• Sonuç bulunamadı

toplaması için görevlendirdi. Aleksios, İstanbul yakınlarındayken şehirdeki Vene-dik filosu ve askeri birliklerin Karadeniz tarafına sefere gitmiş olduğunu ve şeh-rin tamamen savunmasız bir vaziyette bulunduğunu gördü. Bu fırsatı kaçırmayan Aleksios emrindeki az sayıdaki askerle ani bir baskın yaparak 25 Temmuz 1261 günü İstanbul’u zapt etti (Daş, 2006, s. 43). Şehirdeki Venedik mahallesi yakıldı ve İstanbul’da bulunan Latinler, son Latin imparatoru II. Baudoiun Courtenay da dâhil olmak üzere kaçtılar. İstanbul’un kurtarıldığı haberi Nif’te (Kemalpaşa) bulu-nan İmparator VIII. Mihail Paleologos’a müjdelendi. VIII. Mihail büyük bir sevinç-le 15 Ağustos 1261’de İstanbul’a geldi. İstanbul’un geri alınması ve Bizans’ın kadim başkentinde yeniden ihya edilmesi halk arasında büyük bir coşku ve memnuniyetle karşılandı. Kutlamaların coşkunluğu içerisinde VIII. Mihail Paleologos Ayasofya’da törenle bir kez daha imparatorluk tacını giydi ve oğlu Andronikos’u veliaht ilan ettirdi. Tahtın yasal sahibi olan on bir yaşındaki IV. İoannis Laskaris’in ise gözlerine mil çekildi ve bir kaleye hapsedildi (Ostrogorsky, 1999, s. 416). Böylece Bizans’ta yeni bir hanedan, Paleologoslar hanedanı kuruldu.

Bizans İmparatorluğu, İstanbul’u geri aldı. Ancak Yunanistan’ın bir kısmı hâlâ Latinlerin elindeydi ve Batılılar İstanbul’un kaybını kabullenmek niyetinde değil-lerdi. Balkanlarda Sırplar ve Bulgarlar, Bizans için dikkat edilmesi gereken rakip-ler olma özelliğini koruyorlardı. Bu durumun doğurduğu tehlikerakip-leri imparatorluk yönetiminin göğüslemesi zorunluluktu. Bunun için maddi kaynaklara, askere ve yetişmiş insan gücüne ihtiyaç vardı. 1204 işgali sırasında İstanbul korkunç biçim-de yağmalanmıştı. Kamu binaları, kiliseler harap halbiçim-deydi. Latin yönetimi bo-yunca şehrin imarı için yatırımda bulunulmamıştı. Öncelikle şehrin surları tamir edildi ve güçlendirildi. Haliç’e gerilen zincir yenilendi. Yeni bir donanma inşasına başlandı. Tüm bunlar için yapılan büyük harcamaların yükü halkın omuzlarına yüklendi. Bu arada daha önce Venediklilere şimdilerdeyse Cenevizlilere verilmiş olan imtiyazlar dolayısıyla Bizans ekonomisi günden güne sarsılmaya başladı.

İmparator VIII. Mihail Paleologos, Cenevizlilerle işbirliği yaparak, yeni inşa et-tirdiği donanmayla Ege’de Latinlerin elindeki adalara karşı seferler düzenletti. Ada-lardan birçoğu Bizans’ın hâkimiyetine alındı. Bu başarıyla yetinmeyen VIII. Mihail, Cenevizlilerin yardımıyla kardeşi Konstantinos’u içerisinde beş bin Selçuklu ücretli askerinde bulunduğu bir ordunun başında Mora’ya karşı gönderdi. İlk başlarda bazı başarılar elde edilse de savaşın uzaması ve ücretleri ödenmeyen Selçuklu askerle-rinin saf değiştirmesiyle harekât bozgunla sonuçlandı (Dikici, 2007, s. 391). VIII.

Mihail’in büyük masraflarla inşa ettirdiği donanma Venedikliler tarafından yakıldı (Nicol, 1999, s. 170). Ceneviz’le ittifaktan beklediği faydayı göremeyen Bizans İm-paratoru, 1265’te Venedik’le anlaşma yaptı. Fakat bu anlaşma da fazla uzun sür-medi. Ceneviz’in gücünü yeniden toparladığını görünce bu defa 1267’de yeniden Ceneviz’le ittifak yapıldı. Bu anlaşmayla ticari ayrıcalıkların yanı sıra Cenevizlile-rin, İstanbul’un hemen yanı başındaki Galata’ya yerleşmelerine izin verildi (Daş, 2006, s. 49). Galata kısa sürede Ceneviz’in en önemli kolonisi oldu. Zaman içeri-sinde ticari faaliyetler ve bilhassa gümrük gelirleriyle zenginleşen Galata ekonomik ve askeri bir güç olarak İstanbul için amansız bir rakip ve tehdit haline geldi. Bu anlaşma her ne kadar 1453’e kadar devam etse de Bizans’ın Venedik ve Ceneviz’le, önce bir taraf sonra diğer tarafla anlaşma yaparak durumu idare etme politikası her defasında kendisi için askeri ve ekonomik büyük kayıplara yol açmıştır.

İstanbul’da Bizans’ın egemenliğini koruma konusunda, İmparator VIII. Mihail Paleologos, Sicilya ve Napoli Kralı ilan edilen Anjou Dükü Charles’ın şahsında kuvvetli bir rakiple karşılaştı. Eski Latin imparatorluğu’nu yeniden kurmak için

Charles, sabık Latin imparatoru Baudouin, Mora, Epir ve Tesalya’daki Batılı ege-menler, Bulgarlar ve Sırpları yani Bizans’ın bütün rakiplerini bir araya getirerek güçlü bir ittifak kurdu (Ostrogorsky, 1999, s. 420-421). Durum Bizans için büyük tehlike arz ediyordu. Bu sırada Papalık makamına oturan IV. Clemens’ın union ta-raftarı olması VIII. Mihail’e Bizans diplomasisini ustalıkla kullanma imkânı verdi.

Roma ve İstanbul Kiliseleri arasında ayrılığın yaşandığı 1054 yılından beri kilise-lerin birleştirilmesi fikrinden vazgeçilmemiş ve çeşitli defalar bu uğurda girişim-ler yapılmıştı. Şimdi kilisegirişim-lerin birleştirilmesi konusunu VIII. Mihail Paleologos, Bizans’ın üzerine çöken tehdidi bertaraf etmek için bir vasıta olarak kullanıyordu (Daş, 2006, s. 50-51). Papa IV. Clemens ve onun halefi X. Gregoirus, Latin im-paratorluğunun yeniden kurulmasından ziyade Ortodoks ve Katolik kiliselerinin birleştirilmesine öncelik veriyorlardı.

VIII. Mihail Paleologos, oğlu Andronikos’u Macar kralının kızıyla evlendirdi.

VIII. Mihail, o sıralarda dul olan Bulgar çarıyla yeğeni Maria’yı nikâhladı. Böylece Batı’dan Bizans üzerine çöken tehdidi biraz olsun azalttı. Doğu’da ise Moğol tahak-kümü altında günden güne çökmekte olan Selçuklu Sultanlığından Türkmenlerin akınları Bizans için büyük endişe kaynağı idi. İmparator VIII. Mihail bu defa gayri meşru kızı Maria’yı 1265 yılında Moğol Hanı Hülagu’ya eş olarak gönderdi. Moğol hükümdarı vasıtasıyla Anadolu’da Türkmenleri durdurmayı umut ediyordu. Fakat Maria, İlhanlı sarayına gittiği zaman Hülagu ölmüştü. Yerine geçen Abaka, onu zevceliğe kabul etmekte bir sakınca görmedi. On beş yıl kadar İlhanlı sarayında kalan Maria, eşinin ölümü üzerine yeniden İstanbul’a döndü (Dikici, 2007, s. 392).

Diğer taraftan VIII. Mihail’in union müzakerelerinde bütün uzatma çabalarına rağmen, Papa X. Gregorius’un kararlılığı ve Anjou’lu Charles’ın yarattığı tehdidin ciddiyet kazanması üzerine bir karar alması gerekti. 1274’te Lyon’da yapılan gö-rüşmelerden sonra kiliselerin birleştirildiği ve Roma Kilisesinin inancının kabul edildiğine dair bir anlaşma imzalandı. Böylece iki yüzyıldan fazla bir süredir üze-rinde tartışılan Roma’nın üstünlüğünde kiliselerin birleşmesi kabul edilmiş oldu (Nicol, 1999, s. 58-61). Bu birleşmenin tek faydası Charles d’Anjou tehdidinin bir süreliğine bertaraf edilmesi oldu. Bunun dışında union Bizans için yeni ve daha derin sorunların doğmasına yol açtı.

Papalığın üstünlüğü altında kiliselerin birleşmesine Bizans halkı ve Ortodoks ki-lisesi şiddetle karşı çıktı. VIII. Mihail Paleologos, İstanbul kiki-lisesi tarafından aforoz edildi. İmparator, birleşmeye karşı çıkanlara şiddetle cezalandırmaya başladı. Bu durum Bizans yönetimiyle halkının karşı karşıya gelmesine neden oldu ve büyük bir iç buhranı doğurdu. Birleşmeye direnen ruhbanlar, aristokratlar, halk ve hatta imparatorluk ailesinden bazı kimseler zindanlara atıldı veya sürgüne gönderildi.

Katolik olmayı kabul eden VIII. Mihail Paleologos yönetimine en sert karşı çıkış Anadolu’da yaşandı. Burada daha önce başlamış olan bir muhalefet vardı. IV. İo-annis Laskaris’in feci biçimde gözlerinin kör edilerek Laskarislerin tasfiye edilmesi karşısında Patrik Arsenios, VIII. Mihail’e tepki göstererek muhalefete başlamıştı.

Katolik inancın resmen kabul edilerek halka ve Ortodoks kilisesine de zorla daya-tılması karşısında duyulan öfke ve infial Arseniosçu muhalefetle birleşti. Halkın ve Ortodoks kilisesinin tepkisini İmparator VIII. Mihail Paleologos kan ve zulümle bastırıp, Bizans halkı ve ruhanileri zorla Katolik inanca sokmaya çalıştı (Daş, 2006, s. 69). Bu politika özellikle Anadolu’daki Bizanslı halkın kendi öz yönetimlerine karşı yabancılaşmasına ve Bizans İmparatorluk yönetimine alternatif olabilecek güçlere meyletmesine yol açtı. Nitekim Batı Anadolu’da sarsılan imparatorluk oto-ritesinin bıraktığı boşluğu önceleri Türk kaynaklarında tekfur olarak adlandırılan

Tekfur: Taç taşıyan anlamındaki Ermenice Takavor kelimesinden gelen Tekfur sözcüğü, Türk kaynaklarında validen imparatora kadar Bizanslı yöneticileri ifade etmek için kullanılmış bir unvandır.

Union: Sözlük manası birlik, birleşme olan union kelimesi Ortaçağ boyunca Katolik ve Ortodoks kiliselerin birleşme düşüncesi anlamında kullanılmıştır.

Bizanslı feodaller doldurdu. Sonra ise Bizanslı halk kendilerine din ve inanç özgür-lüğü tanıyan Türk beylerinin tebaası olmakta sakınca görmedi.

1280’li yıllara gelindiğinde Batı Anadolu’da Türk ilerleyişi Bizans için tehlikeli bir hal aşmıştı. Moğol istilası önünden Anadolu’ya sürüklenen Türkmenler kala-balık kitleler halinde batıda Bizans sınırlarında yığılmışlardı. Bu Türkmenler Mo-ğollar karşısında başarısız olunca Bizans’a karşı gaza ve akınlarda bulunuyorlardı.

VIII. Mihail’in, Avrupa’dan gelen Latin tehdidine öncelik vererek, Laskarisler za-manında Anadolu’da kurulan savunma sistemlerini ihmal etmesi ve Anadolu’dan Balkanlara asker nakletmesi, Türkmenlerin fetihlerini kolaylaştırmıştı. Daha 1261 sonrasında Menteşe Bey idaresindeki Türkmenler, Batı Anadolu’nun merkezden oldukça uzak bir bölgesi olan ve daha sonra Menteşe olarak bilinecek Karia böl-gesini fethetmişlerdi. Karia’dan kuzey istikametine yönelik Türkmen ilerleyişi git-tikçe önlenemez hale geliyordu. İç Ege’de Germiyan oğulları sağlamca yerleşmişti.

Doğu’dan Ege denizi istikametinde de Türkmenler Bizans’ı zorluyorlardı. Sakarya boylarında yığılan Türkmenlerin hedefinde Bitinya bölgesi vardı. İstanbul’u bes-leyen bu bölge Bizans için hayati bir öneme sahipti. Durumun çok ciddi boyutlara ulaşması üzerine VIII. Mihail, imparatorluğunun son yıllarında bu bölgeye bir sefer düzenleyerek Sakarya boylarını tahkim etmeye çalıştı (Daş, 2006, s. 56).

VIII. Mihail Paleologos’un, içeride halkıyla karşı karşıya gelmesi pahasına yü-rüttüğü Batı’yla union siyaseti de bir süre sonra iflas etti. 1281 yılına gelindiğinde Bizans’ı yıkma planlarından hiç vazgeçmeyen Charles d’Anjou Avrupa’nın en güçlü hükümdarı idi. Roma’da Papalık makamına oturan IV. Martinus’un halefleri kadar kiliselerin birliği siyasetine önem vermemesi Charles’a planlarını uygulama fırsa-tı verdi (Ostrogorsky, s. 1999, 428). Venedikliler, Sırplar ve Bulgarların da deste-ğini alan Charles d’Anjou, Bizans’a karşı Adriyatik yönünden ölümcül bir saldırı başlattı. Bizans ağır kayıplara maruz kaldı. VIIII. Mihail, bunun üzerine Charles d’Anjou’nun rakibi Aragonlularla temas kurdu. Charles’a karşı kullanılmak üzere Aragon Kralı’nın damadı Peter’e donanma inşa etmesi için para yardımında bu-lundu. Sicilya’da faaliyet gösteren Bizanslı ve Aragonlu casuslar halkı Charles’ın yönetimine karşı isyan etmesi için ustaca kışkırttılar. 1282’de Charles’ın, Bizans se-ferini finanse etmek üzere halka yeni vergiler yüklemesi isyan ateşinin patlamasını daha da kolaylaştırdı. 31 Mart 1282’de tarihte “Sicilya İkindisi” diye bilenen isyan Palermo’da başladı. Kanlı biçimde devam eden isyanda Sicilya’da, Charles d’Anjou’ya bağlı bütün Fransızlar yok edildi. Bizans’ı yıkarak Roma imparatoru olma hayalleri besleyen Charles bir anda kendi hâkimiyetinin yıkılışına tanık oldu (Dikici, 2007, s.

395-396). Bizans İmparatorluğu böylece büyük bir tehlikeyi daha atlattı.

II. Andronikos (1282-1328) ve Devleti Yaşatma Çabaları

VIII. Mihail Paleologos 1282 yılında öldü. Yerine oğlu II. Andronikos Paleologos (1282-1328) geçti. Yeni imparator tahta geçtiğinde Batı’dan gelen Latin tehdidi öne-mini kaybetmişti. Ancak bu uğurda devlet hazinesi boşaltıldığı gibi halktan top-lanan vergiler de harcanmıştı. II. Andronikos babasından, hazinesi boş, maliyesi çökmüş ve halkıyla union meselesi dolayısıyla kavgalı bir imparatorluk devralmıştı.

II. Andronikos tahta geçtikten sonra artık hiçbir önemi kalmamış olan kilisele-rin birleştirilmesi siyasetine son verdi. İmparatorluk genelinde Ortodoks inancın geçerli olduğunu ilan etti ve Katolik inancın kabul edilmesi dolayısıyla muhalefet eden halkı ve ruhbanları yeniden kazandı. Arseniosçularla da anlaşarak dini anlaş-mazlık nedeniyle yaşanılan çatışmalara son verdi. Mali açıdan çöküntüden çıkma-nın yolu olarak Bizans parası iperpiron’un ayarıçıkma-nın düşürülmesi görüldü. Paraçıkma-nın

ayarının bozulması fiyatların olağanüstü yükselmesini ve halkın yoksullaşmasını beraberinde getirdi (Ostrogorsky, 1999, s. 447). Venedik ve Ceneviz’e sağlanan im-tiyazlar, Bizans ekonomisini bu iki deniz cumhuriyetinin tahakkümleri altına al-masına neden olmuştu. Başta gümrük vergileri olmak üzere birçok vergiden muaf olan Venedikli ve Cenevizli tüccarlar ülke genelinde ucuza hammadde alarak, kendi mamul ürünlerini karlı biçimde pazarlıyorlardı.

İmparator II. Andronikos, harcamaları azaltarak mali açıdan tasarruf sağlayıp hazineyi rahatlatmak için donanmayı lağvetti. İmparator, müttefiki Ceneviz’in güçlü donanmasına güvenerek böyle bir tasarrufta bulundu (Daş, 2006, s. 122).

Fakat bu hata ileride Bizans için vahim sonuçlar doğurdu. Bizans’ın askeri bakım-dan zayıflaması sadece denizde değil karada da kendini gösterdi. Aristokratlar le-hine vergi muafiyetleri tanınması, küçük arazi sahiplerinin daha fazla vergi yükü altına girmesini beraberinde getirdi. Vergilerini ödeyemeyen köylüler toprakları-nı aristokratlara satarak onlara bağlı yarı hür bir statüye düştüler. Pronia sahipleri de günden güne imtiyazlar elde ederek asker yetiştirme yükümlülüklerinden kur-tuldular. Feodalleşme ve pronia sisteminin bozulması devletin asker ihtiyacını ya-bancılardan sağlanan ücretli askerlerle gidermesini gerektirdi (Ostrogorsky, 1999, s. 444-445). Ücretli askerle ülkenin savunmasını sağlamak ise başlı başına büyük bir riskti zira bu tür askerler kim daha fazla ücret öderse ona hizmet ediyorlardı.

Başlangıçta II. Andronikos’un dış politikasının esası da Batı’ya yönelik oldu.

İstanbul üzerinde hak iddia edebilecek Latin ailelerle anlaşma yoluna giden II.

Andronikos, Selanik Latin Krallığı ailesinden Yoland (İren) de Monferrat ile ev-lenmişti. Bu aile İstanbul’daki haklarından kızları ve torunları lehine feragatte bu-lundu. Artık bundan sonra İstanbul’u işgal etme planları yapanlar batı’da fazla ağırlıkları olmayan kimselerdi. Balkanlar’da Milutin (1282-1321) yönetimindeki Sırbistan’ın Bizans için tehlike oluşturması, II. Andronikos’un diplomasi siyase-tiyle önlendiği gibi güçlü bir de müttefik kazandı. Andronikos’un henüz beş ya-şındaki kızıyla Milutin evlendirildi. Akrabalık tesisi iki devlet arasında barış ve ittifak yapılmasına vesile oldu (Ostrogorsky, 1999, s. 451-452).

1296 yılında Venedik’le Ceneviz arasında savaş çıktı. Bizans da Ceneviz’in müt-tefiki sıfatıyla bu savaşta yer aldı. Fakat 1299’da Ceneviz Venedik’le barış anlaşması yaparak, savaşta Bizans’ı yalnız bıraktı. Donanmayı lağvetmenin ne kadar vahim bir hata olduğunu tecrübe etmiş bulunan Bizans, Venedik karşısında ağır bir mağ-lubiyete uğradı. 1302 yılında imzalanan barış anlaşmasıyla Venedik hem yüklüce bir savaş tazminatı kopardı hem de Bizans ülkesinde ticari çok büyük ayrıcalıklara sahip oldu (Nicol, 1999, s. 120-121). Bu arada Cenevizliler de sahip oldukları imti-yazları korudukları gibi İstanbul’un karşısında bulunan kolonileri Galata’yı sağlam bir surla çevirerek burayı Bizans başkentine rakip bir şehir haline getirdiler.

Ancak Anadolu’da başlayan Türk fetihleri Bizans için daha ağır tehlikelerin habercisiydi. Karia’dan kuzeye doğru, İç Ege’den kıyı Ege’ye, Sakarya boylarından Bitinya yöresine Türkmenler sürekli akınlarda bulunuyorlar, Trallis (Aydın), Mag-nisia (Manisa), Filadelfia (Alaşehir), gibi şehirler Türk hücumlarının hedefi olu-yordu. Türk ilerleyişi Batı Anadolu’yu öylesine kaplamıştı ki bu şehirler ve Kara-deniz Ereğlisi, Foça, İzmir, Bursa, İznik gibi müstahkem kale ve şehirler Türk seli ortasında kalmış adacıklar gibiydi (Ostrogorsky, 1999, s. 454). II. Andronikos Batı Anadolu’nun savunulması için büyük bir gayret içerisine girdi. Ortak imparator olarak ilan ettiği oğlu IX. Mihail’i ücretli Alan birlikleriyle Anadolu’ya gönderdi.

Fakat bu teşebbüs Bizans’ın askeri bakımdan büyük bir acziyet içerisinde olduğu-nu göstermekten başka işe yaramadı (Daş, 2006, s. 124-125). Türkler karşısında

Pronia: Mali ve askeri açıdan Bizans’ta 12. yüzyıldan sonra görülmeye başlanan Pronia kavramıyla daha çok devlete ait toprakların askerlik hizmeti karşılığında özel kişilere tahsis edilmesi sistemi anlaşılmaktadır.

mağlup olan Alanlar, yağma hırslarını Bizanslı halk üzerinde tatbik ettiler. On dör-düncü yüzyılın ilk yıllarında Bizans için en büyük kayıp hiç şüphesiz Bitinya’nın da dâhil olduğu Anadolu’daki topraklarının Türklerce fethiydi.

Bu sırada İspanya’da Aragonlular hesabına ücretli asker olarak çalışırlarken yapılan barış sonrasında Roger de Flor komutasındaki Katalan birlikleri işsiz kalmışlardı. Roger de Flor, Bizans için ücret mukabilinde Türklere karşı savaş-mak üzere II. Andronikos’a başvurdu (Ayönü, 2009, s. 27-29). Bu teklifi büyük bir memnuniyetle kabul eden Bizans İmparatoru, 6.500 kişilik Katalan birliklerinin İstanbul’a gelmesini sağladı. Yapılan anlaşma gereği dokuz ay Bizans için askerlik yapacak olan Katalanların dört aylık ücretleri peşin ödendi. Katalan şef Roger de Flor, İmparatorun yeğeni Maria ile evlendiği gibi önce mega dük daha sonra da sezar unvanlarına da sahip oldu.

1304 yılı başlarında Erdek’te Anadolu’ya çıkartılan Katalan taifesi buradan doğruca Türklerin kuşatması altında bulunan Alaşehir’e yöneldiler. Katalanlar ilk başlarda Türklere karşı başarılar kazandılar. Bilmedikleri savaş teknikleri ve araçlarıyla savaşan Katalanlar karşısında başarısız olan Türkmenler geri çekildi-ler (Ayönü, 2009, s. 35-45). Bizans, Batı Anadolu’nun önemli bir kısmını muha-faza etme imkânına kavuşmuş görünmekteydi. Fakat kazandıkları askeri başarı-ların etkisiyle Katalanlar Bizanslı halkı ve şehirleri de yağma etmeye başladılar.

Manisa’ya saldırarak burayı kontrolleri altına aldılar. Onlar Gelibolu’ya geçmeye güçlükle ikna edildiler. 1304/05 Kışını Gelibolu’da geçirip tekrar Anadolu’ya sefer yapma planları yapılıyordu. Diğer taraftan Bizanslılar arasında Katalanlara karşı gittikçe tepkinin şiddeti artıyordu. Katalanlar da ücretlerinin düzenli ödenmeme-sinden şikâyetçiydiler. Ortak İmparator IX. Mihail, Katalanlara düşman olmuştu.

Edirne’de sarayında IX. Mihail, bir suikastla 1305 yılında Roger de Flor’u öldürttü (Ayönü, 2009, s. 57-59). Böylece Katalan taifesinin dağılacağı ve etkisiz hale gelece-ğini düşünüyordu. Fakat bu cinayet Bizans’a çok pahalıya mal oldu. Katalanlar, Bi-zans birliklerini mağlup ederek şeflerinin intikamını almak için Trakya’yı korkunç biçimde yağma ve kıyımdan geçirdiler. İki yıl boyunca Trakya’da terör estiren Kata-lanlar, 1308 yazında Selanik’e saldırdılar. Şehri düşüremediler ama Atos Manastır-ları da dâhil olmak üzere çevreyi korkunç biçimde talan ettiler. Buradan Tesalya’ya ilerleyen Katalanlar, daha güneye inerek Atina’yı zapt ettiler ve burada yaklaşık doksan yıl hüküm sürecek olan Katalan Devleti’ni kurdular (Nicol, 1999, s. 145).

Bizans’ın askeri ve ekonomik bakımdan güçsüzlüğü ne tür gelişmelere yol açmıştır?