• Sonuç bulunamadı

1.1.3. Bilgi Kaynakları

1.1.3.2. Akıl

Bilgi kaynaklarından biri de akıldır. Akıl kelime anlamı olarak yasaklamak, tutmak,5 doğru yol tutmak,6 bağlamak gibi manalara gelmektedir. Terimsel olarak akıl insanı diğer canlılardan ayıran ve onu sorumlu kılan temyiz gücü, düşünme ve anlama melekesidir.7

1 Mâturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 10.

2 Nesefî, Tabsirâtü’l-Edille, C. I. s. 22.

3 Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akaidi, s. 13; Taftâzânî, Şerhu’l-Akaid, s. 108-109;

4 Taftâzânî, Şerhu’l-Akaid, s. 108.

5 İbn Manzur, Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’l-Arab, Dâru’l-Sadır, Beyrut-Lübnan trs., C. XI, s. 458-467.

6 Cürcânî, Ali b. Muhammed e-Seyyid eş-Şerif, Kitabü’t-Ta’rîfat, Matbaatü'l-Hayriyye, Mısır 1306 h., s. 66

7 Bolay, Süleyman Hayri, “Akıl”, DİA, C. II, s. 238, ss. 238-242, İstanbul 1989.

Akıl bir gariza olup insanda var olan ve duyu organlarının sağlıklı olması halinde zaruri bilgilerin kendisine tabi olduğu bir sıfattır.1

Akıl, doğru ile yanlışın tüm yönleriyle ortaya çıkması için gereklidir.

Mâturîdî’ye göre Allah kendi katından hâsıl olan mucizeleri akıl yürütmeye bağlı olarak delillendirmiştir.2 O, nesne ve olayların meşru olup olmadığının, iyi veya kötü fiillerin duyular tarafından algılanması ve onlar hakkında haberlere ulaşılsa da nihai bilginin ancak akıl tarafından elde edilebileceğini dile getirmiştir.3 Dolayısıyla akıl, duyular ve haberlerden daha ön planda yer alır. Bundan anlaşıldığı üzere akıl, haberleri ve duyuları yorumlayacak ve bilgiye ulaştıracak en son mercidir. Yani aklı inkâr etmek diğer iki kaynağı da dolaylı yoldan inkâr etmek anlamına gelir.

Aklın bilgi kaynağı olarak bu kadar önem arz etmesinin yanı sıra o, insanı insan yapan güçtür. Zira o sahip olduğu bu güç sayesinde deliller ortaya koymakta ve bir sonuca ulaşabilmektedir. İnsan sadece aklı aracılığıyla gerek soyut gerekse somut varlıklar hakkında bilgi sahibi olabilmekte, geçmiş ve gelecek üzerinde düşünebilmekte, yaşamı konusunda planlar yapabilmekte ve konuyla ilgili eylemlerde bulunabilmektedir.4 Bu yüzden akıl, insanın kendi hayatına yön vermesinde büyük rol oynar. Sorumluluğun temel şartı da bu yetidir. Bunun nedeni ise onun farklı akıl yürütme yollarıyla bilgiye ulaşma potansiyeline sahip olmasıdır.

Bilgiye ulaşmak için duyularla elde edilen olguların akıl süzgecinden geçirecek olan insanın farklı akıl yürütme metodları bulunmaktadır. Genelden özele ulaşmaya ta’lil, özel hükümlerden genele ulaşmaya istikra, özel bir hükmü başka özel bir hükümle kıyaslayarak sonuç çıkarmaya da kıyas adı verilir. Akıl bu metodların sonucunda bilgiye ulaşır. Bunlar da akli ya da nazari bilgi olarak adlandırılır.5

Filozoflar aklı dört gruba ayırırlar:

a. Bilgi edinmek için nefsin sahip olduğu bir güç ve yetenekten ibaret olan akl-ı heyulâdakl-ır. Çocuklarakl-ın nefsi buna örnektir.

b. Evveliyatın anlaşıldığı akl-ı bi’l-melekedir. Bu nefis için ilk akledebilen, meydana geldiği sırada oluşan bir kuvvettir. Bu mertebedeki akıl aksiyomların bilgisine sahiptir.

1 Taftâzânî, Şerhu’l-Akaid, s. 115.

2 Mâturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 13.

3 Mâturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 14.

4 Düzgün, Şaban Ali, Allah Tabiat ve Tarih, Otto Yay., 2016 Ankara, s. 29.

5 Topaloğlu, Bekir vd., İslam’da İman Esasları, DİB Yay., Ankara 2015, s. 3; Yeşilyurt, “Bilgi Kuramı”, s. 311.

c. Akl-ı bi’l-fiildir. Bu da bilgilerin icraata geçtiği, nazari meseleleri anlayan akıldır.

d. Müstefad akıldır. Bu akıl varlığa ait formların maddeden soyutlanarak bilgi şeklinde tam teşekkül etmiş halidir. Filozoflar bu aklın faal akıldan alındığını iddia etmektedirler.1

Filozofların bu tasnifine karşın kelâmcılar aklı, garizi ve müktesep yani tecrübi akıl diye iki gruba ayırırlar. Garizi akıl, her insanda doğuştan mevcuttur ve bu onun diğer canlılardan ayrılmasını sağlar. Müktesep akıl ise tecrübi akıldır.2 Bu akıl türlerinin sonucunda elde edilen bilgiler de farklı şekillerde adlandırılmaktadır. Garizi akılla elde edilen bilgi zaruri bilgi olarak isimlendirilirken tecrübi akıl vasıtasıyla elde edilen bilgiye ise kesbi bilgi adı verilmektedir. 3

Kelâmcılar aklın bilgiye götürmesinde ittifak halindedirler. Ancak onun hangi bilgi alanlarını kapSadığı konusunda farklı düşünmektedirler. Dolayısıyla akıl sayesinde şahadet âleminde bilgi sahibi olduğumuz gibi gayb âleminde de bilgi sahibi olup olamayacağımız kelâm âlimleri tarafından tartışılmıştır. Bunun neticesinde de Allah’ın varlığının akılla bilinip bilinmeyeceği sorusuna verdikleri cevapla kendilerine göre aklın konumunu belirlemişlerdir. Din sahasında akla mı nakle mi öncelik verecekleri sorusunu da bu konuyla bağlantılı olarak cevaplandırmışlar, buna dayanarak da aklın ve vahyin rolünü ortaya koymaya çalışmışlardır.

Kelâm ekollerinde genel olarak Allah’ın bilinmesi konusunda dört çeşit delil bulunmaktadır. Bunlar akıl, kitap, sünnet ve icma olup Mu’tezile’ye göre Allah’ı bilmeye ancak aklın delaletiyle ulaşılır.4 Dolayısıyla, Mu’tezile’de akıl her zaman din sahasında önemli rol oynamaktadır. Ayrıca onlar aklın dini hükümlerin isbatı konusunda tek başına yeterli geldiğini, bunun sonucunda Allah’a imanı, hükümleri tespit etmeyi ve onun nimetlerine şükrü gerektirici olduğunu iddia etmişlerdir.5

Hanefi-Mâturîdî gelenek akıl konusunda Mu’tezileyle benzer bir yaklaşım içerisindedir. Ebu Hanife (ö. 150/767), Allah insanlara peygamber göndermemiş olsa bile onların akıllarını kullanarak yaratıcıyı bulmaları hususunda herhangi bir

1 İbn Sina, Ebû Alî el-Hüseyn b. Abdillâh b. Alî, el-İşârat ve’t Tenbihat (İşaretler ve Tembihler), Çev.

Muhittin Macit v.dğr, Litera Yay., İstanbul 2013, s. 112-113.

2 Düzgün, Şaban Ali, Varlık ve Bilgi, Beyaz Kule Yay., Ankara 2008, s. 194.

3 Topaloğlu, Bekir, Kelâm İlmine Giriş, Damla Yay., Ankara 2016, s. 74-75.

4 Kadı Abdülcebbâr, Şerhu’l Usuli’l-Hamse, Çev. İlyas Çelebi, YEKB Yay., İstanbul 2013, C. I, s. 144.

5 Sâbûnî, Nureddin, el-Bidâye fî Usûli’d-Din (Mâtürîdiyye Akaidi), Çev. Bekir Topaloğlu, Ankara 2005, s. 168.

mazeretlerinin bulunamayacağını söylemiştir.1 Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere Ebu Hanife’ye göre akıl, vahiy olmadan da tek başına bilgi kaynağı olabilmektedir.

Mâturîdî’ye göre ise kâinatta mevcut olan hikmetler, evrende bulunan ve yaratıcının var olduğunu kanıtlayan hususlar ancak istidlalle bilinebilir.2 Ayrıca o akıl yürütebilme çağına gelen her çocuk için Allah’ı bilmenin farz olduğunu söylemiştir.3 Buna dayanarak ona göre akıl yoluyla Allah’ın varlığına ulaşmanın mümkün olduğu söylenebilir.

Şemsüddin es-Semerkandî (ö. 722/1322) kelâmın metodolojisinde dört unsurun bulunması gerektiğini ve bunların da sırasıyla kitap, sünnet, icma ve bunlara muhalif olmayan akıl yürütme olduğunu belirtmiştir.4

Mu’tezile yukarıda açıkladığımız gibi önceliği akla verirken Mâturîdî kelâm âlimlerinden olan Semerkandî vahye öncelik tanımıştır. Çünkü akıl, dini konularda müstakil olmayıp daima vahye ihtiyaç duyar. Vahyin görevi ise aklı hatalardan korumaktır. Bu nedenle aklın ortaya koyacağı hükümler nassın zahirine aykırı olmamak zorundadır.

Eş’arî ve onun tabileri akıl yoluyla insan üzerine hiçbir şeyin zorunlu olmadığını iddia ederler. Fakat bununla birlikte onlar bazı şeylerin iyi veya kötü, kâinatın hâdis, yaratıcı varlığın kadim olduğunun akılla bilinebileceğini dile getirmişlerdir.5 Onlara göre dünyada övgüye ahirette sevaba, dünyada yergiye ahirette ise cezaya neden olan fiillerin iyi veya kötülüğünün bilinmesi ancak vahiyle mümkündür.6 Bu anlayışa dayanarak uhrevi hayatta mutluluğa ulaşmak için gerekli olan Allah’ı tanıma ve onun yaratıcılığını kabul etme inancının gerçekleşmesi mümkün olmadığı gibi böyle bir durumu gerçekleştiren kimsenin ahiretteki konumu ile hiçbir akli delil ortaya koymayan ve yaratıcıyı tanımayan kişi arasında bir fark olmayacaktır.

Mu’tezile’ye göre akıl bilgi edinme yolunda başlıca etken iken, Mâturîdîlere göre ise bir vasıtadır. Bu sözümüzle şunu anlatmak istiyoruz: Mu’tezile Allah’a ait

1 Sâbûnî, el-Bidâye fî Usûli’d-Din, s. 168.

2 Mâturîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 14.

3 Sâbûnî, el-Bidâye fî Usûli’d-Din, s. 169; Aliyyü’l-Kari, Fıkh-ı Ekber Şerhi, Çev. Yûnus Vehbi Yavuz, Çağrı Yay., İstanbul 1981, s. 366.

4 Semerkandî, Şemsüddîn Muhammed b. Eşref el-Hüseynî, Mea’rif fî Şerhi’s-Saha’if, Tah. Abdullah Muhammed Abdullah İsmail, Nezir Muhammedu’n-Nezir Iyad, Mektebetû’l-Ezheriyye li’t-Türas, Mısır 2015, C. I, s. 203.

5 Sâbûnî, el-Bidâye fî Usûli’d-Din, s. 168.

6 Bağdâdî, Usûli’d-Din, s. 272-273, Sâlimî, Ebu Şekûr, et-Temhîd fî Beyâni’t-Tevhîd, Tah. Ömür Türkmen, TDV Yay., İstanbul 2016, s.59-60.

bilginin kesinlikle gerçekleşmesi konusunda aklın gerektirici olduğunu vurgularken, Mâturîdîler Allah’ı bilmenin vucubiyetini bizzat Allah’ın emrettiğini ancak bunu akıl vasıtasıyla yaptığını söylemektedirler.1

Kur’an’da bilgi edinme vasıtaları göz, kulak ve kalp olarak sayılmıştır.2 Akıl, isim olarak hiçbir ayette geçmemekle beraber genel anlamda fiil ve türevleri olarak yer alır.3 Akıl kelimesiyle aynı anlama gelmese de yakın anlam içeren kalb, fuad, Sadr, lübb gibi kavramlar da akletme faaliyeti için kullanılmaktadır.4 Sezme, anlama ve bir şeyin mahiyetini kavrama gücü anlamına gelen bu kelimeler daha çok insanın deruni, vicdani âlemine ve gönül dünyasına hitap etmek makSadıyla kullanılmıştır.5

Görüldüğü üzere filozoflar ve kelâmcılar aklı bilgi elde edinme yollarından biri olarak görmektedirler. Akıl, Allah tarafından sadece insanlara özgü kılınmış bir varlıktır. Onun sayesinde Allah’ı tanımak ve onun kelâmını anlamak mümkündür.

Çünkü insan aklı çerçevesinden herşeyi değerlendirmektedir.