Araştırmamıza konu ettiğimiz müellifin kaynaklarda isim ve künyesi tam olarak Ebû Abdullah Alâuddin Moğultay b. Kılıç b. Abdullah el-Bekcerî el-Hukrî (?)
şekliyle yer almaktadır. 136
Moğultay b. Kılıç ilmî sahada çalışmaları ile temayüz etmiş olup asrının hadis hafızı, devrinin imamı, neseb ilminin önemli alimlerinden olup Hanefi mezhebine
mensup allâme ve muhaddis bir Türk’tür.137
Arapça kaynaklarda geçen
( اركلح )
kelimesini İbn Kâdî Şühbe (851/1447)“Tarih”inde138
“Hukr” şeklinde zabt etmiş olduğu için biz de onu tercih ettik. Şehir, belde isimlerini alan eserlerde Hukr veya Bekcer adıyla zikredilen bir yerleşim yeri adını bulamadık. Ancak Moğultay’ın talebesi Şihabü’d-din İbn Receb Hanbelî’nin
(774/1372) Mısır’da bir yerleşim yeri olduğuna dair139
ve Makrizî’nin de Kahire’de
el-Hukr el-Bekcerî, Hukr Camii140 adıyla bilinen cami isimlerini verdiği dikkate
alınır ise müellifin nispet edildiği Bekcer ve Hukr’in Kahire’de bir yerleşim yeri olduğu söylenebilir.
Kaynaklar Moğultay b. Kılıç adının okunuşu hakkında farklı rivayetlere yer
vermiştir. Tezde Diyanet İslam Ansiklopedisi’ndeki141
kullanım şeklini tercih ettik ve bu çalışmada Moğultay b. Kılıç şeklinde zikrettik. Ancak burada onun ismi hakkında kaynaklarda yer alan bilgilere de kısaca yer vermek istiyoruz:
136 Safedî, A’yânül-asr, V, 433; İbnür-Râfi’, el-Vefeyât, II, 243; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, IV,
215; Lisanü’l-mizan, VII, 15; İbn Kutluboğa, Tacüt-terâcim, s. 269; İbn Fehd, Lahzül-elhâz, s. 133; Suyûtî, Zeylü tabakâti’l-huffaz, s. 365; Tabakatü’l-huffaz, 538; İbnü’l Irâkî Ebû Zür’a, ez-Zeyl
ale’l-ıber, I, 71-73; Bağdadî, Hediyyetü’l-arifin, VII, 413 (8174); İbnü’l-Imâd, eş-Şezerât, VIII,
337; Şevkânî, el-Bedrü’t-tâli’, II, 312; Zirikli, el-A’lâm, VII, 275; Kehhâle, Mucem, XII, 313
137 İbn Kutluboğa, Tâcü’t-terâcim, 268 138
İbn Kâdî Şühbe, Tarih, III, 198
139 Şihâbü’d-din İbn Receb Hanbelî, el-Müntekâ, s. 142 140 Makrizî, el-Hıtat, II, 324
Moğultay adını Zirikli142, Suyutî143
“Muğaltay” şeklinde zabt ederken; İbn Fehd’in “Lahzu’l elhaz”ına yapmış olduğu ta’likinde Zahid Kevserî, “Temîmî Tabakat’ında onun ismini Muhammed Muğaltay, Burhaneddin Imâdî’nin ise
Alâüddin Ali Muğaltay” olarak zikrettiğini kaydeder. 144 Kehhâle “Muğlatay”
şeklinde kaydetmiştir. 145
Yine bazı kaynaklarda müellifin adı, “Muhammed
Muğultay” ve “Alâüddin Ali Muğultay” şeklinde de zabt edilir. 146
Yaygın kullanım şekli “Kılıç” olan baba adını ise nadir de olsa “Kalîc” veya “Kulîc” şeklinde yanlış
ifade eden müellifler de olmuştur.147
Moğultay b. Kılıç, Kahire’de Kal’atü’l-Cebel’de dünyaya gelmiştir.148
Kaynaklar Moğultay’ın doğum tarihi hakkında farklı rivayetlere yer verir.
Kasım b. Kutluboğa149 , Suyûtî150, Ziriklî 151, İbn Hacer152
ve Moğultay’ın
muasırlarından devrin önemli biyografi alimi İbn Fehd’in153
verdiği bilgiye göre Moğultay b. Kılıç, 689/1290 yılında dünyaya gelir. Tercih edilen görüş de budur. Nitekim talebesi Şihabüddin İbn Receb Hanbelî (774/1372), hocalarını anlattığı eseri
meşîhası el-Müntekâ’da Moğultay’ın vefat tarihini 689/1290 olarak zikrederken154
,
142
Zirikli, el-A’lâm, VII, 275
143 Suyûtî, Tabakâtü’l-huffaz, s.538
144 İbn Fehd, Lahzu’l-elhâz, s. 133 (1 numaralı ta’lik) 145 Kehhâle, Mu’cem, XII, 313
146İbn Fehd, Lahzu’l-elhâz, s. 133
147 bkz. İbn Hacer, Lisanu’l-mizan, VII, 15; İbn Tagriberdî, en-Nücûm, IX, 11; Zirikli, el-A’lâm, VII,
275
148 İbn Tağriberdî, Menhelü’s-sâfî, XI, 256 [Kal’atü’l-Cebel; Eyyûbiler devrinde Selâhaddin-i Eyyûbî
tarafından yapımına başlanmış ancak tamamlanamamış bir kale şehirdir. Bu kalenin yapılması, Kahire şehrinin ileride onun etrafında gelişip büyümesini sağlayacaktır. Buraya Kahire Kalesi / İç kale de denir. Selâhaddin-i Eyyûbî’den sonra oğlu Melikül Âdil Seyfeddin devrinde tamamlanan kale, o tarihten itibaren sultanların ikâmetgâhı olmuştur. Selahaddin-i Eyyûbî, Kal’atü’l-Cebel’i yaptırırken, yeni bir başkent kurmak ister. Bu nedenle, Kahire’de Mukattam dağı tepesinde bu kaleyi yaptırır. (Makrîzî, el-Hıtat, II, 202; Seyyid, Eymen Fuad, “Kahire”, DİA, XXIV, 174) Memlûkler devrinde burası, geniş bir yerleşim alanıdır. Nasır Muhammed bir at meydanı kurdurmuş, bayramlarda merasimler tertip ettirmiştir. Tepenin yamaçlarında emirlerin evleri, Memlûklerin kalabilecekleri binalar, muazzam bir camii, adalet sarayı ile kütüphane bulunmaktaydı. (Adrea Clot, Kölelerin İmparatorluğu, s. 177-178)]
149 İbn Kutluboğa, Tâcüt-terâcim, 269
150 Suyûtî, Tabakâtü’l-huffaz, 538; Husnü’l-muhâdara, I, 307; Zeylü tabakâti’l-huffaz, s. 365 151
Ziriklî, el-A’lâm, VII, 275
152 İbn Hacer, Lisanu’l-mizan, VII, 15 153 İbn Fehd, Lahzu’l-elhâz, 133
bir diğer talebesi Ebû’l Fadl Irakî (806/1403) ise, hocasına bir defasında doğum
tarihini sorduğunda 689/1290 yılını işaret ettiğini kaydetmektedir.155
Öte yandan bu tarihi farklı zikredenler de vardır. Devrin önemli biyografi alimlerinden ve meşhur “el-Vefeyat” müelliflerinden İbn Râfî’ Sellâmî (774/1372),
onun doğum tarihini 690/1290 olarak vermektedir.156
Moğultay b. Kılıç’ın doğum tarihini 690/1290 sonrası olarak kaydedenler arasında, aynı dönemin şahsiyeti ve meşhur biyografik eserlerin müellifi Safedî
(764/1363) ile Takıyyüddin es-Sübkî (756/1355 ) de bulunmaktadır.157
Moğultay b. Kılıç’ın ailesi hakkında kaynaklarda detaylı bilgiye rastlayamıyoruz. Ancak İbn Nâsıruddin’in (842/1438) vermiş olduğu bir bilgiye göre Moğultay’ın, hanımına sema yolu ile hadis yazdırdığını anlıyoruz. İsminin Mülûk binti Ali Hüseynî olduğunu öğrendiğimiz hanımı, kocası Moğultay b. Kılıç’tan
rivayette bulunmaktadır.158
Kimlik bilgileri hakkında biraz daha umumi malumat elde edebilmek için yaşadığı toplumda bir Memlûk ailesi hakkında bazı değerlendirmeleri paylaşmak isteriz. Memlûk tarihçisi David Ayalon’un yapmış olduğu bir tespitte; Memlûkler şahsî meziyetleri, sosyal farklılıkları ve askerî alandaki başarıları ile Mısır toplumunda özel bir aristokrat sınıfı oluşturmuştu. Memlûk olmak demek “tek nesilli bir soyluluk” anlamına geliyordu; yani soylu olmak memlûkün memlûk olmasıyla başlayıp ölümüyle sona eriyordu ve çocuklarına bu özellik intikal etmiyordu. Çünkü bir memlûkün oğlu kölelik veya esirlikten gelmediği için memluk olamıyor ve bu sıfatı taşıyamıyordu. Onlar, özellikle yüksek rütbeli komutanların oğulları, memlûklerle siviller arasında zamanla siviller tarafından yutulan bir orta sınıf oluşturmaktaydı. Çok az istisnalar dışında torunlar herhangi bir askeri imtiyaza sahip
olamamışlardır.159
Bu verileri dikkat alırsak, Moğultay b. Kılıç’ın veya babasının bir memlûk olduğunu veya olmadığını söylemek mümkün olabilir mi? Hiç şüphesiz sonuç ne
155 İbnü’l Irâkî Ebû Zür’a, ez-Zeyl ale’l-ıber, I, 71-73; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, IV, 216 156İbn Fehd, Lahzu’l-elhaz, 133
157 Es-Safedî, A’yanu’l-asr, V, 433; İbn Fehd, Lahzu’l-elhâz, 133; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, IV,
216; Şevkânî, el-Bedrü’t-tâli’, II, 312
158 İbn Nâsıruddin, Tavzîhu’l-müştebih, VIII, 268
159 Ayalon, David, “Memlûk Devletinde Kölelik Sistemi”, (Çev. Samira Kortantamer), Tarih
olursa olsun bu özellik, müellif ve ailesinin Memlûkler devrinde yaşamış Türk’lerden olmadığı anlamına gelmeyecektir.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki, Moğultay b. Kılıç’ın babası eğer memlûk olsaydı, kendisinin aristokrat bir sınıf içinde olması icap ederdi. Oysa onun bir kılıç ustası olarak Mısır’da yaşamış olduğunu; ancak emirlerle iyi bir irtibatı bulunduğunu düşünürsek, Moğultay b. Kılıç ve babasının, Memlûklerde babası memlûk olan çocuklara verilen özel statü “evlâdu’n-nâs” içinde olmadıklarını da söyleyebiliriz.
Moğultay b. Kılıç’ın “evlâdü’n-nâs” ile bir ilişkisi olup olmadığını anlamak için öncelikle “evlâdü’n-nâs”ın ne manaya geldiğini açıklamak yerinde olacaktır kanaatindeyiz.
Memlûk geleneğinde toplumun en üst tabakasını gayri müslim bir anne babanın çocuğu olarak doğan, çocukluk çağında iken esir alınan, köle olarak büyüyen, İslâmlaştırılan, askerî eğitimlerini tamamladıktan sonra azat edilen ve Arapça bir isim taşımayan kişiler oluşturmaktaydı. Memlûk emîrlerinin çocukları ise tamamen farklı bir statüde bulunuyordu. Bunlar Memlûk Sultanlığı'nın toprakları içinde hür ve Müslüman bir anne babanın çocuğu olarak doğmuşlardı ve Arap ismi taşıyabiliyorlardı. Onlar, babaları ve dedelerinin geçtikleri merhalelerden geçmemişler, dolayısıyla onların ulaştıkları derecelere de ulaşamamışlardı. Bu sebeple Memlûk geleneğinin daha aşağı sosyal tabakası olan “halka” sınıfına dahil ediliyorlar ama bu halkanın da en üst grubunu oluşturuyorlardı. Bundan dolayı onlara “asil halkın çocukları” anlamında evlâdü'n-nâs deniliyordu.
Evlâdu’n-nâs, babalarının makam ve mevkilerini tevarüs edemiyordu. Bunlar nizami orduyu teşkil eden “Memâlikü’s-sultaniyye” (kapıkulu askeri, muhafız alayı), “Ecnâdü’l-halka” (İktalı askerler) ve “Memâlikü’l-ümera” (emirlerin muhafız kıtaları) gibi üç sınıfın yanında sadece savaş zamanında orduda ihtiyat kuvvetleri olarak
bulunuyordu. Hatta savaş olmadığı zamanlarda da ücret alıyorlardı.160
Bu tespiti yaptıktan sonra şunu da öğrenmek istiyoruz:
Kaynakların verdiği bilgiye göre vaktiyle Memlûkluların sultanı Baybars Rükneddin el-Bundukdârî Miladi 1265 yılında Halep, Hama ve Gazze seferini tertip
etmişti.161
Bu sefer sırasında Moğultay b. Kılıç’ın babası da Kaysariyye seferine
katılmıştır.162
Peki, Moğultay b. Kılıç’ın babası bu sefere hangi sıfatla katılmış olabilir?
Maalesef bu seferde babasının hangi sıfatla orduya katıldığını kaynaklarda bulamadık. Ancak yukarıdaki tespitlerimizi dikkat alır ve müellifin eserinde verdiği bilgiye göre babasının; “Baybars Rükneddin el-Bundukdârî, Kaysariyye’ye sefere çıktığı zaman ben de onunla beraberdim ve bu seferde Beyt-i Makdis’i ziyaret ettim.”163
sözlerini de az önceki bilgilerle birlikte bir bütün halinde değerlendirmeye çalışırsak buradan şöyle bir netice çıkartmak mümkün olabilir:
Moğultay b. Kılıç ve babası bir memlûk değil ise de, büyük babalarından birinin memlûk olması söz konusu olabilir. Yoksa sıradan bir kılıç ustasının, özellikle askerî bir yapıya sahip olan memlûk ordusunda, o günkü şartlarda bir emirle beraber olmasının ve “Beyt-i Makdisi” ziyaret edebiliyor olmasının bir anlamı olmasa gerektir.
Şimdi gelelim müellifimizin “evlâdü’n-nâs” olup olmamasına…
Evet, “Evlâdü’n-nas” içinde yukarıda da izah ettiğimiz gibi “Ecnâdü’l- halka”ya dahil olanlar, devletin iç ve dış seferlerine katılabiliyor, kalelerin korunmasında görev yapabiliyor, hatta bu hizmetlerin karşısında maaş ve erzak da elde edebiliyorlardı. Dahası onların arasında halk ile kaynaşan, başka meslekleri
hatta ilmiye sınıfını tercih edenler de olabiliyordu.”164
Gerçi son dönem araştırmacılardan Şakir Mustafa, Moğultay’ı evlâdü’n-nâs
olarak takdim etmektedir.165 Memlûkler üzerine yapmış olduğu çalışmaları ile öne
çıkan oryantalist David Ayalon ise Moğultay’ı evlâdü’n-nâs olarak gösterir ve şöyle der: “Genellikle evlâdü’n-nâs olan Memlûkler, daha ziyade Arap isimlerini çocuklarına vermiş olsalar da Türkçe isimlerini çocuklarına vermekten asla çekinmezlerdi. Nitekim fakih Moğultay b. Kılıç da onlardan biriydi ve Mısır’da
161 Baybars Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 95; İbn Haldun, el-Iber, V, 385; İbn Hallikân, Vefeyât, IV,
155
162 Kayseriyye; Filistin’de Hayfa ile Yafa arasında kalan tarihi bir şehirdir. Kayserânî nisbesi de
buradan gelir. bkz. Leknevî, el-Fevâidü’l-behiyye, s. 343
163 Moğultay b. Kılıç, el-İ’lâm, IV, 117
164 Seyyid, Muhammed Seyyid, “Evlâdü’n-nâs”, DİA, XI, 525 165 bkz. Şakir Mustafa, et-Târihu’l-arabî ve’l-müerrihûn, III, 218
dünyaya gelmişti.”166
Ancak biz klasik kaynaklarda Moğultay b. Kılıç’ın veya babasının açıkça evladün-nâs olarak zikredildiğine dair bir bilgiye rastlamadık.
Ancak bizim burada özellikle dikkatimizi çeken husus, babasının Sultan Baybars Rükneddin Bundukdârî’nin yanında orduda bulunmuş olmasıdır.
Memlûklerde sultan, yetiştirip azat ettiği ve emir yaptığı memlûklerini hoş tutup kendisine gösterdikleri sadâkatlarının karşılığında onları hep desteklerdi. Emirlerin oğulları, yetişkin çağa gelince ordunun “halka” adlı birliğine girebilirdi. Çünkü ordunun bu birliği memlûk olmayan askerlerden oluşurdu. Evlâdü’n-nâs’ın
dışında Mısırlılar, Suriyeliler, bedevîler ve Türkmenler de bu birliğe katılabilirdi.167
Ecnâdü’l-halka diye adlandırılan bu askerler, asıl memlûk olmadıkları için en
mükemmel askerî eğitim veren kışlalara girmezdi.168
Onlar, ordunun kaymak tabakasını oluşturan asıl memlûklere göre askerî eğitim, maaş ve ikta’ bakımından hiyerarşide daha aşağıda yer alırlardı. Nadiren memlûk ordusunun en yüksek makamı
olan “Emîru’l-elf” (binler emiri) rütbesine ulaşırlardı.169
Çünkü “ecnâdü’l-halka”nın (iktâlı askerler) en üst düzeyde olanlarına “evlâdü’n-nâs” deniliyordu. Moğultay’ın büyükbabalarından birinin daha alt kademelerde bulunması muhtemel görülebilir. Kaldı ki zaman içinde prestiji sarsılan “evlâdü’n-nâs”, askerî imtiyazlarını da kaybetmişlerdi. Hatta onların büyük bir bölümü orduda onbaşı (emîr-i aşere) ve kırkbaşıdan (emîr-i tablhâne) daha yüksek rütbelere gelemediği gibi idarî hayatta da önemli mevki ve makamlara terfi
edemiyordu.”170
Bu iktâlı askerler arasında sadece Türklere, Kürtlere ve Araplara özel sınıflar olabiliyordu. Bir harp vukuunda onlar, beylerinin komutasında Memlûk ordusunda
yerlerini alıyorlardı.171
Öte yandan Memlûk devletinin bel kemiğini oluşturan memlûk sistemi, başka Müslüman Ortaçağ devletlerinden farklılık göstermekteydi. Dışarıdan gelen, sultan
166 Ayalon, David, The Mamluk military society, “Names, titles and ‘nisbas’ of the Mamluks”, s. 229 167 Altan, Çetin, Memlûk Devletinde Askerî Teşkilat, s. 128, 129
168Altan, Çetin, Memlûk Devletinde Askerî Teşkilat, s. 132
169 Kortantamer, Samira, Tunca Kortantamer İçin, “Memlûklerde ikinci nesil; evlâdü’n-nas”, s. 61 170 Seyyid, Muhammed Seyyid,” Evlâdü’n-nâs”, DİA, XI, 525
tarafından satın alınıp kışlalara girme hakkına sahip olan, orduda ve devlet yönetiminde en üst makamlara ilerleyen memlûkler bile, oğullarının kendileri gibi yükselmelerini sağlayamazdı. Evlâdü’n-nâs, yani oğulları, Mısır’da doğdukları ve satın alınmadıkları için, kışlaya giremezlerdi ve onun getirdiği avantajlardan mahrum kalırlardı. Onlar, ancak memlûk olmayanlardan oluşan halka birliğine katılabilirlerdi.172
Moğultay’ın kimlik bilgilerine dair ayırmış olduğumuz bu bölümde bir konuya daha temas etmekte fayda görüyoruz; o da şudur:
Sultandan erine kadar bütün Memlûkler Türkçe isimlere önem vermekteydi. Bir manada Türkçe ad kullanmak Memlûk olmanın da adeta bir gereği olarak kabul ediliyordu. Ailesi evladına isim verirken hangi kavme mensup olursa olsun özellikle Türk adını vermeyi tercih ediyordu. Aileler, genellikle hakimiyeti, güç ve kuvveti temsil eden hayvanları, altın gümüş gibi sağlamlığı ifade eden cansızları çocuklarına isim olarak veriyorlardı. Bu arada isimler içinde epeyce Moğol adı da görülebiliyordu. Bunun sebebi, Moğolların Memlûklere sığınması olarak görülebilir. Zira bunların pek çoğu aynı zamanda sultan ve emir de olabiliyordu. Bu durum, Muğal, Mungol veya Moğol da denilen ismin, kavmî bir nitelik taşımasından ziyade
siyasi bir güç olarak ortaya çıkması şeklinde ele alınabilir.173
Müellifimizin isminde geçen “tay” adına gelince; “tay” kelimesi Çolumca, Altayca, Kırgızca’da ana tarafından akrabaya veya Tofaca, Tatarca, Dolganca, Şorca, Özbekçe, Kumandıca’da olduğu gibi dayıya verilen bir isim olarak kullanılmaktaydı. Nitekim bu manada Uygur ve Çolumca dillerinde dayıya “taya”, Hakasça,
Kumandıca ve Şorca’da ise “tayı” denilmektedir.174
Bunun yanı sıra ince, genç, taze anlamlarına da gelen “tay” kelimesi, aynı zamanda dağ ve atın yavrusuna verilen isim olarak da kullanılmaktadır. Nitekim Azerbaycan, Başkurt, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Türkmen ve Uygur Türkçesinde ise tay üç yaşına kadar olan atın yavrusuna
172
Kortantamer, Samira, Tunca Kortantamer İçin, “Memlûklerde ikinci nesil; evlâdü’n-nas”, s. 59, 67, 68
173 Sümer Faruk, Türk Devletleri Tarihinde Şahıs Adları, I, 373
verilen isimdir.175 Bugün Türk dünyasının Doğu Türkistan, Kırgız, Türkmen ve Kazak kollarının aralarında paylaşamadıkları, her birince kendilerine mal edilmek
istenen Kâşgarlı Mahmud'un 464/1072 yılında bitirmiş olduğu176
veya 466/1074 yılında tamamladığı da söylenilen eseri “Divânü lügâti’t-türk”te de kelime aynı
anlamda kullanılır.177
Özellikle hicri yediyüzlü yıllardaki Bahrî Memlûk devrinde yaşamış Aydoğdu Harezmî (729/1328), Seyfeddin Ayıtmış (736/1336), Esenboğa Bahâdırî (776/1374), Esen Sargatmış (771/1370), Aruk Tay (750/1349), Akkuş Rüstemî (709/1309), Alâeddin Aydoğmuş (743/1342), Ayna Bey Bektemur (763/1362), Melikü’z-Zahir Baybars (709/1310)… gibi pek çok emirin, nâibin toplum içinde var olduğunu
görebilmek mümkündür.178
Memlûklerin yaşadıkları toplum içinde özellikle Türk isimlerini yaygın olarak kullanmış olmaları ve bu konuda özellikle Bahrî Memlûkler devrinde Türk adlarının öne çıkmasını, Moğultay ve dönemini daha iyi anlamak için önem arz ettiğini düşünüyoruz. Çünkü Memlûk Devleti’nde köle olarak getirilenlerin hepsi özellikle Bahrîler döneminde Türk isimleri taşıyordu. Sonradan Arapça isim ve lakaplarla
birlikte anılmaya başladı.179
Öte yandan bu dönem Memlûklerinin, emirden erine kadar daha ulvî duygularla tarih sahnesinde yer aldıkları görülür. Mısır gibi Arap dünyasının egemen olduğu topraklarda bir Memlûk’ün Türk adını taşıması; onları, içinde yaşamış
oldukları toplumda farklı bir konuma yükseltmektedir.180
Moğultay’ın yaşadığı dönem, tarih itibariyle Bahrî Memlûklerin ilk devresine takâbül ettiğine, hatta özellikle devletin ilk kuruluşunun gerçekleştiği yıllardan itibaren yeni kurulan
devlete aynı zamanda “Devletü’t-Türk” veya “Devletü’l-Etrâk”181
adı verildiğine hatta halkın büyük bir kısmının Türkçe konuştuğuna, ilim dilinin Arapça ama saray
175
Gülensoy, Tuncer, Köken Bilgisi Sözlüğü, I, 872; Ercilasun A. Bican ve komisyon, Karşılaştırmalı
Türk Lehçeleri Sözlüğü, I, 858-859
176 Akün, Ömer Faruk, “Kaşgârlı Mahmut”, DİA, XX, 12
177 Kaşgarlı Mahmud, Divânü Lügâti’t-Türk, (çev. Serap Tuğba Yurteser), s. 5, 544 178
bkz. Sümer, Faruk, Türk Devletleri Tarihinde Şahıs Adları, I, 399-440
179 Ayalon, David, The Mamluk military society, “Names, titles and ‘nisbas’ of the Mamluks”, s. 203 180 Kortantamer, Samira, Tunca Kortantamer İçin, “Memlûklerde ikinci nesil; evlâdü’n-nas”, s. 59 181 Baybars Mansûrî, Zübdetü’l-fikre, s. 1, 2; Makrizî, el-Hıtat, III, 350
dilinin Türkçe olduğuna göre182 müellife ailesi tarafından Moğultay b. Kılıç adının verilmiş olması bir kat daha anlamlı olmalıdır. Nitekim Memlûkler üzerine yapmış olduğu araştırmaları ile tanınan David Ayalon gibi batılı araştırmacılar o günkü toplumda Türk adının verilmesini ve Türkçe konuşulmasını en önemli unsur kabul
etmektedir.183
Öte yandan David Ayalon’un; Kalkaşendî’nin eserlerinden edindiği bilgiye göre özellikle ilk dönemlerde Memlûk Türkleri, isimlerini anayurtlarındaki çevrede bulunan canlı ve cansız objelerden seçmeye devam etmektedir. Zira bu objeler, onların aşina oldukları nesneleri ifade etmektedir. Bunu yapmakla onlar, bir anlamda değişmezliğin, sabrın ve gücün simgelerini yaşatmak istemektedirler. Bu adlar genellikle bir hayvan veya metal isimleri ile kullanılmaktaydı; en yaygın kullanılan isimlerden biri de boğa idi. Aileler çocuklarına Tayboğa, Altunboğa, Gümüşboğa, Timurboğa (Demirboğa), Baydumur (Baydemir), Taydumur (Taydemir), Arslan,
Tankiz (Deniz) gibi isimler vermekteydi.” 184
Moğultay b. Kılıç’ın ismi hakkında kaynaklarımızda onun Moğol olduğuna dair her hangi bir bilgiye rastlamadık. Tespit edebildiğimiz kadarıyla o dönemlerde Ruslar, Moğollar ile Türkleri birbirinden ayırt etmek için Türk kökenli olanlara Tatar adını veriyorlardı. Nitekim Cengiz Han’ın komutası altında önüne çıkanı talan eden Moğol ordusu Moskova, Anadolu, Bağdat ve Mısır gibi önemli merkezleri istila ettiğinde, bu ordunun büyük bir çoğunluğunu Kıpçak Türkleri meydana getiriyordu. Moğol ordusunun büyük bir çoğunluğu da Türklerden oluşuyordu. Ancak bütün komuta kademeleri, onbaşılık dahil, Moğolların tekelinde bulunuyordu. Kıpçaklar ve
öteki Türk boylarından gelenler rütbesiz askerlerdi.185
Babasının ısrarla Moğultay’ı askeri alanda yetiştirmek istemesini de unutmamak gerekir. O günkü şartlar altında Moğultay’ın, ileride ümera içinde bulunabilmesi için gereken şartları taşıyor olabileceğini ve babasının da bundan dolayı onu askeri alanda yetiştirmek istiyor bulunabileceğini düşünmek gerekir. Zira
182Kortantamer, Samira, Tunca Kortantamer İçin, “Memlûklerde ikinci nesil; evlâdü’n-nas”, s. 63 183
Ayalon, David, The Mamluk military society, “Names, titles and ‘nisbas’ of the Mamluks”, s. 196
184 Ayalon, David, The Mamluk military society, “Names, titles and ‘nisbas’ of the Mamluks”, s. 200 185 Maksudoğlu, Mehmed, “Tatarlar: Moğol mu, Türk mü?”, 205-210, Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi
o günkü şartlarda “bir asker olarak” oğlu Moğultay’ı askerî okullarda (tıbak) yetiştirmesini mümkün görmeseydi, bu konuda ısrarcı olmasının bir manası olmazdı.