran kitlesi oluşmuştur. Benzer biçimde Formula 1 gibi yarışlar tüm dünyada ilgiyle izlenilen organizasyonlardandır. Bununla birlikte daha birkaç yıl öncesine kadar adı bile duyulmayan spor dalları ekranlarımızda yer almaktadır. Örneğin; “Curling” böylesi bir spor dalıdır. Yoga, karate gibi sporlar da Uzakdoğu’dan küresel alana yayılmışlardır. Ancak kuşkusuz ki futbolun küreselleştirici etkisi tüm spor dallarından fazladır. Futbol dünya genelinde oynanan ve izlenilen bir spor dalı olmuştur. Futbolseverler bugün yalnız Türkiye’deki ligleri değil İngiltere, Rusya, Arjantin gibi ülkelerin de liglerini takip edebilmektedirler.

Günümüzden yaklaşık 400 yıl önce yazılan Cervantes’in “Don Kişot” adlı yapıtı, küresel kültürün en önemli ürünlerinden biridir. Bununla birlikte günümüzün edebiyat ürünleri, geçmişten çok daha hızlı bir biçimde küresel dünyada okurlarına ulaşmaktadırlar. “Herry Potter” ve “Alacakaranlık” gibi romanlar, “Ferrrari’sini Satan Bilge” ya da “Sır” gibi kişisel gelişim kitapları Batıda yayınlanmalarının hemen ardından farklı dillere çevrilmekte ve farklı kültürlere ulaşmaktadırlar.

Küresel kültürün bir diğer göstergesi şehirleşme ve mimari öğelerdir. King’e göre eğer bir “küresel kültür” var ise, bu kültür çağdaş endüstri sonrasının (hata bazı yerlerde öncesinin) kapitalist şehirciliğinin ürünüdür (1998: 190). Çünkü kentler, dünya kültürlerinin karşılaştığı mekânlar olarak öne çıkmaktadırlar. Küreselleşme süreci ile birlikte dünya ekonomisinin yönlendirdiği dünya kentlerinin oluştuğu görülmektedir (Aslanoğlu, 1998: 145, 169). Özellikle Londra, New York, Tokyo, Hong Kong ve İstanbul gibi sanayileşmenin etkisinde yeniden yapılanan şehirler, kozmopolit yapılanmalarıyla küresel dünyanın sembolleridirler. Şehirleşme; kule tipi çok katlı yapılarıyla, benzer mimari figürleriyle dünyanın her tarafına yayılmıştır. Aynı mimari kalıplar alışveriş merkezlerinde, havaalanlarında, müzelerde, stadyumlarda ve konutlarda rahatlıkla fark edilmektedir. Çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış olan İstanbul, yerli ve yabancı sermaye girişimleriyle “plaza kenti” halini almış, çok sayıda rezidans ve alışveriş merkezleriyle kuşatılmıştır (Uygun, 2007: 12). Bu süreç hızla Anadolu’daki diğer kentlere de yansımıştır. Küresel kültürün ürünleri olan kozmopolit şehirlerin bir diğer ortak özelliği ise, reklam panolarıyla donatılmış halleridir.

Küresel kültürün izlerini toplumların eğlence biçimlerinde de görmek olanaklıdır. Çocukların oynadıkları geleneksel oyunların ve oyuncakların yerlerini hızla küresel olanlara bıraktıkları görülmektedir. Origami olarak adlandırılan Japon katlama sanatı bugün pek çok ülkede okullara kadar giren bir etkinlik halini almıştır. Monopoly, tabu ya da scrabble olarak adlandırılan oyunlar farklı toplumlar tarafından aile oyunu olarak sahiplenilmiştir. Danimarka’da geliştirilen ve lego adıyla piyasaya sürülen parçalı oyuncaklar artık küresel toplumun oyuncaklarıdır. Teknolojik yeniliklerle birlikte dayanıklı maddelerden yapılan oyuncaklar yerlerini

hızla bilgisayar ve video oyunları gibi maddi olmayan oyunlara bırakmışlardır. Oyun oynama, fiziksel bir aktivite olmaktan çıkarak daha çok zihinsel bir forma dönüşmüş ve oyunlar medyasallaşmıştır (Hjarvard, 2004: 43-63). Küreselleşmeninin yaşam biçimini nasıl değiştirdiği üzerine yapılan araştırmalar göstermiştir ki bugünün gençleri genellikle benzer bilgisayar oyunlarını oynamakta ve boş zamanlarında yine benzer aktivitelerde bulunmaktadırlar (Suarez-Orozco ve Qin-Hilliard, 2004: 7). Özellikle facebook gibi paylaşım sitelerinde ve internet üzerinden oynanan oyunlar bunlara örnek olarak verilebilir. Fakat küreselleşmenin aynı zamanda yerel dinamikleri harekete geçirmesi sonucunda hem küresel hem de yerel biçimlerin bir arada sunulduğu eğlence alanlarının da yarattıldığı görülmektedir. Türkiye’de “Türkü Bar” olarak adlandırılan mekânlar, küresel eğlence anlayışının yerel temalarla birleştiği alanlar olarak görülmektedirler.

Küreselleşme ve Dil: Dil, pek çok işlevi bir arada barındıran bir iletişim

aracıdır. Dil, hem geride kalan zamanları bugüne taşıyarak hem de bugünün yaşamını gelecek zamanlar için kaydederek toplumların yaşamına yön verir. Dil, bir yandan bireylerin toplumsal yaşama uyum içinde katılmalarına olanak sağlarken bir yandan da düşüncelerimizin, değerlerimizin, yargılarımızın oluşumuna imkân sağlar. Bu açıdan dil, bir anlamda toplumların yaşamlarını devam ettirebilmelerinin bir ön koşulu olarak görülmektedir. Çünkü bir toplumu gelecek nesillere taşıyan temel unsur dildir. Bu bağlamda Sinanoğlu dili bir milletin anılarının, yani tarihinin, kültür birikiminin ve ortak hissiyatının depolandığı unsur olarak görmektedir. Ona göre, dil olmazsa kültür olmaz. Kültür olmazsa kimlik, kimlik olmazsa haysiyet, onur olmaz. (2005: 203).

Küreselleşmenin en fazla etkilediği kültürel alan kuşkusuz ki dildir. Küreselleşmenin kültür üzerindeki etkilerini değerlendirebilmenin bir yolu, dilin kullanımında ortaya çıkan değişimleri belirlemektir. Dünyada konuşulan dil sayısı, bu dillerin kullanım alanları, konuşan kişi sayısı, farklı dillerin yaşam mücadeleleri, dillerin birbirleri arasındaki etkileşimler gibi konular kültürel küreselleşme başlığı altında daha fazla önem kazanmıştır.

Küreselleşmenin diller üzerindeki etkilerini evrensel ve yerel olmak üzere iki boyutta görmek mümkündür. Evrensel boyutta incelendiğinde dünyada konuşulan dil sayısında hızlı bir azalmanın yaşanmakta olduğu görülmekte ve İngilizce, İspanyolca ile Çince gibi birkaç dil ön plana çıkmaktadır. Fakat aynı zamanda Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNECO) de işaret ettiği gibi ana dillerin nitelikli eğitimin sağlanmasında ve toplumsal ilerlemedeki etkisi, kültürel mirasın korumasındaki önemi, kültürel çeşitliğin ve kültürlerarası iletişimin sağlanmasındaki rolü gibi konularda bilinç düzeyinde bir artışın olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda dünyada konuşulan tüm dillerin korunmasına yönelik fikir birliğinin sağlanması ve çokdilliğin korunması amacıyla UNESCO tarafından Uluslararası Anadil Günü etkinlikleri başlatmıştır (UNESCO, 2008).

1500’li yıllarda dünyada konuşulan dil sayısının yaklaşık 14.500 olduğu bilinmektedir (Steger, 2006: 118). UNESCO Genel Direktörü Koichiro Matsuura’nın belirttiğine göre günümüzde dünya genelinde konuşulan dil sayısı yaklaşık 7000 dolayındadır. Üstelik eğitim kurumlarında, kitle iletişim araçlarında ve sanal ortamlarda bu dillerin dörtte birinden daha azı kullanılmaktadır (Matsuura, 2008). Kültürel küreselleşmenin getirdiği etkilerle pek çok yerel dilin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bilinmektedir. 21. yüzyılın sonunda mevcut dillerin yarısından fazlasının ortadan kalkacağı tahmin edilmektedir (Steger, 2006: 118). Tüm bunların kısa açıklaması; yerel dillerin hızla silindiği ve İngilizcenin milyonlarca insanın ana dili olmasa bile ikinci dili olduğu gerçeğidir.

Azınlıkların konuştuğu dillerin, diğer dillerin ağırlığı altında ezilerek yok olmaması gerektiği, ortak bir düşünce olarak kabul görmektedir. Ancak İngilizceyi baskın dil haline getiren küresel dalgaya karşı gelmenin zor olduğu da hemen herkesçe kabul edilmektedir. Bununla birlikte ülkeler kendi ana dillerini koruma