• Sonuç bulunamadı

1-Hırsızlık

Eski Türkçe de “uğrılamak”, Arapça da “sirkat”, kelimeleriyle ifade edilen hırsızlık, başkasına ait bir malın sahibinin rızası olmadan mülk edinme kastıyla muhafaza edildiği yerden gizlice136 alınmasındır.

Hırsızlık, tarih boyunca bütün medeniyetlerde yüz kızartıcı bir suç olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı bütün medeniyetlerde belirli kanunlar çerçevesinde yasaklanıp engellenmeye çalışılmıştır.

İncelediğimiz defterde bu yüz kızartıcı durumla ilgili 7 tane belge geçmektedir. Bunların içeriğine baktığımız zaman; Öyleballandı Mahallesi sâkinlerinden Hasan, menzili açılıp içinden bir balas giri dirgeni, bir küçük sahan, bir çift yorgan, bir tencere kapağı, bir tas, iki çarşab, üç tor, bir peştamal, iki boğca, bir kumaş ârkiye, beş çeşnir, ketân, ketân ipliği, iki çift babuc, bir kumaş zibun, bir kırmızı bogası zibun, baş makremesi, başmak, üç kalıpbdanlı makreme, altı sim düğme, bir sade ve bir bakır sinisi çalınması üzerine sırka olan sadeyi ve bakırı hâlâ mezbûr Yûsuf’un evinde bulması üzerine dava açmıştır137. Soruşturma ve mahkeme sonrası sade ve bakır sininin Hasan’ın olduğu kanıtlanmış ve bu eşyaları Hasan geri almıştır.

Yapılan hırsızlıklar genelde ev ve dükkânlara girilmesi ile vuku bulduğunu görmekteyiz. Topraklık Mahallesi sâkinlerinden Mûsâ, At Bazarı kapusu dışarısında vâki‘ bakkal dükkânın gece ile açlıp içinden bir küp balı, nısf çuval Pîrînç, bir çuval içinde altmış kalıp sabun, nısf çuval keşfeş, bir mikdâr revgayı zeyt, bir kutu içinde sade, iki terazi, bir kantar, bir siyah aba, bir mikdâr badem ve elli akçam sırka olmuş ve hâlâ mezbûr Yûsuf’un menzilinde bulmuştur. Soruşturma ve mahkeme sonrası Yusûf, bakkala girip sayılan eşyaları çaldığını kabul etmiştir138.

Görüleceği üzere evden çalınan eşyalar genelde ev araç gereçleri olurken, bakkallardan çalınan eşyalar gıda maddeleri olmuştur. Bur da dikkat edilmesi gereken bir diğer hususta hırsızlıkların kanıtlanmasına rağmen bu fiili işleyen kişilere ne gibi bir cezanın verdiğinin belgelere yansımamasıdır. Yazılmayan bu cezalara ilerde bir başlık altında değineceğiz.

136 Ali Bardakoğlu, “Hırsızlık”, DİA, C. XVII, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., İstanbul 1996, s. 385. 137 KŞS 15 / 16-2.

Hırsızlık davaları ile ilgili ilginç bir belgede Topraklık Mahallesi sâkinlerinden Mûsâ, bakkal dükkânından bir küb bal, bir çuval Pîrînç, bir keten, bir çuval incir bir mikdâr soğan, ba‘zı çuval kestane, bir kömeli zeytin, iki terazi ve bir kantar, bir siyah aba, yüz elli cedid akçası sırka olması ve Aynı mahalleden Kasab ‘Alî Beşe’nin At Bazarı kapusu dışarısında kasab dükkânım gice ile açılup içinden bir terâzı, bir köhne minder, bir müte’amil secdade, sekiz koyun deresi, üç vâkiyye, bir yüz dirhem, bir köhne şalvar, bir köhne garar ve bir köhne abası sırka olması ve dahi arpacı el-Hâc İbrahîm kapu zahiresinde vâki‘ olan dükkânı içinden yirmi keyl arpa, üç çuval, bir keçi, bir çark, bir kürk, iki arpa keylim sırka olması ve bu eşyaları mezbûr Yûsuf’un menzilinde bulmaları üzerine açtıkları davada yaşanmıştır. Bu davada soruşturma sonrası mezbûr Yûsuf bu eşyaların her birini aldığını ikrâr ve i‘tirâf etmiştir. İlginç olan kısımsa Yusuf’un hüsn-i hali mahallesi ahalisinden sorulunca mahalle ahalisi bu makûle fesâd ile müthim olup evine fayşe ve levândat getirip şurb-ı hamr idüp vacübü’l-katl ve lâzımdır diyerek Yusuf’un katl edilmesini istemeleridir.

2-Küfür (Şetm)

Küfür etme ve hakaret nahoş birim durum olması ve kişi saygınlığını olumsuz yönde etkilemesinden dolayı hiçbir medeniyette hoş karşılanmamıştır. Bu nahoş durum doğal olarak kavga ve şiddet olaylarına neden olmuştur. Küfür ve hakaretin, kişileri toplum içerisinde küçük düşürücü bir fonksiyonu olması hasebiyle küfür ve hakarete uğrayan kişiler, haklarını aramak için mahkemeye başvurmuştur. Mahmiye-i Konya sâkinlerinden İmâm Velî Halîfe, Gâzi mescidinde sure-i yâsin-i şerîf tilâvet idüp dışarı çıktığımda cemaatten Mustafâ adlı bir kişi kıra’atda hata eyledin demesi üzerine İmâm Velî Halîfe, sure-i merkûmeyi Mustafâ’ya okutup asıl hatayı sen eyledin demiştir. Bunun üzerine Mustafa, İmâm Velî Halîfe’ye “bok yesen” deyû şetm eylemiştir. İmâm Velî Halîfe’de Mustafa’yı dava etmiştir.

Küfür (şetm) ve Hakaret davalarında mahkemeye intikal etmiş olaylarda çoğu zaman küfür ifadeleri direk yazılmayarak yalnızca “anama ve avradıma zina lafzıyla şetm eyledi ya da şutum-galiza ile şetm eyledi,” şeklinde bir formülle yer verilmiştir. Mahmiye-i Konya muzâfâtından Yori, kızı ve ‘avratıma ve ağzıma ve sakalıma zinâ lafzıyla ile şetm eyleyen Bendi nâm zimmîyi dava etmiştir139. Ancak bazı davalarda yapılan küfür veya hakaret yukardaki örnekte görüldüğü gibi aynen yazılmıştır.

3-Darp veYaralama

Darp, dövme vurma anlamına gelmekle birlikte genellikle taraflar arasında anlaşmazlıkların kavgaya dönüşmesi sonucunda bir kişinin başka bir kişiye kasten eliyle ya da bir cisimle vurması şeklinde ortaya çıkan durumdur. Darb davalarında darb edilen kişi, darp edenden davacı olur. Davada “beni darb-ı şedid ile darb eyledi”140 denilerek, darp edilen kişi, olayın nerede geçtiğini, nasıl başladığını, olaya kimlerin dâhil olduğunu, aldığı hasarın boyutlarını, talebinin ne olduğunu söyler. Mahmiye-i Konya Kazâsı’na tâbi‘ ‘Aryat nâm karye sâkinlerinden Gülli, târîh-i kitâbdan dört gün mukaddem merkûme Fâtıma’nın kendisini taş ile darp eylemesi üzerine Fâtıma’yı dava etmiştir141.

Hemen hemen tüm darp davalarında şahit talep edilir. Bu yüzden olayın cereyan ettiği mahal önemlidir. Eğer olay herkesin göre bileceği bir yerde geçmişe kanıtlanması kolay olmuştur. Tam tersi durumda olayı kanıtlamak oldukça zor olmuştur. Darp davalarında Göze, yüze vurma, diş kırma, sopayla dövme en sık karşılaşılan iddialardandır. Sahrâ Nâhiyesine tâbi‘ İlhanlı nâm karye sâkinlerinden Receb Beg, hizmetkârı olan Receb nâm şabi ayardub yanına alan Habîb Beşe’ye “niçün elverirsin” dediğinde bir sabah vaktinde mezbûr Habîb Beşe, atına binip yanına karındaşı mezbûr ‘Abdulhalîm’ide alıp alet-i harb ve deynek ile Receb Beg’in evi üzerine gidip ağzına ve ‘avratına şetm edip değnek ile darb etmişlerdir. Receb Beg’in, bu durum karşısında davacı olması üzerine mahkemede Habîb Beşe ve ‘Abdulhalîm durumu inkâr etmiştir. Soruşturma sonrası Receb Beg’in gösterdiği şahitler darp olayının varlığını kanıtlamıştır142. Tam tersi olarak da; Bayburd Kazâsı’na tâbi‘ Katrancı nâm

karye sâkinlerinden Mustafâ’nın düvesi, Satılmışın gök ekinine girmiştir. Bunun üzerine gök ekinin sahibi mezbûr Satılmış değnek ile Mustafa’yı darp etmiştir. Mustafa bu olay için davacı olduğunda, mahkeme bu olay için Mustafa’dan şahit göstermesini istemiştir. Mustafa ise darp olayı kimsenin olmadığı ve tenha bir yerde geçtiği için şahit gösterememiştir. Bunun üzerine mahkeme Mustafâ’yı değnek ile darb eylemediğine mezbûr Satılmş’a yemîn teklîf etmiş oda yemin ederek bu davadan kurtulmuştur143.

Birinci belgede görüleceği üzere darp olayı ev önünde yeni evin bulunduğu mahallede cereyan ettiği için olaya birçok kişi tanık olmuştur. Bu da davacının mahkemede olayı kanıtlamasına yardımcı olmuştur. İkinci belgede de ise darp olayı bir dağ başında vuku

140 İzzet Sak, 47 Numaralı Konya Şer'iyye Sicili (1128–1129 /1716-1717 ) Transkiripsiyon ve Dizin, Tablet Kitabevi, Konya

2006, s.31.

141 KŞS 15 / 147-4 142 KŞS 15 / 33-4 143 KŞS 15 / 122-1

bulduğu için olaya tanık olan kişi olmamıştır. Bu da mahkemede davacı olan kişinin olayı ispatlamada zorlanmasına sebep olmuştur.

Darp fiilinin kaçınılmaz sonuçlarından birini yaralanmalar oluşturur. Yaralama el, ayak, kulak ve burun kesilmesi gibi azaların vücuttan ayrılmasıdır. Bu tür fiillerin cezaları ise; kısas, diyet ve ta’rizdir. Ayrıca belgelerde yaralama kavramı cerh olarak geçmektedir. Mahmiye-i Konya’da Sâhib‘atâ Mahallesi sâkinlerinden Mûsâ, desti kolu ile başının sol tarafını darb idüp kan câri eden Mehmed’i dava ederek hakkını aramıştır144.

4-Fi‘l-i Şenî‘ ve Zinâ

Namus insanın şeref ve haysiyetidir. Çok hassas bir durum olması hasebiyle bu konu toplumda korunması gereken en önemli olgu olarak yerini almıştır.

Genel ahlaka, toplumun umumi yapısının ve İnsan şerifine karşı işlenen önemli suç fiillerin başında hiç şüphesiz zinâ ya da fi’l-i şen’î gelmektedir. Irza vuku bulan tasallut demek olan fi’l-i şen’î145 kavramı, kadınlarla ilgili olarak kullanıldığında tecavüz edilmeye ya da tecavüz etmeye işaret ederken, erkeklerle ilgili kullanıldığında livâta anlamına146 gelmektedir. Zinâ ise, tam ehliyetli bir erkekle cinsi münasebete elverişli bir kadının, evlilik şüphesi veya mülkiyet bağı bulunmadan, kendi rızalarıyla cinsi münasebette bulunmalarıdır147. Zinâda yasak bir ilişki ve bu yasak ilişkiyi isteyerek yapma var iken fi’l-i şen’îde yasak ilişki olmadan başkasının zorlamasıyla yapılan bir ilişki vardır.

İncelediğimiz defterde zinâ, fi’l-i şen’î ve livâtaya dair örnekler bulunmaktadır. ‘Alî Pâşâ yesserallahü mâ-yürîd ve mâ-yeşâ hazretleri taraf-ı ‘âlîlerinden mübâşir ta‘yîn buyrulan Ahmed Ağa, ‘Aynedâr Mahallesi sâkinelerinden Çınar nâm nasrâniye’nin hamile olduğunu istimâ‘ edip dava ettiğinde, mezbûre Çınar karnında bir hasatlık meydana geldiğini ve bundan dolayı karnın şiştiğini söyleyerek zinâ iddiasını ret eder148. Aynı kişinin bir başka belgede hamile olup oğlan za‘i eylemesi üzerine savb-ı şer‘den menziline varulub keşf tahrîr olunmuş ve Çınar’ın târîh-i kitâbdan dokuz ay mukaddem zinâdan hamile olup müşâhede olunan oğlanı vazi‘ eyledim diyerek olayı itiraf ettiğini öğreniyoruz149.

Sicilde livâtaya dair bir örnek karşımıza çıkmaktadır. Mahmiye-i Konya muzâfâtından Hatunsarâyı Nâhiyesine tâbi‘ Kavak nâm karye sâkinlerinden Mustafâ, karye-i merkûmede

144 KŞS 15 / 114-2 145 Pakalın, a.g.e., C.1, s. 629. 146 Güven, a.g.t., s. 43. 147 Cin-Akgündüz, a.g.e., C. I, s. 265. 148 KŞS 15 / 18-5. 149 KŞS 15 / 50-4.

değirmen ırmağı ile çay arasında mezbûr Velî’nin sagîr oğlu Halîl’in elerini bağlayup cebr-i fi‘l-i şenî‘ eyledi diyerek dava açmıştır150. Mahkeme bu iddiayı soruşturma gereği duymamıştır. Aynı olayın başka bir belgede tekrar mahkemeye taşındığında bu sefer mahkemenin Veli’ye yemin ettirdiğini151 saptamaktayız.

Osmanlı toplumunda sosyal kontrol veya kefalet sistemi gereği, mahalleli, mahallede cereyan eden suçlardan sorumlu tutulup bireysel ya da cemaatle suçlu duruma düşebilirlerdi. Mahmiye-i Konya’da Mücellid Mahallesi sâkinelerinden Kerime, mahalle-i merkûme ahâlisinden Mustafâ Halîfe el-imâm ve Durmuş Çelebi, ‘Abdurrahman, el-Hâc Mehmed, Molla İbrahîm, ‘Alî, Mustafâ, nâm kimesneler ve sâ’ir mahzarlarında ikrâr ve takrîr-i kelâm idüp târîh-i kitâbdan beş gün mukaddem vakt-i sabahda Hocafârûk Mahallesi’nde sâkin akrabasının yanına giderken ismini bilmediği bir şahıs yolunu kesip bir vîrâneye çekip cebra bekâretimi irsâl ve zinâ eylemesi üzere sâkine olduğu Mücellid Mahallesi ahâlisinin te‘addîsi olmadığını dava ve nizâ‘ın olmadığını, davasının sadece o şahışla152 olduğunu bildirmiştir.

Görüleceği üzere Kerime bu beyanı mahkemede vermese mahalle halkının suçlu duruma düşme ihtimali oldukça yüksektir.

a-Hiyânet Kastıyla Ev Basma

Tarihi boyunca, bir şiddet biçimi olan fi‘l-i şenî‘; yani ırza geçme insanın hem ruhsal hem de fiziksel, bütünlüğüne karşı işlenen bir suçtur. İncelediğimiz defterde bu suçu işlemek için kişilerin hıyanet kastıyla ev basmaktan dahi kaçınmadıklarını ortaya koymuştur. Mahmiye-i Konya muzâfâtından Hatunsarâyı Nâhiyesine tâbi‘ Botsa nâm karye sâkinlerinden Satılmış, gice ile kendisi evinde yoğken hıyânet kasdıyla mezbûr Ebûbekir Beg’in evine dahîl olup zevcesi Emine hatuna tasallut olması üzere Ebûbekir Beg’i dava etmiştir153. Ebûbekir Beg durumu inkâr etmesine rağmen durumun şahitlerle ispatlanması üzerine suçlu bulunmuştur.

Bu durumla ilgili üç örnek belge daha mevcuttur154. O belgelerde de gece yalnız olan kadınların evlerine dâhil olunmuş kadınların feryâd istigâse etmeleri üzerine mahalle ahalisi yetişmiş ve olay mahkemeye taşınmıştır. Mahkemede olay soruşturulmuş, inkâr durumlarında ise şahitlerle olay ispatlanmıştır.

150 KŞS 15 / 95-3. 151 KŞS 15 / 97-1. 152 KŞS 15 / 37-4. 153 KŞS 15 / 38-2. 154 Belgeler İçin bknz: KŞS 15 / 39-2, 51-2, 52-5.

b-İftira Kapıya Katran Sürme ve Hüsn-i Hâl Tespiti

Şer‘iye sicillerinde nitelikli hakaret(kazf) olarak geçen belgelerde yer almıştır. Kazf iffetli bir insanı, toplum düzenini derinden sarsan bir hastalık olan zina isnadıyla suçlamadır155. Kapıya katran sürme eylemi de zina imâsı ve iddiası için sıklıkla kullanılan bir yöntem olmuştur156. Ancak bu yöntemin büyük ölçüde namuslu insanlara iftira atmak ve onları karalamak için de kullanıldığını belgelerde görmekteyiz. Subaşı ‘İvaz Ağa, Bağ-ı Evliyâ Mahallesi sâkinlerinden Bedel’in kapsına katran sürülmesi üzerine Bedel’in zevcesi Dudu hatunun ve kızı Sâliha’nın keyfiyet-i halleri Mahallesi ahâlisinden sormak için mahkemeye başvurmuştur. Mahkemede Bedel’in Mahallesi ahâlisinden Hüseyin, Mehmed, diğer Mehmed ve Yûsuf Halîfe, Bedel, zevcesi Dudu ve kızı Sâliha kendi halinde müstekim ve sâlih kimesnelerdir deyû her birinin hüsn-i hâllerini haber vermişlerdir157. Görüleceği üzere kapıya katran sürme direk zina ile ilişkilendirilmektedir. Ve yine belgede görüleceği üzere kapıya katran sürme çoğu zaman masum insanlara iftira atmanın bir yolu olmuştur.

Burada dikkat edilmesi gereken husus kanaatimizce mahalle ahalisinin oynadığı roldür. Osmanlı toplumunda sosyal kontrol veya kefalet sistemi gereği, mahalleli mahallede cereyan eden suçları ve yapan kişileri158 mahkemeye bildirmekle görevliydi. Bu şekilde davranmazlarsa, bireysel ya da cemaat halinde suçlu duruma düşebilirlerdi. Bundan dolayı mahalleli, mahallede ikamet eden insanları çok iyi bilmek ve tanımak zorunda idi. Nitekim Mahkeme; fi‘l-i şenî‘, iftira, hırsızlık, zinâ vb. davalarında, hüsn-i hâl soruşturması yaparken, mahallelinin bu özelliğini göz önünde tutmuş ve verdikleri istihbarları doğru olarak kabul etmiştir.

155 Mustafa Avcı, Osmanlı Hukukunda Suçlar ve Cezalar, Gökkubbe Yay., İstanbul 2004,s. 211.

156 Cemal Çetin, “Anadolu’da Kapıya Katran Sürme Vak’aları: Konya Şer’iye Sicilleri Işığında Hukukî, Kültürel ve

Toplumsal Boyutları (1645-1750)”, Turkish Studies, S.9/1, Kış 2014, s.135.

157 KŞS 15 / 26-1. 158 Çetin, “a.g.m.”, s.135.

İncelediğimiz defterde değişik bir kişilik olan Yûsuf adlı bir şahıs insanlara, kadeh yarenimdir159 fayşe avrat getürüp şurb-ı hamr eder160, nâ-mahremden ictinâbları yokdur161 diye insanlara sürekli iftira attığını müşahide etmekteyiz. Grafik-7 de görülen %53’lik şurb-ı hamr oranın oluşmasında bu şahsın katkısı büyüktür. Yine grafikteki verilere baktığımızda insanların çeşitli konularda iftiraya uğradığını görmekle beraber insanların, bu iftiralardan kurtulmak için mahallelinin yukarıda bahis ettiğimiz özelliğinden faydalandığını saptamaktayız.

5-İçki İçme (Şurb-ı Hamr)

İçki İçme bilinci ortadan kaldırıp sarhoşluk veren maddelerin yemek, içmek vb. usullerle162 vücuda alınmasıdır. Bilinci ortadan kaldırıp sarhoşluk vermesi nedeniyle içki içen kişiler, ev basma, fi‘l-i şenî‘, adam yaralama vb. birçok olaya karışmıştır. Mahalle ahalisi tarafından bu kişilerin hoş karşılanmadığı da bilinmektedir.

İncelediğimiz defterde emr-i şerîfile memâlik-i mahrûsemde vâki‘ olan meyhânelere hâdim ve kal‘a ve civarı ahal-i islâm olan yoldan ve kasabatdan hamırın bey‘, şırazesi ve şurub ve tenâvili men‘ ve def ‘ ve İstanbul, Bursa, Edirne’de olan hamır def ‘ oluna deyû buyurulmağın inşâ’allahü te‘âlâ Mahmiye-i Konya’da olan meyhaneler yakılub ve küpleri kırılub ve mecmu‘ nâs olan yerlerde ve mahallat arasında dellâl vâki‘ muhkem tenbîh olunsun diye emir olduğunu görmekteyiz. Bu emre rağmen Aklân Mahallesi’nde sâkin olan Rihan nâm zımmî evinde üç kub şarabla,163 Artin ve Norman nâm iki desti şarabla164, Aksinle Mahallesi sâkinlerinden Mustafâ ve Mehmed bir ıbrığ şarabla,165 Terhane Mahallesi’nden

159 KŞS 15 / 122-3,122-4,122-5. 160 KŞS 15 / 123-5, 124-1. 161 KŞS 15 / 124-5. 162 Avcı, a.g.e., s.267. 163 KŞS 15 / 9-4. 164 KŞS 15 / 10-1. 165 KŞS 15 / 23-3.

Receb Beşe, iki küb şarabla166 kendi menzillerinde yapılan keşif ve tahrir sonrası yakalanarak haklarında işlem yapılmıştır.

Bur da belirtilmesi gereken bir husus Gayr-i müslim halkın, kendi dinlerinde helal sayılan içecek167 sebebiyle cezalandırılmadığıdır. Şurb-ı hamr suçunun fâili sadece Müslümanlar olarak görülmüştür. Ancak Müslümanların şurb-ı hamr etmesine sebep olan ve şurb satan gayrimüslimlerde cezalandırılmıştır.

6-Cinayet (Katl)

Cinayet (Katl) hukuken yasak olmasına rağmen bir insanı silah ve öldürücü bir aletle kasten öldürülmesi ile meydana gelir. Kısaca kişinin yaşama hakkını168 elinden almak olan cinayet her toplumda görülmektedir. İncelediğimiz dönem itibarı ile iki cinayet vakasına rastlamaktayız. Türkmân tâ’ifesi’nden Oğuz nâm kimesnenin vâlidesi Neslihân ve karındaşı Bezli, mecruh-ı maktul olan Oğuz’un dem ve diyeti için Ahmed Ağa’yı dava etmiştir. Neslihân ve Bezli, Ahmed Ağa’nın, teftiş nâmıyla Çift Dağ altında Oğuz’un üzerine ademleri ile gelüp cenk ve cevâl idüp Oğuz’u katl eylediğini söylemişlerdir. Ahmed Ağa’nın, olayı inkâr etmesi üzerine müslimûn-ı Muslîhûn tavassut idüp elli esedî guruş, üç dülbend sarık, bir çuka, bogası kaftan üzerine ‘akd-ı sulh inşâ 169eyleyerek davayı sonlandırmışlardır. Bu davada cinayetin hangi sebepten ötürü işlendiği bilgisine varamamaktayız. Sadece görevli Ahmet Ağa’nın bir gurup Türkmân tâ’ifesi üzerine yürüdüğünün ve çıkan cenkte Oğuz’un öldürüldüğü bilgisine varmaktayız. Ahmed Ağa durumu inkâr etmesine rağmen suhl olması bu fiili işlemiş olduğunu göstermektedir.

Başka bir belgede ise; Kara Hisâr Kazâsı’na tâbi‘ Çıkın Ağıl nâm karye sâkinlerinden Mehmed, kızı merkûme ‘Âyşe’yi, ‘Ömer ve Bektâş nâm kimesnelerin evini basıp kaçırması ve birkaç gün sonra kızı merkûme ‘Âyşe geri geldiğinde kızını alıp boğup kızıl ırmak suyuna atmıştır. Daha sonra mahkemede bu cinayeti itiraf170 etmiştir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi toplumda bir utanç vesikası olan fi’l-i şen’î suçunu işlemek için utanmadan ev basan kişilerin bu dönemde de olduğuna işaret etmiştik. Bu belgede görüleceği üzere ev basarak bu suçu işleyen ‘Ömer ve Bektâş nâm kimesner bir insanın ölümüne sebep olmuşlardır. Gururu ve namusu zedelen baba gerçek suçlular yerine cezayı kendi kızına keserek onu boğarak katl etmiştir. Daha sonra incelediğimiz defterde bu dava ile ilgili bir kayıta rastlamadığımız için

166 KŞS 15 / 129-3. 167 Avcı, a.g.e., s.268. 168 Avcı, a.g.e., s. 29. 169 KŞS 15 / 81-1 170KŞS 15 / 104-4

gerçek suçlulara ne olduğunu ve babanın kızını katl etmekten dolayı ne gibi bir ceza aldığını belirleyemedik. Ancak bir sonraki başlıkta sosyal düzende huzursuzluk yaratan suçların cezaları hakkında genel bir değerlendirme yaptık.

İncelediğimiz dönem itibarı ile sosyal düzende huzursuzluk yaratan suçların başında %28 ile darb davaları gelmektedir. Darb davalarını %26 ile iftira ve hüsn-i hal davaları izlemektedir. Daha sonra %22 ile fi’l-şeni‘ ve zinâ davaları gelmektedir. Grafikte de görüleceği üzere günümüzde de varlığını sürdürüp sosyal düzende huzursuzluk yaratan suçların birçoğu bu dönemde

de mevcudiyetini korumuştur. Şimdi o dönemde bu tür suçlara verilen cezalara bakalım.