• Sonuç bulunamadı

Meşruiyetin Değerlendiricileri Olarak Bireysel ve Kolektif Aktörler

BÖLÜM 3: KURUMSAL KURAM AÇISINDAN ÖRGÜTSEL DİL VE

3.1. Meşruiyetin Değerlendiricileri Olarak Bireysel ve Kolektif Aktörler

Meşruiyet kavramı literatürde, bir örgütün toplumdaki algısı olarak tanımlanır (Boyd, 2000: 345). Fakat bu algı örgütler tarafından kazanılan bir varlık değil, örgütün çevresindeki bütün değerlendirici aktörler (Ruef ve Scott, 1998: 880) tarafından düşünce ve eylemde verilen bir değerdir (Harmon,Green ve Goodnight, 2015: 76). Bu aktörler bir örgütün sosyal özellikleri, eylemleri, sosyal, politik ve ekonomik çıktıları hakkında hüküm verir ve bu hüküm genelde değerlendiricinin algı ve inancıyla ilişkilidir114 (Tost, 2011: 687). Değerlendiriciler ise sosyal analizde genelde bireysel ve kolektif olmak üzere iki ayrı şekilde sınıflandırılır ve incelenir.

Bireysel değerlendiriciler algılayan, analiz eden ve hüküm veren kişisel aktörler iken kolektif değerlendiriciler örgütler, meslek birlikleri, çıkar grupları ve hükümetler gibi kolektif hüküm veren aktörlerdir (Bitektine ve Haack, 2015: 50). Bireyler örgütsel eylemin meşruiyeti hakkında değerlendirme yapar ancak bağlamın tanımı konusunda uzlaşı sağlanmıştır. Kolektif seviyede ise kurumsal bağlamı tanımlayan daha derin değerlendirmeler söz konusudur (Harmon,Green ve Goodnight, 2015: 77). Fakat her iki

114

Tost hüküm, algı ve inanç kavramları aracılığıyla meşruiyetin içeriğine odaklanarak, meşruiyetin kurumsal teorisi ile sosyal psikolojisini birleştiren bir model geliştirmek ister (bkz. Tost, 2011: 686)

116

seviyede de değerlendiriciler hem kanıksanmış ve kabul edilmiş beklentilere sahiptir (Golant ve Sillince, 2007: 1152) hem de farklı değerlendirici gruplarının çıkarları, kriterleri ve standartları farklılık gösterebilir (Ruef ve Scott, 1998: 880). Meşruiyet algısı ve inancı oluşturmak isteyen örgütler bu beklentileri ve farklılıkları dikkate almak zorundadır.

Meşruiyet ve değerlendiricilerin beklentisi arasındaki ilişkiye odaklanan “statü beklentileri yaklaşımı” meşruiyeti, kültürel inançların belirlediği kişiler arası statü hiyerarşisi tarafından şekillendirilen bir süreç olarak görür (Ridgeway ve Berger, 1986: 603). Bir yere atıf yapılarak oluşan bu inançlar hem etkileşime yol gösterir hem de farklı bireyler için güçlü beklentiler oluşturur (Powell ve Colyvas, 2008: 287). Meşruiyeti güç ve prestij düzeninde statü ve pozisyon arasındaki ilişkide arayan bu yaklaşıma göre, statü özellikleri özel ve genel olmak üzere iki tip beklenti meydana getirir. Özel beklentiler bireysel, genel beklentiler kolektiftir. Meşruiyetin elde edilmesi bu beklentilerin karşılanma düzeyi ile ilgilidir (Berger vd., 1998: 381). Bitektine’e (2011: 151) göre meşrulaşmaya başlayan örgüt zamanla tanınır ve statü kazanır. Green ve Li de (2011: 1663) meşruiyette tanınma ve prestij algısının önemli olduğunu düşünür. Deephouse ve Suchman da (2008: 66) aynı şekilde meşruiyet, tanınmışlık ve statünün birbirlerini karşılıklı olarak etkilediğini belirtir. Ancak Deephouse ve Carter’a (2005: 350) göre, tanınmışlık ve meşruiyet aynı şey değildir. Çalışmalarında örgütsel performansın tanınmışlığı artırıcı etkisini görmelerine rağmen meşruiyete etkisine yönelik bir bulguya rastlamadıklarını belirtir. Fakat meşruiyetin değerlendiricilerle ilgili bir durum olduğu yönündeki görüşe katılır.

Kurumsalcı geleneğin daha önceki çalışmalarında da değerlendiricilerin meşruiyet elde etmedeki rolü (Scott, 1991: 169) ve çevresel değerlendirmenin sosyal kontrolün kamusal göstergesi olarak meşruiyeti açıklayabileceği vurgulanmıştır (Meyer ve Rowan, 1991: 58-59). Örgütlerin meşruiyet süreçlerinde manipülasyon yaparken değerlendiricilerle etkileşim halinde olduğu (Ruef ve Scott, 1998: 900) ve meşruiyet yönetiminin örgütle değerlendirici arasındaki iletişime dayandığı belirtilmiştir (Suchman, 1995: 586). Fakat bu ilişkinin hangi seviyede ve nasıl analiz edileceği yeterince açık değildir.

117

Grant, Keenoy ve Oswick’e (2001: 11) göre genel olarak örgütsel konular, mikro seviyede örgütsel paydaşların değer ve motivasyonları üzerinden, kişiler arası meso seviyede müzakere, çatışma, norm ve roller üzerinden, makro seviyede ise baskın paradigma, kurumsal pratikler ve kolektif sosyal perspektif açısından analiz edilir. Kurumsalcılığın ana akım teorisyenleri Jepperson ve Meyer (2011: 60) ise yukarıdaki sınıflandırmaya benzer şekilde bireysel, sosyo-örgütsel ve kurumsal olmak üzere üç farklı örgütsel analiz seviyesi tanımlar. Fakat Bitektine ve Haack’a (2015: 49-50) göre meşruiyeti anlamada analiz seviyeleri kadar bu seviyeler arasındaki ilişki de önemlidir. Ancak kurumsalcılar, seviyeler arası etkileşime çok az dikkat etmişlerdir. Oysaki bireylerin davranışlarını sergilediği makro seviye kurumsal süreçleri anlamada mikro ve makro analiz seviyeleri arasındaki etkileşimi dikkate almak ve açıklamak gerekir115. Aslında Jepperson ve Meyer de (2011: 68) bilimsel açıdan hem saf atomismin (bireyselcilik) hem de saf holizmin116 (kurumsalcılık) kurgu olduğunu ve tek başlarına sosyal bilim analizlerini saptırarak verimsizleştireceğini düşünmektedir. Fakat onlar bir konuya ilişkin seviyeler arasındaki etkileşimin analizini değil analizin ayrı seviyelerde yapılması gerektiğini kastetmektedir. Çünkü doğrudan makro - makro ilişkilerin ampirik olarak sunulabilmesine karşın, makro - mikro ilişkilerin günlük sosyolojik açıklama çabalarıyla doğrudan gösterilmesinin zor olduğunu düşünmektedir (Jepperson ve Meyer, 2011: 55).

Makro kurumların mikro süreçlerle açıklanabileceğini düşünen DiMaggio (1997: 282) ise kurumsallaşmış kültürel süreçler üzerine mikro yaklaşımın uyumlaştırılmasını önermektedir. Tost (2011: 686) ise bu bakış açısından hareketle makro kolektif seviye bir kavram olan meşruiyetin mikro seviye dinamiklerini anlamanın önemli olduğunu belirtir. Bu yaklaşımın mantığı kolektif aktörün bireysel aktörlerden oluştuğu kabulüne dayanmaktadır. Bu nedenle kolektif aktörün algı ve düşüncesini anlayabilmek için bireysel aktörlerin algı ve düşüncesinin analiz edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu bakış açısından meşruiyet, bireylerin tek başına onayından bağımsız bir şekilde

115

Lawrence ve Phillips, makro seviyede söylemsel eylemin kurumsal alanın inşasına katkıda bulunurken, bu inşa sürecinin bireysel düzeyde strateji ve eyleme bağlı olduğunu öne sürer. Bu nedenle hem söylemsel eylemin hem de kurumsal süreçlerin önemini ve aralarındaki ilişkiyi açıklamak gerektiğini belirtir (bkz. Lawrence ve Phillips, 2004: 690-692)

116

Makro olayların mikro süreçleri etkilediğini öne süren metodolojik yaklaşıma holizm, mikro süreçlerin makro olayları meydana getirdiğini öne süren metodolojik yaklaşıma bireyselcilik denir (bkz. Coleman, 1986: 1321).

118

örgütlere yapılan bir atıf olarak görülse de, bireylerin öznel hükümlerinin zamanla nesnelleşerek toplumsal bir algıya ve kolektif bir seviyeye dönüştüğü kabul edilmektedir (Bitektine ve Haack, 2015: 50). Bu nedenle yaklaşıma göre kolektif seviye meşruiyet ile sosyal gerçeklik temelde birleşir ve bireyler arası etkileşimin etkisiyle davranışa yol gösterir (Tost, 2011: 686). Bundan dolayı kolektif seviye bir kavram olan meşruiyetin oluşumu bireyler arası etkileşimin sonucu olarak değerlendirilebilir. Bu noktadan hareket eden Bitektine ve Haack (2015: 51) yaklaşımın mantığını takip ederek hem makro seviyede kolektif aktörlerin sezgileriyle verdiği meşruiyet hükümlerini hem de mikro seviyede bireylerin zihinsel eylemini ve bu seviyeler arasındaki etkileşimi meşruiyetin değerlendiricileri açısından analizinin merkezi odağı haline getirir.

Onun bu girişiminin teorik temeli kurumsalcı gelenekte önceden atılmıştır. Her ne kadar Jepperson ve Meyer (2011: 55) gibi ana akım kurumsalcılar, çoklu seviye açıklama yöntemiyle mikro seviyeden bağımsız makro seviye nedensel bir açıklama yapılmasını önerse de, farklı düşünen kurumsalcı teorisyenler yok değildir117. Mesela Powell ve Colyvas (2008: 282) makro unsurların açıklanmasında mikro unsurların analize dâhil edilmesi gerektiğini söylerken, Zucker de (1991: 85-87) makro yapıların oluşumunda mikro unsurların ve iletişimin rolüne vurgu yapmaktadır. Üstelik bu mantık Habermas’ın (2001: 71) mikro seviyede öznel dünyayla makro seviyede nesnel dünya arasındaki bağlantıyı “iletişimsel eylemin” sağlayacağı görüşüyle de örtüşmektedir. Fakat Bitektine ve Haack’ın (2015: 50) örgütsel meşruiyet teorisinin çoklu seviye analizini geliştirmeye çalışması, seviyeler arası etkileşimi açıklamak için yeterli değildir. Wiley’e (1988: 260) göre bu yöntem sadece makro - mikro problemini açıklamada daha kapsayıcı olduğu ve seviyeler arası karşılaştırma yapmaya daha fazla izin verdiği için tercih edilebilir. Yoksa bireysel meşruiyet hükümlerinin sosyal etkileşimle kolektif meşruiyet hükmüne dönüştüğünü göstermede kullanılamaz.

Çünkü her ne kadar meşruiyetin, değerlendiricilerin sosyal hükmünün sonucu elde edilen bir olgu olarak tanımlanması literatürde kabul gören bir yaklaşım (Suchman,

117

Jepperson ve Meyer’e göre, daha yapısal analiz seviyesinin ilişkilerini ve bu ilişkilerin nedensel argümanlarının doğasını araştırmak kurumsal kuramın ruhuna daha uygundur (bkz. Jepperson ve Meyer, 2011: 55). Bu nedenle makro seviye bir kavram olan meşruiyeti mikro değerlendiriciler seviyesinde değil makro değerlendiriciler seviyesinde açıklamak mümkündür. Powell ve Colyvas’e göre ise sosyal düzen, yerleşik bireysel pratikler aracılığıyla bir zemin üzerinde oluşturulur. Pratikler zamanla yeniden üretilir ve yeniden bir düzen oluşur. Makro kategoriler de bunların etkileşimi ve müzakeresi sonucu ortaya çıkar (bkz. Powell ve Colyvas, 2008: 282)

119

1995: 596) olsa da bireysel hükümlerin kolektif hükme dönüşüm süreci sosyolojinin en zorlu konularından biridir. Dil aracılığıyla gerçekleştirilen sosyal etkileşimin makro kolektif yapıların oluşumundaki rolü inkâr edilmese de (Searle, 2005: 83-84) bu dönüşümün göreceli olarak uzun bir süreçte olabileceği ihmal edilmemelidir118. Habermas da (2001: 69) sosyal etkileşim alanlarında ancak uzun dönemde yaşam biçiminin rasyonelleşebileceği ve kurumsal yapıların ortaya çıkabileceği görüşündedir. Örgütsel alanda bir anda ortaya çıkan durumların sosyal etkileşim yoluyla kısa sürede kolektif hükme dönüşmesi ve meşruiyet kazanması bu açıdan oldukça zordur (Aldrich ve Fiol, 1994: 645). Bu nedenle mikro anlamda bireysel aktörlerin düşünce ve hükümlerinin makro anlamda kolektif düşünce ve hükme dönüşme sürecini ikna edici bir şekilde açıklamak ve bunu yaparken zaman gibi faktörleri analize dâhil etmek gerekir119.

Örgütsel dil ile örgütsel meşruiyet arasındaki ilişkiye bu açıdan yaklaşıldığında ise örgütlerin dil stratejilerini göreceli olarak uzun zaman sonunda elde edilebilecek bir sonuç üzerine kurabilecekleri kolaylıkla iddia edilemez. Çünkü onlar belirli ve kısıtlı bir sürede meşruiyet elde etmeye ihtiyaç duyar. Bu nedenle bireysel hükümlerin kolektif hükümlere dönüşmesine yönelik tespit, meşruiyet açısından kullanılabilir açıklayıcı bir yaklaşım olarak görünmemektedir. Fakat Bitektine ve Haack’ın (2015: 51) meşruiyeti çoklu seviye değerlendiriciler üzerinden açıklayan bakış açısı takip edilebilir. Bu yaklaşım Harmon, Green ve Goodnight’ın (2015: 77) “içsel söylem stratejileri” ve “kolektif söylem stratejileri” ayrımı ile bir arada değerlendirildiğinde, meşruiyetin bireysel ve kolektif olmak üzere iki seviyede analiz edilebileceği, örgütlerin içsel söylem stratejileriyle mikro bireysel değerlendiriciye, kolektif söylem stratejileriyle makro kolektif değerlendiriciye yönelik meşruiyet arayışında olduğu varsayılabilir. Böylelikle meşruiyetin değerlendiricisi ve yapıcısı arasındaki strateji ilişkisi de kurulmuş olur.

118

Günümüz sosyal bilim çalışmalarında, dilin sadece bilgi alış verişindeki değil, sosyal ve örgütsel gerçekliğin inşasındaki rolüne (bkz. Heracleous ve Barret, 2001: 755) ve kurumsal bilgi alanında anlamın inşasına sağladığı katkıya (bkz. Hasselbladh ve Kallinikos, 2000, 706) yönelik vurgunun giderek arttığı söylenebilir.

119

Boje, Oswick ve Ford da bu eleştiriye uygun bir şekilde, dil çalışmalarında; mantık, yöntem, seviye ve üslubun önemli olduğunu söyleyerek bu tarz çalışmalarda dil ve söylemin örgütsel faaliyetlerdeki etkisinin gösterilmesi, metinler arası ve eleştirel söylem analizlerinin dikkate alınması, makro söylemlerle dilsel pratiklerin arasındaki bağın kurulması, çok sesli bakış açılarının analize dahil edilmesini önerir (bkz. Boje, Oswick ve Ford, 2004: 576)

120

Bu ilişkinin detaylıca incelenebilmesi için öncelikli olarak değerlendiricide meşruiyet hükmünün nasıl oluştuğunun açıklanması gerekir. Daha önceki çalışmalar örgütlerin, değerlendiricilerin biliş ve inançlarında yaptıkları dönüşümde söylemin önemine değinmişlerdir (Aldrich ve Fiol, 1994: 651). İletişim ve etkileşim süreçleriyle oluştuğu kabul edilen meşruiyette, değerlendiricilerin bilişsel yapıları ve hüküm verme biçimleri önemlidir (Bitektine ve Haack, 2015: 50). Bu süreçte dil ya da söylemin, değerlendiricilerin bilişsel çıktılarını doğrudan şekillendirdiği iddia edilebilir (Cornelissen vd., 2015: 14). Harmon, Green ve Goodnight’a (2015: 77) göre değerlendiricinin meşruiyet hükmü iki farklı seviye ile ilişkilidir. İçsel seviyede söylem, değerlendiricinin verili bağlamda meşruiyet hükmünü şekillendirir ve yansıtır. Kolektif seviyede söylem ise değerlendiricinin kendi bağlamının meşruiyeti hakkındaki hükmünü şekillendirir ve yansıtır. Bu nedenle söylemin bireysel anlamda bilişsel yapı, kolektif anlamda toplumsal yapıyla uyumu önemlidir. Böyle bir uyum sağlanırsa meşruiyet örgütsel dil aracılığıyla bilişsel bir çıktı ya da hüküm olarak var edilir. Değerlendirici tarafından kanıksanmış olan bu hüküm bilişsel meşruiyet olarak nitelenir. Haack, Pfarrer ve Scherer (2014: 636) bu hükmün oluşmasında “keşif” ve “sezgilerin” sağladığı zihinsel kısayolun önemli olduğunu düşünür ve bunu “sezgisel hüküm” olarak tanımlar120. Meşruiyet hükmü verilirken değerlendirici birçok boyuta birden dikkat eder ve çok yönlü olarak etkilendiği şartlar altında hükmü oluşur. Meşruiyet sürecinde bu boyutların bir kaçı ya da tamamı eş zamanlı bir şekilde değerlendirilir (Tost, 2011: 694).

İkinci olarak önemli görünen ise dil stratejilerinden değerlendiricilerin aynı düzeyde etkilenip etkilenmediğidir. Bireysel ve kolektif aktörler, örgütün çevresiyle kurduğu iletişimin çerçevesine ve örgütsel söylemin sonuçlarına bakarak değerlendirme yapar (Bitektine, 2011: 151). İletişime katılan değerlendiricilerde aynı düzeyde ortak bilişsel anlamın oluşması oldukça zordur. Çünkü etkileşimde anlaşmazlık, belirsizlik ve heterojenlik toplumun doğası gereği muhtemeldir ve karmaşıklık yaratır (Cornelissen vd., 2015: 14). Bu nedenle örgütlerin meşruiyeti sağlamak için yaptığı açıklamalar hem makro anlamda kurumsal yapı ile hem de değerlendiricinin günlük hayatının gerçek

120

Haack, Pfarrer ve Scherer, meşruiyet hükmüne sezgicide oluşan ve keşif ya da sezgi ile elde edilen bir his olarak yaklaşır (bkz. Haack, Pfarrer ve Scherer, 2014: 637). Bu yaklaşım bilişsel meşruiyeti açıklama konusunda fayda sağlayabilir fakat pragmatik ve ahlaki meşruiyet gibi diğer durumları anlamamızda pek kullanışlı değildir.

121

deneyimi ile uyumlu olması gerekir (Suchman, 1995: 582). Ancak bu şekilde bireysel ve kolektif değerlendiricilerde meşruiyet hükmünün oluşması sağlanabilir.

Tost (2011: 693-694) değerlendiricinin meşruiyet hükmüne üç boyutta yaklaşır. İlki araçsal boyuttur ve değerlendiricinin içselleştirdiği bireysel amaçlarla uyumunu dikkate alır. İkincisi ilişkisel boyuttur ve değerlendiricinin sosyal kimliğini ve içsel değerlerini dikkate alır. Üçüncüsü de ahlaki boyuttur ve değerlendiricinin ahlaki değer ve etik ilkelerini dikkate alır. İlki pragmatik meşruiyeti, ikincisi bilişsel meşruiyeti, üçüncüsü ise ahlaki meşruiyeti sağlar. Bu şartlar altında gerçekleşen iletişim eylemi, bir yönüyle de meşruiyetin yapısını yansıtmış olur (Heracleous ve Barret, 2001: 757). Fakat toplumun geneli ile politikacılar, yöneticiler, akademisyenler, aktivistler ve gazeteciler arasında meşruiyet algısı konusunda bir farklılaşma görülür. Haack, Pfarrer ve Scherer (2014: 639) bunu “değerlendirici” ve “sezgici” kavramlarıyla açıklamaya çalışır. Bilişsel farklılıklardan kaynaklanan bu durum değerlendiricilerin örgütsel dil stratejilerinden niçin farklı düzeyde etkilendiklerini de anlamamıza yardımcı olur. DiMaggio (1997: 269-271) bu farklılığı anlatabilmek için “otomatik biliş” ve “bilinçli biliş” kavramlarını kullanır. Otomatik biliş; örtük, sözle anlatılmayan, hızlı ve otomatiktir. Bu rutin günlük biliş, eleştirel olmayan bir şekilde ve büyük ölçüde kültürel olarak mevcut şemaya dayanır (DiMaggio, 1997: 269). Tost (2011: 696) meşruiyet süreçlerinde bu bilişsel özelliği pasif durum olarak niteler. Toplumun çoğunluğu bu bilişe göre örgütsel dili anlamlandırır ve hareket eder. Bilinçli biliş ise; otomatik bilişin tersine dışsal, sözlü olarak ifade edilen, yavaş ve bilinçlidir. İnsan motive olduğunda, düşüncesini programlayan biçimleri eleştirel ve tepkisel olarak geçersiz hale getirebilir (DiMaggio, 1997: 271). Tost (2011: 695) bu bilişsel özelliği ise değerlendirici durum olarak niteler.

Haack, Pfarrer ve Scherer da (2014: 638-639) değerlendirici özelliğin yavaş ve bilinçli olduğunu, bilişin otomatik ve hızlı olduğu durumlarda “keşfin” ve “sezginin” rolünün ortaya çıktığını belirtir. Bu nedenle otomatik bilişle hüküm elde edenleri değerlendirici değil sezgici kavramı ile tanımlar121. Bilinçli bilişin otomatik bilişi geçersizleştirmesi,

121

Haack, Pfarrer ve Scherer’a göre, bilinçli bilişe sahip değerlendiricide kişisel çıkar, bilgi, aktif değerlendirme, yavaşlık, bilinçlilik, kurallar, uzmanlık, geçerlilik, sebepler önemli rol oynar. Otomatik bilişe sahip keşfedicide ise, çok az çıkar ve bilgi, pasif değerlendirme, hızlı, çağrışımsal ve anlık

122

pratik hayatın içerisinde nadiren olur. Çünkü bilinç otomatik bilişin sunduğu kısayolu reddettiğinde etkisizdir (DiMaggio, 1997: 271). Tost da (2011: 696) pasif durumun yani otomatik bilişin, değerlendirici duruma yani bilinçli bilişe baskın olduğunu ifade eder. Meşruiyet stratejilerinin toplumun çoğunda amaçlanan hükmü oluşturabilmesinin ana sebebi olarak otomatik bilişin yaygınlığı ve bilinçli bilişin pratikte yaşadığı etkisizlik gösterilebilir.

Zamanla insanlarda otomatik bilişten bilinçli bilişe, bilinçli bilişten otomatik bilişe geçiş yaşanabilir. DiMaggio’ya (1997: 271-272) göre insanlar, bilinçli bilişe üç şart ya da durumda kayar. Birincisi, dikkattir. İnsanlar bir probleme karşı dikkat kesildiklerinde kolayca bilinçli bilişe kayar. İkincisi; motivasyondur. İnsanlar özel bir konunun ahlaki boyutu ya da geleneksel açıklamasıyla tatmin olmazsa güçlü bir şekilde motive olur ve kolayca bilinçli bilişe kayar. Üçüncüsü; şema başarısızlığıdır. İnsanlarda var olan mevcut şema, yeni uyarıcılar için yeterli bir şekilde açıklama yapmakta başarısız olduğunda insanlar bilinçli bilişe daha kolay kayar. Pasif durum oluşturan otomatik biliş, meşruiyet hükmünü genelleştirirken, değerlendirici durum oluşturan bilinçli biliş, meşruiyet boyutlarının tamamını göz önünde tutmaya çaba gösterir (Tost, 2011: 702-703).

Bilinçli bilişte değerlendirici daha dikkatli, bilinçli ve alışkanlıklarıyla hareket etmeyen bir tutuma sahiptir (Haack, Pfarrer ve Scherer, 2014: 640). İlkinde bilişsel meşruiyet, ikincisinde ise değerlendirici meşruiyetin oluştuğu söylenebilir. Değerlendirici meşruiyet ise ahlaki ve pragmatik olarak ayrılabilir (Golant ve Sillince, 2007: 1149-1150). Örgütsel dilin toplum üzerindeki etkisini araştıranlar açısından, bir probleme dikkat kesilme ve problemin geleneksel yaklaşımla açıklanmasından tatmin olunmaması onları bilinçli bilişe doğru kaydırır. Toplumun etkileşimsel düzende farkına varamadığı sebepleri görmesine ve tespit etmesine yardımcı olur. Örgütsel dili oluşturan meşruiyetin yapıcıları açısından ise, probleme dikkat kesilme ve şema başarısızlığı

gelişmeler, toplumun bilincini paylaşma, vekalet hükümleri aracılığıyla geçerlilik ve sebepsizlik gibi unsurlar etkin rol oynar (bkz. Haack, Pfarrer ve Scherer, 2014: 639)

123

yöneticilerin bilinçli bilişe kaymalarına neden olur ve örgütsel dilin etkilerini daha iyi değerlendirmelerine katkı sağlar122.

Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere meşruiyeti örgütlere atfeden değerlendiricilerdir. Fakat bu hükmün oluşması için örgütlerin pasif bir biçimde beklemeyeceği ve onu elde etmek için aktif çaba göstereceği söylenebilir. Bu nedenle onlar meşruiyetin yapıcıları olarak tanımlanabilir.