• Sonuç bulunamadı

1-Mehir

Aile çözülme evrelerinden sonra bir takım koruyucu müessesler devreye girmektedir. Aile çözülmesinden sonra devreye giren ilk koruyucu müessese mehirdir. Mehir; tarihin en eski dönemlerinden itibaren birçok devletin hukuk sisteminde103 yer almıştır. İslamiyet’le birlikte mehir, kadının lehine daha fazla ağırlık kazanarak varlığını devam ettirmiştir.

Mehir sözlükte “esnayı münâkehede koca tarafından eşine ta‘yin olunan akçe”104 olarak ifade edilmiş bazı yerlerde ise sadâk105 olarak geçmiştir. Terimsel olarak ise evlilik anında erkeğin, kadına verdiği ve yahut taahhüt ettiği para veya sair bir mal106 anlamına gelir. Verilen mehir; para, taşınır ya da taşınmaz bir mal, herhangi bir hayvan, eşyâ veya bir menfaat olabilirdi.

Mehir uygulaması iki şekilde yapılmıştır. Evlilik sırasında peşin olarak verilir ise buna “mehr-i muaccel” 107,evlilik sırasında peşin verilmeyip ödemesinin bir kısmı veya tamamı belirli bir vadeye bağlanarak daha sonraya bırakılmışsa buna da “mehr-i müeccel” adı verilmiştir.

Kadın, mehr hakkını vadeye bağlanmasına kendi razı olduğu için belirlenen vade gelmeden mehrini talep edemez. Mehr için bir vade belirlenmemiş ise, mehir, eşlerden birinin ölüm anına veya talâk ile boşanmaya108 kadar devam eder. Hanefilere göre mehir hemen verilebileceği gibi ölüm veyahut boşanmaya109 kadar ertelenebilirdi. Defterde en çok karşılan mehir, mehr-i müeccel olmuştur.

İslâm hukukunda mehir, doğrudan evlenecek kızın kendisine verilir ailesine verilmez. Kadın almış olduğu bu mehirle çeyiz hazırlamak zorunda değildir. Nikâh esnasında mehir belirtilmemiş olsa, hatta verilmeyeceği şart edilmiş olsa dahi kadın mehire hak kazanır. Bu özelliği ile mehir başlık110 parasından ayrılır.

Verilen mehrin tasarruf hakkı tamamen nikâh akdî yapılan kadına aittir. Eğer kadın isterse mehrinin bir kısmını veya tamamını kocasına veya vârislerine hîbe edebilir111 lakin

103 Cin, a.g.e., s.210

104 Şemseddin Samî, Kâmus-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1996, s.1436. 105 Cin-Akgündüz, a.g.e., C.II, s.83.

106 İpçioğlu, a.g.e., s. 30.

107 Cin-Akgündüz, a.g.e., C.II, s.84. 108 Cin, a.g.e., s.218.

109 Karaman-Bardakoğlu, a.g.e., s. 219. 110 Karaman-Bardakoğlu, a.g.e., s. 218. 111 Bilmen, a.g.e., C.II, s. 135.

bunu yapması için kocası dâhil hiç kimse tarafından zorlamaz112. Ayrıca eğer Kadın, mehr-i müeccelden kendi rızasıyla vazgeçerse, vazgeçtiğini mahkeme önünde beyan edip kaydettirmesi113 lazım gelir.

Mehir miktarının belirlenmesinde ailelerin ekonomik açıdan yeterliliklerinin yanında, günün şartları, kadınların yaş, güzellik, servet, dindarlık, akıl, bekârlık-dulluk, bilgi, ahlâk, çocuklu veya çocuksuz114. olmak gibi özellikleri belirleyici olmuştur Mehrin miktarı konusunda herhangi bir sınırlama olmamakla birlikte, Hanefî mezhebi mehrin en alt sınırı olarak on dirhemi115 kabul etmiştir. İncelediğimiz defterde en az mehr-i mü’eccel bin akça ile ‘Âyşe’ninken116 en fazla mehr-i mü’eccellin yirmi altı bin akça ile ‘Âlime’ye117 ait olduğunu görmekteyiz.

Evlenme sırasında verilen mehir miktarları ile ilgili deftere yansıyan fazla belge yoktur. Daha çok bu miktarları boşanma davalarında kadının bu hakkını talep etmesi ya da bu hakkından vazgeçmesinde (muhâlaʻa) ve mirâs (Tereke) davalarından öğreniyoruz. Örneğin bir miras davasında ‘Âlime’nin mehr miktarını, zevci Mehmed Ağa’nın vefât etmesi ve ‘Âlime’nin terekeden yirmi altı bin akça mehr-i mü’eccelini talep etmesinden çıkarıyoruz118. Başka bir miras davasında da Hâcıeymir Mahallesi sâkinlerinden olup vefât iden Mehmed Ağa’nın zevce-i metrûkesi olan ‘Âlime, mezbûrun inhisarı üzere vârislerinden karındaşı Süleymân Çelebi ve vâlidesi Asiye da‘vâ idüp, zevcesi Mehmed Ağa terekesinden yüz guruş kıymetli bir câriye, kırk guruş kıymetli bir çift altun bilezik, bir çift demürlü sandık, dört kat libas, yorgan ve döşek mehr-i mü‘eccelini taleb etmiş ve soruşturma sonrasında da hakkını almıştır119. Görüleceği üzere bu belgeden ‘Âlime’nin hem mehrini hemde mehrinin para olarak değil de câriye ve değerli eşyalardan oluştuğunu öğrenmiş olduk.

Muhâlaʻa davalarında ise bedel olarak verilen mehr-i mü’eccellerden, mehr miktarlarını öğrenmekteyiz. Asya ve Mustafâ’nın muhâla‘a da‘vâsında, Asya, boşamak için bedel olarak mehr-i mü’ecceli olan iki bin akçadan vazgeçmiştir120. Burdan Asya’nın iki bin akça mehr hakkının olduğunu öğreniyoruz. Başka bir muhâlaʻa davasında da Mahmiye-i Konya’da Pîresed Mahallesi sâkinelerineden Fâti’nin, zevci el-Hâc Sâdık ile boşanmak için

112 Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, C.I, İz Yayınları, İstanbul 2001, s.338.

113 İlber Ortaylı, “Anadolu’da XVI. Yüzyılda Anadolu’da Evlilikİlişkileri Üzerine Bazı Gözlemler”, Osmanlı Araştırmaları

Dergisi, S.1, İstanbul 1980, s. 36.

114 Karaman, a.g.e., C.I, s.340. 115 Cin, a.g.e., s.216 116 KŞS 15 / 61-2 117 KŞS 15 / 32-2 118 KŞS 15 / 32-2. 119 KŞS 15 / 42-3. 120 KŞS 15 / 95-5.

mütekarrer ve ma‘kûd-ı ‘aleyh olan on sekiz bin akça mehr-i mü’eccelimden vazgeçtiği ve bu belgeden mehr miktarının on sekiz bin akça olduğunu öğreniyoruz121.

Mehir konusu hakkında karşımıza çıkan belgeler, yukarıdaki örnek belgelerdeki formatlar gibidir. İncelenen belgelerde, mehr-i mü’eccel miktarların da değişiklik olduğunu göstermiştir. Karşımıza, yirmi altı bin akça, on dört bin akça, on sekiz bin akça, dört bin akça, iki bin akça gibi çeşitlilik arz eden mehir miktarları çıkmıştır. Bundan dolayı herhangi bir sâbit miktardan ya da aralıktan söz etmek mehir miktarları için mümkün olmamıştır.

Kadının, kocasının vefatı halinde miras içerisinden öncelikli alacaklarından olan mehri, diğer mirasçıların kabul etmeme gibi hakları bulunmamaktadır. Mehr, gerek aile çözülmeden evvel, gerekse çözüldükten sonra aileyi koruyucu bir işlev görmüştür. Ayrıca mehr talâk yetkisini kötüye kullanan kocaya karşı kadına verilmiş bir silah122 olarak görülmüştür. Kocanın ölümü veya boşanma gibi sebeplerle ailenin dağılması sonucu kadının iktisadi geleceğini temin etmeyi sağlayan mehr, keyfi olarak boşanmaları engelleyici bir unsur olmuştur.

2-Velâyet(Hidâne)

Çözüleme sonrası oluşan koruyucu müesseslerden bir diğeri olan velayet, sözlükte “veli olma durumu, velilik” şeklinde tarif edilmektedir. Çocuğun korunması ve temsil edilmesi için öngörülmüş bir hak olan velayete sahip olan veli, kudretine göre çocuğu yetiştirmek ve terbiye etmekle mükelleftir. Çocuğun doğru ve sağlıklı gelişimi için, ihtiyaçlarının karşılanması ve hoş görülü ortamda yetiştirilmesi gerekir. Bu yetiştirme aşamasında etkin olan kişi, çocuğun kanuni temsilcisi yani velayet sahibi olan kişidir.

Yetişkin olmayan çocukların velâyeti birinci derecede anne babaya aittir. Kanuni bir sebep olmadıkça da anne babadan velâyet alınmaz. Baba veya Anneden biri vefât ederse velâyet hayatta kalana geçer. Anne ve babanın boşanması durumunda ise mahkeme kararı ile velâyete sahip olacak kişi belirlenir. Belgelerde çocuğun velâyeti, hak ve salâhiyeti haiz olan kişilerin belirli müddet zarfında çocuğunu besleyip büyütmek ve terbiye etmek üzere yanında bulundurması manasına gelen “hızâne” kelimesi ile ifade edilmiştir. Mahmiye-i Konya sâkinelerinden Emine, kocası Bostân’ın firâşından olan kızı Râzıye nâm sagîrin kendi velâyetinde olmasına rağmen nefsini âhara tezvic eylemesi ile hak-ı hizanesi sakat olmuştur. Bu sebepten ötürü kocası, kızı Râzıye nâm sagîri kendi velayetine almıştır. Daha sonra

121 KŞS 15 / 43-2. 122 Cin, a.g.e., s.232.

Emine, nefsini âhara tezvic eylemekten ve babasının kızı için ödediği nafakadan vazgeçmesi üzerine kızının velayetini geri almıştır123.

Bu belgede anlaşılacağı üzere çocuk velayeti her dönemde varlığını korumuş hukuksal bir olgudur. Yine belgeden anlaşılacağı üzere çocuk velayeti bir kişi tarafından kazanılsa bile bazı sebeplerden ötürü değişebilir. Diğer bir mesele ise babanın nafaka ve kisveyi karşılamak zorunda olmasına rağmen annenin çocuğun velayetini geri alabilmek için bu haktan vazgeçmesi babanın ise buna rıza göstermesidir.

3-Nafaka

Çözülme evresinin koruyucu evrelerinden bir diğeri olan nafaka sözlükte; “harcamak, tüketmek” anlamındaki infak kelimesinden türetilmiş olup azık, ihtiyaçların karşılanması maksadıyla harcanan para vb. maddi değerler124 anlamına gelir. Başka bir ifade ile

“hayatiyetin ve yararlanmanın devamlılığını sağlamak için yapılması zorunlu olan harcamalar” 125 şeklinde ifade edilebilir. Terim olarak dar ve geniş olmak üzere iki anlamı olan nafaka, dar anlamda hak sahibinin yiyeceklerini temin etmek; geniş anlamda ise giyecek, mesken ve hizmetçi ihtiyaçlarını temin126 etme anlamına gelir.

İslam hukukunda, nafaka; yükümlülüğü aile hukuku ile sınırlı olmayan, köle, hayvan ve cansızları yani kişinin sorumluluğu altında bulunan diğer canlıların ve hatta canlı olmayanların varlık ve verimliliklerini devam ettirebilmeleri127 için yapılması gereken harcamaları da kapsamaktadır.

Nafaka hükümlerini aile hukuku ilişkisinden ve mülkiyet ilişkisinden doğan şeklinde ayırt etmek uygundur. Aile hukuku ilişkisinden doğan nafakadan kasıt evlilik (eş, çocuk) ve hısımlık nafakası; mülkiyet ilişkisinden ise, kölelerin, hayvanların ve cansız varlıkların128 nafakasıdır.

Sicillerde genellikle boşanma, kaybolma, ahar diyara gidip gelmeme, ‘abd-ı abık ya da ölüm gibi olaylardan dolayı nafaka bağlandığını görmekteyiz. Babaları veya anneleri ölen küçük yaştaki çocuklara vasilerin veya kendilerine bakan yakınlarının talebiyle nafaka bağlanmıştır. Râbi‘a, sagîr oğlu Mehmed’in, babası mezbûr İbrahîm Beşe malından nafaka ve kisve ve sâ’ir mühimmât-ı lâzımesi içün mâh bâh yetmişer akça takdir için mahkemeye

123 KŞS 15 / 31-3.

124 Bilmen, a.g.e., C.II, s.444.

125 Celal Erbay, “Nafaka”, DİA, C.XXXII, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara 2006, s.282. 126 Cin-Akgündüz, a.g.e., C.II, s. 107-108.

127 Erbay, “a.g.m.”, s.282. 128 Erbay, “a.g.m.”, s.284.

başvurmuştur. Soruşturma ve mahkeme sonrası ‘inde’l-ihtiyâc nedeniyle sagîr mezbûr Mehmed’e babası mezbûr İbrahîm Beşe malından nafaka ve kisvesi ve sâ’ir harc lâzimesi içün yetmişer akça nafaka takdir edilmiştir129.

Vasi olanlar mahkemeye müraca’atla, bakımını üstlendikleri küçük yaştaki çocukların yiyecek, giyecek vb. ihtiyaçları için, nafakaya ihtiyaçları olduğunu bildirme ve mahkemeden nafaka talep etme hakkına sahiptirler. Yukarda ki örnek de görüleceği üzere Râbi‘a, sagîr oğlu Mehmed için mahkemeden yetmiş akça nafaka talebinde bulunmuştur. Burada son sözü mahkeme söylemektedir. Yani nafaka ve miktarını belirlemede son söz mahkemenindir.

Mahkeme nafaka takdiri yaparken mevcut çocuk sayısını ve yaşlarını göz önüne alarak bir nafaka miktarı belirlemektedir. Mahmiye-i Konya’da Hocahasan Mahallesi sâkinlerinden Ahmed Ağa sulbîye sagîre kızı Havvâ’ya vâlidesi mütevefât Sâtı nâm hatundan irs-i şer‘le intikâl iden ve zabtında olan parasından nafaka ve kisvesi ve sâ’ir mühimmât-ı lâzımesi içün daha önce aldığı nafaka bedelinin yüz beş akça olması için mahkemeye başvurmuştur130. Mahkemede bu talebi olumlu bularak nafaka ve kisve bedelini yüz beş akçaya çıkarmıştır. Görüleceği üzere son söz mahkemeye aittir.

Mahkemenin nafaka takdiri yaptığı bir diğer durum ise kocası ahar diyara gidip hayat ve memâtından haber alınamayan kişilerin karısı ve çocuklarına yaptığı takdirdir. Ayrıca ahar diyara giden kişilerin geride kalan kişilerin nafaka ve kisvesi için vekil tayini yaptığını bilmekteyiz. Örneğin el-Hâc ‘Îsâ, ahar diyara gitmeğe Murad eylediğinde zevcesi Râzıye’nin nafaka ve kisvemi virmeğe mezbûr el-Hâc ‘Alî Beşe’yi vekîl etmiştir131.

Mahkeme, ‘abd-ı abıkların (kaçak kölelerin) yakalanması ve yakalanan kişinin ‘abd-ı abık olduğu ispatlandığı davalardada nafaka takdiri yapmıştır. Kişinin abd-ı abık olduğu ispatlanırsa mahkeme, abd-ı abıkın sahibi ortaya çıkana kadar veya müddet-i örfisi tamam olana kadar yakalayan kişiye nafaka takdir ederek abd-ı abıkı teslim eder. Mahmiye-i Konya’da mîr-i âb ve emîni olan Bektâş Ağa, ‘abd-ı abık zannı ile Yûsuf’u yakalayarak mahkemeye getirmiştir. Soruşturma ve mahkeme sonrasın da ‘abd-ı abık (kacak köle) olduğu anlaşılan Yusuf mahkeme tarafından Mevlânâsı zuhûr edüd ve yahud müddet-i ‘örfisi temâm oluncaya dek yevmi on akça nafaka takdir ile Bektâş Ağa’ya132 teslîm edilmiştir.

Nikâh akdinin talâk, muhâla‘a ve ölüm gibi durumlarda son bulması durumunda kadının, yeni bir nikâh akid edebilmesi için belli bir süre beklemek zorunda olması da nafaka

129 KŞS 15 / 66-2. 130 KŞS 15 / 7-2. 131 KŞS 15 / 9-2. 132 KŞS 15 / 47-3.

takdiri gerektiren bir durumdur. Kadının bu bekleme süresine iddet adı verilir. Koca, bu bekleme sürecinde, kadının ihtiyaçlarını ve yanındaki çocukların ihtiyaçları karşılamak için kadına verdiği nafakaya da iddet nafakası133 denir. Kadının nikâh sebebi ile sahip olduğu mali hakkı olan iddet nafakası kadın zengin olsa dahi onun hakkıdır. Bu nafakayı karşılama görevi ise kocaya aittir. Koca nafakayı karşılamazsa kadın kendini nafakasız bırakan kocayı dava etme hakkına sahiptir. Bu nedenle belirlenen nafakayı temin etmeyen kocanın bilinen mallarını kadı bu amaçla satmaya izn134 verebilmektedir. İzn verilen bir diğer husussuda vasilerin, zarûret-i nafaka için ırs-ı şer‘le intikal eden mülkleri satma yetkisine sahip olmalarıdır. Mahmiye-i Konya Kazâsı’na tâbi‘ Gödene nâm karye sâkinlerinden olup vefât iden Hasa’nın sulbî sagîr oğlu Mehmed ve sagîre kızı ‘Âyşe’nin, vasîleri olan ‘Osmân Çelebi, bir mikdâr arz-ı hâliyeyi sagîran mezbûrânın zaruret-i nafakaları içün vesâyeti hasebiyle mezbûr İbrahîm’e sekiz yüz guşa135 satmıştır.

Yandaki grafikteki bilgilerden de görüleceği üzere nafaka takdîrleri, boşanma, kaybolma, ahar diyara gidip gelmeme, ‘abd-ı abık ya da ölüm gibi olaylarda mahkemenin verdiği kararlarla gerçekleşmiştir. Defterde en çok nafaka takdiri ölüm üzerine yapılmışken bu takdirlerin ekseriyeti Arapça yapılmıştır. Nafaka takdirlerinde son sözün mahkemede olması devletin, denetim gücünü etkin bir şekilde kullandığını ve hak kayıplarının önlenmeye çalıştığını gösterir. Ayrıca muhtaç kişilerin ihtiyaçlarının devlet tarafından gözetilmesi bakımından, “sosyal devlet” anlayışını yansıtan en güzel örneklerden birinin nafaka takdirleri oluşturur.

133 Aydın, a.g.e., s.124.

134 Cin-Akgündüz, a.g.e., C. II, s. 87. 135 KŞS 15 / 97-2.