• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KURUMSAL KURAMDA ÖRGÜTSEL DİL

2.1. Kurumsallaşma Sürecinde Aktörün ve Dilin Rolü

2.1.4. Kurumların Oluşumu ve Sosyal İnşa

Alışkanlık haline gelen davranışların tespit edilmesiyle oluşan kurumsallaşmanın üçüncü aşamasının ardından sıra dördüncü ve son aşamanın belirlenmesidir. Daha önce zihnin şematik yapılanması, kolektif zihne dönüşümü, bunun kolektif düşünceyi ve eylemi nasıl meydana getirdiğine değinilmişti. Bu aşamada, bireyin kolektif sosyal hayatın içerisinde toplumun diğer bireyleriyle olan ilişkilerinin onun zihin yapısına, davranışına ve bireyin eylemini etkilediği varsayılan kurumların oluşumuna nasıl katkıda bulunduğu tartışılmaya çalışılacaktır.

Toplumdaki sosyal ilişkilerin kurum ve davranışları nasıl etkilediği sosyal teorinin75 klasik sorularından biridir (Granovetter, 1985: 481). Kurumsal yapıların sosyal alan üyelerinin arasındaki ilişkinin özeti olduğu ve konuşmadaki dil kuralları gibi sosyal eylemdeki kuralları temsil ettiği düşünülür (Giddens, 1984: 21; Barley ve Tolbert, 1997: 96; Sewell, 1992: 6). Bireyin eylemini gerçekleştirirken bu kurallara uyduğu kabul edilir. Burada eylemin devamlılığı aktif bir aracıya bağımlı değildir çünkü pratikler yapı ve ilişkiler ağına gömülüdür (Powell, 1991: 191). Eylemin düzenli ve devamlı olmasını sağlayan şey bu yapı ve kişiler arası ilişkiler ağıdır. Granovetter’a (1985: 504) göre davranışın kişiler arası ilişkiler ağına gömülü olduğuna yönelik bu argüman, insan eylemini aşırı sosyalleşmiş ya da yetersiz sosyalleşme uçlarından uzak tutarak tamamen özgür ya da tutsak birey tanımlamasından araştırmacıları kurtarır.

Birey bilincinde olmadan kurumsal yapıdan etkilenerek davranışını sergilerken, aynı zamanda sosyal etkileşimde bulunarak yine bilincinde olmadan kurumsal yapının oluşumuna katkıda bulunur (Giddens, 1984: 2). Barley ve Tolbert’e (1997: 102) göre süreç boyunca bireyler arasında üretilen etkileşimler ve davranış ilişkilerinin

75

Coleman’a göre sosyal teori, birey ve toplum arasındaki ilişkinin temellerini ve bireyin sosyal sistemi nasıl şekillendirdiğini açıklamaya çalışır (bkz. Coleman, 1986: 1310)

86

dışsallaşması ve nesnelleşmesiyle “kurumsallaşmanın dördüncü aşaması” gerçekleşmiş olur. Ancak oluşan kurumlar, bireysel anlamda sınırsız eylem alanının temel esaslarını ve kavramlarını içerdiği için kurumsallaşma, eylem alanı ya da sosyal alanın sınırlamasıyla durmaz (Hasselbladh ve Kallinikos, 2000: 700).

Bireyler paylaşılan tipleştirmeler ve davranışın yorumlanmasına yol açan tartışma süreçleriyle kurumları var etmeye devam eder (Barley ve Tolbert, 1997: 94). Bu süreçte yapılan tipleştirmeler algıyı, yorumu, tasarımı ve eylemi etkiler. Kurumsallaşmış yapı ve davranışlar, şematik ve kanıksanmış durumlar olarak günlük eylemde yeniden üretilir (Di Maggio, 1997: 270). Ancak günlük eylemle gerçekleşen kurumsal değişim yavaş bir şekilde uzun bir süreçte ortaya çıkar (Hirsch, 1997: 1715). Bu süreç içerisinde birey zihinsel şematik yapısını ve davranış biçimini göreceli olarak uzun süre korur76. Bu alanlardaki değişim kurumsal yapıdaki değişime paralel bir durum arz eder. Nasıl birey kendi zihinsel değişiminin süreç içerisinde farkına varamıyorsa toplum da kurumsal değişiminin bu şekilde farkına varamaz.

Birey alternatif senaryo ve çözümlere de ancak belirli sınırlar içinde katkıda bulunabilir. Fakat bu alternatif senaryo ve çözümler de yaygın kültür tarafından uyumlaştırılmak ve meşrulaştırılmak zorundadır (Hirsch, 1997: 1716). Meyer ve Jepperson (2000: 101) kültür üzerine vurgu yaparak77 modern aktörün inşa edilmiş, senaryoya sahip ve meşrulaşmış özelliğinin dikkate alınması gerektiğinden bahseder. Yeni kurumsal senaryonun uyum ve meşruiyetini sağlayacak olan kültür günlük ritüeller, hikâyeler, dil gibi kültürel pratikler kadar seremoniler, sanat formları, inançlar ve anlamı taşıyan sembollerden oluşur. Fakat bunların hiç birinin özünde var olmaz, mutabakata dayalı bir formdur (Swidler, 1986: 273; Di Maggio, 1997: 265; Zilber, 2002: 236). Yeni ya da alternatif senaryolar, oluşumu uzun süreçlere dayanan kültüre aykırılık teşkil edemez. Fakat kültür bazı kurumsalcıların ele aldığı gibi otonom ve değişime dirençli bir şekilde toplumsal davranışların belirleyicisi olarak tanımlanamaz.

76

Eğer bir davranış uzun süredir sergileniyorsa, piyasa öncesi toplumlarda ciddi ölçüde sosyal ilişkilere gömülü olarak görülür ve modernleşmeyle daha fazla otonomlaştığı kabul edilir (bkz. Granovetter, 1985: 481). Bu tespit daha önceki bölümlerde kurumsal yapılarla modernleşme arasında kurulan ilişkiye uygundur. Bu yaklaşıma göre kurumsal yapılar modern zamanların ve modernleşme anlayışının ürünüdür. 77

Meyer ve Jepperson, bazı araştırmacıların kültür üzerine vurgu yapmasına rağmen, analizlerinde modern aktörün inşa edilmiş, senaryolaşmış ve meşrulaşmış özelliğinin hakkını yeterince veremediklerini ifade eder. Onlara göre aktörün sosyal deneyiminin senaryosuz ve eğitimsiz bir şekilde ham olduğunu varsaymak oldukça hatalıdır (bkz. Meyer ve Jepperson, 2000: 101)

87

Yeni kurumsalcılığın teorik dayanaklarından biri olan Berger ve Luckman (1967: 66-67) kültürü otonom bir saha olarak görmez (Hirsch ve Lounsbury, 1997: 411). Bu nedenle kültür de bireysel ve kolektif zihin, düşünce, eylemle birlikte inşa edilmeyi sürdüren ve süreç içerisinde fark edilmese bile değişime uğrayan dinamik yapıları içinde barındırır. Bu nedenle kurumların anlaşılmasında bilişsel süreçlerin açıklayıcılığı daha çok öne çıkar. Çünkü normatif ve düzenleyici süreçler daha somut ve yapısal bir özelliğe sahipken, bilişsel yaklaşım daha düşünsel ve kültürel unsurlara vurgu yapar (Hirsch, 1997: 1717).

Bu durum normatif ve düzenleyici süreçlerin oluşumunda bilişsel ve kültürel etkilerin olmadığı anlamına gelmez. Normatif ve düzenleyici süreçlerin aktörleri de belirli bir şematik zihne ve kültüre sahiptir. Bu nedenle norm, kural ve düzenlemeleri oluşturan bu aktörlerin bilişsel ve kültürel yapılarının, oluşturdukları norm ve düzenlemelere yansıması kaçınılmazdır. Aktörlerin şematik bilinçleri bilişsel etki yoluyla, şartlarla içsel olarak uyumlu kusursuz bir ağ olarak tanımlanan kültür78 ise sosyal etki yoluyla normatif ve düzenleyici süreçleri etkiler (Di Maggio, 1997: 264). Bu açıdan normatif, düzenleyici ve bilişsel süreçler arasında keskin bir ayrım yapmak zorlaşır. Bunların zaman içerisinde birbirlerine olan etkilerini de dikkate almak gerekir. Özellikle kültürün bireyler arası iletişim ve anlaşmayı sağlamada, bireyin nesne ve olayları toplumsal yargıya uygun bir şekilde değerlendirmesinde ve yeni oluşmakta olan kurumların içselleşmesi ve meşru olarak görülmesinde oynadığı etkin rol ihmal edilmemelidir. Kurumların sosyal inşasında toplumsal zihnin, toplumsal düşüncenin ve toplumsal eylemin nasıl oluştuğu ve bu süreçteki kültürün rolü açıklanmaya çalışıldı. Bu sürecin şema, bilinç, alışkanlık, sosyalleşme gibi kavramlarla ilişkisi gösterildi. Bundan sonraki kısımda daha çok, bu süreçlerdeki anlam ve dilin rolüne yer verilecektir. Bu yapılırken aynı zamanda örgütsel alandaki örgütsel dil formlarının oluşum ve etkileri tartışılmaya çalışılacaktır. Böylece örgütsel dil ile kurumsal süreçler arasındaki ilişki daha açık anlaşılabilecek ve kurumsal kuram içerisinde dilin nasıl bir konumda olduğu daha net görülebilecektir.

78

Şimdiki bazı çalışmalarda kültür, gruplar karşısında parçalanmış ve grubun ortaya çıkardıkları karşısında istikrarsız olarak tanımlanmaktadır (bkz. Di Maggio, 1997: 264)

88