• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KURUMSAL KURAMDA ÖRGÜTSEL DİL

2.1. Kurumsallaşma Sürecinde Aktörün ve Dilin Rolü

2.1.2. Bireyin Düşüncesi ve Kolektif Düşünce

Yukarıda da bahsedildiği gibi bireyin zihni ve zihinsel bir eylem olan düşünce birlikte inşa edilir. Bu inşa olup biten bir durumu değil sürekli devam eden bir süreci ifade eder. Bu nedenle sosyal gerçeklik üzerine oturan ve temel düşüncelerden oluştuğu kabul

59

Burada kasıt, Giddens’ın bahsettiği sözel bilinçtir (bkz. Giddens, 1984: 4)

78

edilen kurumlar da (Hasselbladh ve Kallinikos, 2000: 704) durağan ve değişmesi imkânsız yapıları değil her an gözle görülemeyecek ve zihinle sezilemeyecek değişimleri içeren dinamik olgular olarak düşünülmelidir. İnsanların durağan olarak algıladıkları genelde kurumların somut yansımaları olan kural, ilke, standart ve ölçüler gibi örgütsel formlardır61. Bu açıdan her yeni standardı sanki kurumsal bir olgu gibi addetmek doğru bir yaklaşım değildir62. Bu şekilde formlardaki değişimi göstererek kurumsal değişimi izah etmek zordur. Kurumsal olan şey formları biçimlendiren yapı, anlayış ve sistemdir. Bazı şeylerin nasıl aniden ortaya çıkıp yayıldığı meselesi de bu açıdan kurumsalcılığa aykırılık oluşturmaz. Çünkü bir kurumun oluştuğunu farketmemek ya da gözlemleyememek, o oluşum sürecinin o an yaşnmadığı anlamına gelmez. O şeylerin gerçekten aniden ortaya çıkıp çıkmadığına, oluşumundaki tarihsel süreçlere ve kurumsal etkilere dikkatlice bakmak gerekir.

Bu açıdan bakıldığında, kolektif zihnin oluşumu esnasında bireysel düşünce ve kolektif düşüncenin birlikte oluştuğu görülür. Bu aşamada kurumlar bireyin pratik bilgi haznesinde kodlanır. Bu durumun anlaşılmasında ileride detaylıca değinilecek olan Goffman’ın (1983: 2) etkileşimsel düzen63 adını verdiği “sosyal mantığın kodlanmış senaryosu” kavramı önemli katkı yapar (Barley ve Tolbert, 1997: 98). Bu süreçte bireyler, yapılarla ilgisi olmayan süregiden sosyal ilişkilerden etkilenir. Gündelik hayatta sosyal ilişkiler bireyin zihninin içine sığdırılamaz. Birey belki farklı karar verme kurallarıyla düşünür fakat tamamen bireyselleşemez (Granovetter, 1985: 486). Onların bireysel zihin ve düşüncesini sınırlayan kolektif zihin ve düşünce yapıları birlikte var olmuştur.

61

Weick’e göre, bazı formlar ve rol yapıları çevre kendini hızla değiştirirken yeterince hızla değişmeyebilir. Mesela, örgütsel formlar eğer yüzyüze etkileşim üzerine kuruluysa dirençlidir ve ayakta kalabilir (bkz. Weick, 1993: 642). Kurumlar etkileşimsel süreç içerisinde fark edilemeyecek ölçüde değişiyor olsa bile kural, ilke, standart ve ölçüler kurum değil form oldukları için, belirli bir süre daha değişmeden ayakta kalabilir.

62

Hasselbladh ve Kallinikos’a göre, genelleştirmelerden dolayı yaşanan kurum kavramının tanımlanmasındaki genişlik, kurumsallaşma sürecinin ayırt edici özelliklerinin açıklanmasında başarısız olunmasının nedenlerinden biridir (bkz. Hasselbladh ve Kallinikos, 2000: 702). Bu nedenle sosyal anlamda her standart olguyu kurum olarak addetmekten kaçınmak gerekir.

63

Gofman’a göre sosyal etkileşim kısaca, iki ya da daha fazla bireyin fiziksel olarak biri diğerine cevap verecek durumda bulundukları sosyal şartlarda tam olarak ortaya çıkan bir durum olarak tanımlanabilir. Goffman “sosyal düzen” yerine “etkileşimsel düzen” kavramını kullanma gerekçesi olarak, bu kavramın çeşitli toplulukları tarihsel ve karşılaştırmalı olarak sınamak için bir anlam ve neden sunmasını gösterir (bkz. Goffman, 1983: 2)

79

Kolektif zihin ya da anlayış şeklinde ifade edilebilecek bu düşünce yapıları, kodlanmış program formuna uygun bir görüntü sergiler. Bu anlayış türü, birey tarafından sergilenen bilişsel yeteneklerden farklıdır (Giddens, 1984: 2). Kültürel formlar olarak gördüğümüz bu yapılar, bireyin yakın çevresinde fakat bireyden bağımsız var olur. Mesela, modern toplumların en önemli özelliklerinden biri olan entelektüel üreticilerin isteyerek oluşturdukları ve yaydıkları mitler, görünümler ve düşünce sistemlerinde dahi entelektüellerin kültürel sınırlarının varlığı kaçınılmazdır (Di Maggio, 1997: 274). Zihin ve düşünce açısından toplumun sıradan bireyinden çok daha fazla aykırı ve farklı düşündüğü kabul edilen entelektüeller bile belirli prensiplerin kodlandığı senaryoları takip eder. Barley ve Tolbert’e (1997: 100) göre kurumsal prensiplerin kodlandığı bu senaryoların oluşumu “kurumsallaşmanın birinci aşamasını” meydana getirir ve toplumun bütün üyeleri tarafından senaryoya özgü durumlarda kullanılır.

Bu senaryolar bazen ortak deneyimler bazen de ortak sembollerin birlikte anlamlandırıldığı süreçlerde kendiliğinden yazılır. Fakat deneyimle elde edilen kültürel bilginin anlamla elde edilen kültürel bilgiden daha güçlü olduğu kabul edildiği için deneyimsel ağırlık daha fazladır. Deneyimlenen kültür ve bilginin, davranışı daha güçlü bir şekilde etkilediği düşünülür (Giddens, 1984: 4; Di Maggio, 1997: 268). Bu bilgi sosyal sistemin inşasındaki faaliyetlerin temelini oluşturur. Sosyal aktör, eylemin bağlamında kurallar ve kaynaklara göre hareket eder. Bu açıdan kural ve kaynaklar eylemin üreticisi ya da belirleyicisidir. Her ikisi de etkileşimsel düzende üretilir ve bu durum eylem sürdükçe tekrar eder (Giddens, 1984: 25; Sewell, 1992: 5).

Giddens’ın kurallar ve kaynaklarla64 sosyal aktörün eylemi arasında kurduğu bu ilişki, sosyal yapının iki gerçeği olan belirleyici, nesnel, durağan unsurlarıyla gönüllü, öznel, dinamik unsurları arasında bir köprü inşa eder (Barley ve Tolbert, 1997: 97). Giddens’ın, inşa sürecinin ve şartlarının aktörlerin eylemleri tarafından üretilen sosyal yapıda sürekli var olduğunu öne süren yaklaşımı, kurumların korunması ve değişimi konusunun eylemle ilişkisini göstermesi bakımından dinamik bir model olarak görülür. Kurumların üretimi konusunda bu yaklaşım biçimi diğer pek çok yazar tarafından takip

64

Sewell’a göre yapı teorisindeki yapı kavramı, sosyal hayatın üretilmesindeki pratiklerin içerisinde yer alan esas unsurdur. Yapılar kurallar ve kaynakları içerir. Giddens kural kavramını Fransız yapısalcılarından almıştır fakat onu genişleterek kullanmıştır (bkz. Sewell, 1992: 6)

80

edilir (Scott, 2008: 431; Barley ve Tolbert, 1997: 100; Powell ve Colyvas, 2008: 277; Zilber, 2002: 236; Hirsch ve Lounsbury, 1997: 414; Sewel, 1992: 4).

Deneyimlenen kültürün davranış üzerindeki etkisine karşın paylaşılan ortak sembollerin de ortak kimlik üzerine etkisi daha fazladır (Di Maggio, 1997: 266). Ortak sembollerle ortak kimlik arasındaki ilişkinin açıklığa kavuşturulması kolektif davranışın anlaşılması açısından oldukça önemlidir. Çünkü Weick’e (1993: 642-646) göre kimlik ve eylemin mantığı ilişkilidir. Sadece kişinin bakış açısı ve başkalarının algılarıyla inşa edilemez, aynı zamanda diğerlerinin farz ettiği ilişkide senaryolaşmış etkileşimlerle65 de inşa edilir (Powell ve Colyvas, 2008: 285). Bu etkileşimler sonucu ortaya çıkan bilgiyi, Giddens (1984: 26) “sosyal geleneğin bilgisi” olarak tanımlar.

Etkileşim şartlarının çeşitliliği içinde bireysel yeteneğin diğerleri tarafından değerlendirilmesiyle eylem rasyonel hale gelir (Giddens, 1984: 4). Bu süreçte oluşan kültür, bireyin kimliğini de yansıtır (Granovetter, 1985: 486). Hem bireysel ve kolektif zihin hem de düşünce ve eylemin birlikte inşası mantığında olduğu gibi, bireysel kimlik oluşurken kolektif kimlik de sosyal olarak inşa edilir. Bu kimlik, bir kolektivitenin temsili paylaşımıdır ve bireysel kimlikte kolektif unsurların da bulunması kaçınılmazdır (Di Maggio, 1997: 274-275). Böylelikle bireysel düşünce ile kolektif düşünce arasındaki ilişkiyi ortaya konmuş ve bireysel bir eylem gibi görünen çoğu davranışın içinde gömülü olan kolektif etkiler gösterilmiş oldu. Böylece zihin yapıları, düşünce yapıları ve eylem yapıları arasındaki ilişkinin mantığı daha rahat açıklanabilir.