• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: COĞRAFYA, NÜFUSU TEŞKİL EDEN TOPLULUKLAR VE ŞEHİRLER TOPLULUKLAR VE ŞEHİRLER

3.2. Eğlence Hayatı

3.2.9. Keyif Verici Maddeler

İslam’ın emir ve yasaklarındaki genel amaçlar dikkate alındığında akli ve ruhi dengeyi bozan, sinir sitemini uyuşturup beynin işlevlerini olumsuz yönde etkileyen, kişinin irade ve düşünme gücünü tamamen veya kısmen yok eden her türlü keyif verici maddenin kullanımı yasaktır.791 Sigara, afyon, uyuşturucu kullanımı ile ilgili ciddi cezalar

789

Arslan Küçükyıldız, “Kırgızlar’da Nevruz”, Anayırttan Atayurda Türk Dünyası, c.2, sa.6, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, s.12.

790 Olufsen, s.439-440. 791

İsmail Karagöz, Sigara, Alkol, Uyuşturucu Zararları ve Dini Hükmü, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, s.174.

uygulanmaktadır. Ancak seyyahlar Buhara’da tütün içmenin gizli ve saklı bir keyif olmasına karşın şehrin ileri gelenlerinin çoğunun bu işten vazgeçmediklerine tanıklık etmişlerdir.

İslam uygarlığının her devrinde haşhaş ve afyon çeşitli şekillerde kullanılmış, özellikle ağrı kesici ve uyku verici etkilerinden çok yararlanılmıştır.792 Afyon halk arasında kullanıldığı gibi hanlar tarafından da tercih edilmiştir.793 Afyon içildiği bilinse de hemen her yerde bu iş gizlice yapılırdı. Bir esrar içicisi oldukça hor görülürdü, onlara Hive’de daha sık rastlanırdı. Buhara’ya da buradan yayılmıştır.794 Afyon alındıktan kısa bir süre sonra tatlı bir uyuşukluk ve neşe verirdi. Fakat bu keyif hali kısa sürerdi. Bağımlı alınan afyonun miktarını artırmak zorunda kalırdı. Bunun sonucunda bedensel ve ruhsal kötü etkiler başlardı. Duygularda azalma, durgunluk, ilgisizlik, isteksizlik olurdu. Zihinsel işlemler bozulur; dikkat, algı ve bellek zayıflardı.795 Bazı şehirlerin kalenderhanelerinde, dervişler Hint bhang'ı (haşhaşa benzeyen bir tür kenevir) ve afyon çekerlerdi.796 Afyon içimini Hazar ötesi Türkmenleri bilmiyordu.797 Türkmenlerin pek çoğu enfiye kullanırdı. Enfiyenin içine kurutulup toz haline getirilen bir bitki ilave edilir, sonra bu karışıma yeşil bir renk veren ve onu birleştiren susam yağı katılırdı.798

Tütün nargile içiminde daha çok tercih edilirdi. İranlı köleler arasında sigara içimi ve nargile yaygındı. Bir tür tütünü sudan geçip arındırdıktan sonra çubukla içiyorlardı.799 Nargile sadece erkekler değil kadınlar arasında da popülerdi. Fakir insanlar genelde kurutulmuş kayısı yaprakları içerlerdi. Eğer bir nargileleri yoksa toprakta yapraklar için bir delik kazıp, kamış bir çubuğu eğimli bir şekilde deliğe doğru batırarak, yere düz bir

792

Ayşegül Demirhan Erdemir, Afyon ve Tıbbi Etik, Bursa: Nobel Kitabevi, 1996, s.16. 793 Meyendorf, s.60. 794 Olufsen, s.465. 795 Karagöz, s.162-163. 796

Zarcone, Yasak Kent Buhara, s.68. 797

Donovan, s.60. 798 Blocqueville, s.59. 799

şekilde uzanıp, kamışı emerek içmekteydiler.800 Munşi Müslümanların sigara içmeye yasak getirip tütün satışını serbest bırakmalarını çocuksu bulmuştur. Hinduların kervansarayda sigara içebilmesi, Müslümanların ise bu haktan yararlanamaması da seyyahlara ilginç gelmiştir.801

Haşhaşın kuru kapsüllerinin suda kaynatılmasından elde edilen köknar içimi İran’da olduğu gibi yaygındır. İran’da köknar adını alan bu içki aynı adı taşıyan odalarda içilirdi. Başşehir İsfahan’da birçok köknar odası vardı.802 Köknar Buhara’da da satılırdı.803 Özellikle Sartlar tarafından tercih edilirdi. Köknarın etkisiyle insanlar bir yere dayanırdı. Bir müddet alınan miktar ile orantılı olacak şekilde yarı uykulu aynı yerde hareketsiz kalır ve orada gözleri kapalı, bir nevi perişanlık duygusu altında hayal kurar; buna karşılık yanında yapılan her şeyi algılardı. Fakat en ufak bir gürültüden, kendisine söylenen bir kelimeden rahatsız olur ve mutlak saadeti ancak mutlak sessizlik ve hareketsizlikte bulurdu. Daha sonra uyanır ve işinin başına dönerdi. Bir kere alışanlar bu uyuşturucu maddeden vazgeçemezler ve her gün aynı saatte ve aynı miktarda köknar almazlarsa kısa zamanda bütün fiziki ve manevi enerjilerini kaybederek insanların en mutsuzu olurlardı.804

Yemekten sonra nargile içmek yaygın bir adetti. Nargile odun kömürü ateşi koyarak yakılırdı. İlk olarak ev sahibi, hazır olup olmadığını denemek için nargileyi birkaç kez püfletir bu da hazır olduğunun kanıtı olur ve sonrasında nargile tek tek ağızdan ağza dolaşırdı. Herkes birkaç kez nargileyi püfletirken birer kâse çayları bitene kadar yanan tütün herkese yeterdi. Ancak ondan sonra nargile küçük bacalardan pek farkı olmayan misafirlerin önünden alınarak dışarı çıkartılırdı.805

Emirlikte Hint afyonu, naşa (haşhaş), Karşı’daki Kaşkaderya vadisi tütünü, Karşı tütünü, Osmanlıların ve İranlıların tömbekisi kadar acı, siyah ve kötü Şehrisebz tütünü, 800 Olufsen, s.465. 801 Munshi, s.127. 802 Erdemir, s.10; Meakin, s.68. 803 Meakin, s.68. 804 Bonvalot, s.73. 805 Olufsen, s.455.

İsfahan’ın yaprak tütünü, Antakya’nın Lazkiye tütünü, toz tütün, çiğneme tütünü gibi birçok tütün çeşidi kullanılırdı.806 Rus himayesine girmeden önce kamuya açık yerlerde tütün içmek kesinlikle yasak olmasına ve bu yasağa uymayanlar kırbaç cezasına çarptırılmasına karşın, tütün ve hukkalar (Hint nargilesi) çarşıda serbestçe satılırdı.807

Çayhanelerde nargile elden ele dolaşırdı. Çayhanelerde afyon kullanıcıları bir köşeye çekilirdi. Afyon tiryakilerini yorgun yüz çizgileri, kurşuni renkleri ve bu tür insanlara mahsus vahşi bakışları ile tanımak mümkündü. Bu insanlar herhangi bir şey yapmaktan aciz oldukları için başkalarının attıkları paralar ile geçiniyorlardı.808

Buhara’da içki içmek yasaktı. Bir adamın sokakta sarhoş görülmesi onun hayatına mal olabilirdi. Buna rağmen hanlar ve büyük beylerin zaman zaman bu yasağı deldikleri görülmekteydi.809

3.2.10. Avcılık

Türkler avcılığı savaşa hazırlayıcı bir aracı unsur olarak görmüşlerdir. Savaşlardan önce büyük sürek avları adeta bir grup harp provası niteliğindeydi. Avcılık sürek avları, yarışları ve çeşitli sportif faaliyetleri ile birlikte savaş eğitimi vasıtası olarak görülmüştür.810 Avcılığın araziyi tanıma kabiliyet ve melekesinin artırılması konusunda önemli bir yeri vardır. Avcılık Türk aile kültürünü etkilemiş ve çocuklara av ile ilgili isimler verilmiştir.811

Buhara’da avcılık hem eğlence amaçlı hem de beslenme amaçlı yapılan bir etkinliktir. Et olarak; antilop, geyik, arhar, ördek, kümes hayvanları, kazlar ve özellikle sülünler göçebeler tarafından oldukça sevilen türde etlerdi. Diğer yandan şehirde yaşayanlar dini

806 Zarcone, Yasak Kent Buhara, s.129. 807 Munshi, s.126. 808 Bonvalot, s.109. 809 Bacon, s.101. 810

Savni Huş, Av Hayvanları ve Avcılık, İstanbul: Kutulmuş Matbaası, 1967, s.19; Murat Özveri, Okçuluk Hakkında

Merak Ettiğiniz Her Şey, İstanbul: Umut Matbaacılık, 2006, s.31.

811

Abdullah Ekinci, “İslam Kültürü İle Türklerdeki Av Geleneğinde İktisadi ve Sosyo-Kültürel Paralellikleri ve Farklılıklar”, Av ve Avcılık Kitabı, İstanbul: Kitabevi, 2008, s.521.

endişelerle çok fazla bu etleri tercih etmezlerdi. Örneğin bir tavuğa, o uçarken ateş edilirse, tavuğun düştüğü için mi yoksa vurulduğu için mi öldüğünün bilinemeyeceği söylenir ve eğer düşerek ölmüşse hayvanın yenmesi sakıncalı olurdu. Buna “Haram” ya da “Mekruh” derlerdi. Kuran’a göre bu durum yasaklanmış yiyecek anlamına gelirdi. Bu yüzden bir Müslüman için avcılığı destekliyor olmak çok zordur. Göçebeler genellikle bu konuda çok toleranslıydı.812

Göçebeler için avlanmak başta beslenme, eğlence, savaş olmak üzere hayatlarının her safhasında vazgeçilemez bir faaliyetti. Av hayvanlarının her şeyinden yararlanarak göçebe hayatın kendine özgü ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Derisi çadırların ve giyim eşyalarının; kemikleri, bağırsakları ve sinirleri ise ok, yay ve mızrak yapımında kullanılıyordu.813

Avcılığın verdiği kazanç genellikle deriyle ilgiliydi. Steplerde tilki ve kırlangıç avına çıkarlar ve derilerini Rusya’ya gönderirlerdi. Sadece çakmaklı tabancaları olduğu için ateş etmekten çok gezinmeyi severlerdi. Ayrıca siyah ve uzun saçlı tazı kullanıyorlardı.814 Tazıyla avlanma çok kolaydı. Atlılar sazlık yerlerde dolaşarak tavşanı ova tarafına doğru kaçmaya zorlarlardı. Bu arada bir süredir aç bırakılmış tazıları tutan yayalar, tavşanı görür görmez köpekleri bırakırlar; atlılar çığlıklar atarak tazıları kovalarlar ve bir kaç dakika içinde hayvan tazının dişlerinde olurdu. Dörtnala gelen atlılar hemen tavşanı tazının ağzından alır; avın kafasını kesip bunu mükâfat olarak tazıya verirlerdi.815

XIX. yüzyılın ilk yarısında Buharalılar ateş ederek avlanma konusunda çok bilgili değillerdi. Meyendorf bir kuşu ya da birkaç tanesini kanatlarından ateş edip isabet ettirdiğinde yerli halkın çok şaşırdığını gözlemlemiştir. Her taraftan kuşları nasıl vurduğunu izlemek için insanların koştuklarını ve heyecanlı bir şekilde “Bârek Allah, Bârek Allah” diye bağırdıklarını duymuştur. Halk daha önce ateş eden insanlar görmediği için bu tarzdaki avlanma, şaşırmalarına neden oluyordu. Bunun dışında kendi

812

Olufsen, s.279. 813

M. Said Polat, “Göçebe Türklerde Avcılık”, Av ve Avcılık Kitabı, İstanbul: Kitabevi, 2008, s.58-59. 814 Meyendorf, s.45.

815

silahlarını ateşlemek konusunda oldukça yavaşlardı. Silahlarını bir üçayağın üzerine koyarlar ve yavaş yanan kibritleri, silahı tetikleyene dek oldukça zaman kaybederlerdi.816

Zamanla Buharalılar avlanma konusunda kendilerini geliştirmiştir. Yüzyılın ortalarına doğru en yaygın kullanılan silah sadece zenginlerin sahip olduğu fitilli tüfeklerdi. Hemen hemen çocuktan yaşlıya bütün erkekler bu silahı taşıyordu. Bu tüfekleri vahşi kuş avlarında kullanıyorlardı.817

Fitilli tüfekle av büyük itina isterdi. Avcı avlanmak istediği av hayvanın davranışlarını iyi bilmek zorundaydı. Tavşanın ve kekliklerin su içmek veya yemlenmek için nereye geldiğini biliyorsa kamışların arasına pusu kurar, kendisini gizleyecek şekilde sazları bağlar, sonra tüfeğini çatalın üzerine yerleştirir; tüfeğin ateşleme haznesini barutla doldurduktan sonra kavını hazırlar; dışarıdan fark edilmemesi için üzerine toprak rengi örtüsünü örter, örtünün yırtıklarından dışarıyı gözleyerek bekler; keklik gelip her zamanki yerini alınca, topraktaki tohumları gagalamaya veya kursağını suyla doldurmaya başlar ve o zaman avcı çakmağını çakar, önce kav görevi yapan kurumuş bitkileri tutuştururdu. Sonra barutu patlatacak olan fitile ateş verir ve son derece dikkatle nişan alır, vuracağından emin olunca fitili baruta değdirir ve tüfeği patlatırdı. Bazen barut patlamasa da ateş edildiğinde mutlaka vurulurdu. Türkmenlerin hedefini şaşırdığı ender görülürdü.818

Başlıca spor şahinle avlanmaktı. Bu av sporu Dervaz ve Karatekin’de yaygındı. İki erkekten birisi mutlaka eldiven taktığı elinin üzerinde bir şahinle dolaşırdı. Av partilerinde şahinler, uzun süre ağaçların arasında avlarını beklerler, kimi zaman avlanıp geri dönerler, kimi zaman geri dönemezler, kimi zamansa sahiplerinin onları çağırmasıyla gelirlerdi.819 Avda kullanılan doğan ya da şahinin aç olmasına özen gösterilirdi. Av bittikten sonra karnını doyurması sağlanırdı.820 Bazı yerlerde yöre halkı 816 Meyendorf, s.45. 817 Olufsen, s.105. 818 Bonvalot, s.142. 819 Olufsen, s.105. 820 Bonvalot, s.171.

geyik, yaban koyunu ve ayı avı sayesinde iyi bir gelire sahipti; bununla birlikte dağ panterleri ve kurtlar ayrı bir gelir kaynağı oluşturuyordu. Bu hayvanların derileri çok değerliydi, evlerin etrafı kurutulan derilerle doluydu.821

Balıkçılık M.Ö. 4500-3000 yıllarına kadar dayanmaktadır.822 Türkmenler balık avlamada çok maharetliydi. Mersin balığı yakalar ve avlarını ya Çarcuy’da ya da kış koşullarından faydalanıp Buhara’ya getirerek satarlardı. Amu-Derya kıyılarında balıkçılık yapılırdı.823 Kükürtlünün kuzey ucunda balıkçılar ağlarını balık tuttukları bölgenin koşullarına uygun olarak son derece kullanışlı bir şekilde hazırlamışlardı. Ağlar dört tarafından çevrili bir şekilde nakış gibi dokuyarak yapılmış, ucuna ağırlık bağlanmış bir ip sayesinde suyun dibine indiriliyordu. Bu nedenle güçlü akıntı bile onu etkilemiyor, fazla dağılmadan ve balıkçıyı zorlamadan atıldığı alanda kalıyordu. Balıkçı ağda balık olup olmadığını hemen hissedebiliyordu. Balık olmadığı zaman ise ağı kullandığı iple yukarı çekip topluyordu.

Ağaç gövdesinden yapılmış ilkel bir köprü balıkçının ağ attığı yerin tam karşı tarafında bulunurdu. Köprüden kopan parçalar suya düştüğü için orada balık tutmak çok zor olurdu. Ağın bu parçalara takılıp yırtılma riski oldukça fazlaydı.824