• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KURUMSAL KURAMDA ÖRGÜTSEL DİL

2.1. Kurumsallaşma Sürecinde Aktörün ve Dilin Rolü

2.1.3. Kolektif Söylem ve Eylem

Daha önce de değinildiği gibi eski kurumsalcılar eylemi bir zorunluluk olarak görür66. Onlara göre eylem dış çevre şartlarına ve sosyal gerekliliklere uyumlu olmak zorundadır. Eylemin bu bilinçli ve amaçlı tanımı, gönüllü ve bilişsel eylem

65

Weick bu durumu, saygılı etkileşim olarak tanımlar. Weick’e göre saygılı etkileşim; diğerlerinin eylem ve temel inançlarına gönüllü olmak ve bildirimlerine saygı duymak, diğerlerinin inançlarını geçerli kılacak gözlemlerini kullandıklarında samimi bildirimde bulunmak, kendi algı, inanç ve araştırmalarınızla diğerlerinin bildirimlerinin birleştirilmesine saygı duymak üzerine kuruludur (bkz. Weick, 1993: 642-643)

66

Sosyal hayatın çeşitli bağlamlarındaki zorunlu yaptırımlarla ilişkili eylem eski kurumsalcılığı temsil eder. Gelenek, kural ve içselleştirme ile ilgili eylem ise bilişsel ve normatif çerçeveye ilişkin olduğu için yeni kurumsalcılığı temsil eder (bkz. Hasselbladh ve Kallinikos, 2000: 702)

81

yaklaşımlarını göz ardı ettiği için eleştirilmiştir67. Daha önce de vurgulandığı gibi her eylem birey tarafından bilinçli bir şekilde gerçekleştirilmez. Fakat buradaki bilinçsizlik, Giddens’ın bahsettiği, bilinçsizlik ile sözel bilinç arasındaki pratik bilince referans eder ve bilişsel ve güdüsel formlara sahiptir (Giddens, 1984: 4-7). Eylemin kendine özgü bir mantığı ve nedeni vardır. Bu açıdan eylem mantıklı, bilinçli ve tekrar edilmiş alışkanlıkların bir sonucu68 olarak değerlendirilebilir. Birey alışkanlık gibi bazı durumlar üzerine kurulu değişmeyen bilişsel örgülerin içinde kültürü aktif olarak birleştirir. Nesne, aktör, olay ve eylemler arasında benzerlik kurarak tematize eder ve kanıksar (Di Maggio, 1997: 281). Herhangi bir nesne, aktör ve olay karşısında birey zihinsel şema yardımıyla temaya uygun eylemi durumla ilişkilendirerek sergiler (Giddens, 1984: 3; Sewel, 1992: 4). Kurumsal prensiplerin kodlandığı senaryoyu bireyin sahnelemesi şeklinde gerçekleşen bu durum, Barley ve Tolbert’e (1997: 102) göre “kurumsallaşmanın ikinci aşamasını” ifade eder. Bu aşamada her bir birey senaryoya uygun davranışı sergiler ve benzer durumlarda benzer davranışların gösterilmesiyle kolektif eylem meydana gelmiş olur.

Bu durumda kolektif eylemin nedeni eski kurumsalcıların ifade ettiği gibi aynı sosyal yapı unsurlarının dayattığı zorunluluklar ve gereklilikler değil benzer bilişsel şemalara sahip olunmasıdır. Kolektif eylem, bireylerin bilişsel şemalarına kodlanmış ortak senaryonun bireyler tarafından sahnelenmesi ile oluşur. Bu sahneleme, bireyin toplumun diğer üyelerinden bağımsız ve ilgisiz bir şekilde sadece bilişsel şemasına uygun hareket ettiği anlamına gelmez. Birey bunu sergilerken diğerlerini de gözlemler ve onlarla koordineli davranmaya özen gösterir. Weick (1993: 635) insanın düzeni nasıl sahnelediğini ve eylemi nasıl koordine ettiğini göstermek için sezgisellik üzerine odaklanır. Ona göre bireyler, kimlerin çevreyi nasıl anladığını karşılıklı yorumlayarak eylemin içindeki şartları dönüştürür (Powell ve Colyvas, 2008: 284). Giddens da (1984:

67

Di Maggio’ya göre bir eylemin mantığı, verili bir alanda eylemi etkileyen zorunluluklar ve birbirine bağımlı temsil setlerine referans eder. Yani bir eylem zorunluluklardan kaynaklanabileceği gibi bilişsel ve zihinsel nedenlerden de kaynaklanabilir (bkz. Di Maggio, 1997: 277)

68

Gönüllü eylem bir bakıma bilişsel süreçlerin sonucu oluşur. Birey bilişsel süreçlerin sonucunda o eylemin doğruluğunu kanıksadığı için gönüllü olur. Haveman ve Rao, eylemin dış değerlendiricilerin etkisi dışında da gerçekleştirilebileceği düşüncesi ile birlikte eyleme dair ilginin dış kontrolün çıktısından bireyin rasyonel kararları ve gönüllülüğün çıktısına kaydığını belirtir (bkz. Haveman ve Rao, 1997: 1642). Hirsch de gönüllü eylem tabirini kullanarak, zorunlu eylem ile gönüllü eylem arasında dikkat çeken bir ayrım bulunduğunu vurgular (bkz. Hirsch, 1997: 1704)

82

2) bireyler tarafından sergilenen bu eylemlerin daha sonraki muhtemel eylemlerin şartlarını ürettiğini öne sürer.

Görülmektedir ki kolektif eylemde ağırlıklı biçimde etkin olan dışsal nedenler değil, yorum ve anlam gibi içsel nedenlerdir. Sembol, yorum ve anlam aracılığıyla eylemin şartları bireyler tarafından değiştirilirken, dışsal olarak eylemi belirlediği düşünülen kurumsal yapı da kısa sürede genel bir bakışla sezilemeyecek şekilde yine bunlar aracılığıyla değiştirilmiş olur. Toplumun bir üyesi olan birey, gerçekleştirdiği bu eylemi kendine ve diğerlerine rasyonel biçimde sunarak ve açıklayarak yapar (Weick, 1993: 635). Eylemin rasyonelleştirilmesi69 kurumsallaşmadaki içselleşme sürecine referans eder (Giddens, 1984: 3-4). İçselleştirme ile birey hem şematik bilişsel yapısının tutarlılığını korur hem de sosyal etkileşimsel düzene uyduğunu gösterir. Böylelikle hem tutarsızlığın neden olacağı çelişkideki iç kaynaklı rahatsızlıklardan hem de sosyal tepkinin neden olacağı dış kaynaklı endişelerden kendini uzaklaştırır.

Fakat bilişsel şemaların bireysel ve kolektif eylemdeki etkinliğini, sadece bunların sonucunda elde edilen bireysel ve kolektif çıktılarda aramak yanıltıcı olur. Bilişsel şemaların eylem üzerindeki etkisini daha iyi anlamak için şemaların özelliklerine daha dikkatli bakmak ve şemaların kullanıldığı süreçleri incelemek gerekir. Öncelikle bilinmelidir ki şemalar basit biliş mekanizmalarıdır. Şematik biliş; bilişsel kısayolun, alışkanlığın, tipleştirmenin ve kurumsallaşmış kültürün alanıdır (Di Maggio, 1997: 269). Bu şemalar sayesinde birey karşılaştığı durumu kısa zamanda algılayabilir, anlamlandırabilir, ne yapması gerektiğini bilebilir ve nasıl yapması gerektiğine karar verebilir. Bir senaryoyu sahnelemesi bireyin alternatiflerin farkında olduğuna ya da olmadığına dair bir ipucu vermez (Barley ve Tolbert, 1997: 102). Ancak insanlar var olan şemayla ilgili bilgiyi olması daha muhtemel algılar. Çünkü bilgi var olan şemada gömülüdür (Di Maggio, 1997: 269). İnsanlar şematik olarak gömülü bilgiyi daha hızlı

69

Giddens’a göre eylem, insan hareketlerinin bir kombinasyonu değildir. Hareketlerin kademeli (tabakalı) bir model görünümünde sergilenmesiyle gerçekleşen eylem, süreç setlerine gömülü olarak güdülenme, rasyonelleştirme ve takip etme davranışlarının tümünü içerir (bkz. Giddens, 1984: 3). Rasyonelleştirme; içselleştirme sürecine, güdülenme ve takip etme ise; kanıksanma sürecindeki rutin davranışlara referans eder. Eylemin rasyonelleştirilmesi, etkileşim şartlarının çeşitliliği içinde diğerleri tarafından değerlendirilen bireyin yeteneğinin genelleştirilmesi ilkesine dayanır (bkz. Giddens, 1984: 4). Güdülenme ise aktörden çok eylemin potansiyeline referans eder. Güdülenme rutinin gerçekleştiği şartlarda eylem üzerindeki doğrudan amaca sahip olmaya eğilimlidir. Bazı güdülenmeler plan ya da programlarla ilgili olsa da, günlük hayattaki davranışların çoğu doğrudan güdülenemez (bkz. Giddens, 1984: 6)

83

hatırlar. Mesela, zihinsel yapısıyla ilgiliyse daha önce duyduğu bir hikâye hakkındaki bilgiyi hızlıca geri elde edebilir, belirsizliği yorumlamada daha kesin çağrışımlar yapabilir ve daha uzun kelime listesini hatırlayabilir (Di Maggio, 1997: 270). Bu açıdan bilişsel şemaların bireye sağladığı önemli kolaylıklar vardır70 ve bu özelliklerinden dolayı bireydeki alışkanlığın ana nedenlerinden birini oluşturur.

Birey bir senaryoyu takip ettiğinin farkında olursa, bu durumda standart rasyonel bir eylem sunar (Barley ve Tolbert, 1997, 102). Senaryoyu takip ettiğinin farkında olmayarak sergilenen kolektif davranış, uzun süre göz önünde bulundurulduğunda irrasyonel (Granovetter, 1985: 490), senaryoyu takip ettiğinin farkında olarak sergilenen davranış, bireysel bir seçim gibi (Barley ve Tolbert, 1997: 97) algılandığı için rasyonel olarak değerlendirilir. Bu değerlendirmenin sebebi, normatif rasyonalite modelinin71 sosyalleşmemiş ekonomik insan varsayımı üzerine kurulu olmasıdır (Weick, 1993: 634). Hâlbuki normatif ya da bilimsel rasyonalite72 modellerinin, günlük hayatın pratik eylemini açıklamada yetersiz olduğu ileri sürülmektedir (Garfinkel, 1967: 283). Bireysel eylemde kolektif unsurları, kolektif eylemde bireysel unsurları bulmak mümkündür. Bu durumu açıklamada sınırlı rasyonalite ya da bağlamsal rasyonalite kavramları daha uygun görünmektedir.

İrrasyonel olarak değerlendirilen kolektif davranış, genelde bireyin durumu anlamaya ve doğru kararı vermeye yetecek bilgisi olmadığında sergilenen bir davranış olarak düşünülür. Çoğulcu bilgisizlik düşüncesi olarak tanımlanan bu durumda bireyin, kolektif tercihlerin paylaşıldığı temsile referansla davrandığı varsayılır (Di Maggio, 1997: 272). Bu yaklaşıma göre eyleme dair bilgisizlik arttıkça topluluk üyelerinin

70

Di Maggio, şematik bilginin avantaj ve dezavantajlarını birlikte sıralar. Ona göre insanlar şematik olarak gömülü bilgiyi daha kesin bir şekilde hatırlar. Fakat şematik olarak gömülü ancak henüz oluşmamış olayları hatalı bir şekilde hatırlayabilir (bkz. Di Maggio, 1997: 270)

71

Weick bu model yerine, sosyal ilişkiler hakkında daha sofistike bir yaklaşım ortaya koyan “bağlamsal rasyonalite” modelinin kullanımını daha uygun bulur (bkz. Weick, 1993: 634)

72

Garfinkel’e göre, bilimsel rasyonalite günlük hayatın amaçları tarafından yönetilen eylemlerde etkisizdir. Günlük rutinlerde ne sabit özelliklere ne de yaptırımlara sahiptir. Günlük hayatın işlerinde bireyin davranışsal çevresi ve organize olmayan etkileşimsel düzen daha etkindir (bkz. Garfinkel, 1967: 283). Etkileşimsel düzeni ve davranış çevresini dikkate alarak tanımlanan rasyonalite “bağlamsal rasyonalite” olarak kavramsallaştırılır. Bağlamsal rasyonalite, bireyin başkalarıyla daha iyi bir hayat ve daha doğru bir davranış ilişkisi kurma fikrini açıklamada kullanılan gelenek ve kurumları oluşturmak ve korumak için güdülenmiş eylem olarak tanımlanmakta ve Weick’e göre bu kavrama ilgi giderek artmaktadır. Weick’e göre bağlamsal rasyonalite, sosyal aktörlerin ilişkilerini zenginleştirdiği ve sürdürdüğü normatif yapıları, özneler arasındaki bağlantılarla oluşturduğu ve koruduğu şeklindeki yaklaşıma daha duyarlıdır (bkz. Weick, 1993: 634-643)

84

kolektif davranış sergileme ihtimalleri artar. Fakat bilgi arttıkça bireylerin sosyal yapının temel konuları üzerindeki bilgi ve düşünceleri farklılaşabilir ve kolektif eylem azalır (Blau, 1970: 203). Weick (1993: 641) ise yeni bilgi alanları ortaya çıktıkça bilgi ve bilgisizliğin birlikte arttığını belirtir. Bu durumda bireysel ya da kolektif eylemden hangisinin artacağı hangisinin azalacağı belirsizleşir. Bağlamsal rasyonalite kavramından hareketle, bireyin şartlara göre bireysel ya da kolektif eylemi sergileyeceği öne sürülebilir.

Bilişsel şemalar, sağladığı bahsi geçen kolaylıklar nedeniyle bireyde düşünce ve eylem alışkanlığı meydana getirir. Barley ve Tolbert’e (1997: 102) göre eylem bilgisinin olduğu senaryoda hangi davranışların tekrar ve taklit nedeniyle73 alışkanlık haline geldiğinin belirlendiği aşama “kurumsallaşmanın üçüncü aşamasını” oluşturur. Bu aşamadan sonra belirli bir konuda düşünme ve davranma eylemi sıradanlaşır ve olağanın dışına çıkmak zorlaşır. Fakat alışkanlığı pasif tutumla aynı görmemek gerekir. Simon (1976: 88-89) alışkanlık eyleminin pasifliği yansıtmadığını göstermiştir74. Ona göre alışkanlık, doğrudan dikkatin yetenekleştirilmiş anlamıdır. Bireysel alışkanlığın da günlük gerçek hayatta pratik gerekçeleri vardır.

Garfinkel de (1967: 263-264) mantıklı davranışlarda bireylere güven veren esnek ve tepkisel müzakere edilmiş kural ve prosedürlerin bireyler açısından günlük sebepleri gerektirdiğinin altını çizmiştir. Birey hangi kurallara uyulacağına yönelik uzlaşma ve anlaşmada bu sebepleri dikkate alır. Giddens da (1984: 6-7) bireyler arasında günlük hayat içerisinde gerçekleştirilen bu tip sosyal etkileşimlerin sürdürülmesinin insan için temel güvenlik meselesi olduğuna vurgu yapmış, sosyal etkileşimin insani kaygının kontrolünde en genel ve etkili motivasyon kaynağı olduğunu belirtmiştir (Powell ve Colyvas, 2008: 280). Bu nedenle alışkanlığı kurumlar karşısında pasif bir uyum olarak değil, günlük sosyal etkileşim süreçlerinin sonunda oluşan ve günlük yaşama dair gerekçelere sahip olan bir tutum olarak değerlendirmek gerekir.

73

Hirsch’e göre, kültürel ve sosyal anlamda meşru kabul edilen yapı ve eylem yaygın bir şekilde anlaşılır, taklit edilir ve takip edilir (bkz. Hirsch, 1997: 1715)

74

Simon’a göre alışkanlık, faydalı davranışların korunmasına yardımcı olmada önemli bir mekanizmadır. Benzer şartlarda benzer cevap ve tepkilerin gösterilmesinde düşünme ve karar verme süreçlerine ihtiyaç duymaksızın önemli bir görevi yerine getirir (bkz. Simon, 1976: 88-89)

85

Günlük etkileşimsel sosyal hayatın içerisinde bireyin zihni, düşüncesi ve eylemi ile birlikte toplumun kolektif zihni, düşüncesi ve eyleminin de nasıl oluştuğu gösterilmiş oldu. Sosyal inşa olarak adlandırılan bu süreçlerin içerisinde hem bu süreçlerin oluşumunu etkilediği hem de bu süreçlerin kendisinden etkilendiği kurumların nasıl inşa edildiği de bu aşamada açıklanmaya çalışılacaktır.