• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: KURUMSAL KURAM AÇISINDAN ÖRGÜTSEL DİL VE

3.4. Kurumsal Çevre Durumunun Örgütsel Meşruiyete Etkisi

3.4.2. Kurumsal Değişim Yaşanan Çevrelerde

İstikrarsız kurumsal çevrelerde değerlendiricilerin zihinlerinde çoklu norm setleri bulunur ve bunlar karşıtlık oluşturabilir (Bitektine ve Haack, 2015: 54). Creed, Scully ve Austin’e (2002: 477) göre bunun nedeni kurumsal alandaki eylem, yapı, şema,

155

kültürel kaynaklar ve anlam sistemlerinin kurumsal mantığının çoklu olması ve karşıtlık içerebilmesidir. Değişim süreçlerinde yeni anlamlar bu karşıtlıklardan doğar ve yerleşir. Zelditch (2001-a: 9) tıpkı kurumsal mantık gibi onun bir parçası olan meşruiyetin, kabul edilmiş norm, değer, inanç, pratik ve prosedürlerle birlikte kabul edilmeyenleri de içinde taşıyabileceğini ifade eder. Fakat kurumsal mantığın karşıtlıklar içermesi zorunlu değildir. Karşıtlıklar içerebildiği gibi uyumlu alternatif mantıklardan da oluşabilir (Thornton ve Ocasio, 2008: 102-117;Greenwood vd., 2011: 332). Her iki durumda da nedensel ilişkiler seti meşruiyet süreçlerini domine edebilir. Bu bağlamda statüko karşısında meşruiyet hükümleri daha eleştirel olabilir (Bitektine ve Haack, 2015: 58). Zelditch (2001: 47) bu durumu açıklamak için Habermas’ın ekonomik sistem eleştirisini kullanır. Bu yaklaşıma göre alt-yapı ile üst-yapı arasındaki ilişki tekçi kapitalizm ile liberal ideoloji arasındadır. Serbest piyasa ideolojisi serbest olmayan piyasayı haklı çıkarır. Bu zıtlık meşruiyette açığa neden olur. Bu meşruiyet açığı liberal devletin etkinliği ile artar ve meşruiyet krizine yol açar133. Wuthnow (1984: 217) Habermas’ın bu durumu, ileri kapitalist toplumlarda meşruiyet probleminin doğası olarak gördüğünü ifade eder. Kurumlarda değişim ihtimalinin yüksek olduğu bu durumlarda değerlendiricilerin meşruiyet hükümleri de farklılaşır (Tost, 2011: 686). Bu şartlar altında geçerlilik rakip hükümlerin kamuya açıklanmasıyla aşınır. Bu durumda bireylerin ve kolektif aktörlerin stratejik davranış sergilemesi ve meşruiyet süreçlerinde etkin rol oynaması mümkün hale gelir (Bitektine ve Haack, 2015: 63). Belirsizlik ve karmaşıklığın olduğu bu durumda meşruiyet stratejileri başarılı olabilir (Zimmerman ve Zeitz, 2002: 422).

Bitektine ve Haack (2015: 60), normların ve kolektif inançların kurumsal olarak belirleyici olduğu bir sosyal ortamda kurumsal değişimin nasıl gerçekleştiği paradoksunu açıklamada, mikro seviye varsayımların yardımcı olabileceğini düşünür. Di Maggio’ya (1997: 265) göre sosyal değişim dönemlerinde insanların normları medya gibi iletişim araçlarıyla bozulur, bilinçaltı görünümleri değişir, fenomenleri açıklama söylemleri farklılaşır. Böylelikle kültürel anlam oldukça eklemlenmiş ve belirgin hale

133

Wuthnow da aynı şekilde Habermas’ın meşruiyete yaklaşımının istikrar ve statüko üzerinden olduğunu, her sosyal sistem gibi kapitalist düzenin de kendi içindeki çelişkilerden dolayı meşruiyet krizine girdiğini ifade eder. Habermas’ın meşruiyet yaklaşımı ve eleştirisi için (bkz. Wuthnow, 1984: 217)

156

gelir. Bu şartlarda eylem ilişkileri doğal olarak oluşmaz. İnanç ve ritüeller ideolojilere yapışmış toplumun eylemini doğrudan şekillendirir (Swidler, 1986: 284).

Bu durumda ideolojiler uygun eylemi tanımlar (Meyer ve Rowan, 1991: 44) ve değerlendiriciler ideolojilerine bağlı olarak örgütlerin meşruiyetini kıymetlendirir (DiMaggio ve Powell, 1991-a: 5). Bu nedenle örgütsel söylemler ideolojileri yansıtmaya başlar (Harmon, Green ve Goodnight, 2015: 77). İdeoloji ve söylem ilişkisini açıklamada üç yaklaşımdan bahsedilebilir. Yayılma yaklaşımına göre meşruiyet söylemleri, yapıyla uyumlu stratejiler olmaktan çok ideolojik açıklamalardır. Dönüşüm teorisine göre meşruiyet açıklamaları, ideolojik söylemden çok dönüşüm sürecinin gömülü çıktısıdır. Sosyal eylem teorisi ise hem yayılma hem de dönüşüm yaklaşımının bir birleşimidir. Meşruiyet açıklamasını ve kurumsal mantığı tarihsel olarak gömülü politik süreçlerin çıktısı olarak görür (Creed, Scully ve Austin, 2002: 477-479).

İçerisinde bulunulan ideolojik ve politik ortam meşruiyet söylemlerini de şekillendirir. Demokratik rejimlerde politik meşruiyet serbest seçimlerden gelir. Halkın iradesine ve seçime vurgu belirgindir. Totaliter yaklaşımda politik meşruiyet bir sosyal sınıf ya da elit çevrenin liderliğinden gelir. Onların yaşam biçimi ve düşüncelerine vurgu önemlidir. Genç ya da otoriteryen politik rejimlerde kişilik kültürü ya da kısa dönemli ekonomik ya da kamu düzeni başarıları meşruiyeti sağlamak için kullanılır. Geçiş dönemlerinde ise eski rejime bir karşıtlık inşa etmek meşruiyeti sağlamanın en etkin yollarından biri olarak görülür (Mazza, 1999: 29). Demokraside meşru otorite kurumsal düzenlemeleri destekleyen hukuk formlarından kaynaklanırken, otoriter rejimler için bu durum söz konusu olmayabilir (Tost, 2011: 686). Bu değişken şartlar örgütlerin stratejilerini de belirler. Doğal olarak meşruiyet ideolojilerin sosyal işlevlerinden biri haline gelir. Değişik ülkelerdeki örgütlerin söylemlerinde rastlanılan farklı açıklama biçimlerinin nedeni ayrı kurumsal, politik ve kültürel şartlarda ortaya çıkmalarıdır (Meyer, 1995: 32). Vaara ve Tienari, (2008: 987) milliyetçilik ideolojisinin İskandinav ülkelerinde örgütler açısından önemli bir söylem seti sağladığını öne sürer. Meyer (1995: 36-37) ise Avrupa’da kamu yararı Amerika’da ise müşteri memnuniyeti söyleminin etkili olduğunu belirtir. Green (2004: 662) batılı örgütlerin genelde rasyonalitenin mantıksal boyutuna vurgu yapmayı tercih ettiklerini ifade eder.

157

Sosyal dinamikler, kurulu kurumsal düzenin bozulmasına yol açabildiği gibi kurumsal çevreyi istikrarlı hale de getirebilir (Bitektine ve Haack, 2015: 60). Kurumsal ve sosyal değişimin, meşruiyetin kaynağına ve meşruiyet açıklamalarına ilişkin meydana getirdiği farklılaşmayı en belirgin şekilde gösteren durumlardan biri de geleneksel ve modern dönem karşılaştırmasıdır. Modern dönemde Meyer ve Jepperson’un (2000: 105) bahsettiği aracı aktör kurumsal alana yerleşti ve bu sayede ruhsal dünyanın temsilinin rasyonelleşmesi sağlanmaya çalışıldı. Moderniteyle birlikte eski dünyanın bütün ruhsal güçleri tek bir yüksek güçte birleştirildi. Çağdaş süreç adı verilen bu evrimde insan hakları, özgürlük, demokrasi, evrensel hukuk gibi temel evrensel prensipler modern din olarak yüksek kültür adı altında kurumsallaştırıldı ve doğrudan ruhani bir kontrol alanı meydana getirildi (Meyer ve Jepperson, 2000: 105). Böylelikle gelenekselden moderne geçiş döneminde yaşanan meşruiyet süreçlerine ilişkin istikrarsızlık sona erdirildi, modern kurumlar ve inançlar toplumsal çoğunluğun ortak görüşleri olarak bir hüküm niteliği kazandı ve zamanla kurumsal sınırları belirlendi (Bitektine ve Haack, 2015: 67). Modern dönemde doğanın temsilinin rasyonelleşmesi ile birlikte kadın hakları, etnik grup hakları, fiziksel sınırlılıklar, kürtaj, mesleki haklar gibi yeni fark edilen varlık ve ilişkilerin genişlemesi sağlandı. Sosyal alanda bunlar doğal işlevleriyle sosyal haklarının uyumlu olması gereken varlıklar olarak kabul edildi (Meyer ve Jepperson, 2000: 104). Gazetecilerin, doktorların, akademisyenlerin, mimarların, azınlıkların, etnik grupların varlıksal olarak meşru hakları olduğu öne sürüldü ve kurumsal yapı bu yeni duruma göre tekrardan düzenlenmeye çalışıldı. Kurumsal yapı unsurlarının meşruiyet kaynağı bu yeni durum ve statüler haline geldi. Toplumsal etkileşimdeki söylem, bu yeni durum ve statülerin yaygınlaştırılması ve uyumlaştırılmasında değerlendiricinin kararını şekillendirdi (Green, 2004: 653). Meslek örgütleri ve akademik çevreler söylemleri ile bu yeni görüşün sosyal bir hüküm haline gelmesine yardımcı oldu (DiMaggio ve Powell, 1991-a: 29; Greenwood, Suddaby ve Hinings, 2002: 59). Bu sayede kurumsal alanlara hâkim olan baskın azınlık, çoğunluğun çıkarlarını ya da onlar için doğru olanı belirleme gücü elde etti. Sanki onların çıkar ve isteklerini gözetiyormuş algısı oluşturabilecek stratejilerle meşru fakat uydurma bir görüntü ortaya koydu (Bitektine ve Haack, 2015: 67). Bu nedenle modern aktörü Granovetter’ın (1985: 487) deyişiyle; “yalnızca çıkarını arayan varsayımından öte daha zeki, kurnaz ve niyetini ustaca gizleyebilen bir varlık” olarak tanımlamak çok daha yerinde olur.

158

Bu yeni dönemde örgütler kurumsal stratejilerini, baskın olarak aktarılmış olanı iyi gibi göstererek ve kabul edilmiş anlamı manipüle ederek statükoyu korumak için geliştirmeye başladı (Fligstein, 1997: 403). Çünkü kurumsal istikrar sağlandığında artık kurumsal algının değişmesi sadece eylemi değil aynı zamanda meşru hükümleri de değiştirmeyi gerektirdiği için (Bitektine ve Haack, 2015: 68) sosyal aktörler risk almak istemez. Onun yerine büyük bir meşruiyetle geçerli görülen amaç ve sorumlulukları takip ederek mevcut durumun sağladığı imkânlardan istifade etmeyi tercih eder ve sürdürür (Meyer ve Jepperson, 2000: 105).

Üniversitelerin kullandıkları örgütsel dile bakıldığında, kurumsal hale gelmiş unsurları yansıtan benzer formlar dikkat çeker. Sembolik iletişim formları olarak isimlendirilen bu araçların meşruiyet kazanmak için tercih edildiği söylenebilir (Phillips, Lawrence ve Hardy, 2004: 642). Çünkü üniversite faaliyetlerinin sonuçları kısa vadede belirsizdir ve tam olarak ölçülmeye imkân tanımaz. Bundan dolayı faaliyetlerinin sonuçlarıyla ilgili sağlam teknik kanıtlardan yoksundur ve sosyal değerlendirmelere açıktır. Norm koyucu ve yasal düzenleyicilerin getirmiş olduğu standartlar onlar için nicelik ifade eder ve bu nedenle genelde törensel olarak uygulanır. Başarı ve performansını bu standartlara vurgu yapan örgütsel dilleri aracılığıyla göstermeye çalışır. Standartların oluşturduğu kolektif tanımlar yapılan açıklamaları da biçimlendirir (Meyer ve Rowan, 1977: 349). Akademik yayın puanları, ar-ge merkezleri, stratejik araştırma merkezleri, akademik ödüller, sertifikalar vb. argümanlar çıktının kalitesi ve niteliğine bakılmaksızın nicel anlamda başarının bir göstergesi olarak kabul edilir. Akademisyenler yayınladıkları akademik çalışmaların ve içerisinde yer aldıkları projelerin niteliksel sonuçlarına bakılmaksızın ödüllendirilir134. Üniversitelerin bu tip argümanlar üzerinden oluşturduğu örgütsel dil, onun başarılı ve performansının yüksek olduğunu göstermek için önemli bir algı aracına dönüşür. Bilimsel faaliyetleri konusunda kullandıkları metaforlar örgütsel gerçekliğin üstünü örter (Meyer, 2008: 795). Bu şekilde oluşturdukları statü ve algı sayesinde faaliyetleri gerçek anlamda adaletsiz ya da verimsiz olsa bile nesnel anlamda kaliteli olarak sunabilir (Powell ve Colyvas, 2008: 288).

134

Powel, örgütlerin sembolik araçlarla dış çevreye sunduğu anlamın faaliyetinin gerçek niteliği ile ölçülü olması gerektiği şeklindeki okumayı yanlış bulur (bkz. Powel, 1991: 189-190). Onun yaklaşımına göre sembolik manipülasyon sayesinde örgütün gerçekliğiyle hiç de ölçülü olmayan bir algı oluşturulabilir.

159

Bu bölümde örgütlerin meşruiyet stratejilerinin aslında kurumsallaşmış stratejiler olduğu ve kurumsal alanın özelliklerini yansıttığı belirtildi. Bu durumun meşruiyetin kurumsal özüne uygun olduğu vurgulandı. Örgütlerin yerel ve evrensel içerikli söylem stratejileri, topluma özgü ve evrensel şemalar ayrımı ve ilişki kurdukları çevrelerin farklılığı üzerinden açıklanmaya çalışıldı. Kurumların kusursuz kanıksandığı varsayımından uzak durularak, örgütlerin çevrelerini söylem stratejileriyle manipüle edebildikleri ve böylelikle meşruiyet elde ettikleri iddia edildi. Örgütlerin kurumsal anlamda çoklu şemalara sahip olabilecekleri ve bu şemaların değişen durumlara göre farklı stratejiler kullanılmasına imkân tanıdığı ifade edildi.

Meşruiyet, değerlendiriciler ve yapıcılar üzerinden ele alındı. Yapıcılar, söylem stratejilerini oluşturan örgütler, değerlendiriciler ise örgütlere meşruiyet hükmü atfeden bireysel ve kolektif aktörler olarak tanımlandı. Bireysel meşruiyet hükmü uygunluk, kolektif meşruiyet hükmü ise geçerlilik olarak adlandırıldı. Bireysel değerlendiricilerin kolektif hükümlerden, kolektif değerlendiricilerin ise bireysel hükümlerden etkilendikleri fakat bireysel hükümlerin kolektif hükme dönüştüğü iddiasının meşruiyet açısından birçok zorluk içermesinden dolayı kolaylıkla gösterilemeyeceği öne sürüldü. Bu nedenle bireysel ve kolektif değerlendiricileri ayrı bir şekilde ele alan fakat bunlar arasındaki ilişkiye de değinmeyi ihmal etmeyen çoklu seviye meşruiyet analizinin uygun olduğu vurgulandı. Örgütlerin bireysel değerlendiriciden içsel söylem ya da uygunluk stratejileri, kolektif değerlendiriciden ise kolektif söylem ya da geçerlilik stratejileri ile meşruiyet elde etmeye çalıştıkları belirtildi. Söylem stratejilerinin manipülatif amacını, niçin toplumun büyük bir kısmı fark edemezken diğer bir kısmının fark edebildiği otomatik ve bilinçli biliş ayrımı ile açıklanmaya çalışıldı. Otomatik bilişe sahip olan değerlendiricinin keşif ve sezgi yoluyla hükme vardıkları, bundan dolayı da literatürde sezgici olarak da nitelendirildikleri belirtildi.

Meşruiyetin yapıcıları ise çıkarını arayan fakat kurumsal yapıyı kullanarak bu amacı yetenekli bir şekilde gizlemeyi başaran aktörler olarak tanımlandı. Bunu yaparken kültürel unsurların kullanılmaya elverişli olduğundan ve örgütlerin kendi dışındaki varlıkların da temsili rolünü üstlenerek meşruiyet süreçlerini rasyonelleştirebileceğinden bahsedildi. Bu süreçlerde özellikle gerekçelendirmenin rolü vurgulandı. Gerekçeler bilişsel, ahlaksal, değersel ve duygusal olarak sınıflandırıldı. Bilim, sanat, ahlak, hukuk

160

ve yönetim olmak üzere beş gerekçelendirme alanı olduğunu belirtildi. Örgütlerin uygun gerekçeleri bu alanların özelliklerini kullanarak belirledikleri ifade edildi. Uygunluk ve geçerlilik üzerine strateji ayrımının hem gerekçe türleri sınıflandırmasına hem de gerekçe alanlarına uygun olduğu öne sürüldü.

Söylemi, iletişim ve yapı seviyesinde ele alan yaklaşımlar olduğu, iletişim seviyesinde ele alan bakış açısının sadece iletişim süreçlerinin temeli olarak görürken, yapı seviyesinde ele alanın ise bunun yanında, sosyal gerçekliğin inşasının da temeli olarak gördüğü belirtildi. Söylemi tanımlamada ise, dar ve geniş bakış açısından bahsedildi ve dar bakışın sadece sözlü konuşma ve yazılı metin olarak gördüğü, geniş bakışın ise mesaj iletmeyi sağlayan bütün sembolik unsurları söylem olarak tanımladığı ifade edildi. Örgütsel dil kavramının ise geniş bakışın tanımladığı söyleme oldukça yakın olduğunu belirtildi. Söylem formları ise sözlü, yazılı, görsel ve sembolik eylem olarak ayırt edildi. Örgütlerin söylem stratejilerinin kurumsal alanın istikrarlı olduğu durumlarda farklı, değişken olduğu durumlarda farklı etkiler üreteceği vurgulandı. Bölümün başında sorulan araştırma sorularına, varılan sonuçlardan yola çıkılarak verilen cevaplar şu şekildedir:

Araştırma Sorusu 4: Örgütsel dil örgütsel meşruiyetin oluşumunda rol oynar mı?

Çalışmada örgütsel dil stratejilerinin, örgütsel gerçekliği farklı yansıtabilme ve kurumsal çevredeki değerlendiriciler üzerinde manipülayon yapma ve hüküm oluşturma potansiyeline sahip olmalarından dolayı örgütsel meşruiyetin oluşumunda rol oynadıkları sonucuna ulaşılmıştır.

Araştırma Sorusu 5: Örgütsel dil ve örgütsel meşruiyet ilişkisinde kurumsal

faktörlerin rolü bulunmakta mıdır?

Çalışmada örgütsel dil stratejilerinin kurumsal strateji oldukları gösterildiği için örgütsel dil ve örgütsel meşruiyet ilişkisinde kurumsal faktörlerin rolü olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Bir sonraki dördünce bölümde örgütsel alandaki bazı seçili özel sektör holdinglerinin, örgütsel dil stratejileri ile meşruiyeti nasıl kazanmaya çalıştıkları kendi söylemleri üzerinden gösterilmeye ve açıklanmaya çalışılacaktır.

161

BÖLÜM 4: ÖRGÜTSEL DİL VE ÖRGÜTSEL MEŞRUİYET