• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KURUMSAL KURAMDA ÖRGÜTSEL DİL

2.2. Kurumsal Kuramda Örgütsel Dil, Sembol ve Anlam

2.2.3. Örgütsel Alanın Görünümleri ve Örgütsel Dil

Örgütsel hayata bakıldığında değişen ve sabit kalan unsurlar görülür. Aktör, eylem ve anlam bir yandan değişirken bir yandan kalıcıymış gibi algılanır. Bunun sebeplerinden biri bu değişimin çok yavaş ve kısa adımlarla gerçekleşiyor olması iken diğer bir sebebi ise bunların algılanmasını sağlayan araçların sunduğu sabit görünümlerdir. Oysaki etkileşimsel hayat öznelerarası ilişki üzerine kuruludur ve iletişim kuran insanlar

103

arasında gerçekleşen anlam sentezi ve değişimle ortaya çıkar. Bu etkileşim boyunca anlam kendini ve özneyi dönüştürür. Öznenin ve anlamın değişim ve dönüşümünden dolayı eylemin gerçekleştirileceği şartlar tam olarak bilinemez. Birey eylemin bilinemeyen şartları içerisinde eylemini güdüler, rasyonelleştirir ve tekrarlar. Fakat eylem istenmeyen ya da beklenmeyen birçok sonuçla neticelenir (Giddens, 1984: 5). Örgütler için de aynı durum geçerlidir. Weick’in (1993: 642) sezgisellik görüşünden bakıldığında, örgütsel hayatın da bazı özellikleri belirsizdir. Örgütsel hayatın içinde ya ilişki bilinemez ya da şu anki eylemin gelecekteki sonuçları tahmin edilemez (Powell ve Colyvas, 2008: 285).

Aktör eylemine karar verirken ya da eylemi gerçekleştirirken bir sonucu amaçlar fakat o sonucu tam olarak elde etmesini sağlayacak şartları kontrol edemez. Mesela bir grup insan bir araya gelerek tasavvur ettikleri bir medeniyetin inşasına girişebilir. Fakat bu niyet, insanlık tarihine ve sosyolojinin tabiatına aykırıdır99. İnsanlık tarihi belki niyetli eylemler tarafından var edilmiştir fakat niyetli bir proje asla değildir (Giddens, 1984: 27). Ancak hem bireysel hem de örgütsel aktörler kendilerini ve takipçilerini hayali bir tasarımın peşinden sürüklemeyi ve motive etmeyi sakıncalı görmez. Lakin geleceğe dair tasarımlarını tam olarak tanımlayamadıkları için onu bugünün ve geçmişin bazı kavramlarıyla ilişkilendirip anlaşılmasını sağlayacak metaforlara sıklıkla başvurmak zorunda kalır.

Metaforlar, kurulu düzende belirsizlik ve muğlaklığın azaltılmasında önemli rol oynar. Fakat aktörü çelişkiye düşmekten kurtaramaz. Mesela örgütler bir taraftan üniversiteleri hor görürken eş zamanlı olarak diğer taraftan da bilim ve teknolojiyi metheden bir örgütsel dil inşa edebilir (Powell ve Colyvas, 2008: 300). Çünkü bilimsel bakış açısı, rasyonel ve ilerici toplumda yüksek modernitenin gereği olarak farz edilmiştir (Meyer ve Jepperson, 2000: 103). Örgütler bu düşünceyi içselleştirmemiş olsa bile kendini bu yargıya uygun bir dil inşa etmek zorunda hisseder. İçselleştirilemeyen bu anlayışla bir yandan bilime övgüler sıralanırken diğer yandan bilim üretmekle görevli üniversiteler

99

Şüphesiz ki, medeniyet inşası gibi kolektif süreçler kişisel davranışlar tarafından üretilir. Fakat kolektif süreçlerin mikro (bireysel) temelleri, değişen toplumun ve yeni eylemlerin ortaya çıkardığı şartlar tarafından etkilenen aktörün seçtiği faaliyetleri ve benzer birey topluluklarını içermez. Bu çerçevede birey kolektif süreçleri doğru bir şekilde işletemez (bkz. Jepperson ve Meyer, 2011: 68). Şartlar sürekli değiştiği için gelecekte sergilenecek sonsuz sayıdaki eylem ve eylemlerin sonuçları kontrol edilemez. Bilinemeyen ve kontrol edilemeyen sonsuz sayıdaki eylem ve sonuçları ile önceden tasarlanmış bir medeniyetin inşası ancak tesadüfen gerçekleşebilir.

104

çelişkili bir şekilde küçümsenir. Bu çelişki sosyal hayatın anlam bütünlüğü sağlanamayan her aşamasında görülür.

Diğer yandan örgütsel hayatta bazı unsurların sabit kaldığını görülür ya da düşünülür. Aktör içerisinde bulunduğu şartları tam olarak bilemiyor ve eyleminin sonuçlarını net bir şekilde öngöremiyor olsa da, eyleminde bir amaç taşıyabilir ve bir sonuca ulaşmak isteyebilir. Daha önce çıkarcı aktör tanımından uzak durulması gerektiği belirtilmişti. Burada Fligstein’ın “sosyal aktör” kavramı kullanılabilir. Stratejik aktörün verili bir çıkara sahip olduğu varsayımının aksine sosyal aktör, diğer aktörlerin örgütsel alanda var olma ve varlığını devam ettirme çıkarını da içinde barındırır (Fligstein, 1997: 398). Diğer aktörlerin varlık hakkına saygı gösteren bu sosyal aktör tanımı, hem Weick’in (1993: 642) bahsettiği “saygılı etkileşim” kavramıyla hem de Garfinkel (1967: 263-264), Goffman (1983: 2-5), Powell ve Colyvas (2008: 281) gibi araştırmacıların tanımladığı, çevresine güvence vermek için açıklama yapan aktör kavramıyla uyumludur. Fligstein (1997: 398) çıkarı ve çıkarın elde edilme imkânlarının sosyal yapı tarafından sunulduğunu belirtir. O zaman şu sorunun sorulması gerekir: Sosyal yapının hangi durumlarında sosyal eylem ve sosyal çıkar, hangi durumlarında stratejik eylem ve stratejik çıkar mümkündür?

Weick (1993: 646) yapı ve anlam arasındaki doğrudan ilişkide anlam azaldığında insanların dikkatinin formel ve informel sosyal bağlara doğru kaydığını ve yapının öne çıktığını söyler. Swidler’e (1986: 281) göre bu durumda sosyal yapı ve kültür kaynaşır100. Aktörlerin eylem ve söylemleri arasında büyük boşluklar meydana gelir. Daha sonra aktörler anlamı tekrar inşa eder ve doğrular (Weick, 1993: 646). Örgütsel bir unsurun anlamı bir kez kanıksanıp sosyalleştikten sonra üyeler o unsuru, meşru

100

Weick’in yaklaşımı ile Swidler’in kültürel hayatı istikrarlı ve istikrarsız hayat olarak ayıran yaklaşımı benzerlik taşır. Swidler istikrarlı hayatta kültürün, bireylerin ve örgütlerin eylem stratejilerini inşa etmede etkili olduğunu belirtir. Bu süreçte özel kültürel nedenlerin kültür ve eylem arasındaki ilişkiye etki etmesinin zor olduğunu öne sürer. İstikrarsız hayatta ise, oluşturulmuş yapay kültürel modellerin rolünün güçlü olduğunu iddia eder. Bu süreçte bireyler ya da örgütlerin eylemleri için yeni yöntemler öğrenebildiğini, oluşturulan sembol ve ritüellerin doğrudan eylemi etkilemesinin daha mümkün olduğunu belirtir. Bireylerin hayatlarının belirli bir aşamasında, örgüt ve toplulukların belirli tarihsel süreçlerde, eylemin yeni stratejilerini inşa ettiklerini öne sürer. İstikrarlı hayatta eylemle kültürün derin bir şekilde uyumlu olduğunu, istikrarsız hayatta ise kültürün eylem üzerindeki nedensel etkisinin sınırlı olduğunu iddia eder (bkz. Swidler, 1986: 278-280). Swidler’in bu yaklaşımına göre, istikrarsız hayatlarda, sembol ve ritüel gibi anlamın öne çıktığı eylem stratejileri mümkün hale gelir. İstikrarlı hayatlarda ise kültür, eylemin temel belirleyicisidir ve aktörün hangi durumda ne yapacağına cevap açıktır.

105

kurumsal yapı ve pratiklere referans eden problemsiz ve paylaşılan bir şey olarak anlar (Zilber, 2002: 236).

Örgütler anlamı sosyalleştirmek için hikâye ve metaforları kullanır. Hikâye ve metaforlardaki örgütsel dil, yeni deneyimlerin nesnel anlaşılmasını sağlar. Metaforlar kullanıldıkça genelleşir ve sosyal hayatın nesnelliğinin bazı özelliklerini yansıtmaya başlar. Hikâye ve metaforlarla oluşan söylem kategorileri zamanla örgütlerde gömülü hale gelir. Böylelikle örgütsel üyelerin durumları, problemleri ve onların çözümüne dair yöntemleri benzer algılamalarını sağlar (Berger ve Luckman, 1967: 86; Powell ve Colyvas, 2008: 300; Hasselbladh ve Kallinikos, 2000: 705). Sonuç olarak ortak anlam açısından örgütsel alan oturur, kurallar açık hale gelir, gücün rolü belirlenir ve aktör anlam karşısında daha az güçlü konuma gelerek kurumsallık ön plana çıkar (Fligstein, 1997: 401). Aktörün eylem kapasitesi ve diğerlerine karşı davranma sorumluluğu kültürel çerçeve tarafından sınırlanır (Meyer ve Jepperson, 2000: 101-102). Bu durumda sosyal aktör ve sosyal çıkarın varlığı daha çok mümkün hale gelir.

Eğer anlamdaki değişimden çok yapıda değişim olursa, diğer kontrol formları yükselir ve eylemdeki mantıksızlığa karşı anlam değil davranış sorumlu olur. Yapının az ve belirsiz, anlamın fazla ve belirgin olduğu bu tip durumlarda davranış yapıyla ilişkilendirilir ve anlam sabit olduğu için değerlendiriciler doğrudan eyleme odaklanır (Weick, 1993: 646). Bu durumda örgütsel alanın yapısı belirsizleşir ve Fligstein’e (1997: 401) göre stratejik eylem mümkün hale gelir. Çünkü örgütün örgütsel dil aracılığı ile anlamı kontrol etme ve manipüle etme imkânı oluşur. Swidler (1986: 281-284) bu tip durumlarda örgütün, ideolojik ritüelleri ve sembolleri kullanma imkânının arttığını söyler. Bireysel açıdan düşünüldüğünde tam tersi bir durum da gerçekleşebilir. Sosyal bağlar koptuğu için insan kendini mutlu hissettirecek duyarsızlıkları sergilemeyi de tercih edebilir. Fakat yapısal belirsizlik uzun sürmez. Örgütsel alanı kaplayan anlam yeni bir yapının inşa edilmesini sağlar (Weick, 1993: 646). Böylece yapısal düzensizlik yeni bir düzenli yapıya dönüşmüş olur.

Çalışmalarda genelde yapı ve düzensizlik birbirini takip eden fakat ayrı zamanlarda gerçekleşen durumlar olarak ele alınır. Yapıdan düzensizliğe ya da düzensizlikten yapıya doğru bir geçiş olduğu farz edilir. Belki de Weick’in (1993: 647) işaret ettiği gibi bilgi ve bilgisizlik durumları nasıl aynı anda var olabiliyorsa, yapı ve düzensizlik

106

durumları da eş zamanlı oluşabilir. Eğer böyle bir durumun gerçek anlamda varlığı kabul edilirse Garfinkel’in (1967: 68) “kültürel uyarıcısı101”, Strang ve Sine’ın (2002: 503) “değişim ajanı102”, Powel’ın (1991: 191) “elit girişimci”, Haveman ve Rao (1997: 1607) ile Fligstein’ın (1997, 398) “kurumsal girişimci103” kavramları belirsizleşir. Çünkü bu tanımlamalar alışkanlık ve modanın çevrelediği aşırı sosyalleşmiş bireyin yerini alma isteğiyle motive olmuş “kurumsal girişimciyi” dikkate alır. Fakat belki de bu kahraman aktör ve kültürel uyarıcı sosyal yapıda hiçbir değişime yol açamaz ya da insan davranışının tamamını yeterince temsil edemez (Powell ve Colyvas, 2008: 277). Bu durumda yeni bir aktör tanımına ihtiyaç duyulabilir. Zucker (1987: 455) bu duruma uygun bir şekilde, tarihsel değişimleri gerçekleştiren büyük ve kahraman aktör teorisinden kaçınılmasına karşın büyük ortak teorisinin tartışılmasını önerir. Büyük ortak teorisi kolektif yapıları çağrıştırır. Daha önce kolektif zihin, düşünce ve eylem kavramlarına değinilmişti. Büyük ortak kavramı örgütsel açıdan örgütsel zihin, düşünce ve eylem olarak düşünülebilir. Bu düşünce Jepperson ve Meyer’in (2011: 60) bireysel, sosyo-örgütsel ve kurumsal seviye analiz104 tanımlamasındaki, sosyo-örgütsel seviye analize uygundur.

Örgütsel zihin ya da anlayış şeklinde değerlendirilebilecek bu kategori ve sınıflandırma, örgüt üyelerinin yararlandığı yorumlayıcı şema olarak nitelenebilir. Zamanla bu şemalar örgütsel bilgi havuzuna dönüşür. Özel şemalar uygulama ve kullanımla rutin haline gelir, alışkanlık ve kanıksanma olarak geliştirilir. Berger ve Luckman’a (1967: 78-79) göre şemalar nesnel olarak algılandığında, dışsal gerçekliğe dönüşür. Bu dışsal gerçeklik şemanın koşullu köklerini içinde taşır. Örgütler zengin ve çeşitli bir içeriğe

101

Garfinkel’e göre “kültürel uyarıcı”, ortak kültürü sağlayan eylemin önceden oluşturulmuş ve meşrulaştırılmış alternatifleriyle uyumlu bir biçimde, davranışlarıyla toplumun sabit özelliklerini üreten kişiye referans eder (bkz. Garfinkel, 1967: 68)

102

Strang ve Sine’e göre “değişim ajanı” kavramı; kurumsal reformlara öncülük eden, yenilikçi, ilgi ve çıkarlarını yansıtan kurumları ısrarla isteyen devletler, meslekler, marjinaller, aykırılar ve hareketli grupları tanımlar (bkz. Strang ve Sine, 2002: 503)

103

Burada Fligstein’ın “sosyal aktör” kavramı değil, meydan okuyucu gruplarda yeni kültürel çerçeve ve yeni kurallar sunan olarak tanımladığı “yetenekli stratejik aktör” kavramı kastedilmiştir (bkz. Fligstein, 1997: 403)

104

Jepperson ve Meyer, toplumsal analiz seviyelerini önce bireysel ve yapısal olmak üzere ikiye ayırır. Daha sonra yapısalcı analizi sosyal örgütsel ve kurumsal olmak üzere ikiye ayırır. Böylece bireysel ile kurumsal analiz arasında sosyo-örgütsel seviyede bir analiz alanı tanımlamış olur. Sosyal örgütsel süreç; hiyerarşi, ağ, piyasa ve ekolojik formülasyonlara katkıda bulunan nedensel etkilere referans eder. Bu süreçlerde örgütsel kültür, etkileşim ritüelleri, duygusal dinamikler, prestij ilişkileri, sosyal roller gibi kültürel özelliklere sahip daha kolektif sosyal örgütsel özellikler ön plana çıkar (bkz. Jepperson ve Meyer, 2011: 62-63)

107

sahip olur ve çoklu şemalara ulaşabilir (Powell ve Colyvas, 2008: 282). Büyük ortak ve çoklu şema kavramlarının, birbirlerinin varlığını zorunlu kıldığı varsayımında bulunulabilir. Eğer bu varsayım doğru kabul edelirse, daha önce tanımlanan kolektif zihin kavramının, tek bir şematik yapıyı değil çoklu şematik yapıyı içermesi gerekir105. Bu mantıksal kurgu çerçevesinde örgüt büyük ortak ise, büyük ortak kolektif zihne sahip ise, kolektif zihnin çoklu şemalara sahip ise doğal olarak örgütün çoklu şemalara sahip olması gerektiği öne sürülebilir.

Çalışmanın bu yaklaşımına göre örgütsel dil, örgütsel alandaki aktörlerin zihinsel şemalarını etkiler. Bu şemalar aktörlerin yorumlama ve anlama durumlarını belirler. Bu yorum ve anlam kurumları şekillendirir. Kurumlar da kural ve pratikleri oluşturur. Bu açıklama oldukça mantıklı görünmektedir. O zaman kurumlardaki değişimi de sürecin başlatıcısı olan örgütsel dil ile ilişkilendirmek gerekir. Fakat örgütsel dilin herhangi bir sebebe bağlı olmadan değiştiğinin iddia edilmesi zordur ve çok mantıklı görünmemektedir. Mantıklı görünen burada dilin inşasını ya da dönüşümünün anlam ve şema ile ilişkilendirilmesidir. Berger ve Luckman’a (1967: 55) göre dilin inşası anlamın alanındadır ve dil farklı nesneleri sınıflandıran şemaya göre inşa edilir. Sembol ve görüntüler şema aracılığıyla anlama dönüşür. O zaman anlam da şema aracılığıyla sembol ve görünümlerle ilişkilendirilir. Öyleyse merkezi konumda olan şemayı dönüştüren etken nedir? Bu sorunun cevabını verebilmek oldukça zordur106. Fakat kurumsal yapının çoklu şemalara sahip olduğu ve bu çoklu şemaların sembolik olarak bireysel ve örgütsel aktörde gömülü bulunduğu (Friedland ve Alford, 1991: 243; Di Maggio, 1997: 277) varsayımı kabul edilirse, düğüm haline gelen kurumsal değişim süreci ve örgütsel dilin bu süreçteki rolü daha rahat açıklanabilir.

105

Creed, Scully ve Austin de çoklu şema kavramını kullanır. Bu kavram üzerinden anlam sistemlerinin potansiyel olarak çoklu bir biçimde çatışma yaşadığı sosyal dünyada, kurumsal üretimlerin belirsizliği ve karmaşıklığına vurgu yapan bir yaklaşım geliştirir. Bu yaklaşımda aktör yeni ve farklı yollarla insani ve kültürel kaynakları hareketlendirmek için bağlama karşı kültürel şemaları yeniden yorumlar ve uygular (bkz. Creed, Scully ve Austin, 2002: 475). Böylelikle yeni kurumlar ve kurumsal değişimin ortaya çıktığını öne sürer. Fakat onların yaklaşımında çoklu şemalar diyalektik bir özellik taşır ve karşıtlık içerir. Bu karşıtlıkların çatışması üzerinden değişimi açıklar. Bu çalışmanın yaklaşımında çoklu şemaların karşıtlıklar içermesi zorunluluğu yoktur.

106

Heracleous ve Barret, iletişim eylemi ile yorumlayıcı şema arasındaki etkileşimin sosyal gerçekliğin inşasında merkezi rol oynadığını ve yorumlayıcı şemanın sosyal etkileşimde söylem aracılığıyla yaygınlaştığını belirtir (bkz. Heracleous ve Barret, 2001: 758). Bu değerlendirme çalışmanın tespitlerine uygun fakat eksiktir. Çünkü şema, dil ve anlam arasındaki ilişkiye ve bunların neye bağlı olarak nasıl değiştiği konusuna vurgu yoktur.

108

Bu yaklaşımdan hareketle sosyal bağlama ve şartlara göre çoklu şemalardan biri diğerlerine baskın gelir. Sewell (1992: 8) şemaların, özneye bağlı olsa da şemalardan birinin farklı şartlarda kullanışlı şema olarak öne çıkma özelliğinden bahseder. Bu varsayım Weick’in (1993: 634) bahsettiği “bağlamsal rasyonalite” kavramıyla da uyumludur. Bu şema daha önce sergilenen pratik ve uygulamaları farklı yorumlar ve anlamlandırır. Anlamın değişmesi üzerine var olan örgütsel dil onu yeterince temsil edemez. Bu nedenle yeni anlamı tam olarak karşılayacak bir örgütsel dil oluşturulur ya da var olan dil de bazı değişiklikler yapılır. Eskisinden az ya da çok farklı olan bu örgütsel dil aracılığıyla yeni anlam yayılarak kurumları değiştirir ya da dönüştürür. Sosyal hayatın nesnel gerçeklikleri olan bu yeni ya da değişmiş kurumlar örgütsel dil aracılığıyla korunur (Berger ve Luckman, 1967: 51; Hasselbladh ve Kallinikos, 2000: 708).

Çalışmada ortaya konulan bu yaklaşım daha önce değinilen ve tartışılan; Di Maggio’nun (1997: 273-275) evrensel ve bireye özgü bilişsel şemalar tanımlaması ile bireysel ve kolektif kimliğin bir arada inşası görüşüne uygundur. Ayrıca yine Di Maggio’nun (1997: 269-272) otomatik ve bilinçli biliş tanımlamaları ile Giddens’ın (1984: 2-4-17-25) sözel ve pratik bilinç ayrımına ve eylemin daha sonraki eylemin şartlarını kurallar ve kaynakları üreterek oluşturduğu iddiasıyla uyumludur. Diğer taraftan Weick’in (1993: 635) aktörlerin karşılıklı yorumlamayla şartları dönüştürdüğü düşüncesine, Haveman ve Rao’nun (1997: 1613) örgütsel form ile kurum ikiliği bağlamında birbirlerinin kaderine etki ettikleri değerlendirmesiyle de örtüşmektedir. Bu bölümde örgütlerin, sosyal olarak tanımlanmış çıkarların dışında kendine özgü çıkarlara sahip olabilecekleri, bu farklı çıkarların genelde çevreye uyum gösteren örgütleri çatışmaya yöneltebileceği, şartları ve çevreyi değiştirme gücü olmadığı öne sürülen örgütlerin hem buna niyet edebileceği hem de bunu gerçekleştirmek için değişik yöntemlere başvurabileceği gösterilmeye çalışıldı. Bu yöntemler arasında, çalışmada öne çıkarılan “örgütsel dil” kavramının öncelikle kurumsallaşma sürecinde oynadığı rol tartışıldı. Örgütsel dilin sadece aktörler arasında anlamı ve bilgiyi taşıyıcı bir rolü olmadığı, aynı zamanda kurumların oluşumuna da etki eden bir faktör olduğu ileri sürüldü. Bu etkiyi, örgütsel dilin örgütsel şemaların oluşmasına katkı yaparak gerçekleştirdiği vurgulandı. Şemalar, yorumlama, anlam, kurumlar ve eylem arasındaki

109

ilişki açıklanarak, örgütsel dilin kurumsallaşmadaki rolünün mantığı gösterildi. Bu esnada bireysel anlamdaki bilişsel şemalar, düşünceler ve eylemlerin nasıl kolektif şema, düşünce ve eyleme dönüştüğü açıklandı.

Kurumsal analizdeki normatif ve düzenleyici süreçlerin arka planında bilişsel süreçlerin de olduğu ve bu süreçlerin birbirinden tamamen ayrı düşünülmesinin eksikliğine dikkat çekildi. Örgütsel dilin oluşumu ise hem örgütlerin zihinsel şemalar hem de örgütün içerisinde yer aldığı geniş kültür ile ilişkilendirilerek bu ikisinin örgütsel dil formlarını şekillendirdiği belirtildi. Örgütsel dil formlarının nasıl ve nelerden oluştuğu, nasıl kanıksandığı ve örgüte ne gibi katkılar sunduğu açıklandı. Bu esnada eski kurumsalcılık ve yapısalcı teori gibi yakın sosyolojik yaklaşımlarla kıyaslama yapılarak onların görüşlerinden faydalanıldı. Kurumların sosyal olarak inşa edildiği ve her sosyal inşada olduğu gibi burada da dilin etkisinin kaçınılmaz olduğu sonucuna varıldı. Sonuç olarak anlam ve semboller üzerine odaklanılarak, sembollerden oluşan ve anlamın hem oluşumunda hem de aktarımında önemli katkısı olan örgütsel dilin kurumsallaşma sürecindeki rolü gösterilmiş oldu. Bölümün başında sorulan araştırma sorularına, varılan sonuçlardan yola çıkılarak verilen cevaplar şu şekildedir:

Araştırma Sorusu 1: Örgütsel aktör kurumsal çevreye gerçekte uyum göstermeyebilir

mi?

Çalışmada kurumsal kuramın, “örgütsel aktörlerin kurumsallaşmış bir çevrede kurumları kanıksadığı ve içselleştirdiği” görüşü kabul edilmekle birlikte, Di Maggio’nun (1997: 269-272) otomatik ve bilinçli biliş, Giddens’ın (1984: 2-4-17-25) sözel ve pratik bilinç, Fligstein’ın (1997: 398) sosyal aktör tanımlamaları temelinde kuramın aktöre ilişkin varsayımları genişletilmiştir. Kurumların bütün örgütsel aktörler tarafından kusursuz kanıksandığı varsayımı yerine bazı örgütsel aktörlerin bilinçli ve sözel bilince sahip olabilecekleri, aynı zamanda kurumsal yapının diğer unsurlarıyla etkileşimsel ve saygılı bir ilişki kurabilecekleri öne sürülmüştür. Bu nedenle bir yandan sosyal aktör olarak tanımlanırken diğer taraftan sosyal olarak inşa edilmiş kendi çıkar ve hedeflerini gözetebileceği iddia edilmiştir. Sonuç olarak bu tip bir örgütsel aktörün kurumsal çevreye uyum gösteriyor gibi görünse de gerçekte uyum göstermeyebileceği sonucuna ulaşılmıştır.

110

Araştırma Sorusu 2: Örgütsel aktör örgütsel dil aracılığıyla kurumsal çevreye farklı bir

gerçekliği yansıtabilir mi?

Çalışmada örgütlerin faaliyetleri konusunda çevresindekilere açıklama yapma gerekliliği (Garfinkel, 1967: 263-264; Goffman, 1983: 2-5; Weick, 1993: 635; Powell ve Colyvas, 2008: 281) görüşünden hareket edildi. Bu açıklamanın kültürel unsurların etkisiyle oluşturulan dil aracılığıyla yapıldığı belirtildi(Swidler, 1986: 273; Meyer ve Jepperson, 2000: 100). Dil, şema, yorum ve anlam arasında ilişki kuruldu. Kültürel unsur ve kelimelerden oluşan dil aracılığıyla örgütler bilişsel şemayı etkileyerek, anlamı dönüştürerek ya da başka bir anlamı inşa ederek farklı bir gerçekliği çevresine yansıtabilir sonucuna ulaşıldı. Bu sonuca ulaşılırken Powell ve Colyvas’in (2008: 300) eylem ve anlam arasındaki kilit ilişki önerisinden ve Di Maggio’nun (1997: 268) kültürün zorlayıcı etkisinin yanında imkân sağlayıcı özelliği olduğu görüşünden yararlanıldı. Farklı kurumsal şartlar ya da kurumsal değişim dönemlerinde çoklu şemalar örgütün çevreye uyum göstermesini sağlar (Friedland ve Alford, 1991: 243; Di