• Sonuç bulunamadı

Kentsel DeğiĢim Kavramı ve Tarihsel Süreci

I. BÖLÜM: KURAMSAL VE KAVRAMSAL ARKA PLAN

1.3. Kentsel DeğiĢim ve Kentsel DönüĢüm Kavramları

1.3.1. Kentsel DeğiĢim Kavramı ve Tarihsel Süreci

1980 sonrası değiĢen ekonomik ve siyasal süreçlerin neo-liberal politikalar çerçevesinde kentlerde de önemli dönüĢümlere, bu dönüĢümler de önemli kutuplaĢmalara yol açmıĢtır. Bununla birlikte, son on yıla kadar bu kutuplaĢmalar ve yeni kentsel dönüĢüm politikalarının ciddi bir sorun ürettiği düĢünülmemiĢtir. Söz konusu sınıfsal kutuplaĢma, bir yanda kentlerde yeni zenginler olarak niteleyebileceğimiz bir kesimin varlığı ile tanımlanırken, diğer yanda giderek artan ve geleneksel orta sınıfı da içine çeken bir yoksullaĢmaya da iĢaret etmektedir. Son ekonomik krizle birlikte derinleĢen sınıfsal ayrım temelli çatıĢmalar bu kutuplaĢmayı daha da uç noktalara itmiĢtir.

45

ĠĢten çıkartmalar, ücret düzeylerindeki düĢüĢ, iĢyeri kapanmaları, eğitim, sağlık ve benzeri alanlarda devlet tarafından sağlanan ve dolaylı ücret anlamına gelen hizmet sunumlarından yapılan kesintiler çalıĢan sınıfların yaĢamını daha önceki dönemlerle karĢılaĢtırılamayacak oranda olumsuz olarak etkilemeye baĢlamıĢtır. Bu durum, kent yoksullarını gerek güvenlik gerekse hayat standartlarında belli bir düzeyi ve istikrarı hedefleyen talepleri ile doğru orantılı mekân arayıĢlarına sevk etmiĢtir.

Son yıllarda tarımsal üretimi caydırıcı ĠMF ve Dünya Bankası güdümlü politikalar, kırda da yoksullaĢma sürecini hızlandırmıĢtır. Bu tür bir geliĢmenin sonuçları kuĢkusuz kentlerde kendisini gösterecektir. Kırda tutunamayan nüfusun özellikle büyük kentlere yönelmesi büyük olasılıktır. Bu tür bir göç dalgasının hâlihazırda iĢsizlik ve yoksullaĢma sürecinin derinleĢtiği kentleri daha da büyük bir krize itmesi kaçınılmazdır. Mevcut iĢsizler ve yoksullar yığınına kırdan kaynaklanan büyük ölçekli katılımlar kentlerdeki kutuplaĢmayı daha da uç noktalara itip, kent sorununu siyasal huzursuzlukların ve mücadelelerin merkezine yerleĢtirmesi oldukça olasıdır. Bu durumda kentin eski ve yerleĢik mekânlarının oluĢan yeni talepler doğrultusunda ve yeni üretim tüketim iliĢkileri çerçevesinden hareketle dönüĢtürülmesi politikaları gerek devlet gerekse yerel yönetimler eliyle hız kazanmıĢtır.

Bu hıza paralel olarak uygulamaya sokulan ve arz edilen yeni mekânsal tasarımlar, kentsel yapılaĢma modelleri ve mekân stratejileri gerekli hukuki ve siyasal düzenlemelerle birlikte topluca “kentsel dönüĢüm politikaları” olarak adlandırılmıĢtır. Kaynağına ve ilk ortaya çıkıĢ zeminlerine bakıldığında ise yeni kentleĢme ve kentlileĢme stratejilerinin ikinci dünya savaĢı yıllarının hemen sonrasına rastladığı ve Avrupa‟nın bu stratejilere ve uygulamalara kendisini savaĢın enkazından temizleme hamleleri olarak baĢladığını görürüz.

Avrupa‟daki yıkımın oluĢturduğu olumsuzlukları ortadan kaldırmaya yönelik olan ilk kentsel dönüĢüm hamlelerinin ciddi bir alt yapısal oluĢuma da hizmet ettiği bir

46

gerçektir. Ancak her zaman için kentsel dönüĢüm politikalarını harekete geçiren nedenler bu kadar görünür ve masum olmamıĢtır.

Örneğin, liberalizmin artık tüm coğrafyalara egemen olan tarzı devletlerin küçülmesine neden olmuĢ küresel sermayenin dolaĢımının serbestçe gerçekleĢebilmesinin yolları tüm dünyada çeĢitli siyasi ekonomik ve hukuki düzenlemelerle sağlanmıĢtır. Bunların bir sonucu olarak da devletin kentsel alana müdahalesine iliĢkin olarak iki temel politika değiĢikliğinin ön plana çıktığı gözlenmektedir.

Birinci değiĢim kentsel hizmetlerin sağlanmasından devletin hızla çekilmesidir. Eğitim, sağlık, ulaĢım ve benzeri türden hizmetlerin sağlanmasından devlet dereceli olarak çekilirken, çekilmediği alanlarda da hizmetin sağlanmasını ihale ve benzeri yöntemlerle özel sektöre bırakmıĢtır. Bu yönelim, bir anlamda refah devletinin çözülüĢünün kentsel düzlemdeki yansımasıdır. Benzer biçimde yerel devlet özellikle çalıĢan kesimlere yönelik kira ve iĢsizlik yardımı gibi uygulamalardan da dereceli olarak uzaklaĢmıĢtır. Kent mekânına iliĢkin düzenlemelerde de giderek gevĢekleĢtirilmiĢ olan belli planlama kurumları güçlerini önemli ölçüde yitirmiĢtir. Bu durum sermaye merkezli veya yerel yönetim odaklı bir kentsel dönüĢüm olgusunu ortaya çıkartmıĢtır. Bu olguyu ortaya çıkartan temel sebepler iyice analiz edildiğinde kentsel dönüĢüm stratejilerinin arkasından kapitalist üretim tarzının dünya ölçeğine yayılan üretim tüketim iliĢkilerinin krizden bu yolla kurtulma çabaları görülür.

Bayram‟a göre “her ölçekte gündeme getirilen “Kentsel DönüĢüm Projeleri”nin ortak özellikleri nelerdir?diye bakıldığında;

“yeni bir sosyal ve ekonomik iliĢki sistematiği öngörmeleri, uzun vadeli makro planlardan (nazım planlardan) bağımsız olarak düĢünülmeleri, deprem tehlikesi de bahane edilerek iyileĢtirmeyi değil, yıkıp yeniden yapmayı esas almaları ve bütün bunları ekonomik olarak yapılabilir kılmak için kentsel rantı artırmaya ve artan bu rantın yeniden paylaĢımının örgütlenmesine yönelik olmalarıdır” (Bayram, 2009).

47

Kapitalist üretim biçiminin insan topluluklarının ihtiyaçları için değil kapitalist sınıfın kâr elde etmesi için üretim yaptığına iĢaret edenler, kapitalist üretimin amacının faydalı nesneler (kullanım değeri) üretmek değil, değiĢim değeri olan metalar üretmek olduğunu söylerler. Bu üretim biçimiyle kapitalizmin insan ihtiyaçlarının dıĢında üretime yönelerek, insanın gerçek ihtiyaçlarına çare olamadığını ve insanlığı yıkıma sürüklediğini de vurgularlar.

Bu bakıĢ açısını benimsediğimizde “Kentsel dönüĢüm” adı altında yapılan uygulamaları bu yıkımlardan sadece biri olarak görme eğilimi taĢırız. Bu bakıĢ açısından “kentsel dönüĢüm” olarak ifade edilen olgu, kaçınılmaz bir modernleĢme projesi değil, kapitalizmin bizzat kendisinin ürettiği krizleri aĢma çabası içindeki kaynak arayıĢları olarak algılanmasını da gerekli görür. Kısaca bu anlamıyla “kentsel dönüĢüm” çağdaĢ kapitalizmin krizinin yeni bir çözümü gibi durmaktadır.

“Kentsel dönüĢüm” projelerini Kapitalizmin karı önceleyen ve bu merkezde organize ettiği üretim tüketim iliĢkilerinin bir meyvesi olarak gören Mukul, bu durumu betimleyen cümlelerinde Ģunları vurgulamaktadır:

“Kapitalizm güç oluĢturmak ve bu gücü korumak için daima “mekânsal stratejiler”

kullanır. Bu stratejilerin önemli ayaklarından biri mekân üzerindeki denetimdir. Bu bağlamda sermaye birikimi ve bitmek tükenmek bilmeyen kâr arayıĢlarının egemen olduğu kapitalist sistemin geniĢlemeci mantığı, sürekli olarak kendi faaliyetlerini kolaylaĢtıracak coğrafi mekânlar arar. Ürettiği kendi krizlerinin çıkıĢ yoludur söz konusu olan. Böylece coğrafi geniĢleme ve mekânsal düzenlemeler bu duruma yönelik bir seçenek olur” (Mukul,2009).

Coğrafi geniĢleme ve mekânsal düzenlemeler uzun ömürlü fiziki ve sosyal altyapı yatırımlarını gerektirdiği için, üretim ve mekân iliĢkilerinin yeniden düzenlenmesi, kapitalizmin kriz yaratıcı eğilimini ortadan tamamıyla kaldırmasa da bir ölçüde dizginler. Bu tür düzenlemeler, zamanın bir noktasında söz konusu mekânı tamamen yok etmek zorunda kalır (kentsel dönüĢüm adına gecekondu yıkımları).

48

Zamanın baĢka kesitinde ise sonsuz sermaye birikiminin açlığını doyuracak, tamamıyla farklı bir coğrafi mekân yaratacaktır (kentsel dönüĢüm adıyla üretilen mekânlar). ĠĢte bu süreç David Harvey‟in deyimiyle “sermaye birikiminin, yaratıcı yıkım (creative destruction) etkinliğinin tarihidir”(Harvey,1999:29-30).

Böylece mekân, sadece kendi baĢına varlığı olan bir nesne değil, kapitalist üretim tarzındaki toplumsal iliĢkiler sonucunda üretilen bir meta, bu iliĢkilerle yeniden üretilen ve bu iliĢkileri etkileyen bir dinamik olur. Kentsel süreç, üretim, dolaĢım, değiĢim ve tüketim için maddi altyapının yaratımını ifade ediyor. Harvey‟e göre;

“kente kapitalist birikim süreçlerinden özerk bir yapı ve bir özgünlük atfetmek hatalıdır. Kent, ancak kapitalist birikim süreçleri ile anlam kazanıyor. Tersi, mekânı fetiĢleĢtirmek, toplumsal iliĢkilerden bağımsız bir güç atfetmek anlamına geliyor” (Harvey,1999:215).

Ülkemizde gecekondu rantından ya da diğer adıyla “kentsel dönüĢüm”den milyarlarca dolar bekleniyor olması, sorunun ülkemiz gibi “çevresel konumlu ülkelerde”, mekânın, merkez ülkeler için yeniden üretilmesiyle ilgili olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.

Sonuç olarak, kentsel süreçler egemen iktidarların ideolojisi tarafından belirlenir, bu bakımdan tüm “kentsel dönüĢüm” projeleri sınıfsal açıdan ele alınmalıdır. BaĢka bir ifadeyle, merkez ülkeler, sistemi aĢırı sermaye birikiminden kurtararak Harvey‟in deyimiyle zaman-mekân sabitesi ararlar. Bu yolla “mekânsal dönüĢüm”ü, kendi lehlerine çevirerek kaçınılmaz eĢitsizlikleri yaratırlar. Bütün bunlar olurken; varlıklarını, iĢlerini, ekonomik güvenliklerini, onurlarını ve umutlarını kaybederek bunun bedelini ödeyenler, bizim ülkemiz gibi “çevresel konumlu ülkelerin” en alt kesimdeki halklarıdır (Harvey, 1999:317-320).

KüreselleĢme ile birlikte dünya ölçeğine yayılan yeni bir kent olgusu ve buna yönelik ciddi ihtiyaç olduğu vurgusu ile birlikte dünyanın pek çok ülkesinde hükümetler ve yerel yönetimler eliyle kentlerde yeniden yapılanma hamleleri ve stratejileri görülmektedir.

49

Özellikle kentli nüfusun artık ezici çoğunluğu sağladığı Türkiye‟de önceki ĢehirleĢme ve göç dalgasının doğurduğu çarpık ĢehirleĢme görüntülerine ve yeni ihtiyaçların ortaya çıkardığı sorunlara müdahaleler anlamında bir dizi tedbirler ve stratejiler planlandığı görülmektedir. ġimdilerde Türkiye‟nin dört bir tarafında yerel yönetimler eliyle özellikle kent tarihinin önemli merkezlerine ve ruhsatsız yapılaĢmalara karĢı baĢlatılan kentsel dönüĢüm baĢlığı altında zikredilecek birçok müdahale örneğine rastlıyoruz. Ancak gerek Ģehir planlamacıları gerekse sosyal araĢtırmacı pek çok uzman ve hatta siyaset bilimcilere göre bu müdahalelerin uzun vadede telafisi zor sosyal, siyasi ve kentsel yapılaĢma anlamında mekânsal sorunlara yol açabileceği kaygısı da ciddi bir muhalefetle dillendirilmektedir.