• Sonuç bulunamadı

1.4. Küreselleşmenin Boyutları

1.4.1. Ekonominin Küreselleşmesi

Berlin Duvarı, 1989 yılındaki yıkılışına kadar dünyanın küresel bir bütün olarak algılanmamasının önündeki en önemli sembolik engel olarak görülüyordu. Bu tarihe kadar dünyaya hâkim iki temel ideolojinin toplumlar arasında yarattığı kutuplaşma, duvarın yıkılışıyla adeta son buluyordu. Bu tarihle birlikte bir yandan komünizmin dünya üzerindeki etkisini yitirdiği, bir yandan da kapitalizmin hızlı bir yükselişe geçtiği görülmüştür. Artık iki kutuplu dünyanın sonuna gelinmiş ve yeni güç dengeleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Liberalizm, temel ideoloji olarak dünya geneline yayılmış ve tüm ülke ekonomileri serbest piyasa ekonomisine ayak uydurmuşlardır. Daha fazla üretim, daha fazla satış, daha fazla kâr, daha fazla refah gibi söylemler gündelik yaşamda sıklıkla kullanılan temalar halini almışlardır.

Sovyetler Birliği ve onun etkisi altındaki ülkeler kapitalizm ile tanışmışlar ve ekonomilerini kalkındırmanın yolunu daha fazla dışarıya açmada bulmuşlardır. Serbest pazar ekonomisine geçiş süreci yaşayan bu ülkelerde ekonomik gelişme ve büyüme hemen her ülkenin öncelikli hedefi haline gelmiştir. Aynı dönemde Çin, Hindistan, Endonezya, Tayvan gibi Asya ülkeleri ile Brezilya, Arjantin, Meksika gibi Latin Amerika ülkelerinin ekonomik büyüme oranları ve dünya ekonomisindeki ağırlıkları artmıştır (Selamoğlu, 2000: 34).

Duvarın çöküşü bir yandan toplumların ekonomik bütünleşmelerini sağlarken diğer yandan da ortak bilgi havuzlarının oluşmasına olanak sağlamıştır. Farklı toplumlar tarafından üretilen bilgiler çeşitli ortamlarda bir araya getirilmiş ve pek çok insanın bu bilgilere erişimi kolaylaşmıştır. Bu bilgilerden yola çıkarak yenileri üretilmiş ve daha önce denenen ve başarılı olan uygulamaların standartlaşması sağlanmıştır. Böylelikle ekonomiler nasıl yönetilmeli, muhasebe-bankacılık nasıl

yapılmalı, bilgisayar nasıl üretilmeli, ekonomik tebliğler nasıl hazırlanmalı gibi konulara ait bilgilerin standartları oluşmuş ve dünya genelinde ortak uygulama alanları yaratılmıştır (Friedman, 2006: 55-62).

Günümüzde siyasetçiler, ekonomistler, iş adamları, akademisyenler, kısaca hemen her sektörden insan “dünya ekonomisi” olarak tanımlanan bir olgudan söz etmektedirler. Toplumların ekonomik yaşamları ve değerleri, sadece ulus-devletler düzeyinde değil, küresel alanda sorgulanmakta ve tartışılmaktadır. Uluslararası ticaret, uluslararası bankacılık, uluslararası rekabet kavramları sıklıkla kullanılır olmuştur. Ekonomik krizler de dünya genelinde yaşanmaktadır. Örneğin; 2008 yılının son çeyreğinde Amerika Birleşik Devletleri’ndeki mali piyasalarda yaşanan kriz tüm dünya piyasalarını etkisi altına almış ve diğer pek çok ülkede de benzer sorunlara yol açmıştır. Bu noktada, Amerika Birleşik Devletleri’nin çok büyük bir ülke olduğu, dünya ticaretinin önemli bir kısmının bu ülkenin kontrolünde yapıldığı ve bu nedenle orada yaşanan krizin dünya ölçeğinde hissedildiği varsayımı ortaya atılabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, 1997 yılında Güney Kore’de ve 2001 yılında Arjantin’de yaşanan ekonomik sorunlar da bütün dünyanın dikkatlerini bu ülkelere çekmiştir. Özellikle gelişmiş ülkeler bu ülkelerde yaşanan ekonomik bunalımların diğer ülkelere sıçramaması için önlemler almak zorunda kalmışlardır.

Küresel ölçekteki ilişkilerin ekonomik anlayış ve uygulamalara yansımasıyla ortaya çıkan “dünya ekonomisi”nin, birkaç temel özelliği bulunaktadır. Bunlar; sermayenin ve ticaretin uluslararasılaşması, çokuluslu şirketlerin hâkimiyeti, ekonomik düzene yön veren yeni ülkelerin ortaya çıkışı, uluslararası düzeyde ekonomik örgütlenmelerin oluşturulması ve ekonominin küreselleşmesine katkıda bulunan yeni iş kollarının oluşmasıdır.

1.4.1.1. Sermayenin ve Ticaretin Uluslararasılaşması

Dünya ekonomisi son yıllarda sermayenin ve ticaretin büyük ölçekli hareketliliğine tanıklık etmiştir. Ekonomiler biçim değiştirerek ulusal düzeyden uluslararası düzeye çıkmışlardır. Ulus devletlerin iç ekonomilerinin kontrolü, büyük ölçüde uluslararası ekonomik düzenin egemenliğine girmiştir ve yeni güç sahipleri

ortaya çıkmıştır (Drucker, 2000: 117). Özellikle 80’li yılların sonrasında ortaya çıkan uluslar-üstü şirketler en güçlü küresel aktörlerdir (Miller, 1990: 154). Sınır tanımayan küresel sermayeyi ve enformasyon akışını kullanarak güçlenen uluslararası boyuttaki bu şirketler, tüm dünyayı tek bir pazar olarak gören ekonomi politikalarının uygulayımcıları olmuşlardır. Aynı zamanda modern üretim ve yönetim biçimlerini, ileri düzey teknolojileri, belirli oranlarda, zengin ülkelerden fakir ülkelere doğru aktarmışlardır.

Uluslararası ekonomiyi şekillendiren olgu mal ve hizmet ticaretinden çok sermaye hareketliliğinin serbestleşmesi ve paranın akışıdır. Küreselleşmeyle birlikte mali piyasalar yeniden şekillenmiş ve para, uluslararası dolaşımdaki en önemli eleman haline gelmiştir. Ancak, küresel dolaşımdaki paranın büyük bölümü hammadde temini sağlama, üretim birimlerini oluşturma ya da insan kaynağı sağlama gibi mal ve hizmetin yaratılmasına dönük olarak kullanılmamıştır. Aksine, hızlı haberleşme olanaklarıyla birlikte paradan para yaratma düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Bu nedenle para, menkul kıymet piyasalarına ve yatırım fonlarına kaydırılmış, günlük borsa faaliyetleri sıradan insanın bile gündelik yaşamının bir parçası haline dönüşmüştür (Drucker, 2000: 117). Web tabanlı iletişim sistemleriyle bugün cep telefonlarından dahi dünyanın herhangi bir yerindeki menkul kıymet ve vadeli işlem borsalarında zaman ve mekân sınırlaması olmadan alım satım yapma herkes için olanaklı hale gelmiştir (Öztürk, 2007: 261).

Geleneksel üretim faktörleri olan toprağın ve emeğin rolü giderek ikinci plana düşmüş (Drucker, 2000: 117), sanayi dışı sektörlerde büyük gelişmeler yaşanmış, özellikle teknoloji ve hizmet ağırlıklı sektörler gelişmiştir. Örneğin turizm, küreselleşmeye ivme kazandıran en önemli ekonomik faaliyetlerden biri haline gelmiştir. Ürünün pazarlanması ve şirket yönetimleri ayrı birer uzmanlık alanı haline dönüşmüşlerdir.

Küreselleşmenin işgücü değişimlerini de yönlendirmesi söz konusudur. Bu bağlamda bugün pek çok insan çalışmak için başka ülkelere hatta başka kıtalara gitmektedirler. Tüm dünya genelinde yaşanan işsizlik sorununun da ağırlığıyla, insanlar kendilerine yeni yaşam alanları aramaya yönelmişlerdir. Bu gerçek bazen

üçüncü dünya ülkelerinden gelişmiş ülkelere çalışmak amacıyla giden niteliksiz işgücü, bazen de nitelikli beyin göçü şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerin kapıları nitelikli insanlara açıktır (Eşkinat ve Kutlu, 2005: 22). Bununla birlikte, gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ya da gelişmiş ülkelere doğru bir işgücü akışının olduğu da görülmektedir

Gelişmiş Batılı ülkeler tarafından uygulanan ve fordizm olarak adlandırılan seri üretim biçimi, II. Dünya Savaşı sonrasında çok uluslu şirketler aracılığıyla başka ülkelere de taşınmıştır (Eşkinat ve Kutlu, 2005: 260) ve endüstrileşmenin temel üretim biçimi halini almıştır. Ülkeler arasında geliştirilen işbirliğinin boyutları, karşılıklı bağımlılık yaratan bir düzeye ulaşmıştır. Bugün pek çok ürün, birkaç farklı ülke tarafından ortak çabayla meydana çıkarılmaktadır.

1.4.1.2. Çokuluslu Şirketlerin Güçlenmesi

Küreselleşme sürecinin getirdiği bir diğer oluşum çokuluslu şirketlerin dünya ekonomisindeki ağırlıklarının artışıdır. Ekonomik güçleri bakımından ulus- devletlerle yarışan bu şirketler, dünyadaki yatırım sermayesinin, teknolojisinin ve uluslararası pazarların büyük bölümünü denetimleri altında tutmaktadırlar (Steiger, 2004: 74). “Uluslar-üstü” olarak da tanımlanan bu şirketler yalnız ekonomik yaşama değil ulusların siyasi yaşamlarına da nüfuz eder konuma ulaşmışlardır. Dünya ekonomisine ve ticaretine yön veren bu şirketler aralarında birleşerek, daha büyük

şirketler haline dönüşmüşlerdir. Bu birleşmelerin en önemli örnekleri otomobil ve medya şirketlerinde görülmüştür. Mercedes’in üreticisi olan Alman otomotiv devi Daimler Benz firması ile Amerikan Chrysler firması, yine Volkswagen ile Porsche’nin birleşimleri buna örnek olarak gösterilebilirler.

Çokuluslu şirketler verimlilik, kârlılık, işgücü temini gibi sebeplerle üretim tesislerini başka ülkelere kaydırmışlardır. Milli üretim kavramı, çokuluslu şirketlerin gelişmesi sonucunda değişikliğe uğramış ve yerini çeşitli ülkelerdeki tesislerin katkı payına bırakmıştır (Öymen, 2000: 45). Çokuluslu şirketler aynı zamanda farklı ülkelerde talebin oluşturulması ve pazarın büyütülmesine de öncülük etmişlerdir. Bununla birlikte özellikle son zamanlarda, ileri kapitalizmin uygulayımcıları olarak

değerlendirildiklerinden eleştirilmişlerdir. Çokuluslu şirketler için amaç, gittikleri ülkenin ekonomik menfaatleri değil, kendi egemenlik alanlarını arttırabilmektir. Zaten uluslararası ekonomide amaç, “kâr maksimizasyonu” değil, “pazar maksimizasyonu”dur (Drucker, 2000: 118). Ticaretten çok yatırımlar ön plana çıkmış ve ulusötesi şirketlerin giderek artan güçleri uluslararası ekonominin yapısını ve işleyişini değiştirmiştir.

Küreselleşme, yerel ölçekli şirketler açısından da önemli açılımlara yol açmıştır. Yine 80’li yıllar sonrasında pek çok yerel şirket dünyadaki yeni ekonomik oluşumlardan etkilenerek “dışa açılma” olarak adlandırdıkları bir sürece girmişlerdir. Türk şirketlerinin özellikle Orta Asya ve Doğu Avrupa’daki ülkelerde büyük yatırımlar yaptıkları ve fabrikalar açtıkları bilinmektedir. Ayrıca inşaat sektöründe de önemli mesafeler katetmişler ve söz sahibi olmuşlardır.

Bununla birlikte, başlangıçta küreselleşmenin yalnızca büyük şirketler için bir fırsata dönüşeceği düşünülürken, bugün görülmektedir ki küçük ölçekli şirketler de kendilerine yeni fırsatlar yaratma konusunda oldukça başarılı olabilmektedirler. Dünya ticaretinde sınırların kalkması, nakit aktarımlarının kolaylaşması ve iletişim seçeneklerinin çeşitlenmesi pek çok yerel nitelikli firmanın denizaşırı ülkelere açılmasına olanak sağlamıştır. Özellikle internet üzerinden faaliyet gösteren ve dünyanın her noktasına ulaşan küçük ölçekli şirketlerin sayısında artış sağlanmıştır.

1.4.1.3. Yeni Üretim Merkezlerinin Yükselişi

Son yıllarda ekonomik hayatta sıklıkla kullanılan terimlerden birisi de “offshore” yani “deniz aşırı” kelimesidir. Offshore, ticari faaliyet gösteren bir kurumun mevcut bulunduğu yerden alınıp başka bir şehre ya da ülkeye taşınması ve faaliyetlerini orada sürdürmesi anlamına gelmektedir. Giderek daha fazla şirketin üretimlerini uzaktaki ülkelere kaydırdıkları ve oralarda ürettirdikleri ürünlerini küresel ticari platformlara buralardan entegre ettikleri görülmektedir. Bunun arkasında yatan temel düşünce gidilen ülkelerdeki ucuz işçilik, vergi ve enerji ödemelerindeki desteklemeler gibi ürün maliyetlerini azaltmaya dönük nedenlerdir. Bu ülkelerin başında Çin Halk Cumhuriyeti gelmektedir (Friedman, 2006:116;

Zengingönül, 2004: 41). Çin’in bir offshore modeli olarak dünya gündemine taşınmasıyla birlikte Tayland, Malezya, Brezilya gibi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler de bu durumdan yararlanmanın olanaklarını aramaya başlamışlardır.

Çin Halk Cumhuriyeti, yaklaşık bir buçuk milyarlık nüfusuyla dünya nüfusunun yüzde yirmi gibi önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bundan birkaç yıl öncesine kadar Çin denince insanların zihninde - Çin Komünist Partisi’nin yürüttüğü kapalı siyasetin de etkisiyle - dünyayla fazla iletişim kurmayan, içe kapanık, devletçi ekonomik yapının olduğu, otoriter bir ülke canlanıyordu. 1970’lerden sonra başlatılan dışa açılma süreciyle birlikte Çin’de büyük bir dönüşümün yaşandığı dikkat çekmektedir. 2001 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nin Dünya Ticaret Örgütü’ne (WTO) katılması, ülkenin dışa açılma ve liberalleşme politikalarının da zirvesidir (Sezen, 2009: 227). Çünkü bu aynı zamanda Çin’in uluslararası ticaretin kurallarını da kabul ettiği anlamına geliyordu. Bunun ardından Çin’in kalabalık nüfusunu hem büyük bir işgücü hem de geniş bir tüketici kümesi olarak gören uluslararası şirketler, bu ülkeye doğru bir offshore hareketliliğini başlatmışlardır. Farklı ülkelerden yatırımcılar Çin Devleti’nin sağladığı avantajları kullanmak amacıyla bu ülkeye akın etmişlerdir. Çin Devleti de yabancı yatırımcıların bilgi ve teknolojilerini ülkeye çekme konusunda oldukça istekli davranmıştır. Sonuç olarak

şirketlerin ucuz üretim, yüksek kâr ve büyük Çin nüfusuna mal satma talepleriyle, Çin yönetiminin dışa açılma, ekonomik büyümeyi sağlama ve yabancı sermayeyi ülkeye çekme talepleri örtüşmüştür. Aynı zamanda bazı evrensel kavramların başına “Çin usulü” sözcüklerinin eklenmesi dikkat çekmektedir ve küreselleşmeye verdiği tepkinin bir yansıması olarak kabul edilmektedir. “Çin usulü demokrasi” ya da “Çin usulü sosyalizm” örneklemeleri bunlardan yalnızca ikisidir (Sezen, 2009: 16).

Küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla birlikte Çin denince öncelikle ucuz ve taklit mallar, büyük bir iş gücü, giderek büyüyen ve ekonomik ağırlığını hissettiren bir ülke akla gelmektedir. Bununla birlikte Çin, dünyadan aldığı bilgi ve teknolojiyle ürün kalitesini giderek arttıran ve çeşitlendiren, yeni kuşak çalışan ve yöneticileriyle dünyaya yön veren cazibe merkezi bir ülke konumundadır. Bugün dünyada pek çok kişi Çince öğrenmeyi talep etmekte, Çin kültürünü tanımaya çalışmakta, Çin

mutfağının yemeklerini yemekte ve Çin ile ilişkiler kurmaya çalışmaktadır. Ülkede büyük bir iç pazar gelişmekte ve son yıllarda dünya genelindeki pek çok küresel

şirket Çinli müşterilerinin gönüllerini fethetmek üzere bu ülkeye giderek mağazalar açmaktadırlar. Pekin, giderek gökdelenleri ve lüks mağazalarıyla, Los Angeles ya da Londra’ya benzer bir kent görünümüne dönüşmektedir.

1.4.1.4. Uluslararası Ekonomik Kuruluşların Artan Rolü

Küreselleşen dünyada uluslararası hale gelen ekonomi, kendisine yeni kurumlar da yaratmıştır. Bu kurumların bir kısmı bölgesel düzeyde iken bir kısmı dünya genelinde hâkimiyeti olan ekonomik oluşumlardır. Avrupa Ekonomik Topluluğu ya da Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) gibi ortaklıklar küresel ekonominin yarattığı bölgesel oluşumlardandır. Dünya genelinde etkinliğini sağlamlaştıran uluslararası örgütlerin ise üç tanesi önem kazanmıştır. Bunlar; Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’dür (Steger, 2006: 66).

Amerika Birleşik Devletleri’nin egemenliğindeki örgütler olarak görüldükleri için sık sık eleştirilen Dünya Bankası ve IMF, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere ihtiyaç duydukları kredileri sağlayarak karşılığında “yapısal uyum programlarını” uygulamalarını talep etmektedirler. IMF ve Dünya Bankası’nın ekonomik gündemi, dünya piyasalarının serbestleştirilmesi ve bütünleştirilmesi için neoliberal çıkarların birbiriyle uyumlaştırılması olmuştur (Steger, 2006: 78-79). 1947 yılında ticaretin önündeki engellerin ve ayrımcılıkların çok taraflı müzakereler yoluyla kaldırılması amacıyla kurulan Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması’nın (GATT) yerini alan ve 1995 yılında kurulan Dünya Ticaret Örgütü, çok taraflı ticaret sisteminin yasal ve kurumsal organı olarak dünya ekonomisine yön veren kurumların başındadır. 2008 yılı itibariyle 153 üyesi bulunan bu kurum ülkeler arasındaki ticaretin kurallarını

belirlemektedir (World Trade Organization, 2009). Bu kurumların da

1.4.1.5. Küresel Ekonominin Yenilikleri

Küreselleşmenin ekonomik dinamikleri, iş yaşamında da farklı ilişkilerin ve çalışma biçimlerinin oluşumuna yol açmıştır. Özellikle teknolojik tabanlı olarak geliştirilen yeni üretim ve pazarlama biçimleri, toplumsal yaşamda çok sayıda yeniliğin kapısını aralamıştır. Sanayi ağırlıklı üretim biçimlerinden bilgi ve hizmet ağırlıklı üretim biçimlerine geçiş yapılmış ve bu alanda küresel firmalar ortaya çıkmıştır. İletişim teknolojilerinin oluşturduğu bilişim ortamında dünyanın küçülen yapısı, ekonomiye ayrı bir biçim kazandırmaya başlamıştır.

Küreselleşmeyi hızlandıran yeni ekonomik oluşumlardan biri tedarik zincirleri olarak adlandırılan ve önce kendi ülkelerinin geneline, oradan dünya bütününe yayılan perakende satış yapan mağazalardır. Perakendeciliğin küresel güçleri olarak uluslararası ticarete hâkim olan şirketler, tüm dünyanın tüketim alışkanlıklarına yön veren firmalar olarak da görülmektedirler. Gıdadan elektroniğe, mobilyadan kırtasiyeye kadar hemen her türlü malzemenin satışa sunulduğu bu mağaza zincirleri, tüketim alışkanlıklarını kontrol edebilme adına müşterileriyle daha fazla işbirliği kurmanın yollarını aramakta, tüketici alışkanlıklarını analiz etmekte, satınalma kararlarının altında yatan temel nedenleri araştırmaktadırlar (Friedman, 129-142). Elde edilen sonuçlardan yararlanarak müşteri portföylerini geliştirmekte ve standart tüketim alışkanlıklarının yayılmasına aracılık etmektedirler. Müşterileri için alışverişi daha keyifli hale getirmek için değer attırıcı faaliyetler ve programlar hazırlamaktadırlar (Tek, 2006: 262-263). Düzenledikleri indirimli ya da promosyonlu satış kampanyalarıyla, kredili ödeme seçenekleriyle, çocuk oyun alanlarıyla, otopark hizmetleriyle, müşteri memnuniyeti sloganlarıyla daha fazla tüketme üzerine bir kültür geliştirmektedirler.

Küresel dünyada hızla yayılan bu firmaların başında Amerikan Wal-Mart, Fransız Carrefour ve Metro şirketleri gelmektedir. Wal-Mart, ABD’deki 3.000’i aşkın şubesinden başka Meksika, İngiltere, Kanada, Japonya ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde de şubeler açmıştır. Carrefour, başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere Brezilya, Arjantin, Çin Halk Cumhuriyeti, Tayland, Mısır gibi farklı kıtalardaki pek çok ülkede faaliyet göstermektedir. Ülkemizde bu alandaki şirketlere

örnek olarak Migros ve Tansaş gibi kuruluşlar verilebilir. Kuruluş tarihi 1950’li yıllara dayanan Migros’un, Türkiye’de 1191 mağazası bulunmaktadır. Migros, Türkiye genelindeki büyüme faaliyetlerini son yıllarda Rusya ve Türkî Cumhuriyetleri olarak adlandırılan ülkelere de taşımıştır. Migros’un çoğunluk hisseleri Şubat 2008 itibariyle İngiliz BC Partners tarafından kontrol edilen Moonlight Capital’a satılmış (Migros Ticaret A.Ş., 2009) ve bu yolla yalnız mağazalarıyla değil sermayesiyle de küreselleşmiştir.

Özellikle yeni nesil iletişim teknolojilerine dayanan uygulamalar, yaşamın her alanını olduğu gibi ekonomik yönünü de değiştirdiği kuşkusuzdur. İnternetin ekonomik ilişkilere getirdiği değişimler muazzamdır ve dünya ölçeğinde pek çok yeni oluşuma zemin hazırlamıştır. Web tabanlı yeni iş kolları ve tüketim yöntemleri ortaya çıkmıştır. Örneğin, e-ticaret bu değişimlerin en önemlilerinden birisidir. Bu sayede her türlü mal ve hizmetin elektronik ortamda el değiştirmesi mümkün kılınmış, insanlığın alışveriş kültürü sanal ortama taşınmıştır. Her geçen gün alışveriş sitelerine bir yenisi daha eklenmektedir. Üstelik bu siteler çoktan ulusal sınırları aşıp uluslararası boyuta taşınmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde çıkan bir kitap anında amazon.com sitesinden sipariş edilmekte ve yalnızca birkaç gün içinde okuyucusuyla buluşabilmektedir.

İnternetin bireysel kullanıma sunulması ve fiber optik ağın dünyayı sarmasıyla birlikte çok uzaktaki ülkeler arasında köprüler kurulmuş ve denizaşırı işbirliği imkânları artmıştır. Ülkeler arasındaki iletişim olanaklarının yoğunlaşması ile birlikte veri alışverişlerinde çeşitlilik sağlanmış ve şirketler yaptıkları işlerin bir kısmını başka ülkelere aktarmışlardır. Taşeronluk sistemi olarak adlandırılan uygulama ile örneğin, Batılı şirketlerin ihtiyaç duydukları pek çok yazılım Hindistan’ın sahip olduğu iyi yetişmiş bilgi işlem elemanları sayesinde bu ülkede üretilmiştir (Friedman, 2006: 111). Benzer biçimde müzik ya da çizgi film gibi farklı alanlarda da ülke sınırları kalkmış ve ortak projeler üretilmiştir.

1980’li yıllarla birlikte kargo şirketleri olarak tanımladığımız, ülke içi ve dışına gönderi yollama hizmeti veren kurumların sayılarının giderek attığı ve faaliyet alanlarının da genişlediği görülmektedir. Bu şirketler aracılığıyla hem bireyler hem

de kurumlar birbirleriyle dünya ölçeğinde daha fazla paylaşım imkânı bulabilmişlerdir. Örneğin UPS şirketine normal bir günde 7 milyon, özel günlerde ise 12 milyon girişin yapıldığı görülmektedir. Ayrıca kargo şirketlerinin yapıları giderek genişlemiş, sadece paket taşıyan kurumlar olmaktan çıkmışlar ve lojistik destek sağlayan firmalar haline dönüşmüşlerdir (Friedman, 2006: 142-151). Türkiye’de de kamu kurumumuz olarak posta gönderi hizmeti veren PTT’ye alternatif olarak 1982 yılında ilk kargo şirketinin faaliyete başladığını (yurticikargo.com, 2009) ve giderek sayılarının arttığını görülmektedir. Bu yalnız ekonomik anlamda şirket gönderilerin arttığı anlamına gelmiyor kuşkusuz. Kentler ya da ülkeler arasında bireysel gönderilerin oranında da büyük artışlar görülmektedir. Örneğin; biri ülkemizin batısında diğeri ise doğusunda birbirlerinden habersiz yaşayan iki çocuk, internet ortamında “kardeşini seç” oluşumu etrafında bir araya gelmekte ve kargo şirketleri aracılığıyla kitaplarını, kıyafetlerini, oyuncaklarını paylaşabilmektedirler.

Küresel bilincinin oluşmasına paralel olarak çevre de para ve enformasyon gibi ekonomik yaşamın önemli bir unsuru haline gelmiştir. Çernobil’de yaşanan nükleer tehlike sonrasında ekonomi ve çevre ilişkileri daha fazla sorgulanmaya başlanmış, ayrıca ülkelerin sınırları olsa da doğal çevrenin sınırlarının olmadığının bilincine varılmıştır. Bugün artık Brezilya’daki yağmur ormanlarının tarım alanı yaratmak adına yok edilmesi dünyadaki her toplumu ilgilendiren bir konudur. Küresel ekonominin dünyanın ekosistemleriyle uyumlu bir şekilde çalışması ama aynı zamanda ekonomik ilerlemelerin de devamlılığının sağlanması için yeni yöntemler