• Sonuç bulunamadı

Dördüncü yüzyılın dünya çapında en önemli gelişmelerinden biri şüphesiz ka-vimler göçüdür. Asya Hun İmparatorluğu’nun yıkılışıyla başlayan ve doğudan ba-tıya bir dizi kavmin birbirini yerinden sürmesiyle, muazzam bir demografik hare-ket olan kavimler göçünün yıkıcı etkileri Bizans İmparatorluğu üzerinde kendini göstermekte gecikmedi. 337’de Konstantinos’un ölümünden sonra onun halefleri İranlılarla yapılan savaşlar ve kimi iç gelişmeler dışında ciddi bir tehditle karşılaş-madılar. İmparator İulianos Apostate (361-363) döneminde İranlılara karşı uğ-ranılan feci bozgun, İmparator İovianos’u (363-364) ağır şartlar ve büyük toprak kayıplarını kabul ederek İranla barış yaptırmak zorunda bırakmıştı.

Fakat asıl büyük tehlike İmparator Valens (364-378) zamanında kavimler göçü nedeniyle Batı’da başlayan Germen istilası oldu. Germen kavimlerinden Saksonlar Britanya’ya saldırırlarken Alamanlar Ren nehri boylarında, İran kökenli Sarmat-lar ise Tuna bölgesinde İmparatorluğu zorluyorSarmat-lardı. Germen asıllı GotSarmat-ların Tuna

civarında görülmeleri daha büyük tehlikeyi beraberinde getirdi. Hun ilerleyişi karşısında duramayan Vizigotlar yani Batı Gotları, İmparator Valens’ten Trakya’ya yerleşme izni istediler. İmparatorun bu talebe olumlu cevap vermesine rağmen yerel otoritelerin Vizigotlara karşı olumsuz tavırları, imparatorluk güçleriyle on-ları karşı karşıya getirdi. İki yıl boyunca devam eden çatışmalarda taraflardan biri diğerine üstünlük sağlayamadı. Bunun üzerine İmparator Valens bizzat harekete geçerek Gotları ülkesinden çıkarmayı düşündü. 378 yılında Edirne yakınlarında yapılan savaşta, Doğu Gotlarının yani Ostrogotların da desteklediği Vizigotlar, Bi-zans ordusunu korkunç bir hezimete uğrattılar. Bizzat imparator Valens’in kendisi savaş meydanında hayatını kaybetti (Gregory, 2008, 90). Bu yenilginin sonucu çok büyük oldu. Artık bundan sonra imparatorluğun doğusu bir yüzyıl boyunca Germen istila tehditleriyle uğraşırken imparatorluğun batı kanadı ise doğrudan bu istilaya maruz kalacaktır.

Valens’in ölümüyle sonuçlanan Got istilası sırasında İmparatorluğun Batı bölümünü idare eden Gratianus (375-383), ordu komutanlarından Teodosios’u doğuyu idare etmek üzere agustus ilan etti. İmparator Teodosios (379-395), çare-yi Gotlarla anlaşma yapmakta buldu. Ostrogotların Pannonia’ya Vizigotların ise Trakya bölgesinin kuzeyine yerleşmelerine izin verildi. Gotlar bulundukları yer-lerde özerk olacaklar, vergiyer-lerden muaf tutulacaklar ve müttefik sıfatıyla devlete askeri yardımda bulunacaklardı. Böylece İmparatorluğun Germen istila dalgası altında kalmasının önüne geçildiği gibi, Gotların birçoğu doğrudan İmparatorun hizmetine alınmış olunuyordu. Sayısı bir hayli azalmış olan imparatorluk ordusu Germenlerin katılımıyla oldukça güçlü hale geldi. Fakat ordu komutanları arasın-da Germenlerin sayısı gittikçe artmaya ve imparatorluk ordusu gittikçe Germen-leşmeye başladı (Ostrogorsky, 1999, 48).

Teodosios’un Gotlarla yaptığı barış, imparatorluğu dış tehditten bir süreliği-ne kurtardı. Britanya Hükümdarı Maximus, Gratianus’u öldürünce, Teodosios, onun yerine II. Valentinianus’u getirdi. Fakat II. Valentinianus’un beklenilen başarıyı bir türlü sağlayamaması ve çıkan başka isyanlar karşısında güç durum-da kalması üzerine Teodosios, Batı işleriyle bizzat meşgul olmak zorundurum-da kal-dı. İsyanlar bastırılarak imparatorluk otoritesi yeniden tesis edildi. Bu sırada II. Valentinianus’un varis bırakmadan ölümüyle İmparatorluğun Doğu ve Batı bölümlerinin idaresi yine tek bir imparatorda yani Teodosios’un emri altına da birleşmiş oldu.

395 yılında İmparator I. Teodosios, imparatorluk topraklarını oğulları ara-sında paylaştırdı. Buna göre Adriyatik’ten itibaren İmparatorluğun Batı tarafını küçük oğlu Honorios, Doğu tarafını ise büyük oğlu Arkadios yönetecekti (Ost-rogorsky, 1999, 49). Tarihlere Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması olarak geçen bu olay aslında yeni bir şey değildi. İdari bakımdan kolaylık sağlamak, imparatorluk ailesi içerisinde iktidar kavgası yaşanmasını önlemek, iç ve dış ge-lişmelerin zorunlu kılması gibi nedenlerle imparatorluk idaresinin bölünmesi vakası birçok defa yaşanmıştı. Devletin birliği fikri hiçbir zaman terk edilmedi.

Ortada iki devlet değil bir devletin iki imparator yönetimindeki iki parçasının olduğu kabul ediliyordu. Devletin bütünlüğü anlayışı her ne kadar varlığını uzun süre muhafaza etmiş olsa da fiili olarak imparatorluğun iki parçası ara-sındaki çözülme gittikçe kendini daha fazla hissettirecektir. Çünkü doğuda ve batıda gelişen şartlar birbirinden farklıydı ve iki hükümet arasındaki rekabette kaçınılmaz olmaktaydı.

Arkadios Doğu imparatoru olduğunda on sekiz yaşındaydı. Batı imparatoru Honorios ise on bir yaşında bir çocuktu. Teodosios, ölmeden önce Vandal kökenli Stilico’yu çocuklarına yardımcı olması için naip tayin etmişti. Kısa bir süre sonra Arkadios’un yönetimindeki Doğu imparatorluğu şiddetli Got isyanıyla sarsıldı.

Alarik idaresinde ayaklanan Gotlarla barış, Alarik’e ordu komutanlığı görevinin verilmesi karşılığında sağlandı. Gotların ordudaki hâkim konumları özellikle İstanbul’da Gotlara karşı bir tepkinin doğmasına yol açtı ve zaman içerisinde im-paratorluğun doğu bölümünde ordudaki Got nüfuzu kırılmaya çalışıldı. Batı’da ise Germenlerin özerk kitleler halinde kendi liderlerinin idaresinde bulunmaları usulü devam ettirildi. Bu durum Batı için çok olumsuz gelişmelere yol açacaktır.

Doğu İmparatorluğu geliştirdiği tedbirlerle bir süre sonra Alarik ve Gotlarından kurtulmayı başardı. Alarik kendisine bağlı birliklerle İtalya’ya karşı sefere girişti.

Üç defa yapılan kuşatmanın ardından 410 yılında Alarik, Honorios Ravenna’ya çekilince Roma’yı ele geçirdi (Ostrogorsky, 1999, 51).

Arkadios’un ölümünden sonra Doğu İmparatorluğunun başına II. Teo-dosios (408-450) geçti. Onun hükümdarlığında sağlanan göreceli barış orta-mında önemli icraatlar gerçekleştirildi. İstanbul’da Büyük Konstantinos za-manından beri mevcut olan yüksek okul yeniden düzenlenip genişletilerek 425 yılında bir üniversite kuruldu. Bu Yunanca ve Latince eğitim verilen bu okulda hukuk, hitabet, felsefe, gramer gibi dersler okutuluyordu (Dikici, 2007, 88). Hukuk alanında da önemli çalışmalar yapılarak, eski Roma kanunları el-den geçirilip, yeni konulan kanunlarla birlikte bir külliyat halinde Codex Te-odosianos adıyla yayınlandı.

Harita 2.1

Kaynak: Işın Demirkent, “Bizans” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.6, İstanbul 1992, s.231.

II. Teodosios’un İstanbul’un güvenliği için inşa ettirdiği surlar onun adını ya-şatan önemli bir faaliyetidir. Nüfusu hızla artan ve gittikçe büyüyen şehir, bir süre sonra Konstantinos’un yaptırdığı surların dışına taştı. Böylece mevcut surlar şe-hir ve şeşe-hir halkının tamamını koruma özelliğini yitirdi. Başta Germenler olmak üzere dış saldırıların artarak tehlikeli bir hale gelmesi yeni surların yapılmasını zorunlu kıldı. Şehrin tamamını güvence altına alan ve Konstantinos surlarının çok daha ötesinden geçen İstanbul surları 413 yılında inşa edildi. Bu surlar halen mevcudiyetini koruyan iç surlardır. Doğu İmparatorluğu üzerine Hun tehdidinin çökmesiyle 430’da ikinci sıra yani dış surların inşasına başlanıldı ve 447 yılında bi-tirildi. 439 yılında ise şehri denizden gelebilecek tehlikelere karşı koruyacak olan deniz kenarındaki surların inşasına başlandı. İç surların yüksekliği 10 m, kalınlığı ise 5,2 m’dir. 20 m yüksekliğindeki kuleler arasında 60 m mesafe bulunmaktadır.

Surların önünde kazılan hendekler savunmayı daha güçlü kılmaktadır. Haliç’ten Marmara’ya uzanan kara surlarının uzunluğu 6670 metredir (Dikici, 2007, 86).

Attila yönetiminde Hun fetih harekâtı başlayınca İstanbul’u surlarla çevirme-nin ne kadar önemli ve gerekli bir icraat olduğu anlaşıldı. Hun ilerleyişini durdur-mak için II. Teodosios, her yıl 300 kg altını haraç olarak ödemeyi kabul etmişti. Fa-kat bu haraç ödenmeyince Attila 441 yılında Pannonia ve Tuna boylarına harekât düzenledi. Tuna boylarındaki şehirleri vuran Hun birlikleri Belgrad’ı zapt ettiler.

Niş ve Sofya Hunlar tarafından ele geçirildi. Bizans kuvvetlerini mağlup eden At-tila 442 yılında İstanbul’a ulaştı ve tarihte ilk defa şehri kuşattı. Tam zamanında bitirilmiş olan surlar Attila’nın Hunlarını durdurdu. İstanbul’un zaptını mümkün görmeyen Attila geri döndü ve Gelibolu civarında Bizans ordusunun kalanlarını da yok etti. Bizans, Attila’ya yılda 700 kg altına çıkartılan haraç ödemeyi kabul etti.

447’de tekrar İmparatorluk topraklarında görülen Hunlar Bizans kuvvetlerini ye-nerek Balkanların önemli bir kısmını işgal ettiler. Hun akınları karşısında çaresiz kalan Bizans 449’da şartları çok ağır olan anlaşma yapmak suretiyle barışı bir kez daha satın aldı (Dikici, 2007, 92). 453 yılında Attila’nın ani ölümü hem Batı hem de Doğu İmparatorluklarını büyük bir tehlikeden kurtardı.

Teodosios ölmeden önce tahtını Markianos’a (450-457) bıraktı. 457 yılında Markianos’un da ölümüyle imparatorluk tahtına kimin geçeceği sorunu ortaya çıktı. Ordu komutanı Alan asıllı Aspar, yardımcılarından Leon’u (457-474) impa-rator ilan ettirdi. 457’de Leon, yapılan dini merasimle Patrik Anatolios’un elinden taç giyen ilk imparator oldu (Ostrogorsky, 1999, 55-56). I. Leon’un ilk yılların-da gerçek hâkim geriden devletin kaderine hükmeden ordu komutanı Aspar idi.

Bir süre sonra Leon, Aspar’ın vesayetinden kurtulmanın yollarını aramaya başla-dı. İsavria’nın savaşçı halkından faydalanmayı düşündü ve İsavrialı liderlerden Tarasis’i İstanbul’a davet etti. Kalabalık bir maiyetle İstanbul’a gelen Tarasis, bura-da adını Zenon olarak değiştirdi, ordu komutanlığına atandı ve imparatorun kızı Ariadne ile evlendi. Bir süre içerisinde de gücünü Germenlerden alan Aspar’ın nüfuzu kırıldı ve düzenlenen bir tertiple de Aspar ve oğlu öldürüldü. Artık İmpa-ratorlukta Germen nüfuzu yerini İsavria etkisine bıraktı.

474 yılında I. Leon öldüğünde taht, kendisiyle aynı adı taşıyan Zenon ve Ariadne’den doğan torunu Leon’a kaldı. Henüz 6 yaşında bulunan II. Leon’a ba-bası Zenon naip oldu. Kısa bir süre sonra da II. Leon hastalanarak ölünce impa-ratorluk iktidarı tamamen ve hukuken Zenon’a kaldı. Zenon ordu içerisinde İsav-rialıları etkin kılmak için gayret gösterdi. Önemli komutanlıklara İsavrialı şefleri getirdi. Bununla birlikte İstanbul’da halk Germenler gibi İsavrialıları da barbar addediyor ve onlara karşı nefret gösteriyorlardı (Ostrgorsky, 1999, 57).

Alan: Alanlar 1. yüzyıldan itibaren profesyonel savaşçı süvari birlikleri olarak tarihi kayıtlarda yer almaktadır.

İran kökenli olan Alanlar; Got, Hun ve Vandal federasyonları içinde yer almıştır. Başlangıçta Kuzey Kafkasya bölgelerinde görülürken göçler yoluyla İtalya ve Kuzey Afrikaya kadar yayılmışlardır.

İsavria: Günümüzde bu yer Konya’nın Bozkır ilçesinin Çağlayan kasabası yakınındaki Zengibar kalesidir.

Doğu’da iktidar mücadelesi yaşanırken Batı’da önemli gelişmeler olmaktay-dı. 455 yılında Batı imparatoru III. Valentinianus’un ölümünden sonra iktidar Germen Ricimer’in eline kaldı. Son derece güçlü bir konumda olan Ricimer, istediğine imparatorluk tacını giydirmekte ve beğenmediğini tahttan atmakta hatta öldürmekteydi. On yedi yıl boyunca Batı’nın kaderine hükmeden Ricimer 472’de ölünce, bir süre Zenon tarafından tayin edilen kukla imparatorlar hük-mettiler (Dikici, 2007, 98). 4 Eylül 476’da ordu komutanı Germen Odovakar, son Batı İmparatoru Romulus Augustulus’u bir darbeyle tahttan uzaklaştırdı.

Kendisi kral unvanıyla Zenon’a itaatini bildirdi (Ostrgorsky, 1999, 57-58). Güya imparatorun emirleriyle İtalya’yı yönetecekti. Esasında ise Batı İmparatorluğu-nun tüm diğer eyaletleri gibi İtalya’da da Germen hâkimiyeti kurulmuş oluyor-du. Bu olay tarihe Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışı olarak kaydedildi (Di-kici, 2007, 98-99).

Balkanlarda buluna Ostrogotlar, imparatorluk için sorun teşkil etmeye devam ediyorlardı. Ostrogot şefler en yüksek askeri makamlara gelebiliyorlar, devlet için-deki çekişmelere müdahale edebiliyor, çoğu zamanda isyan ederek ülke arazile-rini tahrip ediyorlardı. İmparator Zenon, Teodorik yönetimindeki Ostrogotları İtalya’ya gitmeye ikna etti. 488 yılında batıya doğru harekete geçen Ostrogotlar kısa sürede İtalya’ya hâkim oldular. Odovakar’ı yönetimden uzaklaştıran Teodo-rik, 493’te kesin başarı kazandı ve İtalya’da Ostrogot krallığını kurdu. Bizans, Ger-men tehdidinden kesin biçimde kurtulurken Batı tümüyle GerGer-men egeGer-menliği altına girdi.

İmparator Zenon 491’de ölünce yeni imparatoru belirleyecek olan İmparatori-çe Ariadne, halkın “devlete Romalı ve Ortodoks bir imparator vermesi” talebine uydu. Becerikli ve yetenekli saray memuru Anastasios imparator seçildi. İmpa-rator Anastasios (491-518) dönemi daha ziyade Bizans’ın iç bünyesindeki geliş-melerle dikkat çekicidir. Anastasios’un ilk işi devlet içinde bir güç haline gelmiş olan İsavrialıların etkinliğini kırma girişimleri oldu. Buna İsavrialılar sert tepki gösterdi. İsavria isyanları üç yıl kadar sürdüyse de onlar en nihayetinde bir güç ol-maktan çıkartıldı. Anastasios’un gerçekleştirdiği mali reformlar devlet hazinesini zenginleştirdi. Onun ticaret ve zenaati destekleyen politikalarıyla ülke ekonomisi oldukça gelişme gösterdi. Anastasios’un Monofizit olması ve Monofizitlik lehine takındığı tavır, özellikle İstanbul’da birçok isyanın çıkmasına yol açtı. Her defa-sında bu isyanların üstesinden gelen Anastasios, 518’de öldü (Dikici, 2007, 101-105). Onun yerine saray muhafız birliklerinin komutanı İustinos geçti. İustinos’la birlikte Bizans tarihinde de yeni bir hanedan ve dönem başlamış oldu. İustinos imparatorluk yaptığı 518-527 yılları arasında iktidar gücünü kullanan esasında kendisi değil yeğeni İustinianos idi.

Bizans döneminde İstanbul ilk defa ne zaman ve kim tarafından kuşatılmıştır?