• Sonuç bulunamadı

İnsan, kendi başına bütün ihtiyaçlarını karşılayan bir varlık değildir. Bundan dolayı içerisinde yaşadığı grup veya toplumla muhakkak ilişki kurmuştur. İnsanların grup veya toplumla kurduğu ilişkilerin başında alacak verecek meseleleri gelmektedir Ticarî hayatın aktif olarak yaşandığı Osmanlı şehirlerinde her zaman alacak-verecek meseleleri vuku bulmuştur.

İncelediğimiz defterde alacak ve borç davaları ile ilgili 45 belge geçmektedir. Yine defterde alacak meselelerinin iki şekilde geçtiğini görmekteyiz. Birincisi borç verilen paranın geri istenmesidir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi defterde borç yerine deyn kelimesi kullanılmaktadır. Deyn kişinin zimmetinde sabit olan borçları ifade etmekle beraber semen, ücret haraç, cizye, zekât, nafaka ve diyet gibi her türlü mali borcu389 kapsamına alır. Mahrûse-i Şam-ı Şerîf sâkinlerinden ‘Anber, el-Hâc İbrahim’den satın aldığı katır için İbrahim’e on altı esedî guruş vâcibü’l-edâya ve lâzımü’l-kaza deyni (borcu) olduğunu mahkemede bitav‘iha ikrâr ve i‘tirâf etmiştir390. Yine Mahmiye-i Konya sâkinlerinden Ahmed Efendi, es-Seyyid Yûsuf Çelebi muhallefâtdan karz-ı şer‘iden buğda ve un bahalarına iki yüz kıt‘a esedî guruş hakkım vardır dediğinde Seyyid Yûsuf, karz-ı şer‘iden buğday ve un bahalarından iki yüz esedî guruş deynim vardır deyû mahkemede bitav‘iha ikrâr ve i‘tirâf etmiştir391. Burada görüleceği üzere borçlu kişiler mahkemeye gelerek vâcibü’l-edâya ve lâzımü’l-kaza deyni olduklarını söyleyip borcu tescil ettirmişlerdir. Bundan maksat herhangi bir vefat durumunda varislerin borcu inkâr etmesini engellemek olabilir.

Borç veren kişiye mukriz, borç alan kişiye müstakriz dendiği gibi borç vermeye ikraz, borç almaya ve istemeye de istikraz denir. Borç akdi “şu malı ikraz ettim, karz aldım, borç verdim, borç aldım”392 şeklinde yapılır. Yukarıdaki belgelerde de görüleceği üzere karz kelimesi alacak ve borç davalarında sıklıkla geçmektedir.

Alacak meselelerinin defterde geçen ikinci şekli ise birine emânet verilen eşya veya paranın geri alınması şeklindedir. Mahmiye-i Konya sâkinlerinden Yûsuf Beg, sefere gittiğinde cümle eşyasını defter edip teyzesi Râzıye hatuna teslim eylemiştir. Teyzesi Râzıye hatunun vefât etmesi üzerine eşyası Râzıye nâm hatunun zevc-i metruku İbrahîm Beg’e geçmiştir. Yusuf Beg seferden gelip eşyây-ı merkûmesini aldığında içinden ba‘zı zâyıyatı

389 Aydın, “a.g.m.”, s.266 390 KŞS 15 / 28-5. 391 KŞS 15 / 48-2.

olduğunu görmüş İbrahîm Beg’e alacak davası açmıştır. Daha sonra Yusuf Beg, ve İbrahîm Beg yedinden bir kalice alıp kabûl ve kabz idüp davasından vazgeçmiştir393.

Borç ve alacak davalarının genelindeki konulara baktığımızda belli bir süre önce verilmiş borçların tahsil edilememesi ve satılan malların parasının alınamaması gibi konulardan oluştuğu görülmektedir. Belgelerde alacaklı olan tarafın alacağını alamadığı için günümüzde olduğu gibi mahkemenin yolunu tuttuğunu ve alacaklı olduğunu mahkemede şâhitlerle ispat etmeye çalıştığını müşahide etmekteyiz. Aynadar Mahallesi sâkinlerinden olup fevt iden Mehmed Efendi’nin sulbî oğlu Hüseyin Çelebi, üvey vâlidesi ‘Âyşe’ye mahalle-i merkûmede vâki‘ olan menzilini ‘on bin akçaya satıp iki bin akaçaya bir çuka almıştır. Bâki kalan sekiz bin akçasını üvey vâlidesi ‘Âyşe’nin vermemesi üzerine Hüseyin Çelebi dava açmıştır. Belgenin devamında ‘Âyşe, bâki sekiz bin akça kaldığını inkâr etmiş bunun üzerine gösterilen şahitlerle olay kanıtlanıp bâki sekiz bin akçayı mezbûr Hüseyin Çelebi’ye teslîme Âyşe tembihlenmiştir394. Görüleceği üzere alacaklı, alacağı olduğunu şahitlerle kanıtladığında alacağını tahsil edebilmiştir.

Mahkemede alacaklı kişi alacağını şahitlerle ispat edemediğinde ise mahkeme, borçlu olduğu iddia edilen kişiye borçlu olmadığına dair yemin ettirmiştir. Memiş, mahkemede Haydar’da bir kısrak, bir merkeb ve bir sim kuşağı olduğunu iddia ederek bunları talep etmiştir. Mahkeme, Memiş’in bu iddiası için şahit istediğinde Memiş bir şahit gösterememiştir. Bunun üzerine Mahkeme, Haydar’a bir kısrak ve merkeb ve bir sim kuşağı olmadığına dair yemîn teklîf edilmiş o da olmadığına dair yemin etmiştir395. Benzer durumlar Gayr-ı Müslimler arasında da yaşanmaktadır. Yalnız yemin konusunda Müslümanlar “yemîn teklîf olundukda ol dahî ‘alâ vefki’l-mes’ûl yemîn-i billahi’l-‘azîm itmeğin” şeklinde yemin ederken Gayr-ı Müslimler “Hazreti ‘Îsâ ‘aleyhi’s-selâma nâzil olan İncil’e yemin teklîf olundukda”396 şeklinde yemin etmektedir.

Burada ilginç bir belge karşımıza çıkmaktadır. Birâmânî Mahallesi sâkinlerinden ‘Osmân, târîh-i kitâbdan otuz sene mukaddem Velî’nin babası Ebûbekir’e bi-tarîki’l-karz iki bin altı yüz akça virüp teslîm etmiştir. Ancak Ebûbekir’in vefât etmesi üzerine ‘Osmân, karındaşı oğlu Velî’den alacağını talep etmiştir. Bunun üzerine mahkeme heyeti mezbûr Velî’ye cevâp lâzım gelmediğine ve otuz sene terk olunan da‘vânın bilâ emr-i şerîf istimâ‘i câ’iz olmadığına karar vererek da‘vâ-yı merkûmeden mezkûr ‘Osmân men‘ etmiştir397.

393 KŞS 15 / 5-3. 394 KŞS 15 / 127-3. 395 KŞS 15 / 144-4. 396 KŞS 15 / 136-2. 397 KŞS 15 / 77-4.

Görüleceği üzere uzun bir süre talep edilmeyen borcun daha sonra talep edildiğinde mahkeme tarafından kabul edilmediği ortaya çıkmaktadır. Yani uzun bir süre talep edilmeyen borç zaman aşımına uğrayarak mahkeme tarafından reddedilmektedir. Ancak borçlu bir kişi vefât ettiğinde alacaklılar, vefât eden kişinin varislerini dava ederek alcaklarını tahsil etme yoluna gittiğinde mahkeme bu talebe olumlu yaklaşmıştır. Türk‘alî Mahallesi sâkinlerinden el-Hâc Hasan, Aklân Mahallesi sâkinlerinden iken fevt iden Mehmed Ağa’nın vârislerinden zevce-i metrûkesi Sâ’ime’yi elli esedî guruş alacağını muhallefâtdan almak için dava etmiştir. Daha sonra Sâ’ime bu durumu inkâr etmiş el-Hâc Hasan ise durumu şahitlerle ispatlayarak muhallefâtdan alacağını almıştır398.

Mahkemeye intikal etmiş alacak davalarında bazı kimselerin ihtiyaç sahiplerine faiz (murahaba) ile borç para verdikleri sıkça görülmektedir. Bayburd Kazâsı’na tâbi‘ Yapalu nâm karye sâkinlerinden Şahin, ‘Alî’ye bi-tarîki’l-karz beş yüz akça virüp teslîm eylemiş daha sonrada geri istemiştir. Bunun üzerine ‘Alî meblağ-ı mezbûrun bir def‘a üçyüz akçasını ve bir def‘a ikiyüz akçasını cem‘a beşyüz akçasınu virüb teslîm eyledim demiştir. Ancak Şahin ‘Alî yedinden bir def‘a üçyüz akça ve bir def‘a ikiyüz akça aldım lâkin meblağ-ı mezbûrun murahabası(faizi) içün aldım demiştir399. Yine Mahmiye-i Konya’da Göktaş Mahallesi sakinlerinden Mehmed ‘Alî Çelebi, İbrahîm’in müstehadimize (silik) malından mürahâba ile on yedi buçuk aldıktan sonra ödmeden vefat etmesi üzerine muhallefâtından on dört ayluk murahâba(faiz) ile asl-ı mal olan onyedi buçuk guruşu taleb etmiştir400. Belgelerden anlaşılacağı üzere o dönemde de faiz bulunmakta idi. O dönemin faiz anlayışı hakkındaki bilgileri bir sonraki başlıkta vereceğimiz için burada üzerinde durmamaktayız.

Defterdeki bu türden belgelerin çokluğundan anlaşılacağı üzere para konusu sorunların merkezindedir. Günümüzde de mahkemeleri en çok uğraştıran konulardan olan borç meselelerinin incelediğimiz dönemindeki Konya mahkemesini bir hayli meşgul ettiğini söyleyebiliriz.

398 KŞS 15 / 24-4. 399 KŞS 15 / 31-5. 400 KŞS 15 / 99-3.