• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: COĞRAFYA, NÜFUSU TEŞKİL EDEN TOPLULUKLAR VE ŞEHİRLER TOPLULUKLAR VE ŞEHİRLER

3.3. Batıl İnançlar ve Hurafeler

3.3.1. Falcılar

İnsanların geleceğe olan merakı bakla, kitap, su, ateş ok, zar, el, çay, tuz, yıldız, ağaç, gölge, yüz, papatya gibi bir yığın fal ve kehanet çeşidinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu merak insanın, akla hayale gelemeyecek pek çok unsuru fal ve kehanet için kullanmasını sağlamıştır.

Falda herhangi bir maddi unsur kullanılarak geleceğin bilgisi verilirken, kehanette doğaüstü güçleri olduğuna inanılan kişi sezgi yolu ile veya vecd halinde iken şeytan ya da cinden aldığı ilhamla geleceğe ait bilgiler verirdi.842

Türklerin Müslüman olmadan önceki dini törenlerinde ve günlük hayatlarında falın önemli bir yeri vardı. Orta Asya Türkçesinde fal kavramı ırk kelimesi ile karşılanıyordu. Türklerde fal anlamına gelen diğer bir kelime de tölgedir.843 İslam öncesi Türk topluluklarında falcılıkla uğraşan insanlar genellikle şamanlar olmuştur. Şamanlar fal ve büyü tekniklerini usta çırak ilişkisi yöntemi ile öğrencilerine öğreterek sistemin devamlılığını sağlarlardı.844

İslam dininde yasak olmasına rağmen Buhara halkı falcılık ve kehanet ile ilgilenmeye devam etmiştir. Fal özellikle önemli kararlar alınacağı zaman adeta bir danışma, iyiye yorma vasıtası olarak kabul edilmiştir.

Falcılık hanlıkta ön plandaydı ve genelde Çingeneler tarafından yapılırdı. Dört farklı yolla fala bakılırdı. Su, hava, yanık omuz kemiği ve el falı yaygındı. Kehanetle uğraşan

Falbini denen kişinin şeytanla yakın ilişkisi olduğu düşünülürdü. Müneccim ya da

astrologlar esas kâhinler olarak görülürdü. Yıldız falına bakma işi, burada oldukça ilgi 840 Khanikoff, s.272. 841 Olufsen, s.474. 842

Şeref Boyraz, Fal Kitabı, İstanbul: Kitabevi, 2006, s.4.

843 Mehmet Aydın, “Fal”, İslam Ansiklopedisi, c.12, İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları, 1995, s.136. 844

görürdü.845

Hindular ve İranlılar kart ile fala bakıyorlardı. Meyendorf bölgeye gittiğinde buradaki falcılar daha çok zar kullanarak gelecek hakkında yorum yapmaktaydılar. Buharalılar, bükülü bir demirin üzerine rastgele atılan rakamları şans ve iyi kader olarak yorumlarlardı.846 Kum falı Türkmenler arasında görülürdü. Kum yere serpilerek falı bakılacak kişiye üç saman çöpü verilirdi. Kişinin niyetine göre bunları kuma çizilmiş çizgiler üzerinde muhtelif yerlere koyması istenirdi. Saman çöpünün çizgilere yakınlığına göre fal bakılırdı.847

Çingeneler el falına bakar ve hayvan kemiklerinde geleceği okurlardı.848 Orta Asya Türklerinde Moğollar, Araplar, Yunanlılar, Romalılar ve bazı Balkan halklarında olduğu gibi hayvanların kürek kemiği ile fala bakma geleneği vardı.849

3.4. Sosyal Hayat 3.4.1. Aile

Türklerde aile bütün sosyal bünyenin çekirdeği durumundadır.850 Kan akrabalığı esasına dayanmaktadır.851 Aile bağları kuvvetlidir.852 Orta Asya’da birleşik aile ideal aile olarak görülürdü. Geniş aile aynı evde yaşayan birkaç kuşaktan oluşurdu. Aile baba, anne, bekâr kızlar, evli erkek çocuklar ve onların eşleri ve çocuklarından meydana gelirdi. Aile evin, tarlaların, hayvanların ve ambarın ortak sahibi idi. Ailenin büyüklüğü, arazinin büyüklüğü ve verimine, şehirlerde ise yapılan işin getirdiği paraya bağlıydı. Zenginlerin aileleri genelde genişti. Fakir ailelerde ise oğullardan birkaçının şansını

845 Khanikoff, s.273. 846 Meyendorf, s.60. 847 Blocqueville, s.64. 848 Bonvalot, s.267. 849 Aydın, “Fal”, s.136. 850

Koca, “Eski Türklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat”, s.348. 851 Alpargu, Nogaylar, s.173.

852

başka yerlerde denediği görülmekteydi.

Ailedeki her bireyin statüsü ve ona uygun rolleri vardı. Aile üyeleri statülerine uygun olarak kendilerine uygun rolleri yerine getirirlerdi. Aile üyelerinin koca-baba, kadın-anne, oğul-erkek kardeş ve kız-kız kardeş gibi statüleri vardı. Toplumun ekonomik, kültürel ve dini değerleri aile üyelerinin birbirlerine uygun gördükleri pozisyonların belirlenmesinde etkiliydi. Evde erkek ev halkından sorumlu idi. Ailede kilit rol kocaya yani aile reisine aitti, diğer roller ise aile reisine göre belirlenmekte ve anlam kazanmaktaydı.

Aile içi ilişkilerin temeli kıdem esasına dayalıydı. Herkes doğum ve kıdem sırasına göre özenle sınıflandırılırdı. Aile erkek fertleri ile devamlılık kazanır; erkek çocuk ailesinin devamını sağlardı.

Toplumun en küçük bireyi olan ailede anne ve baba ile çocuklar arasındaki ilişkinin temeli sevgi ve saygı idi. Dinen emredilmiş olduğundan anne ve babaya büyük saygı gösterilirdi. Çocuklara da ebeveynleri tarafından değer verilirdi.853 Büyüklerine saygı duymayan çocuklar ebeveynleri tarafından sert bir şekilde eleştirilirdi.854 Bu davranış biçimi toplum içinde gençler ve yaşlılar arasındaki sosyal ilişkinin temelinin oluştururdu.

Ailede kadınlar kocalarına saygı gösterirlerdi. Kadınlar pek seyrek olarak sokağa çıkarlar ve genelde anne babalarını ve akrabalarını ziyaret ederlerdi.855 Kadınların haftada bir kez hamama gitmeleri adettendi.856

Seyyahlara göre Buhara toplumunun Müslüman kadınlarının veya genç kızlarının, tanıdık veya akrabadan olsa da bir erkekle sokakta konuşmaları çok ender görülürdü. Evli kadınların kocaları ciddiyet ve dürüstlük bekler; bu kadınların yabancı bir erkekle

853

Lowrance Krader, “Orta Asya Halklarında Aile Yapısı”, Anayurttan Atayurda Türk Dünyası, c.2, sa.8, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, Mart 1995, s.56-58.

854

Olufsen, s.290. 855 Bacon, s.83. 856

konuşmaları hoş karşılanmazdı.857

Küçük kızlar serbestçe erkeklerle oynar, hatta sokağa çıkardı. Ancak sekiz-dokuz yaşlarında eve kapanıp diğer kadınlar gibi ev işlerini, nakış işlemeyi öğrenir ve çeyizlerini yapmağa başlarlardı.858 Bütün bu işlemeleri yapabilmek için gerekli ipek ipliğini alabilmek paraya bağlıydı. Bunun sağlanması için, dışarı satılmak üzere nakış işlenirdi. Kızlar para işleriyle babaları kadar ilgilenir; ipek böceği besleyip koza satarak elde ettikleri kârı, yeniden ipek böceği tohumu veya ipek ipliği almağa yatırırlardı.

Kadınların aile fertlerinden başkasına yüzlerini göstermeleri yasaktı. Buna karşılık evlerin avlusunda ve damlarda serbesttiler. Burada güneşten yararlanır ve komşu kadınlarla sohbet ederlerdi. Erkekler haber vermeden dama çıkamazdı. Kadınlar komşulara gezmeye giderdi. Kadınlar kısmının önünde duran ayakkabılar, erkeklere içerde yabancı kadın olduğunu belirtir ve onların içeri girmemelerini sağlardı.859 Sokağa feraceye sarınmış olarak çıkan kasaba kadınları, bir erkeğe rastladıklarında yan sokaklara sapar ya da yüzlerini duvara dönerek yabancının geçmesini beklerdi.860 Köylerde ise çoğu zaman kadınlar için ayrı bir kısım olmazdı. Kadın gerek tarlada gerekse evlerinin diğer evlerden de görülebilen avlularında çalışırken iş icabı yüzünü örtemezdi. Ancak erkeklere mümkün olduğu kadar uzak dururlar ve yolda karşılaştıklarında arkalarını dönerlerdi.861

Kadınla kocasının pek sohbet zamanları olmazdı. Kadın kurnazlıkla bazı isteklerini yaptırabilirdi, ama hayatı sınırlıydı. İslâmî kanunlara göre bir erkek dört kadın alabilirdi, ancak başlık parasının yüksekliği, Orta Asya’da daha çok tek kadınlı evliliklere imkân vermişti. Emir, devletteki yüksek görevliler, beyler ve zengin tacirlerin hareme sahip bulundukları bilinmekte olup bunların çoğunun iki ya da ikiden

857 Bacon, s.83. 858 Bonvalot, s.47. 859 Bacon, s.83. 860 Meyendorf, s.63. 861 Bacon, s.83.

çok eşi bulunurdu.862

Bazen daha yaşlı bir akrabanın ölmesiyle, geride kalan dul kadınla evlenme geleneği, iki eşlilik durumları meydana getirirdi.863 Zengin adamların eşleri daima üzerlerine başka bir kadın gelecek diye korkardı. Çok kadın alanların, kadınları arasındaki çekişmelerden daima başı ağrırdı. Her erkek eşlerini mümkün olduğunca birbirinden ayrı tutmaya çalışırdı. Kadınlar birbirleri için kün-daş, gün-yoldaşı gibi tabirler kullanırlardı.864 Geniş toprakları olan erkekler, tarlasının civarına bir ev yaptırtarak burada otururdu. Muntazaman, şehirlerarasında seyahat eden tüccarların da her şehirde ayrı evi ve eşi bulunurdu. Tek evde birden fazla kadın bulunduğunda, her birinin odaları ayrılırdı.865

Kocası tarafından zevklerine bir araç ya da evinin idaresi için söz dinleyen bir hizmetkâr olarak görülen kadının hali çok hoş değildi. Kadınlar kocaları sayesinde pek çok insan üzerinde nüfuz sahibi olabilir ve farklı cinslerin işlerine karışabilirdi. Şayet kadının kocası yüksek mevkideyse, kadın oranın siyasetinde bile yüksek mevki elde edebilirdi.866

Emirlikte kadınların aile içindeki konumları üyesi bulundukları topluluğa göre değişebiliyordu. Özbek erkekler kadınlara sanki birer iş hizmetçileriymiş gibi davranırdı. Bu yüzden şarkta diğer yerlerdeki kadınlardan daha erken yaşlanırlardı. Özbekler çocuklarıyla çok az ilgilenirlerdi.867

Sartlar, yani uzun zamandan beri yerleşik olan Tacik ve Özbekler arasında geniş aileden başka akrabalık bağları ve şecereler yoktu.868 Özbek ailede babanın otoritesinin mutlak olmasına rağmen Özbek erkek çocuklarının babalarını fena bir şekilde tersledikleri

862 Olufsen, s.326. 863 Bacon, s.84. 864 Schuyler, s.144. 865 Bacon, s.84. 866 Schuyler, s.143. 867 Olufsen, s.291-292. 868 Bacon, s.85.

zamanlar da olurdu.869

Buhara’da köle mülkiyeti bir zenginlik işareti sayılıyordu ve her aristokrat ailenin kölesi vardı. Kölelerin olduğu evlerde kadınlara pek iş düşmez; evdeki bütün işler köleler tarafından yerine getirilirdi.870

3.4.2. Evlenme

Türk anlayışına göre evlenme-yuva kurma toplumun ve devletin temelini meydana getirmektedir. Türk milleti ve Türk devletinin temeli evlenme ve yuva kurma, aile de çekirdeği olarak kabul görmüştür. Türklerde evlenmenin amacı ev bark sahibi olmak, dirlik ve düzen içinde yaşamaktır.871

Evlenmek günümüzde olduğu gibi, sosyal bir görevdi ve bekârlık ayıp sayılırdı. Evlenecek delikanlı kız tarafına “kalın” vermek mecburiyetinde idi. “Kalın, kalıng, kalım,” şeklinde bütün Türk lehçelerinde rastlanan bir müessese, karşılıklı bir akitti, yani evlenenlerin hayatlarını tanzim etmeleri için yapılan bir yardımdı.872 Kalın’ın miktarı ve mahiyeti ailenin sosyal durumuna ve servetine göre değişmekteydi.873 Bunun içine ise at, deve, altın ve para girmektedir.874

Evlilik aileler arasında olur; erkek tarafı başlık parası, kız tarafı ise çeyiz verirdi. Kızın çeyiz olarak götürdüğü işlemeler kilimler ve diğer eşyalar kökleri binlerce yıllık adetlerle ve inançlarla beslenen bir kültürü yansıtırdı. Kızlar küçük yaşlardan itibaren çeyizlerini hazırlamaya başlarlardı.875

869

Olufsen, s.290.

870 Zarcone, Yasak Kent Buhara, s.136-137; Yavuz Bülent Bakiler, Türkistan Türkistan, İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 1986, s.267.

871

Latife Kabaklı Çimen, Türk Töresinde Kadın ve Aile, İstanbul: IQ Kültür Sanat ve Yayıncılık, 2008, s.122. 872

Necdet Sevinç, Eski Türklerde Kadın ve Aile, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, 1987, s.69; Sadi Yaver Ataman, Eski Türk Düğünleri ve Evlenme Rit’leri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992. s.15. 873

Koca, “Eski Türklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat”, s.350.

874 Rıza Gönüllü, “Türklerin Kalın Âdeti”, Türk Kültürü, c.27, s, 317, (Eylül 1989), Ankara, s.565. 875

Genel olarak Türklerde aracı ve görücüler yolu ile evlenme geleneği bulunmaktaydı.876 Kızlar evlilik çağına gelince, (bu genellikle on bir ile on beş yaşlar arasıydı) evdeki kadınlar onu misafirliklere götürür, böylece diğer kadınların görmesini sağlarlardı. Erkekler ise on beş - on altı yaşlarında evlenir, bazen fakirlerde bu yaş otuza kadar çıkardı. Erkek evlilik yaşına geldiğinde uygun gelin adayı aranır, bu işte genellikle yaşlı kadınların sözlerine kulak verilirdi. Kız ve erkeğin sosyal durumlarının birbirine yakın olmasına bilhassa dikkat edilirdi. Meselâ bir hacının oğlu, genellikle bir hacı kızıyla evlenirdi.877 Diğer Müslümanlarda olduğu gibi, teyze ve amca çocuklarının evlenmeleri tercih edilirdi, ancak aynı evde büyüyenler arasında asla evlilik olmazdı. Aileler arasında evlenme kararına varıldıktan sonra erkek gizlice nişanlısını görebilirdi. Kızın ise bu konuda hiç fikri sorulmazdı.878 Çocuklarla ilgili kararlarda mutlak ve nihai otorite babaya aitti.

Başlık üzerine pazarlık heyecanlı olur, bazen dostlar çağrılarak iki ailenin arasının bulunmasına çalışılırdı. Dikiş nakışı bilen, ev işlerinden anlayan elleri maharetli kızların talibinden babası yüklü bir kalın, yüz görümlülüğü isteme hakkına sahipti.879

Başlık parası yanında düğün masrafları da damat ailesi tarafından karşılanırdı. Oğlunu evlendirmek babaların vazgeçilmez bir vazifesi idi.880 Gelinin getirdiği çeyizin değeri, başlık parasına yakın olurdu. Çeyiz olarak gelen eşyalar arasında giyecekler, halılar, yatak takımları, gelinin işlediği nakışlar ve yeni evinde kullanacağı mutfak eşyaları sayılabilirdi. Başlık taksit taksit ödenebilirdi ve ödenen miktar yarıyı geçtikten sonra artık geri dönüş olmazdı. Bu sırada gelin adayı aniden ölürse kız tarafının yeni bir gelin bulması gerekirdi. Özbek köylerinde nişanlıların damadın yengeleri tarafından, gizlice buluşturulmaları âdetti.881

876

Mahmud Tezcan, Türk Ailesi Antropolojisi, Ankara: İmage Katapevi, 2000, s.14. 877 Schuyler, s.139. 878 Bacon, s.82. 879 Bonvalot, s.47.

880 Bahattin Ögel, Türk Milli Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul: Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yayınları, 1988, s.259.

881

Başlık ödenip düğün kararlaştırıldıktan sonra evlenme töreni yapılırdı. Bu törende bir molla bulunur, başlık parasını ve çeyiz miktarını tespit ederdi. İslâmî evlenme töreninde gelin ve damat bulunmaz, onları babaları veya yakın erkek akrabaları temsil ederdi. Şayet kadın köle ise ona sahibi vekâlet ederdi. Evlenme ücreti koca tarafından ödenir, kadından istenmezdi. Sonra damat gelinin evine giderdi.

Düğünler tüm dünya kültürlerinde olduğu gibi Türk kültüründe de insanların mutluklarını ifade eden törenlerdir.882 Düğün gelin evinde yapılırdı. Damat kapıda bekleyen gelinin erkek kardeşi ve akrabalarına biraz para veya birkaç küçük hediye vermeden içeri giremezdi.883 Bunun yanında bilhassa köylerde, gelinin kemik alevi etrafında dönmesi veya üzerinden atlaması gibi İslâmiyet öncesi hurafelere de yer verilirdi. Düğüne her iki tarafın arkadaşları, akrabaları ve komşuları katılırdı. Bütün büyük ziyafetlerde olduğu gibi, düğünlerde de davetsiz misafirler hoş karşılanırdı. Düğün boyunca gelin gizli kalırdı. Erkek ve kadınlar ayrı ayrı yerlerde danslar, şarkılar ve diğer gösterilerle eğlenirdi. Gelin evindeki ziyafet bitince gelin yeni evine götürülür, burada yüzünü açarak aile fertlerine gösterirdi. Yeni evine alışıncaya kadar geline yengesi yardımcı olurdu.884 Kızlar evlendikten sonra eşlerinin aileleri ile birlikte yaşamaya başlar ve ancak boşandıkları zaman o evden ayrılabilirlerdi. Onlar babaya ait mala ortak değildiler ve çeyizlerini aldıktan sonra hiçbir hak talep edemezlerdi.885

Evliliğin yasaklandığı kan akrabalıklarının belirli dereceleri vardır. Sütkardeşlerin birbirleri ile evlenmelerine izin verilmezdi. Erkekler eşlerinin küçük ve büyük kardeşleri ile ve üvey anneleri ile evlenemezlerdi. İki kız kardeş ile aynı anda evlenmeye izin verilmez; ikinci ile evlenmeden önce ilkini boşamak gerekirdi. Fakat koca izin almışsa karısının kız kardeşinin kızıyla evlenebilirdi.886

882 Tezcan, s.35. 883 Schuyler, s.141. 884 Bacon, s.83. 885 Karadağ, s.132. 886 Schuyler, s.142.

3.4.3. Boşanma

İslâmî kaidelere göre bir erkek istediği zaman karısını boşayabilirdi, ancak yüksek başlık ve çeyiz paraları bunu çok büyük bir lüks haline getiriyordu. Kadınlar da belirli sebepler veya karşılıklı mutabakat hallerinde boşanabilirdi. Ancak boşanmalar pek azdı ve zenginler arasında görülürdü.887 Boşanmalarda kadın boşanıp baba evine giderse kalın olarak verilen mal iade edilirdi. Ancak boşanmaya koca sebep olmuşsa yani ocak erkek yüzünden sönmüşse kalın iade edilmezdi.888

Kadın her durumda kocasına itaat etmek ve onun hoşuna gitmeyen her şeyden sakınmak zorundaydı. Kocasının izni olmadan hiçbir antlaşma yapamaz; fakat beslenmek, barınmak, giyinmek, hizmetkârlara sahip olmak, kendi seviyesindeki kişiler arasındaki genel olan harcamalar için; mesela hamamlar, misafirler ve arkadaşlarının eğlencesi için para almak hakkına sahipti. Şayet kocası tarafından bunlara izin verilmiyorsa kadı tabir olunan hâkime şikâyet edebilirdi.

Kadı onun kocasının hesabına borç para almasına veya ihtiyacı olan parayı temin etmek için kocasının mülkünden bazılarını satmasına bile izin verebilirdi. Erkekler karısından başka, çocuklarının hatta kendi geçimini temin edemiyorlarsa kendi babası ve amcalarının da geçimini sağlamak zorundaydı.

Taraflardan biri dinden çıkar veya koca kendisinden izin alınmaksızın belli bir müddet ortadan kaybolursa ya da rüşte erişen bir çocuğun evliliğin devamına razı olmaması durumunda: şayet delilik ya da belirli hastalıklar bulunur veya evliliğin uygun bir şekilde yürütülmediği görülürse, evlilik feshedilebilirdi.

Bunun yanında erkek herhangi bir sebep göstermeksizin karısını boşama hakkına sahiptir. Bu durumda karısının bütün mülkünü ve hala ödememişse kalın tutarını da karısına ödemek zorundaydı. Fakat böyle bir boşanma şahitlerin huzurunda belirli şartların yerine getirilmesi ile mümkündü. Kadının zina yapması durumunda koca sadece kadını boşamakla kalmaz, aynı zamanda ona beddua ederdi. Bu durumda kadının tekrar evlenmesi yasaklanırdı. Erkek karısını bir veya iki kez boşadıktan sonra onunla

887 Bacon, s.85. 888

evlenebilirdi. Fakat üçüncü defadan sonra asla evlenmezdi.889

3.4.4. Ölüm

Ölümün bir geçiş olarak görüldüğü, bedenin ya da ruhun çeşitli biçimlerde hayatını sürdürdüğü inancının yanı sıra ölümü kesin bir son şeklinde kabul eden inanışlar da vardır.890 Müslüman inanışına göre mümin öldüğü andan itibaren dünyanın elem ve eziyetinden kurtulmuş olurdu.891

Ulus niteliğini kazanmış her toplumun, ölünün ardından anılarını yaşatmak için birtakım usul ve adetler meydana getirdiği bir gerçektir. Mesela Türklerde bir zamanlar ölü yakma âdeti olduğu iddia edilir. Zamanla Türklerin ölü yakma âdetinden vazgeçip onları gömmeye başladıkları tahmin edilmektedir.892

Buhara Emirliği’nde İslami kaidelere göre cenaze töreni yapılırdı. Ölü olabildiğince çabuk genelde aynı gün gömülmekteydi. Elleri iki yana bırakılır, boylu boyunca uzatılırdı. Bir erkek öldüğünde, ailenin kadınları ölünün bulunduğu odada ya da evin bir köşesinde bir araya gelirlerdi. Yüksek sesle inlerler, ağıt yakarlar, saçlarını yolarlar, tırnaklarıyla ellerini ve yüzlerini yaralarlardı. Komşuları ve arkadaşları da kayıplarının yasını tutmak için gelirlerdi.

Ölüyü gömerken giydirilen kefen, birbiri üzerine örtülen üç parça kumaştan oluşup sonuncusu tüm bedeni örtmekte ve buna çadır denmekteydi. Kefen, beyaz ya da sarı renkte olup ailenin gelir durumuna göre pamuktan ya da ipektendi. En dıştaki örtü, cesedin temiz tıraş (eğer ölü erkekse) edilmiş başı ve yüzü üzerinden ilmiklenir; cesedin elleri ve ayakları serbest bırakılırdı. Olufsen ölünün kefenlenme şeklinin dinsel sembolleri üzerinde durmuş ve farklı inançlar konusunda bilgi vermiştir. Buharalılar, Peygamber dirilmeleri için onları çağırdığında ayağa kalkabilmeleri için ölünün elleri ve ayaklarının serbest bırakılması gerektiğine inanmaktaydılar. Ölünün başı bir iple

889

Schuyler, s.143. 890

Salime Leyla Gürkan, “Ölüm”, İslam Ansiklopedisi, c.34, İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları, 2007, s.32. 891 Bekir Topaloğlu, “Ölüm”, İslam Ansiklopedisi, c.34, İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları, 2007, s.34. 892

Sencer Divitçioğlu, Orta-Asya Türk İmparatorluğu: VI-VIII. Yüzyıllar, 3. Basım. Ankara: İmge Kitabevi, 2005, s.116-117.

bağlanırdı. Buharalılar sırat köprüsünden geçerken peygamberin düşmemeleri için onları bu ipten tutacağına ve cennete sokacağına inanırlardı.

Tabut kenarları mavi bezlerle sarılır ve dört adam tarafından taşınırdı.893 Schuyler, Buhara’da tabuta hasırdan bir saç tutamı konulduğunu hatta pahalı kıyafetler giydirilerek cesedin camiye götürüldüğünü yazmıştır. Cenaze camiye götürülürken kadınlar feryat edip öleni öven sözler söyleyip ölümüne ağıtlar yakarak onu takip ederlerdi. Önceden kazılmış mezara ölü tabutsuz olarak konulur ve üzeri toprakla kapatılırdı. Katılımcılar kefenden bir parça alırlardı. Mezar yüksek bir toprak yığını olurdu.894 Cesedin toprağa gömülmesi veya toprağın içinde yer alması hem İslami inanışa hem de İslamiyet’ten önceki Türk inançlarına uygundur. Türkler yeniden dirilme kavramı ile ilgili olarak toprağın insanı güçlendirdiğine inanırlardı. Bu nedenle öteki dünyada yaşanacak hayat için toprağa gömülme önem kazanıyordu.895

Ölü gömüldükten sonra aş adı verilen ziyafet, gömme merasimi günü, yedinci gün, kırkıncı gün, yarıyılda ve ölüm yıl dönümünde eşe dosta verilirdi. Bazı yerlerde törenler üçüncü, dokuzuncu ve yüzüncü günlerde de yapılırdı.896

Buhara’da yaşayan Sünni ve Şiilerin tabuta ölüyü koyma teknikleri birbirinden farklı idi. İki mezhebin insanları da ölülerini tuğladan yapılma dört kenarlı kabirlere gömüyorlardı. Kabirler, ölünün boylu boyunca uzanabileceği kadar uzundu. Baş kısmı, bir bakıma bedenden daha yüksekte dururdu. Sünniler ölüyü boylu boyunca uzatırken, başlarını düz bir şekilde konumlandırıp onu gözlerinin Mekke’ye bakacağı şekilde yerleştiriyorlardı. Diğer yandan Şiiler, ölünün ayaklarının Mekke’ye bakacağı ve