• Sonuç bulunamadı

1-Şer‘iye Mahkemesi ve Görevleri

Kâdıların, şer‘i hükümlere göre yargılama yaptıkları yerlere Şer‘iye Mahkemeleri denmekteydi. Bu mahkemelerini ifade için meclis-i şer‘i, mehâkim-i şer‘iye, meclis-i şer‘-i enver, meclis-i şer‘i şerîf veya nebevi193 gibi tabirler kullanılmaktadır. şer‘iye mahkemeleri, Osmanlı kuruluşundan Tanzimat dönemine kadar geçen sürede her türlü ihtilafların çözüldüğü bir kurum olmuştur. Kadı, bu kurumda şer‘i hükümlere göre yargılama yapıp, Hanefî mezhebi üzere hüküm194 vermekteydi.

Şer‘iye mahkemelerinin önceden belirli bir makam binasının olmadığını saptamaktayız. Ancak bu şer‘i meclis adıyla yargılamaların yapılıp hüküm verildiği bir yerin olmadığı anlamına gelmez. Yargı işlerini rahat yürütebilmek ve ahalinin her zaman kâdıyı ulaşabilmesi için kadıların belli bir mahkeme yerinin olması gerekliydi. Bu yer ya kâdının evinin bir köşesi veya cami, mescit ve yahut medreselerin bir odası195 olmuştur. II. Mahmud ile birlikte mahkeme kurulan yerler sabit olmak üzere resmî mahkeme binalarına taşınmıştır.

İncelediğimiz dönemde Konya’da mahkeme binası olarak kâdının ikamet ettiği ev ön plana çıkmaktadır. Konya’da sabit bir mahkeme yerinin varlığına hususunda Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi’de, Şems-i Tebrizî Tekkesi’nden bahsederken “mahkemeye yakın

eski bir tekke”196 ifadesi geçmektedir. Onun bu ifadesinden anlaşılan bir mahkeme binası olduğu ve bu mahkeme binasının Şerafeddin Camii’nin kuzeydoğusunda olduğudur. Bugün ki Konya’da Şerafeddin Camii’nin kuzeyinde ve Şems-i Tebrizî Camii’nin güneyinde yer alan hamam halk tarafından “Mahkeme Hamamı” olarak bilinmektedir. Bu bilgiden de yola çıkarak sabit mahkeme binasının bu alanda olabileceği kuvvetlenmektedir.

Mahkeme binasının içeriğinde, küçük bir avlu içinde iki katlı, mutfak, ahır, kütüphane, kışlık odalar ve kâdının ailesine özel harem denilen yazlık197 bölümleri bulunmaktadır.

Şer‘iye Mahkemeleri, Tanzimat dönemine kadar medeni, ticari, sanayi davaları, vakfiyelerin tanzimi ve nezareti, vasî tayîni, her nevi sözleşme ve senedin tanzimi gibi

193 Bayındır, “a.g.m”, s. 429. 194 Uzunçarşılı, a.g.e, s.108. 195 Akgündüz, a.g.e., C.I, s.76.

196 Evliya Çelebi, Seyehatname, C.III, İstanbul H.1314, s.22. 197 Tuş, a.g.e., s.86.

davalara bakardı. Ayrıca örfi hukukun da tatbikçisi olduklarından devletin maliyesi ile ilgili işlere, devlet ile şahıslar arasındaki her türlü dava ve taahhüt198 işlerine de bakardı.

2-Şer‘iye Mahkemesi Görevlileri

a-Nâib

Geniş bir bölgede görev yapan ve bütün davalara yetişemeyen kâdının yardımcısı olarak nâibler bulunmaktaydı. Sözlükte birini temsil etmek, birine vekâlet etmek anlamındaki nevb mastarından türeyen nâib, bir makamın sorumluluğunu asıl sahibi yerine geçici bir zaman için yüklenen kimse 199 demektir. Nâibler, yatay bir hiyerarşi içinde kadının görevlerini kendi nahiyelerinde yerine getiren kimselerdir. Kısaca nâib bir yere tayin olunan kadının, bir davaya kendisi gidemediği takdirde yerine gönderdiği yetkilidir.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren mevcut olan Nâib, İlmiye sınıfı mensubu olup medrese eğitimi alarak özellikle fıkıh alanında kendi kaza sınırında ihtilâfları çözebilecek bir seviyede tahsil görür ve fethedilen yerlere hukuku temsilen tayin edilirdi. Kadı tarafından belirlenen nâibin tayini Anadolu veya Rumeli kazaskeri tarafından tasdik edildikten sonra gerçekleşirdi. Nâibler genelde süresiz olarak tayin edilmesine rağmen belirli süreler içinde görev değişiklikleri olurdu. Nâibler kendisini göreve getiren kadılar tarafından görevden alınamazdı. Ayrıca yardımcısı olduğu kadının azli veya ölümüyle de görevleri sona ermezdi. Nâiblerin görevi; yetersizlikleri, bilgisizlikleri, bir yolsuzluğa karışmaları200, gibi sebeplerle sona ererdi.

Kadı yetkilendirdiği bir nâibin hukuka uygun verdiği hükmü değiştiremez veya bozamazdı. Nâib ise kadının izni olmadan vekâleten yürüttüğü yargılama görevini başka bir nâibe devredemezdi201.

Kadı’nın vekili olan nâib, onun adına bazı görevler yapmakta, davalara bakmakta ve gerektiğinde keşfe çıkmaktadır. Örneğin Sahrâ Nâhiyesi’ne bağlı bir köyde meydana gelen ölümün keşfi için nâib olarak Mevlânâ Hızır Efendi’nin ta‘yîn202 olduğu karşımıza çıkmaktadır. Davalar dışında nâibler; katl, hırsızlık gibi olaylarda ve çeşitli anlaşmazlıklarda keşifle görevlendirilmiştir. Bir muhâla‘a davasında eşyâ anlaşmazlığı nâibi şer‘i olan Mevlânâ

198 Mustafa Gülcan, Konya’da İctimâi ve İktisâdi Hayat(1675 1676), SOSBE (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Konya 1989,

s.1.

199 Casim Avcı, “Nâib”, DİA, C.XXXII, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., İstanbul 2006, s. 311. 200 Mehmet İpşirli, “Nâib”, DİA, C.XXXII, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., İstanbul 2006, s. 312. 201 Ünal, a.g.e., s.220.

el-Hâc ‘Ömer Efendi203 huzurunda çözülmüştür. Yine Mevlânâ el-Hâc ‘Ömer Efendi’nin kayıtlarda Konya kâdısı vefât edince merkezden yeni kâdı gelinceye değin vekîl kâdılık204 yaptığı anlaşılmaktadır.

İncelediğimiz defterde tespit edebildiğimiz nâibler ve görev yerleri aşağıdaki tablodaki gibidir.

Tablo-6: 15 Numaralı Defterde Tespit Edilen Nâibler ve Görev Yerleri

Bayburt Kazası Ilgın Konya Sahrâ Nâhiyesi

1-es-Seyyid Mehmed Efendi205

1-‘Îsâ Efendi206 1-Mevlânâ Mehmed Efendi207 2-‘Abdurrahman208 3-Mevlânâ el-Hâc ‘Ömer

Efendi

1-İsma‘îl Efendi209 2-Mevlânâ Hızır Efendi

b-Şühûdu’l-hâl

Mahkemede şehrin önde gelenlerinin bazılarının önemli da’vâlarda hazır bulunması ve verilen kararın veya da’vâ tutanağının altına isimleri yazılanlar210 anlamına gelen Şühûdu’l- hâl mahkemede yargılamaya bir anlamda müşahit sıfatıyla katılan kişilerdir.

Şühudu’l hâl, yargılamanın seyrine etki eden şahitler olmayıp, mahkemedeki yargılamanın bir nevi gözlemcisi durumundadırlar. Şühud, şühudü’l-hal, şühudü’l-udul veya udulü’l-müslimin de denilen bu kişiler yargı merkezinin ileri gelenlerinden 5–6 kişi ya da daha fazla olabiliyordu. Diğer İslâm devletlerinde de rastladığımız bu kişilerin içinde bazı zamanlar eski kadı ve kazaskerler de bulunurdu.

Kadıya müdahale etmemekle birlikte şühudü’l-hal, mahkemedeki varlıklarıyla kadının adalet ilkesi içerisinde hüküm vermesine dolaylı bir etki yapar. Ayrıca Kadı’ya karşı gelebilecek müdahalelerin önlenmesinde şühudü’l-halin azımsanamayacak bir önemi vardır. Şühudu’l-hâl ile kadılar kamuoyu baskısı altında tek başlarına bırakılmayarak hem yargı bağımsızlığının hem de adaletin daha iyi gerçekleşeceği düşünülmektedir.

203 KŞS 15 / 111-2. 204 KŞS 15 / 5-2. 205 KŞS 15 / 145-5. 206 KŞS 15 / 125-3. 207 KŞS 15 / 115-3. 208 KŞS 15 / 130-1. 209 KŞS 15 / 45-2.

c-Kassâm

Taksim eden, kısım kısım ayıran, bölüştüren manalarına gelen kassâm terimsel olarak; miras konusunda gerekli tahkikatı yapıp ihtilaf hakkında bir neticeye varıp, da’vâyı hükme bağlayan ve tarla, ev, arsa gibi gayrimenkulleri varisler arasında taksim eden memura211 denir. Aynadar Mahallesi sâkinelerinden ‘akil ve bâliğa olan ‘Âyşe kassâm defteri mûcibince cümle eşyâsını zabt iden merkûme Asiye yedinden bi’t-temâm ahz ve kabz idüp almıştır212. Bu belgeden reşit olmayan ‘Âyşe isimli kişinin miras yolu ile intikâl eden eşyasının vasisi olan Asiye’de olduğunu ve bu eşyanın kassâm tarafından deftere kayıt edildiğini anlamaktayız.

Başka bir belgede de Medîne-i Sivas sâkinlerinden Mustafâ, li-ebeveyn karındaşı İbrahîm Çavuş’un Şeyh Ahmed Efendi hanında vefât etmesi ve Mahmiye-i Konya’da kâ’im- makâm-ı defterdarı olan Mahmûd Ağa’nın da zahire vârisi ma‘rûf yokdur deyû muhallefâtını kassâm defterdârı mûcibince zabt etmesi üzerine dava açıp varis olduğunu ispat etmiş ve kassâm defteri mûcibince cümle eşyâsını geri213 almıştır. Burada ilginç bir durum ortaya çıkmaktadır. Vefat eden kişinin kassâm defterdarı tarafından mirası belirlendikten sonra varisi yoktur diye devlet yetkilisinin mirasa el koyması o dönemde de varisi olmayan kişilerin mirasının günümüzde olduğu gibi devlete geçtiğini göstermektedir. Hasta ve sâhib-i firâş olan Mehmed Beg’in vefât etmesi ve zahirden vârisi ma‘rûfu olmaması üzerine muhallefâtı cânib-i beytü’l-mâla ‘aid olmuştur. Müteveffâ-yı mezbûrun mor çuka bir dolama, bir mâ’î çuka köhne şalvar, beyaz şal, bir köhne kös, bir kırmızı kürk, bir kırmızı diz çif şarı, bir eğri çukadarı, bir köhne çuka kenarı kuşak, bir sapı kabzalı gümüşlü kılıçı Ca‘fer Beşe yedinden alınıp beytü’l-mâla verilmiştir214.

Osmanlı adli teşkilatında iki çeşit kassâm olduğu bilinmektedir. Birincisi; kamu görevlilerinin terekelerini taksim eden kazasker kassâmları idi. Bunlar, ya her kazada veya birkaç kazada ayrı ayrı bulunurlardı. İkinci ise, beledi kassâmlardı. Kassâm tayinlerni Rum İl’indekileri Rumeli kazaskerleri, Anadolu’dakiler ise Anadolu kazaskerleri215 yapardı.

Her kadılıkta hususi bir kassâm defteri bulunurdu. Kassâmlar taksim ettikleri terekelerden “resm-i kısmet” adıyla bir harç alırlardı. Bu harç binde belirli bir oran olmakla216 birlikte kadı ve kazaskerlerin gelirlerinde önemli bir yer tutardı.

211 Said Öztürk, Askeri Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri, OSAV Yay., İstanbul 1995, s. 65. 212 KŞS 15 / 80-4

213 KŞS 15 / 81-4 214 KŞS 15 / 86-2

215 Uzunçarşılı, a.g.e., s.121. 216 Cin-Akgündüz, a.g.e., C.I, s. 276.

d-Muhzır

Mahkemede kadıların yardımcısı olarak muhzır başı ve muhzırları görmekteyiz. Kelimenin lügat anlamı; “huzura getiren” demektir. Gerekli kişileri kadının huzuruna getirme; mahkemeye celp etme görevini yürüten memurdur. VI. yüzyıl sonlarına kadar berat-ı şerif ile Altı bölük sipahileri arasından atanırken217 daha sonra bu göreve Yeniçeriler gelmeye başlamıştır.

Muhzırlar Kurumun işleyişinden muhzır başı sorumludur. Muhzırların geliri duruşmayla ilgili kişi ya da kişileri götürüme karşılığında aldığı “ihzariye ücretinden” 218karşılanırdı.

Kurumun işleyişinden sorumlu olan muhzır başları, muhzırların tayini bir seneliğine yapardı219. Muhzırlar Küçük kaza merkezlerinde; mahkeme kâtipliği, mahkeme mübaşirliği, emniyet görevlisi ve savcının görevlerini îfâ etmekteydi.

e-Çavuş ve Subaşı

Mahkeme sonunda çıkan ilâmların icrası, borçlunun mahkeme kararı ile tazyik edilmesi, borçlunun mâllarını satarak borcunun ödenmesi, kesinleşen nakdi ve bedeni cezaların infazı gibi günümüzde icra memurları, kısmen emniyet görevlileri ve savcının vazifelerini ifa eden memurlardır. Ayrıca Vezirlerin ve devlet ricalinin tutuklanma ve hapsedilmesinde bizzat çavuşlar220 bulunmuştur.

Hükümet merkezinde bulunan çavuş teşkilâtının görevlerini, sancaklarda, kazalarda, nahiyelerde ve köylerde subaşı yürütürdü. Sancaklarda; sancak Beyinin ücretli adamı ve emniyet amiri, kaza ve daha küçük merkezlerde ise, idare amiri olan subaşıları, şer’iye mahkemelerinde de icrâ ve infaz memuru olarak görev yaparlardı.

Mahkemenin işleyişi açısından Kadıdan sonra gelen ikinci görevli olan Subaşı aynı zamanda cezâ yargılaması hukukunun en temel öğelerinden biridir. Subaşı, kurumsal olarak savcılık makamının bulunmadığı Osmanlı hukukunda tam bir savcı portresine sahiptir.

Subaşılarının sorumluluğu sadece güvenlik değildi. Kentin düzeni ile ilgili olan her olay onların ilgi alanındadır. Mahkemenin işleyişi açısından subaşının vazgeçilmez bir önemi vardır. Subaşların en önemli görevi suçluların yakalanması ve verilen cezaların uygulanmasıdır.

217 Cin-Akgündüz, a.g.e., C.I, s. 276. 218 Pakalın, a.g.e., C. 2, s. 572. 219 Cin-Akgündüz, a.g.e., C.I, s. 276.

Subaşı keyfi olarak tasarrufta bulunamazdı ve kadının hükmüyle hareket etmek zorundaydı. Subaşıların atanmasını sancak Beyleri veya dirlik sahipleri yaparlardı. Subaşılara hizmetleri karşılığında subaşı mektûu221 denen bir ücret verilirdi.

f-Mübâşir Kâtip ve Hademeler

Bir işe başlayan demek olan mübâşir; Mahkemeden evrakı getirip götüren ve mahkemeye girecek olanlar ile şahitleri yüksek sesle okuyan memurdur222. Mübâşirler bu görevi karşılığında “mübaşiriye”denen bir ücret alır223.

Kâtip anlam olarak kitâbet eden, yazan, yazıcı anlamındadır. Güvenilir, becerikli yazıları düzgün, kişiler arasından kadı tarafından seçilirlerdi. Kadı seçtiği kişiyi bir yazı ile başkâtibe bildirirdi. Kâtiplerin asli görevleri yapılan duruşmaları anında sicil defterine kaydetmekti. Ayrıca merkezden gelen resmi yazıları ve benzeri belgeleri olduğu gibi sicillere kaydetmekte görevleri arasında idi.

Başkâtiplerin görevi kâtiplerin tutacakları fermân, buyrultu ve benzeri resmi yazıların asıllarına uygun biçimde yazılmasını sağlamak ve her çeşit kaydın yazım kurallarına uygun olmasını denetlemekti. Ayrıca Başkâtipler Sicillerin korunmasından da224 sorumluydular.

Hademeler ise mahkeme işlerinde ilgili evrakların getirilmesi ve diğer ayak işleriyle meşgul olurlardı.

221 Cin-Akgündüz, a.g.e., C.I, s. 276. 222 Devellioğlu, a.g.e., s. 700. 223 Cin-Akgündüz, a.g.e., C.I, s. 277. 224 Çadırcı, a.g.e., s. 88.